A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

18 YIL TÜRKÇE EZANDAN YENİDEN ARAPÇA EZANA

Değerli okurlar,  Türk Halkı,  18 Temmuz 1932 tarihinden itibaren tam 18 yıl günlük yaşamda kullandıkları Türkçe ezan ile ibadete çağrıldı ve ibadetini Türkçe yaptı.  14 Mayıs 1950 seçimleri ile iktidar olan Demokrat Parti’nin Menderes hükümeti, işbaşına geldikten  sadece 32 gün sonra 16 Haziran 1950 de ilk icraatı  ezan'ın Arapça okunmasını serbest bırakmak oldu.

Başbakan Adnan Menderes, Konya’da halka hitaben yaptığı konuşmada en çok laiklik konusunda durarak şu sözleri söylemişti: “Türk milleti Müslüman’dır ve Müslüman kalacaktır. Din işleri hiçbir zaman dünya işlerinden ayrılmaz. Biz din derslerini en yakın zamanda bütün orta mekteplerimize teşmil edeceğiz. Orta mekteplerde din derslerini en önemli bir ders olarak kabul ediyoruz. İyi bir din tedrisatı için iyi yetişmiş imam ve hatiplere ihtiyaç vardır. Bunun için imam ve hatip okullarının iki dereceli olması lazımdır. Gelecek sene Konya İmam Hatip Mektebi, lise derecesinde mezunlar verecektir. Bu okulları daha yüksek okullar derecesine çıkarmak en büyük gayemizdir” diyerek Müslüman halkın duygularına ödün verme siyaseti güdeceğini belli etmişti.

19. yüzyılda Türkçülük hareketi yaygınlaşmaya, Türk sözcüğüne, Türk diline ve modern Türkçeye daha fazla önem verilmeye başlanmıştı. Türkçülük akımını savunan ve dönemin Padişahı II Abdülhamit'e başkaldırısı ile ünlenen bir yazar olan Ali Suavi Bey, Osmanlı tahtında Sultan Abdülaziz'in bulunduğu dönemde ezanın, hutbelerin ve namaz surelerinin Türkçeleştirilmesi gerektiğini savunuyordu.

Türk Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra, Türkçe Türkiye'nin tek resmi dili oldu ve Atatürk'ün devrimlerinin bir parçası olarak tüm ülkede daha sıkı bir şekilde uygulanmaya başlandı. Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle kurulan Diyanet, Atatürk'ün teşvikiyle İslam'ı Türk milliyetçiliğiyle daha uyumlu hale getirmek için Türkleştirme çalışmalarına başladı ve her şeyi Türkçeye çevirdi.

Ali Suavi ve Ziya Gökalp'in ezanın Türkçeleştirilmesi hakkındaki istekleri, Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilerek, 1932 yılının başından itibaren tekbir, salâ ve kametin de Türkçeleştirilmesi ile beraber uygulamaya konulmuştur. Atatürk’ün talimatıyla 1931 yılı aralık ayı sonunda dokuz hafızın Dolmabahçe Sarayı’nda çalışmalarına başladığı Türkçe ezan, 18 Temmuz 1932’de Diyanet İşleri Başkanlığı kararıyla yürürlüğe girerek 18 yıl boyunca minarelerde yankılandı.

