A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

ARAP EMPERYALİZMİ

Yüce Atatürk diyor ki; "Kaza ve kader, talih ve tesadüf imleri Arapçadır; Türkleri ilgilendirmez.

Değerli okurlar, ABD ve batı emperyalizmiyle savaşımız da çok şehitler verdik. En güzide bilim insanlarımız, pırıl pırıl idealist gençlerimiz bu uğurda canlarını verdiler.

Öğretmen-Teğmen Mustafa Fehmi Kubilay. Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz.  Akademisyen – yazar doç dr. Bedrettin Cömert.  Gazeteci – yazar Abdi İpekçi.   Muammer Aksoy.  Gazeteci Çetin Emeç.  Akademisyen – siyasetçi Doç. Dr. Bahriye Üçok.  Yazar Turan Dursun.  Araştırmacı gazeteci – yazar Uğur Mumcu.  Şair, gazeteci, yazar Onat Kutlar.  Yazar, öğretim üyesi, siyasetçi Ahmet Taner Kışlalı.  Yazar – öğretim görevlisi doç. dr. Necip Hablemitoğlu. Danıştay 2.daire üyesi Mustafa yücel Özbilgin.  Atatürkçü düşünce derneği bağcılar şubesi üyesi Şükrü Demirkürek.  Emniyet müdürü Ali Gaffar Okkan

Deniz Gezmişler, Yusuf Aslanlar Hüseyin İnanlar batı emperyalizmine karşı bağımsız Türkiye için savaştılar.

Başta Amerika olmak üzere batılı emperyalistlerin zengin yer altı kaynaklarına göz diktikleri Türkiye ve Ortadoğu coğrafyası insanlarının ruhlarına akıttıkları zehir bu topraklardaki masum milletler arasında yaratılan, din ve millet hırslarıyla yakılan bir düşmanlıktır.

Ermenilere Anadolu'nun yarısını vaat edip sonra Türk ve Ermeni milletleri arasında katliamlar ve yağma ateşleri yakıp, daha sonra da tutuşturdukları bu yangını söndürmek için Küçük Asya'nın işlerine karışmak... Anadolu'yu ne Türklere, ne Kürtlere, ne de Ermenilere değil, ancak kendilerine almak... Onların maksatları buydu.

Yıllar geçtikçe anladık ki i NATO bir savunma örgütü değil, ABD tarafından yönetilen bir savaş aygıtı ve dünyanın her yerinde işlenmiş her türlü insanlık suçlarının ve savaş suçlarının ve terörizmin örgütüdür. Ukrayna'dan sonra askeri manevra aldatmacasıyla Yunan sınırımıza binlerce tank yığdı. Şimdi de gözünü İskandinav ülkelerine dikti Rusya'yı o yönden kuşatma altına almak istiyor. Bu olaylarla gözlerimiz hep ABD Avrupa ülkelerine çevrik olduğundan sinsi ikiyüzlü Arap emperyalizminin pek farkında olamadık.

Neydi Arap emperyalizmi?

Arap emperyalizmi, İslamiyet'i kullanarak yayılan, İslami kültür kisvesi altında Arap kültürünü getiren, çoğu zaman bırakın İslamiyeti, insanlıkla alakası olmayan cezaların uygulandığı, dayatmacı, baskıcı zihniyetin kaynağıdır.

Arapça ibadet ve Arapça ezan gibi uygulamalar ve bunların yerleşmesi Arap emperyalizmin bir sonucudur.

Çok yakın bir tarihte yaşadıklarımızı hatırlayalım. Arka camlarında "huzur İslam'da" yazan araçlar nasıl pıtrak gibi çoğalmıştı. Araçlarının camlarına bunu yazanlar, yazdıranlar bilmeyerek Arap Emperyalizminin ülkemizi etkisi almasına yardımcı oldular.

