Değerli okurlar, bu hangi bayram? Böyle bir bayram mı var dediğinizi duyar gibiyim. Evet böyle bir bayramımız vardı hatta aynı tarihte kutlanılan birkaç bayramımız vardı. Bunlardan birisi 24 Temmuz 1908 tarihinde basında sansürün kaldırılmasının demokrasi ve özgürlük yolunda önemli bir adım olması nedeniyle her yıl 24 Temmuz günü kutlanan Gazeteciler ve Basın Bayramıdır. Resmi bayram olarak kabul edilmediği halde büyük bir heyecanla kutlanan bir bayram daha vardı ki o da 24 Temmuz Lozan Barış Antlaşması Bayramıydı.
Büyük Atatürk, 26 Temmuz 1927 de şöyle buyuruyordu. “Lozan Antlaşması, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milleti için siyasal bir zafer oluşturan bu antlaşmanın Osmanlı tarihinde eşi yoktur… Bu nedenle Lozan görüşmelerinde her türlü siyasal mücadelelere göğüs vererek sonucu elde etmede büyük bir anlayışlılık göstermiş olan İsmet Paşa’yı yücelterek anmak görevimdir…Lozan Antlaşması imza gününün milli bayram olarak kabul edilmesi uygundur.”
20 Kasım 1922'de Lozan’da b aşlayan görüşmeler 6 ay sürmüştü. Daha ilk toplantıda temsilcilerimizi küçük düşürmek için İsmet Paşa’ya diğer ülke temsilcilerine verilen sandalyelerden küçük ve daha alçak bir sandalye verilmişti. İsmet Paşa oyunu sezip hemen tepki göstermiş biz buraya eşit şartlarda bir görüşme yapmaya geldik diyerek kendisine de aynı sandalyeden verilmesini teklif etmişti. İngiliz delegesinin canım ne fark eder zaten toplantı uzun sürmeyecek gözdağına “sizi bileme, bizim çok zamanımız var” diyerek gereken cevabı vermişti.
Ve lütfen dikkat buyurun, İsmet Paşa Lozan’da çetin bir mücadele verirken Atatürk 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir İktisat Kongresi veya I. İktisat Kongresi adı altında, İzmir'de Banka-Han binasında 1135 delege ile yeni Türkiye'nin ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir kongre topluyordu. Bu kongre ile dönemin Türkiye yönetici kadrosu Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zaferden sonra Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlığını, Osmanlı Devleti'nin ekonomisinde ciddi hasarlara yol açmış kapitülasyonların ve diğer imtiyazların kabul edilemeyeceği tüm dünyaya ilan ediyordu.
TBMM Hükümeti’nin ordusu, Anadolu’yu işgal eden Yunan kuvvetlerini denize dökünce zaferin ardından Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti’ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal Atatürkİsmet Paşa'nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa'nın Lozan'a baş temsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dışişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan'a TBMM Hükûmeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükümeti’ni de davet ettiler. Bu duruma tepki gösteren TBMM Hükûmeti, 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırdı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, Lozan’da sadece Yunanlarla değil I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni mağlup eden devletlerle de karşılaşıp hesaplaştı ve artık tarihe karışmış olan Osmanlı imparatorluğunun tüm tasfiye davaları ile yüzleşmek zorunda kaldı. Osmanlının borçları, Türk-Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapıldı. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamayınca 4 Şubat 1923'te görüşmeler kesildi ve İsmet Paşa ekibini toplayıp yurda döndü. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emreder. Sovyetler Birliği de eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gireceğini duyurur. Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmak zorunda kaldılar.
Görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar başladı ve 24 Temmuz 1923'e kadar devam etti. Süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlandı. Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. Birleşik Krallığı’n anlaşmayı onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onayladığına dair belgeler resmi olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Irak Sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için, bu konuda Birleşik Krallık ve Türkiye Hükûmeti kendi aralarında görüşüp anlaşacaklardı. Bu anlaşmazlık Sorununa dönüştü ve hâlâ çözülemedi.
Türk-Yunan Sınırı: Mudanya Ateşkes Antlaşması'nda belirlenen şekliyle kabul edildi. Meriç Nehri'nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan'ın Batı Anadolu'da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye'ye verildi.
