Değerli okurlar, bir yerde bir sohbette Milli Mücadele günleri konuşuluyorsa ben de bir parantez açar,"Mustafa Kemal Paşa Ankara'ya ilk geldiğinde Ankara'da İngiliz askerleri vardı. Onun maiyetiyle birlikte istasyondaki direksiyon binasına yerleşmesini başlarındaki komutan dâhil hayretler içinde seyretmişlerdi" dediğimde şaşırırlar. Sanıyorlar ki işgal altında olan sadece İstanbul. Yurdun dört bir yanının İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan tarafından işgal edildiğini o anda düşünemezler.
Evet, Ankara 'da İngilizler vardı ama yurdun dört bir yanından Ankara'ya gelen Ermenilerde vardı. İngiliz birliklerinin 1919 yılı başlarında Ankara'ya gelmesiyle, diğer illerde bulunan Ermeniler ile Osmanlı hudutlarının dışından Anadolu’ya sızan çetelerin büyük bir bölümü Ankara gelmeye başlar. Ermeniler Ankara'yı ele geçirecek ve devlet kuracaklar, bu devleti de ilk tanıyan İngilizler olacaktır. Bu kez, Doğu'daki Türklere uyguladıkları Ermeni katliamları Ankara'nın ilçelerinde görülmeye başlanır. İlk Ermeni katliamı haberi Keskin'den gelir İngilizler de, bu işe karışmayacaklarını belli edince, Ankara'da küçük bir koloni halinde yaşayan Ermeni azınlığı taşkınlıklara başlar. İngiliz işgal kuvvetleri de bunlara yardımcı olur.
Özetlersek, 1919 yılı Ankaralılar için büyük bir kâbus yılı olur. Katliam korkusundan kimse evinden dışarı çıkamaz. Bununla beraber, Ankara'da İngiliz işgal kuvvetleri ile Ermeni çetelerinin oyununa gelmeyen büyük bir Ermeni ahalisi de vardır. Çetelere karşı olan bu Ermeniler de korku içindedirler. Çünkü onlar da, Ermeni çetelerinin şerrinden korkuyor, istediklerini yapmadıkları takdirde başlarına neyin geleceğini çok iyi biliyorlardı. Bu duruma rağmen, mümkün olduğunca olayların dışında kalmaya özen gösteriyorlardı.
Psikiyatrisi Prof. Dr. Kerem Doksat şöyle yazmış: Diyorlar ki, "siz soykırımcı bir milletsiniz! Ermenilere soykırım uyguladınız ..."Biz diyoruz ki, "hayır, uygulamadık !" O zaman deniyor ki: "tamam, madem uygulamadınız, bunu tartışalım, öyle sonuca varalım". Size mantıklı geliyor, "nasılsa suçlu değiliz, tartışmadan galip ayrılırız" diyorsunuz. Ama tartışma masası kurulduğunda eşit bir tartışma şansı olmadığını görüyorsunuz. Bakıyorsunuz, tüm televizyonlar, gazeteler, "aydınlar" sizin Ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor. Kanıtları var mı? Elbette yok.
Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı da yeteri kadar çok oldu mu, gerçeğin sesi baskılanıyor. "hayır" diyorsunuz, "gerçekleri bir de biz anlatalım", ama anlatamıyorsunuz çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış durumda.
İşte o zaman anlıyorsunuz "tartışmaya açmak" denilen tuzağı. Bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile "acaba" demeye başlıyor, "acaba gerçekten Ermenileri biz mi katlettik ?". "ulusal benlikte ilk kırılma" yaşanıyor... Psikolojik harbin etkisi büyük bir hızla bu şekilde yayılıyor.
Biz dönelim yine 1919 Ankara'sına. Kendi halindeki Ermeni aileler de korku içindeydiler. Ermeni çeteleri onların çocuklarını da alıp götürüyor gitmeyenleri kurşuna diziyordu.
İşte bunlardan birinin hikâyesi: Ermenilerin toplu olarak yaşadıkları Hacı Doğan Mahallesinde Haçik Usta diye bilinen sağır (sonradan) bir marangoz ustası vardır. Haçik Usta marangozluğunun yanında duvarcılık, çatı aktarma, tenekecilik gibi işleri de yapar. O günleri şöyle anlatır: "I. Cihan Harbi sona ermiş, Osmanlılar mağlup olmuştu. Ben o zaman da marangozluk yapardım. Bir de kardeşim vardı. Adı da, Ohannes idi. Ben ve kardeşim hem genç hem de kuvvetli idik. 1919 yılı başında Ankara'ya dışarıdan Ermeni çeteleri gelmeye başladı. Hatta çetelerin Keskin civarındaki köyleri basarak Müslüman ahaliyi öldürüp, yükte hafif pahada ağır mallarını da alıp götürüyorlarmış diye bir rivayet işittik. Çeteler sadece Türker'i değil kendilerine karşı gelen Ermenileri de öldürüyorlarmış. Bu yüzden çetelerden bizler de korkardık. Zira Ermeni çeteleri Ankara'da yaşayan gençlerin de çeteye katılmasını ister ve tek tek evleri ararlardı. Zengin olanlarımızdan da para isterlerdi. Bu durumu Dudum (annem) çok iyi bildiğinden, bizlerin işe gitmemesi için çaba harcardı. Başımızın belaya girmesini istemezdi. Bir taraftan gençlik, öte yandan geçim derdi, kardeşimle birlikte Dudum'un sözünü dinlemez, bulduğumuz işe girerdik.
