A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

26 Eylül 1932 - BİRİNCİ TÜRK DİL KURULTAYI

Değerli okurlar, geçtiğimiz 26 Eylül günü Atatürk’ün başkanlığında toplanan İlk Türk Dil Kurultayının 88. Yıl dönümüydü. Nereden Nereye başlıklı haftalık yazım yayında olduğu için kurultay yazım bu güne kaldı.

 Uzun bir yazı oldu. Bilhassa Atatürk’e ve onun ilke ve inkılaplarına yürekten bağlı gençlerin okumasını arzu ederim.

 Bildiğiniz gibi, saray halkının konuşmalarında Osmanlıca denilen ve asla bir dil olmayan Arapça,  Faraşça kelimelerle doldurulmuş halkın hiç anlamadığı bir dil ve devlet ve sair yazışmalarda öğrenmesi, öğretilmesi zor Arap harfleri kullanılmaktaydı.

1 Kasım 1928'de çağdaş dünyaya uyum sağlamak amacıyla Harf devrimini gerçekleştiren Atatürk, dil konusundaki çalışmalara halkın katılması gerektiğini düşünüyordu. “Birinci Tarih Kurultayı” çalışmalarının sürdüğü 10 Temmuz 1932 gecesi, Çankaya Köşkünde birlikte olduğu dil ve tarih uzmanlarına, “Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır sözleri ile Türkçeye verdiği önemi belirten Atatürk, Dil işlerini düşünecek zaman da gelmiştir. Ne dersiniz?” diye sordu. Bu öneri sevinçle karşılanınca Atatürk düşüncesini şu sözlerle açıkladı: “Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.”

Hükümete başvuru yapıldı ve 12 Temmuz 1932’de Türk Dil Kurumu kuruldu. Kurumun başkanı Samih Rıfat, genel yazman ıRuşen Eşref Ünaydın oldu; Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile Celal Sahir Erozan da kurucu üyelerdi.

Başkan Samih Rıfat, kurultayın açış konuşmasında, amacın Türkçeyi ulusal dil düzeyine çıkarmak, yazı dili ile halk dili arasındaki ayrılığı gidermek olduğunu belirtmiş, bu amaca da ancak halkın katılımıyla ulaşılabileceğini söylemişti.

“Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Kurultay” adı verilen ilk genel kurulu26 Eylül 1932 günü Dolmabahçe Sarayında başladı. Daha önce yapılan çağrının da etkisiyle kurultaya 814 üyeyle birlikte saz şairleri ile yeldirmeli köylü kadınlarında katılmasıyla katılanların sayısı 917’ye ulaştı.

Kurultayda, Türk Dil Kurumu’nun tüzüğü üzerinde çalışılmış, tüzüğün birinci maddesinde şu yargıya yer verilmişti:  "Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin yüksek koruyucu başkanlığı altında 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti adlı bir cemiyet kurulmuştur." Derneğin amacı da şöyle belirlenmişti: "Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, Türk dilinin öz zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir." Kurultayın son gününde, her yıl 26 Eylülün derneğin Dil Bayramı olarak kutlanması önerisi oybirliği ile kabul edildi.

Yaklaşık on gün süren kurultay Ruşen Eşref’in şu coşkulu konuşmasıyla biter:

Büyük Önder, Aziz Dinleyenler,

İlk Türk Dil Kurultayı bugün sonuna eriyor. Böyle büyük ve tarihi bir vazifeyi gören kurultayı saygı ile selamlarım. Güzel İstanbul’a ne mutlu ki Harf İnkılabı ilkin onda hazırlanmıştı. Dil İnkılabının ilk hızı da şimdi onda başlıyor.

Arkadaşlar!

On gün her biri saatlerce süren celselerde Vekil Bey, âlimler, edipler, şairler, münekkitler, dilciler, gramerciler, istilahçılar söz aldılar; derin düşüncelerini söylediler. Özlü bilgilerini anlattılar. Bunları bu salondakiler dinlediği gibi, havaları aşarak yurdun dört bucağına sesimizi duyuran demir ağızlar (radyo) önüne toplanmış bütün yurttaşlar da dinlediler. O yurttaşlar ki, Kurultayımızı kutlamak için yolladıkları binlerce telyazıları, göreceğiniz gibi bir millet sesi idi.