Adalar: Midilli, Limni, Sakız, Semadirek, Sisam ve Ahikerya adaları üzerinde Yunan hakimiyeti hususunda Osmanlı Devleti'nin imzalamış olduğu 1913 tarihli Londra Antlaşması ve 1913 tarihli Atina Antlaşması'nın adalar hakkındaki hükümleri ve 13 Şubat 1914 tarihinde Yunanistan'a bildirilen karar, adaların askeri gayelerle kullanılmaması şartıyla aynen kabul edilmiştir. Anadolu kıyısına 3 milden az mesafede bulunan adaların ve Bozcaada, Gökçeada ile Tavşan Adaları üzerindeki Türk hakimiyeti kabul edilmiştir.
Kapitülasyonlar: Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa’ya tanıdığı başımızın belası Kapitülasyonlar tamamı kaldırıldı.
Azınlıklar: Lozan Barış Antlaşması'nda azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtildi. Batı Trakya'daki Türklerle, İstanbul'daki Rumlar dışında, Anadolu ve Doğu Trakya'daki Rumlar ile Yunanistan'daki Türklerin mübadele edilmeleri kararlaştırıldı.
Savaş tazminatları: İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı nedeniyle istedikleri savaş tazminatlarından vazgeçtiler. Türkiye, tamirat bedeli olarak Yunanistan'dan 4 milyon altın talep etti ancak bu istek kabul edilmedi. Bunun üzerine 59. maddeyle Yunanistan savaş suçu işlediğini kabul etti ve Türkiye tazminat hakkından feragat etti ve sadece savaş tazminatı olarak Yunanistan, Karaağaç bölgesini verdi.
Boğazlar: Boğazlar, görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici bir çözüm getirilmiştir. Buna göre askeri olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilip geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturuldu ve bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti'nin güvencesi altında sürdürülmesine karar verildi. Böylece Boğazlar bölgesine Türk askerlerinin girişi yasaklandı. Bu hüküm, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir.
Değerli okurlar, Lozan antlaşmasıyla İstanbul ve boğazlar düşmandan temizlendi ama boğazlar askerden arındırıldı yani bizim askerimiz boğazın iki yakasında olmayacaktı ve boğazların kontrolü Boğazlar Komisyonuna bırakılıyordu. Uluslararası Boğazlar Komisyonu, 1923'ten 1936'ya kadar Milletler Cemiyeti'nin himayesinde Türk Boğazlarını (Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı) yöneten uluslararası bir kurumdu. I. Dünya Savaşı ve 1920 Sevr Antlaşması'nın ardından Boğazlar askerden arındırıldı ve uluslararasılaştırıldı.
Atatürk, ilk fırsatta Lozan Boğazlar sözleşmesini değiştirmek istiyordu. Türkiye 11 Nisan 1936 da Lozan Boğazlar Sözleşmesinin imzacı ülkelerine birer muhtıra vererek yani boğazlar rejimini belirlemek bir konferans toplanmasını istedi. 20 Temmuz 1936 da İngiltere, Fransa, Japonya, Sovyetler Birliği, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye toplandılar. 29 madde, 4 ek ve birde protokolden oluşan Montrö Boğazlar Sözleşmesini imzaladılar. Atatürk Lozan Barış Antlaşmasının Montrö Antlaşmasıyla taçlandığını söyleyecekti.
Montrö Boğazlar sözleşmesi, Türkiye’nin itilaf devletleriyle yaptığı ikinci en önemli sözleşmedir ve dünya da ikinci bir örneği yoktur. Bu sözleşme ile Çanakkale ve İstanbul Boğazlarına kilit takılmış ve anahtarı Türkiye’ye teslim edilmiştir.
Montrö Boğazlar sözleşmesi ile Türkiye şu kazanımları elde etmiştir:
-Sözleşmedeki hükümleri uygulayan ve denetleyen taraf Türki’yedir.
-Karatenizde kıyısı bulunmayan devletlerin denizaltıları ve uçak gemileri boğazlardan geçemeyecektir. Karadeniz’e kıyısı bulunan devletler, Karadeniz dışında yaptırdıkları veya satın aldıkları denizaltıları Türkiye’ye zamanında haber verirlerse boğazlardan geçebileceklerdir. Denizaltılar boğazlardan birer birer, gündüz ve su üzerinden geçecektir.