Atatürk, 9 hafız arasından Hafız Ali Rıza Sağman’ın ezan çevirisine onay verdi. Hafız Ali Rıza Sağman bu olayı 1943 yılına ait Türkiye Maarif Tarihi Kitabı’nın 5.cildindeki 4 sayfalık anılarında şöyle anlatıyor: "Sarayın altındaki küçük salonda Tekbir meselesi mevzu bahis oldu. Yaklaşmakta olan bayramda camilerde okunacak olan Tekbirlerin Türkçeleştirilmesi isteniyordu. Hâlbuki bu hafızların yapacakları iş değildi. Bunu yalnız Arapça bilen hocalar da yapamazdı. Hafız Kemal "Allahuekber’i" Allah büyüktür’ tarzında Türkçeye çevirelim diyordu. Ben, Allah büyüktür terkibinin hem sıfatına hem mefhumuna itiraz ederek "Tanrı Uludur" denilmesini ileri sürdüm. Saadettin Kaynak da Hafız Kemal tarafını tutuyordu. Fakat o da tezini müdafaa edemedi. Allah’a karşı Tanrı, Ekbere karşı ulu ve büyük kelimeleri üzerinde hayli münakaşa oldu. Neticede görüldü ki Allahuekber, Allah büyüktür ve Tanrı uludur, cümlelerinin üçü de hece sayısınca birdi. Müzakere bu safhaya gelince Hasan Cemil Şöyle bir teklifte bulunarak münakaşaya son verdi: “Her ikisini de Atatürk’e okuruz onun istediği ve beğendiği kabul edilir."

"Sarayın üs katında bulunan Atatürk’ün huzuruna çıkıyorduk. Hasan Cemil bize "Durun" dedi, bir sürpriz yapalım. Atatürk ile yanındakiler bizim üst kata çıktığımızı görmemişlerdir. Oraya çıkar çıkmaz reisimizin teklifi üzerine ‘Allah büyüktür, Allah büyüktür’ diye o maruf nağmeleri yüksek sesle ve hep bir ağızdan bağırarak yürümeye başladık.  Atatürk’ün başı bizden yana döndü ve pek hoşlanarak ve gülerek yerinden kalktı bize doğru yürümeye başladı. Biz de okuya, okuya kendilerine yaklaştık. Atatürk pek seviniyor,tatlı tatlı gülüyordu. Tekbir bitmişti.

Hasan Cemil söze başladı: “Tekbiri Türkçeye çevirirken hafızlar arasında itilaf çıktı. Kimi "Tanrı Uludur" olsun diyor, kimi "Allah büyüktür" olsun diyor. İkisinden birisinin kabulünü yüksek tasviplerinize bıraktı. Reisimiz münakaşayı olduğu gibi söylememiş, kısa kesmişti. "Tanrı Uludur" diyen hafızların bir kısmı değil, bir tek idi ve o da bendim. Ben onun böyle söylemesini isterdim. Fakat o sırada sükûttan başka çare yoktu.”

“Atatürk: ‘Her ikisini de dinleyelim!" buyurdular. İlkin "Allah büyüktür" diye başladık. Kemal ile arkadaşları pek istekli ve neşeli okuyorlardı. Kendilerininkini beğendirmek için azami gayret sarf ediyorlardı. Atatürk ise kaşlarını çatarak dikkat kesilmiş, ayakta dinliyordu. Tekbir bitti. Hakikaten pek parlak okunmuştu. Saray çın çın ötüyordu. Atatürk: "Bir daha!" buyurdular. Allah büyüktür avazeleri tekrar yükseldi. Bundan sonra Atatürk: "Şimdi ötekini!" buyurdular. Şimdi benim dediğim okunacaktı. Okundu. Fakat arkadaşların bilâiltizam (bilerek,isteyerek) diyeceğim, neşesiz oldukları seziliyordu. Atatürk bunun için de: "Bir daha!" buyurdular. Bir kere daha okuduk. Bu sefer ben de onlara inat kuvvetli ve neşeli okudum. Okuyuş bitti. En heyecanlı ana gelmiştik. Yalnız hafızlar değil. Oradakilerin hepsi dikkat kesilmiş kulak kesilmiş göz kesilmişti. Atatürk’ün ne diyeceğini, hangisini beğeneceğini bir an evvel öğrenmek istiyorlardı. O, üç değil, iki kelime ile hem bu sabırsızlıklara, meraklara son verdi, hem de tekbirin metnini tespit etti. Ve "Evvelki unutulsun!" buyurdu.”

