Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2B arazileriyle ilgili taslağın neredeyse hazır olduğunu belirterek, “Yakında Meclise sevk edilmiş olacak” dedi.2B arazilerinin 2012 yılında hakikaten çok önemli bir konu olacağını belirten Şimşek, tasarıyla devletle vatandaş arasındaki ihtilafları gidermesinin hedeflendiğini söyledi. Şimşek, “Bugün İstanbul'da öyle semtler, öyle ilçeler var ki neredeyse tamamı 2B arazilerinde yapılmış. Bu yasa ile devletle vatandaş arasında, 40-50 yıldır devam eden ihtilafların çözülmesini amaçlıyoruz” dedi.( 7 ocak 2012 tarihli gazeteler)
Yazıma Yozgat Gazetesinin değerli yazarlarından Sayın Aslan Nurduğdu’nun kulaklarını çınlatarak başlamak istiyorum. Aslan Bey, bir yazısında Anız yakma hadisesinden bahsederek şöyle diyordu.” Yakma esnasında anızın yapısında bulunan karbon, hidrojen, oksijen, azot ve kükürt gibi besin elementleri, yakma işlemi sonucunda karbondioksit (CO2), kükürt dioksit (SO2), hidrojen (H2) ve azot gazı (N2) halinde havaya uçar. Bu büyük bir kayıptır; zira böylece, humusu meydana getiren karbon (C ), hidrojen (H), oksijen (O), azot (N) ve kükürt (S) yok edilmiş olur. Yukarıda adı geçen besin elementlerine ilave olarak anızın yapısında bulunan fosfor, potasyum kalsiyum, magnezyum ve demir, mangan, çinko, bakır gibi diğer mikroelementler de bitkilerin alamayacağı form olan oksitlere dönüşür. Bunlar kül haline gelip toprağın geçirgenliğini ve havalanmasını engeller. Topraktaki faydalı canlıların en çok bulunduğu 0 – 3 cm derinlikte sıcaklık 65 C’nin üzerindedir. Oysa anızın yakılması sonucu toprak yüzeyinde 200 C’nin üzerinde bir sıcaklık meydana gelir. Bu yüksek sıcaklıkta faydalı bakteriler ve mantarlar ölür; böylece toprak canlılığını kaybeder”.Demek oluyor ki bir taraftan erozyonla bir taraftan anız yakmakla tarıma ayrılan topraklarımızı kaybediyoruz.Bu çok can alıcı duyarlı insanların içini acıtan bir yazı idi. Devlet maalesef bu konuda duyarlı olmuyor toprağa bu kadar zarar veren bir olaya bir ceza uygulaması yapmıyor duyarsız kalıyordu. Bu yazısı yayımlandığında kendisini hararetle kutlamış teşekkür etmiştim. Ben de bu yazımda uzun süredir gündemde olan 2B yasasına kısaca değinmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi 2B orman arazisi olma vasfını kaybeden alanlarla ilgili bir yasa. Ne demek Orman arazisi olma vasfını kaybetmek. Yani bundan böyle burada ağaç yetişmez ağaç yetiştirilmesine uygun değildir anlamına geliyor.Gerçekten öylemi acaba? Ülkemizin topraklarının % 22 si tarım alanı, % 22 si de ormanlık alandır. Ne acı değilmi?... Bu ຊ lik orman alanın % 90 kadarı tabi ormandır, yani kendiliğinde oluşmuştur. Bu alanın ŷ i de yerleşim alanı olmuştur. Bu demektir ki 21 bin köyümüz orman yanındadır ve bu köylerde 5 milyon insan yaşamaktadır. Ormanlarımız bir taraftan halkımızın orman berberi adını taktığı keçiler tarafından bir taraftan da kaçak kesim yapan bazı orman köylülerince tahrip ediliyor. Daha önce çıkarılan bazı yasalar ile (turizmi teşvik yasası vb.)sahil kesimleri, bilhassa Antalya Belek civarları imara açılmış idi. Bu alanlar toplam 500 bin hektar civarındadır. Şimdi deniz turizminden yayla turizmine doğru bir gidiş var. Ayrıca Golf sahaları projeleri var. 2B yasası ile buralarda imara açıldığı takdirde yaklaşık 1milyon hektar arazinin imara açılmış olacağı söyleniyor. Ormanlık alanların imara açılması bölgede yaşayan binlerce hayvanında sonu demektir. Üstelik ormanlar ve akar sular dünya mirası olup ekolojik sistemin olmazsa olmazlarıdır. Fatih Sultan Mehmet’in “ormanlarımdan bir dal kesenin başın keserim” dediği ormanlar. Osmanlının son padişahları tarafından Mütesellimler’in insafına terk edilmiştir.