Hele de Huzur İslam'da diyen Müslümanların Hıristiyan ülkelerde yaşamak istemesi ne acı bir çelişkidir.                                                                                    

 İstanbul'un bilhassa Fatih, Eyüp, Aksaray Bağcılar, Esenler vs. semtlerindeki dükkân tabelaları birden Arapça olmuştu. Bu semtlerimiz Arap istilasına mı uğramıştı, hayır.

Neredeyse ucundan kıyısında hepimiz Arapça öğrenmek zorunda kalacaktık. Hatta Türkiye'nin resmi dilinin Arapça olacağı herkesin Arapça öğrenmek mecburiyetinde olacağı yandaş basın kalemlerince kulaklarımıza fıslanmaya başlanmıştı.

Arap ülkeleri ile ticaretimizin artacağı bu yüzden Arapça bilenlere ihtiyaç olacağı, üniversite yaşına gelmiş gençlerimizin Edebiyat Fakültelerinin Arap dillerine kayıtlarını yaptırmaları empoze ediliyordu.  Yeni doğan bebelere çoğu yanlış bilinen, hatta anlamları kötü olan Arapça isimler koyma furyası olmuştu. Ve bilhassa İstanbul'da Arap erkekleri gibi giyinen başı takkeli entarili adamlar ve yaz sıcağında pardösü görünüşlü tesettür kıyafetli hanımlar çoğalmıştı.

ABD ve Batı Emperyalizmin işbirlikçileri tarım ve hayvancılığı bitirdi. Anadolu gibi yüzlerce endemik türe ev sahipliği yapan Türkiye’de yerli tohum yasaklandı. Durup dururken Suriye topraklarına girdik ve ardından Suriyeliler geldi. Hepsi ipsiz sapsız üremek dışında hiçbir işe yaramayan cinsten bir güruh.

9 Milyon Suriyeli Türkiye’ye sürülerek yumuşak işgal sağlandı, Şimdi ABD nin birlikte çalıştığı genç Afganlılar ki ABD ailelerine maaş ödüyormuş ve Pakistanlılar doldurulmaya başladı.

Ve tabi, İslam dininin peygamberi Muhammet, Arap olmakla övünmüş, Arap kavmini insanlığın en üstünü ve diğer toplumların "efendisi" olarak ilan etmiş, Arap'tan olan her şeyi "iyi" ve Arab'a karşı olan her şeyi "kötü" bilmiş ve kısacası Arab'ı her bakımdan yüceltmiş, "kavm-i ınecib" (soylu kavim) olarak nitelendirmiştir. Kureyş kolunun ve bu kola dâhil kendi aşiretinin (Benî Haşimi'in) daha da asil ve üstün okluğunu anlatmak üzere şöyle demiştir: "Arapların enmükemmeli Kııreyşlilerdir ve Kureyşlilerin en mükemmeli de BeniHaşim'dir."

Değerli okurlar bazı terimlerin anlamlarını iyi bilmek gerekir.

Nebi: Tanrı’nın buyruklarını insanlara iletmesi emrolunmuş, onları aydınlatan, onları iyi ve doğru davranmaya yönelten kimse, peygamber.

Resul:  kendisine kitap inmiş peygamber.

Resul ve nebi olan peygamberler kimlerdir?

Kur'an'da kendilerinden nebî veya resul diye bahsedilen kişiler şunlardır: Âdem, İdrîs, Nûh, İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kūb, Yûsuf, Lût, Hûd, Sâlih, Şuayb, Mûsâ, Hârûn, İlyâs, Elyesa', Yûnus, Eyyûb, Dâvûd, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ ve Muhammed

Birde Veli var.. Ne demek Veli? Lügat anlamı ermiş, eren, evliya olarak açıklansa da diğer insanlardan farklı olarak bazı üstün vasıflara sahip olan kendilerine bazı bilgiler verilen ve bu bilgileri başkalarına aktarmakla yetkilendirilmiş özel insanlar demek daha doğru bir açıklama oluyor. Örneğin Hacı Bektaşı Veli Hazretleri, Hacı Bayram Veli Hazretleri gibi.