“Ben titriyordum. Çünkü böyle bir işi böyle bir huzurda başarmış ve imtihanı kazanmıştım. Arkadaşlarım sukuta daldılar. Yalnız Galatasaray Lisesi muallimlerinden Hafız Nuri kulağıma: "Tebrik ederim" diye fısıldadı. Atatürk yeni metnin aslından daha parlak olduğunu ve nağmeye yakıştığını söyledi. Hafız Kemal’de şöyle garip bir mütalaada bulunmaktan çekinmedi: “Biz minarede ezan okurken Allah kelimesinde nağme yaparız da..."  Atatürk bir şey söylemedi ben işi üzerime alarak dedim ki bu muazzam inkılap karşısında böyle bir nağme dinlenmez ya!”

Yukarda anısını okuduğunuz Hafız Ali Rıza Sağman’ın Türkçe ezanında geçen sözleri şöyle:

Tanrı uludur.

Şüphesiz bilirim, bildiririm:

Tanrı’dan başka yoktur tapacak,

Şüphesiz bilirim, bildiririm

Tanrı’nın elçisidir Muhammed

Haydin namaza, haydin felaha

Namaz uykudan hayırlıdır.

Kuran'ın Türkçe çevirisi ilk olarak 22 Ocak 1932'de Yaşar Okur tarafından okundu. Yaşar Okur, Riyaseti Cumhur Orkestrası Alaturka Kısmı'nın eski şefiydi. Ayetleri Arapça versiyonundaki makamlarla Türkçe okumuştu. Sekiz gün sonra, 30 Ocak 1932'de ilk Türkçe ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından İstanbul'daki Fatih Camii'nde okundu, bundan sonra her şeyin Türkçe olması zorunlu hale geldi. Ezan ve Kuran resmen Türkçe olduktan sonra, Diyanet Başkanı Rıfat Börekçi, tüm namazların da Türkçe olması gerektiğine karar verdi.

Türkçe namaz, 6 Mart 1933'te resmiyet kazandı. 1941'de Diyanet, camilerde Arapça kullanılmasını resmen suç haline getirdi.   Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesine bir fıkra eklendi ve 4055 sayılı yeni bir kanun çıkarıldı. Değişikliğe göre, namazı, Kur'an'ı ve ezanı Arapça okuyanlar üç aya kadar hapis ve 10 liradan 200 liraya kadar para cezasına çarptırılacaklardı.

Bu yasa çıkarılmadan önce mecliste lehinde ve aleyhinde tartışmalar da oldu. Yasa ile  ilgili meclis tutanaklarını okudum. Konuşmacılardan Bursa mebusu NEVZAD AYAŞ'ın konuşmasını çok beğendim. Özetle şöyle diyordu:

"Hükümetin mucip sebepler lâyihasında tasrih olunduğuna göre, ezan ve kametin Arapça okunması Diyanet işleri reisliğinin bir emri ile menolunmuş ve bu emrin tatbik olunmaması

yüzünden ihtilâf çıktıkça iş mahkemeye intikal etmiş, fakat Temyiz mahkemesi demiş ki, bu,

bir vicdanî emirdir, bunun üzerinde Diyanet işlerinin emrini esas tutarak hüküm vermek varit görülemez. Bu yolda bir Temyiz anlayışı mevzubahistir. Şimdi bu anlayış üzerinde Teşkilâtıesasiye prensibi noktasından düşünmek lâzım gelir. Çünkü ezan ve kametin Türkçe veya Arapça okunması mevzuunda iki cephe vardır: Lâiklik ve milliyetçilik. Lâiklik prensibi noktasından bu mevzu dinîdir, kanun mevzuu olmamak lâzım gelir. Fakat milliyetçilik prensibi noktasından kendi dilimizi ileriye sürmek için böyle bir hükmün kanun mevzuu olması doğru olabilir. Bu iki prensibi karşılaştırınca, bu hükümden maksat ezan ve kametin Türkçe okunması, Türkçeden başka dillerle okunmaması matlup olduğu düşünülünce:

«Arapça ezan okumamak» diyecek yerde, Türkçe okumak demek; hem prensiplere daha muvafık olur, hem de ezan ve kametin yalnız Arapça değil, bütün diğer ecnebi dillerle de okunmamasını temin noktasından uygun düşer. Maksatda, daha sağlam surette arz ettiğim prensip noktasından ifade edilmiş olur. (Doğru sesleri).