Safahat içindeki sarayın harcamalarına para yetiştiremeyen çocuk yaşındaki padişahlar ve onların anaları, halktan padişah adına vergi toplayan Mütesellim’lere kolaylık sağlamak ve daha fazla gelir sağlamak için ormanları da onların yönetimine hatta insafına terk etmiştir. Topraklar Mütesellim’lere verilirken pazarlık yapılıyor, kim çok vergi vermeyi taahhüt ederse Mütesellimlik ona veriliyordu. Nitekim Çapanoğlu Mustafa Beyin vefatından sonra Mutassarıflığı kardeşi Süleyman Bey’e vermek istemeyen Birinci Abdülhamit o sırada İstanbul’da bulunan Süleyman Beyi Yozgat’a göndermek istemez.Hem istemez hem de vezirinden , “Müteveffanın karındaşı oldukta bize ne verir” diye araştırma yapmasını istemekten de geri kalmaz. Sonunda kardeşi Mustafa bey’in bütün malları kendisine bırakılmak ve Hazineye 3.500 kese (bir milyon yediyüz elli bin kuruş) taahhüt etmesi kararıyla Bozok sancağı Mutasarrıflığını Süleyman beye verir. İşte yıllarca süren savaşlardan ve toplanan değişik vergilerden fakirleşen Anadolu halkından toplanan vergiler ile padişaha taahhüt ettikleri miktarı toplayamayan mütesellimlere,halktan daha fazla para toplamak için padişahlar veya anaları ormanları da onların kullanımına terk etmişti. Oradan elde edilecek kereste ve odun satışından kazanılan paralarda padişaha gönderiliyordu.1937 yılında çıkarılan ormanların değerlendirilmesi yasasının bir nebze faydası olmuş ise de, ormanların kadastrosu hâlâ tamamlanmış değildir.
Hal böyle iken sadece Çapanoğlu Beyleri, bu gün Milli Park ilan edilen Yozgat’ta bir orman meydana getirmişlerdir. Hatta Yozgat çamlığının, Çapanoğlu Mustafa Bey’in özel mülkiyeti olduğu söylenir.Çapanoğlu Mustafa Bey, çamlıktan ağaç kesmeye kalkanı ölüm cezası ile cezalandıracağını ilan ederek bu güne kadar korunmasını sağlamıştır. 264 hektarlık alanı kaplayan Çamlık Milli Parkı, İç Anadolu'da insan etkisi ile meydana gelen step içerisinde yer alan sayılı orman adalarından biridir. Karaçam, meşe ve ardıç ağaç toplulukları Milli Park bitki örtüsünü meydana getirmektedir. İçerisinde 9 tane 400-500 yıllık anıt ağacı barındıran çamlık, doğal bir hayvanat bahçesi konumunda. Çok yakın bir zamana kadar görünen; fakat türü şimdilerde tükenmiş olan Şah kartalları dışında; akbaba, küçük atmaca, şahin, tavşan, saksağan, kurt, kaplumbağa gibi bir sürü hayvan çeşidi var. Ayrıca çamlık içinde yer alan gölette; sazan, ve turna balığı hayat bulmuş. 1985 yılında Yüksek İcra Vekilleri Heyetinin kararıyla Milli Park haline getirilmiştir. Bakanlar Kurulu kararıyla kullanma ve irtifa hakkı Orman Genel Müdürlüğü'ne verilmiştir.