Önümüzde daha zaman olsaydı; kadın erkek nice hatibin biribirinden değerli sözlerini dinleyecektik. Onların söylenmemiş olması, söylemek istedikleri şeyin duyulmayacağı demek değildir.

 Umumi kâtiplik, elindeki yazıları umumi merkez heyetine verecektir. Bunlar ilerde bastırılıp yayılacaktır. Böylece kurultaya yurdun dört bucağından getirilmiş olan hiçbir armağan sayılmadan unutulmuş, sunulmadan saklanmış olmayacaktır.  

 Arkadaşlar,

Bütün hatiplerin sözleri kurultay programının yedi maddesi üzerinde toplandı. Bu program, Türk dilini üç zaman içinde düşündürüyordu. Dilimizin dünü, bugünü, yarını. Onun için diyebilirim ki, bu program, tarihi ve coğrafyası olan bir programdır. Çünkü Türk dilini zaman ve mekân içinde göz önüne koyuyordu. Gördük ki Türk dili genişlikten yana Asya’nın göbeğinden, Büyük ve Atlas Oseanların (Okyanuslarının) kıyılarına, Hint Oseanının (Okyanusunun) kıyılarından Finlandiya Körfezi kıyılarına kadar yayılmış bir ummandır. Derinlikten yana ise, insan zekâsının en ıraklardaki belirtisine kadar gider uçsuz bucaksız bir yoldur.

Gördük ki dilimiz, tarihin en ilk izlerinin de ötesine varabilen devirlerdeki büyük muhaceretlerin dili olmuştur. En ilk ve eski kültürlerin dili olmuştur. En ilk zaferlerin dili olmuştur. Bugünkü lengüistiğin kök diye baktığı Sanskritçe, Yunanca, Latince gibi dillerin de daha kökünde duran bir dil… Sümerce, Etice gibi ilk ön Asya medeniyetlerinin de dili olsa gerek…

Bu kadar uzak benliği olan dilimiz Fatihlerin orduları ile medeni alışverişlerin yolu ile eski yeni dünyaları kaç boy dolaşmış, kendi varlığından nice izler bırakmış… O pek yakın bir geçmişte bile Afrika’nın Cezayir’inde, Sudanında; Avrupa’nın Nemçe sınırlarında konuşuluyordu.

Bugün bile onun coğrafyası her dilin çözemeyeceği çizgileri çok ötelere aşmaktadır. O, hâlâ Balkanlardan Hint sınırlarına, Çin içerlerine, buzlu istep derinliklerine kadar her yerde konuşuluyor. Onun her bir lehçesi bir diyarı tutmuş, bir iklimi benimsemiş, orada kendinden olmayan dillere göğüs geriyor. Birçok yerde mektepsiz, bakımsız kalsa da halkın bağrında bir ruh zırhına bürünmüş olarak diri duruyor. Türkçe: Buyrukların dili, yurt, yapı kuranların dili; ülkeler gibi denizleri de şanla aşmışların dili; toprağı işleyenlerin dili; beyinleri uyandıranların dili; sevgilerin dili; sızıların dili…

Türkçe: Analarımızın dili; anadil, diller güzeli... Yerine göre kılıçtan keskin, çelikten sert, kayadan sarp, boradan hızlı, bürümcükten ince, kelebekten uçucu, çiçekten renkli, kokudan tatlı, altından parlak, sudan duru Türkçe...

Coşkunların hızını, dertlilerin iç sızısını, delikanlıların sevgisini, inanını, güler yüzlü kızların kıvraklığını, babaların öğütlerini, anaların yumuşak yürekliliğini, kızgınların öfkesini, kırgınların iniltisini, şenlerin şakasını, göklerin ıraklığını, suların canlılığını, ay ışıklarının oynaklığını, güneş parıltısının keskinliğini, iç yaşayışlarımızı da dış yaşayışımız gibi her dilden duygulu anlatan Türkçe... Bize hayatı anlatan, hayatı kendisi ile anladığımız Türkçe...

Bizi birbirimizle anlaştıran; dünya milletleri içinde bize şanlı ve belirli bir varlık veren Türkçe

 İşte bu kurultayda on gündür onun başından geçenleri, onun uğradığı bakımsızlıkları, onun kendisinde kalan zenginliği, onun ileride alacağı gürbüzlüğü düşündük.