Binaenaleyh, metni « ezanı ve kameti Türkçe okumayanlar » şeklinde ifade etmek» arz ettiğim sebeplerden dolayı, bendenizce daha muvafıktır. Zannederim Encümen de bu ufak tadile iştirak eder."

1950 Türkiye genel seçimlerinde Demokrat Parti seçimi kazandı. Seçimi kazandıktan sonra dinî amaçlarla Arapçanın yasaklanmasının kaldırılması için bir teklifte bulundular.  TBMM'deki toplantılarda CHP adına konuşan CHP Trabzon Milletvekili Cemal Reşit Eyüboğlu,  ezanın Arapça olmasına karşı olduklarını ve bunun hakkında tartışma açmaya bile değmeyeceğini söylediyse de daha sonra hem CHP hem de DP üyeleri teklife oy verdi. Aynı gün, oylama sonucu Celâl Bayar'a gönderildi ve o da dinî amaçlarla Arapçanın yasaklanmasının kaldırılmasını kabul etti.  14 Mayıs 1950 de iktidara gelen Demokrat partinin 32 gün sonra 16 Haziran başlattığı ilk icraat Arapça ezan yasağının kaldırılması oldu. 30 Ocak 1932 tarihinden itibaren 18 yıl süreyle Türkçe okunan ezan, zamanın başbakanı Başbakan Adnan Menderes'in çabasıyla yeniden Arapça okunmaya başlandı. Yasa yürürlüğe girdi yani ezanın Arapça okunması suç olmaktan çıkarıldı ama dinî amaçlarla Türkçenin kullanımı hâlâ yasaldı, ancak malum nedenlerle Arapça okunması daha popüler hale geldi.

Arapça ezan'ın suç olmaktan çıkarılmasına ilk tepki MHP ve Bozkurtlar'ın kurucusu ve Türk-İslam milliyetçiliği hareketinin önde gelen isimlerinden Alparslan Türkeş'den geldi.  27 Mayıs Darbesi ile Demokrat Parti iktidarı son bulmuştu. Darbenin öncülerinden olan bazı milliyetçi askerler tarafından ezanın Arapça okunması sertçe eleştirilmişti. Darbe bildirisini radyodan okuyan Piyade Kurmay Albay Alparslan Türkeş, darbe sonrası verdiği bir röportajda ezanın tekrar Arapça okutulmasını "ihanet" olarak nitelemiş, "Türk camiinde Türkçe Kur’an okunur, Arapça değil" demiştir.

Bu gün minareye çıkmadan  oturdukları yerde bir banttan ya da CD. den yayınlanan ezan, ses yükselticiler ve onlara bağlı hoparlörler vasıtası ile her yöne kolayca yayınlanıyor. Hatta Kilometrelerce uzaklara da gitsin diyerek ses şiddetini sonuna kadar açıyorlar.  Bu mekanik ses ezanın ulviyetine de zarar veriyor.  Camilerin her tarafına hatta bazı AVM. lerin içlerine konulan onlarca hoparlörler marifeti ile yayınlanan ezan, dine karşı olumsuz hislerin doğmasına neden oluyor.

Çok menfur bir şekilde katledilen Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş'de: "Sinan hayattayken Özgür Özel ve Kılıçdaroğlu hakkında ağır söylemleri olmasına rağmen bize sahip çıktılar. Dost bildiklerimiz düşman, düşman bildiklerimiz dost oldu. Bunu da çok acı bir şekilde tecrübe ettik" itirafı bir yana ebedi liderleri Türkeş'in yukarıdaki röportajından habersiz ülkücüler de birilerinin yönlendirmesiyle şehit cenazelerinde ya da toplu eylemlerinde   "Ya Allah bismillah, Allahuekber" diye Arapça haykırıyorlar.

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