Bundan sonrasını değerli ağabeyim Yılmaz Göksoy hocamdan nakledelim.10 Eylül 1930 günlü Yozgat Gazetesinde, Samsun avukatlarından Hasip Bey, “Yozgat’ın tabii varlığı çamlık, bir şahika ki Yozgat’la karşı karşıya, zirvesi ve etekleri sık yüksek köklerinden itibaren ebediyen bir hılkat-ı hadra ile donatılmış, cesim bir çamlık. Gece gündüz Yozgat’a sıhhat ve hayat püskürüyor”diyor. Kemal Ayder de 01.10.1952 günlü Vatan Gazetesi ekinde “Anadolu’nun ortasında nefis kokulu, serin gölgeli, göz alabildiğine uzanan çam ormanın kıymetini tayin edememek saflıktır derken, Bir mesire ve şifa yeri olan çamlığın üzerine Yozgatlılar titremelidir” der. Turizm uzmanlarından Comm Armando Riddelli’de 1958 yılında Çamlığı şöyle över ; “O canım yoldan tırmanıp ormana çıkıldığında dillere destan olmuş Uludağ ormanının Yozgat Ormanı yanında sönük kaldığı hayretle izlenir. İnsan bu kadar güzellik karşısında hislerini ifade edecek kelime bulamıyor.(bkz Yılmaz Göksoy/Yozgat gazetesi).Yedek subaylık müracaatım için Yozgat’a geldiğim 11 Kasım 1971 gecesi Sayarların otelindeki odasında sabaha kadar sohbet ettiğim, Abbas Sayar ağabeyim de, “Çamlığın içindeyiz çok şükür, Bütün tesellimiz de bu zaten, bir çamlıksız Yozgat bize göre, olsa da hoş olmasa da.” diyordu.
Çapanoğlu beyleri Yozgat’ın bu güzide Çamlığına gözleri gibi bakmışlar ve bu güne kadar gelmesini sağlamışlar. Gel gör ki yabancıların öve öve bitiremedikleri bu milli park, mesire yeri son yıllarda büyük bir ihmal içindedir. Son birkaç yıldır hemşerilerimden şu şikâyeti alıyorum. “Hava karardıktan sonra çamlığa çıkmak yürek istiyor. Yol kenarları içinde içki içilen otomobillerle dolu oluyor. Ertesi gün ve hafta sonları etraf bira kutuları ve çöplerle doluyor. Yiyecek,içeceklerini getirenler çöplerini bırakıp gidiyorlar.Üzüntü verici bir durum.Halbuki hep söylenir,her yerde yazar “nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak” diye ama kim dinliyor”.
Atalarımızdan miras kalan ve ağaçlarının eşi sadece Kafkasya da bulunan bu çamlığın kıymetini bilemez isek,yarın elbette önce çocuklarımız ve torunlarımız sonra da emeği geçen ecdadımız bizden hesabını soracaklardır.
10.01.2012
Yazıma Yozgat Gazetesinin değerli yazarlarından Sayın Aslan Nurduğdu’nun kulaklarını çınlatarak başlamak istiyorum. Aslan Bey, bir yazısında Anız yakma hadisesinden bahsederek şöyle diyordu.” Yakma esnasında anızın yapısında bulunan karbon, hidrojen, oksijen, azot ve kükürt gibi besin elementleri, yakma işlemi sonucunda karbondioksit (CO2), kükürt dioksit (SO2), hidrojen (H2) ve azot gazı (N2) halinde havaya uçar. Bu büyük bir kayıptır; zira böylece, humusu meydana getiren karbon (C ), hidrojen (H), oksijen (O), azot (N) ve kükürt (S) yok edilmiş olur. Yukarıda adı geçen besin elementlerine ilave olarak anızın yapısında bulunan fosfor, potasyum kalsiyum, magnezyum ve demir, mangan, çinko, bakır gibi diğer mikroelementler de bitkilerin alamayacağı form olan oksitlere dönüşür. Bunlar kül haline gelip toprağın geçirgenliğini ve havalanmasını engeller. Topraktaki faydalı canlıların en çok bulunduğu 0 – 3 cm derinlikte sıcaklık 65 C’nin üzerindedir. Oysa anızın yakılması sonucu toprak yüzeyinde 200 C’nin üzerinde bir sıcaklık meydana gelir. Bu yüksek sıcaklıkta faydalı bakteriler ve mantarlar ölür; böylece toprak canlılığını kaybeder”.Demek oluyor ki bir taraftan erozyonla