Yukarda, İslam dininin peygamberi Muhammet, Arap olmakla övünmüş, Arap kavmini insanlığın en üstünü ve diğer toplumların "efendisi" olarak ilan etmiş demiştik.

Neden?

Çünkü Muhammet Peygamber, peygamberliğini ilan ettiğinde Arap yarımadasında başkaları da peygamber olduklarını iddia ediyorlardı. Muhammet Peygamber başlarda yaymakla emrolunduğu İslam dinini yaymakta başarılı olamadı. Bunun yerine önce dinin indirildiği lisan olan Arapçayı ve Arap Kavmi sevdirmenin daha doğru olacağını fark etti.

 Arapları sevmeyi ve Araplara saygı göstermeyi İslam'ın adeta bir "iman şartı" haline getirdi. Örneğin şöyle demiştir: "Arapları sevmek (ve saymak) şu üç nedenle şarttır;

1-Çünkii ben bir Arab'ım; 2- Çünkii Kur'an Arapça inmiştir; 3- Çünkii cennet sakinleri Arapça konuşur." Ve bu söylediklerini pekiştirmek maksadıyla şunu eklemiştir ki, gerçek Müslüman olabilmek için Arapları sevip saymak şarttır. Bu konuda da aynen şöyle demiştir: "Arapları sevmek demek iman sahibi olmak demektir; onlardan nefret etmek demek, imansız kalmak demektir. Arapları seven beni seviyor demektir. Kim ki Arap'tan nefret eder, benden nefret ediyor demektir." Bununla da yetinmemiş, bir" de İslam'a dâhil toplumlara şu uyarıda bulunmuştur: "Arapları sevin ve onların yeryüzündeki varlığına destek olun, çünkii onların yaşamı ve varlığı, İslamiyet bakımından ışık demektir; onların yok olması demek Islâm'ın karanlığa dalması demektir."     

Muhammed Peygamberin yaptığı doğru muydu? Kendince elbette doğruydu. Çünkü onun bütün çabası İslam dinini mümkün olduğunca en geniş coğrafyaya yaymaktı. Müslümanlık geniş bir coğrafya da etkili oldu ama peygamberin istediği gibi değil.

Araplar önce, devrinin en büyük imparatorluğu ve bölgenin en köklü uygarlıklarından birisi olan Pers uygarlığını asimile ettiler, Pers kültürünü din üzerinden Araplaştırdılar, Perslere yönelik saldırılar ve işgaller gerçekleştirerek İran-Pers topraklarındaki Zerdüşt dinini ve kültürünü ortadan kaldırdılar.

Daha sonrada hem Araplar hem de Persler, Orta Asya’dan batıya doğru göç eden ve Şaman olan Türkleri, İslam dinini kabul etmeye zorladılar.  Şamanizm dinine mensup Türkler,  Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ettikten sonra Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları döneminde zamanla Şamanizm'i terk edip, Arap yarımadasında ortaya çıkan İslam dinini kabul etmeye zorlandılar. Zamanla Arap kültürünün etkisi altına girmeye başladılar.  

Daha dört halife döneminde halife seçiminde iktidarı ele geçirmek için yaşanan haksızlıklar hukuksuzluklar Muaviye ve onun oğlu Yezid zamanında ayyuka çıktı. Çünkü halife aslında iktidarın (devletin) başı oluyordu. İşte Muaviye İslamiyet'te halifeliğin şura (danışma kurulu) ile seçilmesini ortadan kaldırıp babadan oğula geçmesini sağlayan halifedir.

Osmanlı devleti, Yörükleri Anadolu'dan guruplar halinde Rumeli'ye geçirmiş yahut parçalayarak küçük obalar halinde birbirinden uzak bölgelere yerleştirmişseler de Türkmen göçerlerin büyük bir kısmı Toroslar da, Teke'den Maraş'a kadar hâkim durumdaydılar. Bunların büyük bir kısmı Alevi Türkmen göçerleriydi. Yavuz Selim, Şah İsmail'e karşı sefere çıkmadan önce 40.000 Alevi Türkmen'in kestirdiği başlarından tepe yaptığı rivayet edilir.

Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı. 1- Halifeliğe kadar olan Osmanlı İmparatorluğu (namı-ı diğer Türk İmparatorluğu). 2- Halifelikten sonra Araplaşan Osmanlı İmparatorluğu ve Araplaştıkça daha çok batan koca bir imparatorluk.

Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar… O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlukluların elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ettiler (1517).   Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerindir.

Bir rivayete göre Kılıç zoruyla hilafeti ele geçiren Sultan Selim'in daha önce İstanbul'a gönderdiği Memluk halifesi Al-Muvakkil Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle,  hilafeti resmen padişaha terk ve ferağ etmiştir. Böylece dokuzuncu Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Türklerin ilk İslam halifesi oldu.

Ama Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıktı ve Türk halifeye (Sultan Selim'e) biat etmek istemediler.  Bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulundu. Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarında seçilecek iki bin civarında ulemanın, İstanbul'a yerleştirilmesi. Mollalar, Ebu Suud Efendiler İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleştirildiler. İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir değişle Türk İslam’ı terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini, dönüştürülmesini böyle sağlandı.

Bu proje hayata geçince bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklandı. “Türk’üm!” “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir oldu.  Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk'üm! ” “Türkmen'im! ” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.

Mısır Seferi sonucunda kutsal topraklar Osmanlı hâkimiyetine girdi. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emanetler (Emanet-i Mukaddese) denilen ve aralarında Hazreti Muhammed'in hırkası, dişi, sancağı ve kılıcı da bulunan eşyaları, Hicaz'dan İstanbul'a Yavuz Sultan Selim'e gönderilmiştir.

Yine bu dönemde Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edildiler. Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için Arabistan dan İstanbul'a  gönderilen mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulup en ön safta savaştırıldılar, böylece kırdırıldılar, ganimet bile toplamaları yasaklandı. Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaştılar.

Osmanlı öyle bir açmaza düşürülmüştü ki, ne halifelikten vazgeçebilir artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilirdi.  Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmış, mezhepçiliğe kurban edilmişti.

Ancak, Anadolu’nun daha önceden var olan Selçuklu ve Osmanlı kültürü ve yerel ve yerleşik kültürler ile Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin kültürü de belli bir ölçüde varlığını korumayı başardı. Mustafa Kemal Atatürk "Arkadaşlar, gidip Toros Dağlarına bakınız. Eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla Türk'ü yenemez." demiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti laikliği benimsediğinden Araplaştırma hayalleri de umdukları seviyede olamadı.

Ne yazık ki bugün Toroslar'da artık Afgan ve Suriyeli çobanları görmekteyiz.

1950 seçiminde Celal Bayar ve Adnan Menderes'in Demokrat Partisi ABD’nin de desteğiyle iktidarı ele geçirince İslam dini ve Arap emperyalizmi Anadolu topraklarında yeniden devreye sokuldu. 

İmam hatip okulları, Kuran kursları, ilahiyat fakülteleri, imam, müftü, din insanı ve din uzmanı yetiştirmek yerine, laiklik karşıtı hareketlerin odak noktası haline getirildi, dinin yerini dincilik aldı. Aynı dönemde tarikatlar ve cemaatler yeniden yaygınlaştı. 

İslam dini, Anadolu’da yaşamış olan Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi yazarların ve ozanların yorumları üzerinden değil, hadislerin ve Arap din insanlarının yorumları üzerinden anlatıldı,

 Acaba diyorum;  Halifelik ve sonrasında yürütülen Türk düşmanlığı yapılmasaydı, Arap tipi-mezhepçi politikalara dönülmeseydi koca bir imparatorluk batar mıydı?