-Barış zamanlarında savaş gemileri boğazlardan geçebilmek için 8 gün içinde Türk Hükûmetine bildirim yapmak zorundadır. Bu bildirimde gemilerin gidecekleri yer, adları, türleri ve sayıları, gidiş dönüşte taşıdıkları yükler bildirilecektir. Boğazlardan geçiş 5 gün içinde olacaktır. Daha fazla boğazlarda kalmak yasaktır. Geçiş sırasında donanma komutanı, boğaz girişindeki bir işaret istasyonuna emrindeki kuvvetin açık ve seçik bileşimini bildirecektir.
- Barış zamanlarında boğazlarda transit olarak buluna bilecek tüm yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek tonaj toplamı 15 bin tonu geçmeyecektir. Söz konusu kuvvetler 9 gemiden çok olmayacaktır.
- Karadeniz’de kıyısı bulunmayan devletlerin barış zamanında Karadeniz’de bulunduracakları savaş gemilerinin tonajı 45 bin tonu aşmayacak ve bu gemiler 21günden fazla Karadeniz’de kalmayacaktır.
- Savaş zamanlarında savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi yasaktır.
- Savaş zamanlarında Türkiye savaşan ülke durumundaysa veya bir savaş tehdidiyle karşı karşıyaysa boğazlardan gemilerinin geçip geçmemesi tamamen Türkiye’nin kararına bağlıdır.
- Sivil hava araçları Türkiye’ye 3 gün önce bildirim yaparak kendilerine gösterilen hava yollarını kullanacaklardır. Askeri uçakların boğazlar üzerinden geçişine izin verip vermeme yetkisi Türkiye’ye bırakılmıştır.
-Uluslararası Komisyon’un yetkileri Türkiye’ye geçmiştir.
-Türkiye, boğazlarda hemen yeniden asker bulundurabilecektir (Protokol 1,2).
-Türkiye boğaz geçişlerinde sağlık kontrolü, fenerler, şamandıralar ve kurtarma hizmeti için vergi ve harç alacaktır (Ek 1).
Ve İngiliz tarihçi Arnold Toynbee tarihe şöyle kayıt düşüyordu: “Yenilmiş, parçalanmış bir ulusun, ayağa kalkması ve Büyük Savaşın galibi dünyanın en büyük uluslarını tam eşit koşullar içinde dize getirerek her isteğini kabul ettirmesi dünya tarihinde eşi olmayan şaşılacak bir olaydır.”
Değerli okurlar, yazımızın girişinde 24 Temmuz 1923 itibaren Lozan Sulh Bayramı olarak kutlanmaya başladı demiştik. Gerçekten gazeteler Lozan başarısını bayram coşkusuyla kutlamaya başlamışlardı. 24 Temmuz 1923 tarihli Tercümanı Ahval Gazetesi Lozan’ı “Bugün Sulh bayramıdır” manşetiyle, Tevhit-i Efkâr Gazetesi de “Bugün Sulh Bayramı, Hakiki Halas (kurtuluş) ve İstiklal Bayramıdır manşetiyle kutlamışlardı. Lozan Sulh Bayramı kutlamaları 23 ve 24 Temmuz günleri iki gün sürerdi. Devlet kurumlarında, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde devlet adamlarının katıldığı törenlerle kutlanırdı. Her yer tatil edilirdi. Atatürk İnönü’ye kulama telgrafları çekerdi. Halk Evlerinde coşkuya kutlanırdı. İzmir bayraklarla donatılır, gazeteler uzun uzun Lozan’ın öneminden bahsederlerdi. 1924-1950 arası tam 27 yıl resmen olmasa da fiilen milli bayram olarak kutlandı.
1950 yılında iktidara gelen Celal Bayar ve Adanan Menderes yönetimcideki Amerikancı Demokrat parti, iktidara gelir gelmez Lozan günü kutlamalarına son verdi. 1952 yılından itibaren Lozan’ın yıl dönümlerinde Lozan eleştirileri başladı. Örneğin Demokrat Partinin Zafer Gazetesi “Lozan ruhunu koruyalım diyen Ulus Gazetesini şöyle eleştirmişti;” Tuz ruhu, limon ruhu bilirdik ama demek ki bir de Lozan ruhu varmış! Lozan ruhu bozuldu mu ki muhafaza edelim diye kıvranıyorlar?”
Ve 1955 yılından itibaren Demokrat Parti hülkümeti yani Menderes ve arkadaşları “Lozan Barış Bayramı”,”Lozan Günü” kutlamalarını yasakladı.