Onu ilk defadır ki bu kadar toplu, bu kadar sürekli, bu kadar candan düşünüyoruz. Yarına bir abide yüceliğinde geçecek bir vesika, bir kitap bıraktık. Yeni bir Turfan abidesi…

Tarih en büyük düşünce hareketlerinin belirti noktaları dile Perikles devrinden, Augustos devrinden, rönesanstan, On Dördüncü Louis devrinden, Büyük Frederik devrinden bahseder. Bunlara adını verenlerin bunlarla ne kadar uğraştıkları ise çok belli değildir. Fakat bu devirlere eş bir devir de biz yaşıyoruz. Mustafa Kemal devrinin düşünce hamleleri bizim için onlardan çok uyarıcı ve başarıcıdır.

Adını taşıyacak devrin ilk başında o kendisi, Mustafa Kemal duracaktır. Sakarya’da, Dumlupınar’da olduğu gibi, şapkada da harfte de, tarihte de dilde de baş o olmuştur. Bunlarda onun hizmetinde çalışmış olanlar, bahtın eliyle alınları sığazlanmış fanilerdir. Bu abidelerin usta başısı yalnız odur.

 Bu program da odur. Bu program Mustafa Kemal’in bir meseleyi nasıl düşündüğünün grafiğinden başka nedir? Bir davayı bütün gerçekliği ile göz önüne getirmek, onu zaman ve mekân içindeki yerine, sırasına koymak, beynin laboratuvarında inceden inceye elenip dokunmuş bu işin nasıl bir iş olduğunu görmek, göstermek, düşünceleri o iş etrafında bir araya toplamak, o işten çıkan neticeleri ilerisi için hedef edinmek: İşte Mustafa Kemalce düşünüş bu demektir.

Bu kurultayın programı da bu cemiyetin kurulması gibi o biçim düşünüşün bir örneğidir. Mustafa Kemalce düşünmek demek, tahlil ve terkibetmek, şuurlaştırmak, nizamlaştırmak, sistem haline komak demektir. Bu usul Çanakkale’den dil kurultayına kadar aynı hızı ve sırayı gösterir.

Yaptığı işlerin hiçbiri kolay değildi. Onun ve hepimizin bu sarayda oturması için önce onun yıkılmış Türkiye’yi, verilmiş İstanbul’u kurtarması gerekti. Onun da bizim de İstanbul’da oturabilmemiz için yeni Türkiye’nin kurulması gerekti!... Her biri tarihte bir büyüğe sonsuz şan olacak bu dev işlerinin her birinden sonra, o, artık yeter deyip dinlenseydi, hangimiz ona, yoruldu diyecektik. Fakat o, bizi kamaştıran her büyük işi kendinin bir gün işi gibi görüyor. Vazifesini bitmiş saymıyor. Bu dünyada hangi işi görmeye geldiğini yalnız o biliyor. Onun için ömrün bütün çizgileri içine bir milletin asırlarını sığdırıyor. Çağlayan akıyor. Ondan bütün tarlalarımıza bolluk, bütün karanlıklarımıza ışık, bütün makinelerimize hareket almak bizim borcumuzdur. Bizim yurdumuzda onun gibi bir kuvvetimiz bulunması, bizim bahtımızdır.

 Bugüne kadar dağınık dilekler, geçici özleyişler, büyük emeller şuradan buradan beliren birer sızıntı idi. O, işi eline aldığı günden beri ise umumi bir şuur oldu, bir nizam, bir sistem oldu; milletleşti, devletleşti, yeni ve engin bir hız aldı!...

 Ey bizden daha genç olanlar! Bu emekler, bu dilekler sizler içindir! Bu dille sizler, ne mutlu, bizlerden daha çok ve güzel konuşacaksınız. Hele anaların kucağında ilk sözleri öğrenen Türk çocukları! Ah sizin konuşacağınız, sizin yazacağınız Türkçeyi duysaydım! Sizin ve sizin çocuklarınızın ağzında Türkçe kim bilir ne güzel, ne duru bir varlık olacaktır! Onu yarınki dâhi sanatkârlar kim bilir daha ne imrenilecek yeniliğe ve güzelliğe yükseltecektir. Onlar da unutmasınlar ki, bu yolu onlara ilkin Mustafa Kemal açtı.