Ve soruyorum; Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslam'ı, Akşemseddinlerin İslam'ı İslam değil miydi? Gençlerin beyinleri onlarca yıl boyunca, günümüze kadar yıkandı. Celal Bayar ve Adnan Menderes hükümetlerinde Osmanlı döneminde halifenin, şeyhülislamın ve ulemanın Anadolu’ya ve halka zorla dayattığı din anlayışı yeniden canlandırıldı. 

Yukarda bahsettiğimiz bu sözde eğitim kurumları ve merkezler onlarca yıl, Suudi Arabistan’ın kültür ataşelikleri işlevini gördüler. 

ABD ve Batı emperyalizmi, Türkiye’nin aydınlanma devrimleriyle her alanda gelişmiş, güçlü ve bağımsız bir devlet olmasını hiçbir zaman istemedi. Türkiye'yi cehalete sürükleyerek bir uydu ve sömürge devlet olmaya zorlayan bu hareketleri her zaman, doğrudan veya dolaylı olarak destekledi.

Türkiye'nin son yıllarında  da Arap emperyalizmi ve İslamcı siyaset ile, Anadolu kültürü, Arap kültürünün asimilasyonuna uğradı. Hatta en yüksek seviyeye çıktı. Siyaset, ekonomi, ulaşım, iletişim, turizm, emlak ve arazi yatırımı, kültür, dış politika gibi alanlarda, demokrasi ve aydınlanma yolunda bir arpa boyu yol kat edememiş olan ve çoğu ABD tarafından desteklenen Arap ülkeleriyle işbirliklerine öncelik tanındı. Türkiye, Arap ülkelerinin arka bahçesi haline dönüştürüldü. 

Son yıllarda, yine ABD ve Batı emperyalist devletlerinin Ortadoğu coğrafyasında çıkardığı iç savaşlar milyonlarca yasadışı Arap sığınmacının Türkiye’ye akmasına ve burada barınmasına sebep oldu.  T.C vatandaşlığı bile satılık bir hale geldi.

15-16 Kasım 2019 günleri Yozgat Bozok Üniversitesinin Yozgat kütüğü çalıştayına davet edilmiştim. Ev sahibi öğretim üyelerinin konuşmalarına besmele ile başlamasını şaşkınla izlemiştim. 

 Misafir konuşmacılar; Dr. Ali Şakir Ergin Hocam ki 1975-1977 yılları arasında Bağdat Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Öğretim Üyesi olarak görev yapmıştır. 1979-1981 yılları arasında Yozgat Yüksek İslam Enstitüsü Kurucu Müdürü ve Öğretim Üyesi olarak görev yapmıştır. 1982-1984 yılları arasında Yozgat Müftü Yardımcılığı görevinde bulunmuştur. 1984-1987 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde Öğretim Üyesi ve 1985-1987 yılları arasında eş zamanlı olarak Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim fakültesi Arap Dili Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı ve Öğretim Üyesi olarak görev yapmış ve bu görevinden 1987 yılında emekli olarak ayrılmıştır. 1987-1991 yılları arasında, XVIII. DönemAnavatan Partisi Yozgat Milletvekili olarak TBMM'de görev yapmıştır. 2005 yılından itibaren merkezi Yozgat'ta bulunan, "Ahmet Şevki Ergin Kültür ve Hizmet Vakfı" Yönetim Kurulu Başkanı olarak sosyal ve kültürel alanda hizmetlerine devam etmekte, konferans ve eğitim faaliyetlerini sürdürmektedir.

Prof. Dr. Reşat Genç hocamız ki 1980-1981 Öğretim yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Fırat üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Kara Harp Okulu’nda öğretim üyeliği yapmıştır. Dil Tarih ve Coğrafya Üniversitesi, Fırat Üniversitesi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu başkanlığı, Türkmenistan İlimler Akademisi, Kazakistan Sosyal Bilimler Akademisi, Azerbaycan Garp Üniversitesi ve Azerbaycan Üniversitesi’nin Bilim ve Akademik üyelikleri sahibidir. Kırgızistan’da ise Çuy Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Çıngız Aytmatov Akademisi üyesidir.