bir taraftan anız yakmakla tarıma ayrılan topraklarımızı kaybediyoruz.Bu çok can alıcı duyarlı insanların içini acıtan bir yazı idi. Devlet maalesef bu konuda duyarlı olmuyor toprağa bu kadar zarar veren bir olaya bir ceza uygulaması yapmıyor duyarsız kalıyordu. Bu yazısı yayımlandığında kendisini hararetle kutlamış teşekkür etmiştim. Ben de bu yazımda uzun süredir gündemde olan 2B yasasına kısaca değinmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi 2B orman arazisi olma vasfını kaybeden alanlarla ilgili bir yasa. Ne demek Orman arazisi olma vasfını kaybetmek. Yani bundan böyle burada ağaç yetişmez ağaç yetiştirilmesine uygun değildir anlamına geliyor.Gerçekten öylemi acaba? Ülkemizin topraklarının % 22 si tarım alanı, % 22 si de ormanlık alandır. Ne acı değilmi?... Bu ຊ lik orman alanın % 90 kadarı tabi ormandır, yani kendiliğinde oluşmuştur. Bu alanın ŷ i de yerleşim alanı olmuştur. Bu demektir ki 21 bin köyümüz orman yanındadır ve bu köylerde 5 milyon insan yaşamaktadır. Ormanlarımız bir taraftan halkımızın orman berberi adını taktığı keçiler tarafından bir taraftan da kaçak kesim yapan bazı orman köylülerince tahrip ediliyor. Daha önce çıkarılan bazı yasalar ile (turizmi teşvik yasası vb.)sahil kesimleri, bilhassa Antalya Belek civarları imara açılmış idi. Bu alanlar toplam 500 bin hektar civarındadır. Şimdi deniz turizminden yayla turizmine doğru bir gidiş var. Ayrıca Golf sahaları projeleri var. 2B yasası ile buralarda imara açıldığı takdirde yaklaşık 1milyon hektar arazinin imara açılmış olacağı söyleniyor. Ormanlık alanların imara açılması bölgede yaşayan binlerce hayvanında sonu demektir. Üstelik ormanlar ve akar sular dünya mirası olup ekolojik sistemin olmazsa olmazlarıdır. Fatih Sultan Mehmet’in “ormanlarımdan bir dal kesenin başın keserim” dediği ormanlar. Osmanlının son padişahları tarafından Mütesellimler’in insafına terk edilmiştir.
Safahat içindeki sarayın harcamalarına para yetiştiremeyen çocuk yaşındaki padişahlar ve onların anaları, halktan padişah adına vergi toplayan Mütesellim’lere kolaylık sağlamak ve daha fazla gelir sağlamak için ormanları da onların yönetimine hatta insafına terk etmiştir. Topraklar Mütesellim’lere verilirken pazarlık yapılıyor, kim çok vergi vermeyi taahhüt ederse Mütesellimlik ona veriliyordu. Nitekim Çapanoğlu Mustafa Beyin vefatından sonra Mutassarıflığı kardeşi Süleyman Bey’e vermek istemeyen Birinci Abdülhamit o sırada İstanbul’da bulunan Süleyman Beyi Yozgat’a göndermek istemez.Hem istemez hem de vezirinden , “Müteveffanın karındaşı oldukta bize ne verir” diye araştırma yapmasını istemekten de geri kalmaz. Sonunda kardeşi Mustafa bey’in bütün malları kendisine bırakılmak ve Hazineye 3.500 kese (bir milyon yediyüz elli bin kuruş) taahhüt etmesi kararıyla Bozok sancağı Mutasarrıflığını Süleyman beye verir. İşte yıllarca süren savaşlardan ve toplanan değişik vergilerden fakirleşen Anadolu halkından toplanan vergiler ile padişaha taahhüt ettikleri miktarı toplayamayan mütesellimlere,halktan daha fazla para toplamak için padişahlar veya anaları ormanları da onların kullanımına terk etmişti. Oradan elde edilecek kereste ve odun satışından kazanılan paralarda padişaha gönderiliyordu.1937 yılında çıkarılan ormanların değerlendirilmesi yasasının bir nebze faydası olmuş ise de, ormanların kadastrosu hâlâ tamamlanmış değildir.