Bir gün Ermeni çeteleri bizi yolda çevirdiler. Çeteye girmemizi istediler. Biz ailemize bakmak zorunda olduğumuzu ileri sürerek, tekliflerini reddettik. Bunun üzerine kardeşim ile beni zorla Ankara dışına çıkarttılar, Akköprü'ye geldiğimizde tekliflerini tekrarladılar. Eğer kabul etmezsek öldüreceklerini söylediler. Biz bu tehdide inanmadığımızdan direndik. Bunun üzerine kardeşim ile beni öldüresiye dövdüler. Sonunda da, öldü diyerek bırakıp gitmişler. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, ayıldığımda her taraf kapkaranlıktı. Gözlerim görmüyor, kulaklarım işitmiyordu. El yordamı ile yerde sürünmeye başladım. Her tarafımın kan içinde olduğunu sezinliyordum. Akan kanlar gözlerimde biriktiğinden kör olduğumu sanmıştım. Sürüne sürüne eve kadar geldim.
Dudum'un kapıda beni büyük bir merakla beklediğini hayal meyal hatırlıyordum. Beni bir yatağa yatırdıktan sonra Ohannesi sordu. Ben de olup bitenleri kendisine anlattım. Dudum ve komşular Akköprü'ye gitmiş olacaklar ki, dönüşlerinde evde kıyamet kopuyordu. Dudum kendisini yerden yere atıp kardeşimin ismini haykırıyordu. O zaman anladım ki, kardeşim yediği dayak sonunda ölmüş. Dudum ve beraberindekiler Ohannes'in cesedini bulmuşlar. Yapacak başka bir şey yoktu. O devirde Ankara İngilizlerin işgali altında olduğundan, şikâyetlerimizi yapacak makam bulamıyorduk. Şikâyet etsek bile kimse kulak asmıyordu. Olay da böylece kapanıp gitti. O tarihten sonra benim kulaklarım tam olarak işitmedi."
Ermeni Taki Dudu Hanım da komşusu Halime Hanıma ağlayarak şöyle dertleniyordu: "Halime kadın, Ermeni çetelerinden sadece siz mi zarar gördünüz," Çeteler bizim gençlerimizi de alıp götürüyorlardı da, kimsenin haberi olmuyordu. Gitmeyenleri de kurşuna diziyorlardı. Çocuklarımızı bu beladan kurtarmak için, akla gelmedik tedbirlere başvurduk. Helâların kuburunu iki üç kişinin sığacağı kadar genişçe ve derinliğine kazdık. Bunun üzerine de, helâ tahtalarını yerleştirdik. Çocuklarımızı gündüzleri bu çukurlara indiriyor, geceleri de çıkartıyorduk. Çeteler evimize gelip de, çocuklarımızı sorduğu vakit, “onlar Ankara'dan ayrıldılar, isterseniz gelin bakın” diye evimize davet ederek aramalarını kolaylaştırıyorduk. Ama hiçbirinin aklına helâ çukuru gelmiyordu. Ermeni çetelerinin emirlerine karşı çıkan yüzlerce Ermeni genci öldürüldü. Kimse de korkusundan sesini çıkartamadı. Ses çıkarsan bile kime haber anlatacaksın? Bizim papaz efendi, başımıza bir felaket geleceğini söyleyip duruyordu da, biz önceleri pek aldırmıyorduk. İş başa gelince karşılığını canımızla ödedik. Allah sizi de bizi de korusun."
Değerli okurlar hep söyleriz ya bu topraklar ne acılar gördü diye. Görmeye de devam ediyor maalesef. Amerikan emperyalizminin başımıza sardığı büyük Ortadoğu projesi ile Türkiye ve Ortadoğu ülkeleri parçalanarak küçük devletler haline getirilip bir çatı altında toplanacak ve belki de daha ilerde Müslüman âleminin merkezi diye lanse edilip başına da bir halife oturtulacak. İçimizde buna çok hevesli olanlar var mı? Var elbet. Bu yüzden ülkemiz ve bu topraklar üzerine kurgulanan bu tuzaklara düşmeyelim. Hiçbir zaman birlik ve beraberliğimizden ödün vermeyelim. Yoksa başımıza neler gelebileceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.
Yukarda bu ülke ne acılar gördü dedik ya, ilerde başına gelebilecekleri de naçizane tahmin ederek yazımızı bir fıkra ile bitirelim.
Gece zifiri karanlıkta tarladan evine dönen köylünün ayağına takır tukur yuvarlanan bir şey takılmış. Eğilip almış ki bir kuru kafa. Allah Allah gece vakti bu kuru kafa da nerden çıktı diyerek heybesine koyup eve getirmiş. Erkenden yatıp uyuyan karısını da uyandırmadan ocakta yanan odunların ışığında kuru kafaya bir daha bakmış. Alnında bir yazı."Bu dünyada kalmadı başıma gelen, bundan sonra daha ne gelen." Köylü gülmüş, "daha ne gelecek, gelen gelmiş zaten Allah rahmet eyleye" deyip kuru kafayı ocağın kenarına bırakıp yatmış. Sabah kuru kafayı unutup sıcak basmadan tekrar tarlanın yolunu tutmuş. Uyanan karısı karşısında birden kuru kafayı görünce korkuyla besmele çekerek sıçramış. Sonra "herifin ettiğine bak beni korkutmak için neler düşünüyor az kalsın ödüm patlayacaktı diyerek o kızgınlıkla kuru kafayı havanda un etmiş.
Ali Dinç
06.07.2023 20:50:08Bilgiler faydalı tarihi iyi bilmek.