Orhan Sakin ki İstanbul Osmanlı eserleri arşivleri müdürüdür. Hiç birisi konuşmalarına besmele ile başlamadılar.

Makalemi okuyanlardan bazıları, besmele ile başlamalarının bir sakıncası mı var diye sorabilirler. Elbette bir sakıncası yok. Anadolu insanımız bir işe başlarken işim rast gitsin diye besmele ile başlar. Örneğin çok korktuğu bir olayla karşılaştığında da aklına ilk besmele gelir. Ama Üniversiteler özgür düşünce ile eğitim, öğretim, araştırma hizmeti veren kurumlardır. Öğretim görevlisi mevkiindeki bir akademisyen konuşmasına başlarken Allahın adı ile diye başlıyorsa ben bu akademisyenin bilim insanlığından şüphe ederim. Gerçek bilim insanı peşin hükümlü olamaz, sorgulayıcıdır, araştırıcıdır, mesleğinin hakkını vermek zorundadır. Makam ve unvan için bir yerlere mesaj vermeye çalışan insandan bilim insanı olamaz.

Kuşadası'nda hemen arkamızda Efe Ayşe KYK Kız Öğrenci Yurdu var. Burada da öğrenciler çıkarılıp Adıyaman'dan getirilen depremzedeler yerleştirildiler. Hemen arkasından yurdun bahçesine dikilen bir direğe üç hoparlör takılarak namaz vakitlerinde ezan yayınlanmaya başlandı. Neden böyle bir uygulamaya gerek görüldü? Kuşadası'nda İslamiyet yoktu da depremzedeler vasıtasıyla mı geldi.  

Ezan nedir diye soruyorsun. Cevap hazır, "namaza çağrı." Peki nasıl çağırıyor? O konuda hiçbir bilgisi yok. Peki ezan Türkçe okunsa da en azından bazı şarkıların  türkülerin sözlerini dinleye dinleye ezberlediğimiz gibi bunu da dinleyerek öğrensek ezberlesek daha iyi olmaz mı? Sükut…

Acaba diyorum, bu yurda deprem bölgesindeki Hıristiyan vatandaşlarımız yerleştirilseydi çatısına çan takılır mıydı?

İşte mahalli idareciler tarafından yapılan bu tip uygulamalar, yaptırımlar, zorlamalar ile bilerek ya da bilmeyerek Arap emperyalizmine alet olunmaktadır.

Her vesile ile andığımız Cennetmekân eğitimci Yılmaz Göksoy hocam anlatmıştı. Yozgat'ın köylerinden birisinde yaşlı bir ilkokul öğretmeni güneş sitemini anlattığı bir dersinde "bilim adamları Dünyanın Güneşin etrafında döndüğünü söylerler, essahmola"der. Onu kapının arkasından dinleyen müfettiş hışımla sınıfa girer ve "bu nasıl ders anlatmak hocam" diye sert bir şekilde uyarır. Öğretmen "valla müfettiş bey kitaplarda böyle yazıyor ama ben buna inanmıyorum, çocuklara da öyle söylüyorum, gayri hangisine inanırlarsa" diyor.

Yukarda Bozok Üniversitesinin çalıştayında karşılaştığım görüntü size de Arap emparyalizmi hakkında bir fikir verdi mi? Rahmetli İsmet Paşa acaba neden"Hiçbir millet yoktur ki, içinde bizim kadar hain yetiştirsin!"demiştir.
 

 Kaynaklar:

Örsan K. Öymen - Arap emperyalizmi ve Türkiye’nin Araplaşması,

Prof.İhan Arsel- Arap milliyetçiliği ve Türkler.

Halil İnalcık: Devlet-i aliyye

OKUR YORUMLARI
Hülagü özer
29.02.2024 06:33:26

Yazınızda çokca arapça sözcük var. Türkçe yazmaya çalışın.

Ali Dinç
18.04.2023 16:14:13

Anlayana ,tarihe değer verip ondan ders çıkaranları tebrik ederim.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