Hal böyle iken sadece Çapanoğlu Beyleri, bu gün Milli Park ilan edilen Yozgat’ta bir orman meydana getirmişlerdir. Hatta Yozgat çamlığının, Çapanoğlu Mustafa Bey’in özel mülkiyeti olduğu söylenir.Çapanoğlu Mustafa Bey, çamlıktan ağaç kesmeye kalkanı ölüm cezası ile cezalandıracağını ilan ederek bu güne kadar korunmasını sağlamıştır. 264 hektarlık alanı kaplayan Çamlık Milli Parkı, İç Anadolu'da insan etkisi ile meydana gelen step içerisinde yer alan sayılı orman adalarından biridir. Karaçam, meşe ve ardıç ağaç toplulukları Milli Park bitki örtüsünü meydana getirmektedir. İçerisinde 9 tane 400-500 yıllık anıt ağacı barındıran çamlık, doğal bir hayvanat bahçesi konumunda. Çok yakın bir zamana kadar görünen; fakat türü şimdilerde tükenmiş olan Şah kartalları dışında; akbaba, küçük atmaca, şahin, tavşan, saksağan, kurt, kaplumbağa gibi bir sürü hayvan çeşidi var. Ayrıca çamlık içinde yer alan gölette; sazan, ve turna balığı hayat bulmuş. 1985 yılında Yüksek İcra Vekilleri Heyetinin kararıyla Milli Park haline getirilmiştir. Bakanlar Kurulu kararıyla kullanma ve irtifa hakkı Orman Genel Müdürlüğü'ne verilmiştir.
Bundan sonrasını değerli ağabeyim Yılmaz Göksoy hocamdan nakledelim.10 Eylül 1930 günlü Yozgat Gazetesinde, Samsun avukatlarından Hasip Bey, “Yozgat’ın tabii varlığı çamlık, bir şahika ki Yozgat’la karşı karşıya, zirvesi ve etekleri sık yüksek köklerinden itibaren ebediyen bir hılkat-ı hadra ile donatılmış, cesim bir çamlık. Gece gündüz Yozgat’a sıhhat ve hayat püskürüyor”diyor. Kemal Ayder de 01.10.1952 günlü Vatan Gazetesi ekinde “Anadolu’nun ortasında nefis kokulu, serin gölgeli, göz alabildiğine uzanan çam ormanın kıymetini tayin edememek saflıktır derken, Bir mesire ve şifa yeri olan çamlığın üzerine Yozgatlılar titremelidir” der. Turizm uzmanlarından Comm Armando Riddelli’de 1958 yılında Çamlığı şöyle över ; “O canım yoldan tırmanıp ormana çıkıldığında dillere destan olmuş Uludağ ormanının Yozgat Ormanı yanında sönük kaldığı hayretle izlenir. İnsan bu kadar güzellik karşısında hislerini ifade edecek kelime bulamıyor.(bkz Yılmaz Göksoy/Yozgat gazetesi).Yedek subaylık müracaatım için Yozgat’a geldiğim 11 Kasım 1971 gecesi Sayarların otelindeki odasında sabaha kadar sohbet ettiğim, Abbas Sayar ağabeyim de, “Çamlığın içindeyiz çok şükür, Bütün tesellimiz de bu zaten, bir çamlıksız Yozgat bize göre, olsa da hoş olmasa da.” diyordu.