Böyle bir yolun başında bulunmuş olduğunuz için bahtlısınız arkadaşlar, hem de Mustafa Kemal’i görerek, reylerinizle açtığınız yolun güzelliğini görerek...

Bir davayı bütün gerçekliği ile göz önüne getirmek, onu zaman ve mekân içindeki yerine, sırasına koymak, beynin laboratuvarında inceden inceye elenip dokunmuş bu işin nasıl bir iş olduğunu görmek, göstermek, düşünceleri o iş etrafında bir araya toplamak, o işten çıkan neticeleri ilerisi için hedef edinmek: İşte Mustafa Kemalce düşünüş bu demektir.

Mustafa Kemalce düşünmek demek, tahlil ve terkip etmek, şuurlaştırmak, nizamlaştırmak, sistem haline koymak demektir. Bu usul Çanakkale'den dil kurultayına kadar aynı hızı ve sırayı gösterir. Bu da bizim milli bilincimizi arttırır milli kültürümüzü ortaya koyar. Bizde her Türk vatandaşı gibi atalarımıza layık olarak milli mirasımızı sonsuza dek koruyacağız...

Yazarın notu: Yazılarımı titizlikle değerlendirerek beni yüreklendiren, motive eden değerli E.Kurmay Albay Sayın Alim Gürerk komutanıma en kalbi teşekkürlerimi arz ederim.

. . . 

Sayın Çapanoğlu, Ulus devlet anlayışının bir unsuru da ulusal düzeyde ortak bir dile sahip olmaktır. Türkçe'nin değerini zaten yazınızda Atatürk'ün ağzından aktarmış bulunuyorsunuz. Günümüzde de birçok kişi ve kuruluş belki öne çıkmasalar da benzer şekilde Türkçe'nin gelişmesi ve korunması için çaba göstermektedir. TDK'nin de internet sayfası üzerinden erişilebilen yararlı sözlükler ve yayınlar olmakla birlikte, bunların ve diğer çabaların toplum genelinde etki etmesi için daha büyük tasarılar gerekiyor. Kendi düşünceme göre bu sayede en temelde bir dilin önemi, kullanımı ve korunmasıyla ilgili bilgiler aşılanırsa bile toplum düzeyinde bu yeterli olabilir gibi. Ayrıca, okul eğitimiyle ilgili istatistikler yayımlayan kurumların raporlarına göre Türkiye'deki genç yaştaki öğrencilerde "ana dilde okuduğunu anlamada" bile sorun yaşıyor, bu da dil ve anlama konusuna ilişkin daha çok çaba gerektiğinin bir kanıtı olabilir. Dil Bayramı'nın Yozgat'ta kutlanmasına ilişkin geçmişteki bir örnek:

Hüsnü Aydoğdu

 

 

OKUR YORUMLARI
Hüsnü Aydoğdu
28.09.2020 06:50:09

Sayın Çapanoğlu, Ulus devlet anlayışının bir unsuru da ulusal düzeyde ortak bir dile sahip olmaktır. Türkçe'nin değerini zaten yazınızda Atatürk'ün ağzından aktarmış bulunuyorsunuz. Günümüzde de birçok kişi ve kuruluş belki öne çıkmasalar da benzer şekilde Türkçe'nin gelişmesi ve korunması için çaba göstermektedir. TDK'nin de internet sayfası üzerinden erişilebilen yararlı sözlükler ve yayınlar olmakla birlikte, bunların ve diğer çabaların toplum genelinde etki etmesi için daha büyük tasarılar gerekiyor. Kendi düşünceme göre bu sayede en temelde bir dilin önemi, kullanımı ve korunmasıyla ilgili bilgiler aşılanırsa bile toplum düzeyinde bu yeterli olabilir gibi. Ayrıca, okul eğitimiyle ilgili istatistikler yayımlayan kurumların raporlarına göre Türkiye'deki genç yaştaki öğrencilerde "ana dilde okuduğunu anlamada" bile sorun yaşıyor, bu da dil ve anlama konusuna ilişkin daha çok çaba gerektiğinin bir kanıtı olabilir. Dil Bayramı'nın Yozgat'ta kutlanmasına ilişkin geçmişteki bir örnek: https://prnt.sc/up2jgk

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