Çapanoğlu beyleri Yozgat’ın bu güzide Çamlığına gözleri gibi bakmışlar ve bu güne kadar gelmesini sağlamışlar. Gel gör ki yabancıların öve öve bitiremedikleri bu milli park, mesire yeri son yıllarda büyük bir ihmal içindedir. Son birkaç yıldır hemşerilerimden şu şikâyeti alıyorum. “Hava karardıktan sonra çamlığa çıkmak yürek istiyor. Yol kenarları içinde içki içilen otomobillerle dolu oluyor. Ertesi gün ve hafta sonları etraf bira kutuları ve çöplerle doluyor. Yiyecek,içeceklerini getirenler çöplerini bırakıp gidiyorlar.Üzüntü verici bir durum.Halbuki hep söylenir,her yerde yazar “nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak” diye ama kim dinliyor”.
Atalarımızdan miras kalan ve ağaçlarının eşi sadece Kafkasya da bulunan bu çamlığın kıymetini bilemez isek,yarın elbette önce çocuklarımız ve torunlarımız sonra da emeği geçen ecdadımız bizden hesabını soracaklardır.
10.01.2012
10.01.2012
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
Süleyman Olgun
17.01.2012 11:08:00Sayın A.Kadir bey Yozgat çamlığı ve son osmanlı padişahları ile ilgili yazınızı okuyunca ne yalan söyleyim çok üzüldüm.Çocukluğumuzun en büyük eğlencesi çamlığa çıkmak soğuk sularından içmek sallandığımızda bir anda 10-12 metre yükseğe çıktığımız salıncaklarımızdı.Hatırladığımızda o günleri tekrar yaşar gibi olup mutlu olurduk.Yine gazeteden okuduğum sayın valimizin çamlık projesi beni memnun etti.İnşallah güzel şeyler yapılır çamlık eski güzelliğine kavuşur diyorum.
Ethem
15.01.2012 21:33:00Sayın Çapanoğlu, yazınızdan önce çamlığın kendiliğinden değilde Çapanoğulları tarafından meydana getirildiğini öğrenince çok şaşırdım.Sonrada Sayın Yılmaz Göksoy'un köşesinden okuyarak diğer bilgilere ulaştım. Bırakıp giden ecdadınızdan ve koruyup yaşatanlardan allah razı olsun. Hürmetlerimle.
Mehlika Filiz Ulusoy
15.01.2012 13:35:00Abdülkadir Bey, benim ilk gençlik yıllarımda Ankara'da tarlalar yakılmaya başlanmıştı. Köylüler buna "anız yakma" diyor. Ata yurdu olan Yozgat'ta -Osmanlı dönemi- ilkokulu 3. sınıfa kadar okuyan sevgili anneannem, bu konuda ilk tedirgin olan kişilerden biriydi diyebilirim. Anneannem bu manzaraları gördükçe; "Yavrum, tarlaları yakmak çok günahtır. Orada yaşayan börtü böcek şimdi nerelere gidecek. Onların yuvaları tarumar oldu. Bu cehennemden kaçamayanlar da yanıp kül oldular. Bir hayvanı yakmak ya da suda boğmak insanlığa sığmaz" derdi. Anız yakma günümüzde geleneksel hale geldi ve önü alınamıyor. Umarım Yozgat çamlığı korunabilir. Saygılarımla
ŞİNASİ
13.01.2012 17:49:00sayın yazar maalesef sahip olduğumuz tabi servetlerin farkın da olmadan yaşayıp gidiyoruz.Rahmetli Fatihin ormanlarımdan bir dal kesenin başın keserim sözünü hepimiz bilirizde pikniğe gittiğimizde mutlaka mangal yakmayı marifet sayarız evden hazır birşeyler getirmeyi ar sayarız bununlada kalmaz bütün çöpümüzü öylece bırakıp gideriz.İnanıyorumki ağaçlar arkamızdan iç çekerek şöyle sesleniyorlar.Ey insanoğlu bunaldığınız evlerinizden sizi biz çağırmadık koşup geldiniz.Bizde size hiç bir karşılık beklemeden gölgemizi verdik,oksijen verdik,huzur verdik ama karşılığında siz bize çöplerinizi layık gördünüz bırakıp gittiniz birdaha gelmeyin istemiyoruz sizi ve sizin gibileri