A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

ASKERLİKTE GAZ SOBASI ZEHİRLENMESİ

Değerli okurlar, 15.Aralık 2024 Pazar günkü Yeniçağ Gazetesinde Gürcistan'daki kayak merkezi Gudauri'de bir restoranın yatakhanesinde 12 kişinin cansız bedeni bulundu haberini okuyunca hatırlamıştım.  Sonra, İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde 21 Ocak Salı günü kâğıt toplayıcı Efe Yıldız ve Mesut Yıldız kardeşlerin yaşadıkları boş arazideki prefabrik evde mangaldan sızan gazdan zehirlenerek öldükleri haberini okuyunca da aşağıda anlatacağım anımı yazıya döküp sizlerle paylaşmak istedim. 
 
1974 yılı kış aylarında Gaziantep 5. Zırhlı Tugay Topçu Alayı Uçaksavar Bataryası emrinde Asteğmen olarak vatani görevimi yapıyorum. İstanbullu Memduh Yarbayıma sormuştum, “Diğer Asteğmenlere nöbetçi subaylığı görevi yazılırken bana neden nöbetçi amirliği yazılıyor?  Bu görev benim rütbemi aşıyor” demiştim.  Senin bu görevi layığı ile yapacağından emin olduğumuz için diye cevaplamıştı da içim biraz rahatlamıştı. 
 
 Nöbetçi subayları gibi sadece kendi sorumluluk bölgemi değil tahsis edilen jeep ile bütün Alay nöbet yerlerini dolaşmam gerekiyordu.  Bazı görev yerleri bir birliğe bağlı olmayınca oradaki görevlendirilecek askerler, değişik birliklerden emanet olarak alınıp o görev yerinde istihdam ediliyorlardı. Bizim bataryamızdan Kuddusi isimli Kandıralı bir er de cephanelik görevine verilmişti. 
 
Saat 03.00 de sıkıca giyindim tabancamı, düdüğümü, el fenerimi alıp tahsis edilen jeep ‘e binmek üzere dışarı çıktım. Birden gözlerimden yaş boşandı, önümü göremiyordum. Ellerimdeki eldivenler ile silmeye çalışıyorum ama nafile. Bir rahatsızlık mı geçiriyorum düşüncesiyle panikledim.  İçeri girdim gözyaşlarım durdu. Anladım ki dışarda hava çok soğuk, beynim emir gönderdi, gözyaşı bezleri, gözlerim donmasın diye hemen tuzlu göz yaşı üretti. Biraz soluklandıktan sonra   03:00-05:00 devriye görevi olarak Tugay nöbet yerlerini dolaşmaya başladım. Her nöbet yerindeki askere bir vukuatı olup olmadığını soruyor, yoktur komutanım cevabı üzerine nöbet defterine de vukuatı yoktur yazıp imzalıyordum. Cephaneliğe geldiğimde nöbet yerinde tesadüfen bizim Kuddusi vardı. O kadar üşümüştü ki zorlukla konuşuyordu. “Komitanım kaç nöbet geçti gelen giden yok” diyebildi. Daha doğrusu ikinci söyleyişinde ben ancak anlayabildim. Türk askeri olduğu için üşüdüm diyemiyordu.  Neden diye sordum, bilmiyorum komitanım dedi. Hızlıca düşündüm, iki nöbet saati geçmiş olsa Kuddusi en az 4-5 saattir oradaydı ve donmak üzereydi. Onu nöbet yerinde bırakıp cephanelik görevlilerinin koğuş olarak kullandıkları Amerikan barakasına gittim. Kapısını açıp içeri girdiğimde, askerler ranzalarda uyuyorlardı. İlk fark ettiğim İçerde çok kesif bir gazyağı kokusuydu. Baraka seyyar gaz sobası ile ısınıyordu ve ondan sızan gaz buharı ile tüm askerler sızıp kalmışlardı.
 
 Jeep’in şoförüne seslendim “koş camların hepsini aç bunlar zehirlenmişler” dedim. O camları açarken bende ulaştığım askerleri sarsarak uyandırmaya çalıştım. Benim ve şoförün sarsmaları ve çıkardığımız gürültü ile birer birer uyanmaya başladılar. Askerleri teker teker sarsarken fark ettim ki başlarında bir Astsubay var ve o da yattığı yerde sızmış. Onu da sarsarak uyandırdım.  Ne olduğunu anlayamamış bir vaziyette kendine geldi. 
 
“Başçavuşum zehirlenmişsiniz, uyuyup kalmışsınız, nöbetçiler değişmemiş, çocuklar donmuşlar” dedim. Söylediklerimin ne kadarını anladı bilmiyorum. Biryandan elini başında gezdiriyor bir yandan da söylediklerimi anlamaya çalışıyordu.  Çok sonra “teğmenim zehirlenmişiz galiba, hayatımızı kurtardınız” diyebildi. Onlar giyinip kendilerine gelene kadar orada bekledik. O saatte nöbette olması gereken askerleri Kuddusi ve arkadaşlarının nöbet yerlerine gönderdik. Biz oradan ayrılırken ancak tam olarak kendine gelebilen Astsubay “Teğmenim aramızda kalsın lütfen” demişti. Bu olay her aklıma geldiğinde içim ürperir. Ben de bazı nöbetçi subayları gibi nöbet yerindeki nöbetçi askerin yanına gitmeden uzaktan fener yakıp söndürerek kontrol edip sabah mesai başladığında vukuat defterlerini masa başında imzalasaydım cephanelik nöbetindeki Kuddusi’nin yanına kadar gitmeyecek, onun “komitanım kaç nöbet geçti gelen giden yok” sızlanmasından haberim olmayacaktı. Dolayısıyla koğuşlarına kadar gitmeyecektim çünkü nöbet devriyemizde koğuşlar yoktu nöbet noktaları vardı. 12 Asker ve bir Astsubay zehirlenerek belki de hayatlarını kaybedecek, benim ve o gece nöbetçi subay olan diğer subay ve Astsubayların görevi ihmalden hayatımız sönecekti. 
 
Tugayda kıta görevimi yaptığım dönemde askerlik hizmetimi severek ve özveri ile yaptım. Eskilerin tabiri ile çakı gibi bir Asteğmendim. Ve hatta Tugay Komutan Muavini değerli Göktürk Albayım benim bağlama çaldığımı öğrenince o dönemde oda tugayda olan ozan Hilmi Şahballı ile birlikte bir Halk Türküleri korosu kurmamızı emretmiş bizde kurup çalıştırmıştık. Başka bazı hizmetlerimden memnun kalan Alay Komutanımız mekânı cennet olsun Fikret Emiroğlu Albayım beni As. İz Subayı yaparak şehirde görevlendirmişti. Orada da çok kıymetli ressam Hakkı Bingöl Albayımın emrinde çalışmak ve Askeri Mahkeme Başkanı Cennetmekan Hikmet Hacımirzaoğlu Albayım ve ilkokul 5. Sınıftan arkadaşım Hâkim Faik Secer Başaran Albayımla birlikte olmak şerefine nail olmuştum. Kıbrıs çıkarmasının o heyecanlı günleriydi. Terhis olana kadar Merkez Komutanlığında askerlerin kaldığı koğuşun yanında hazırlattığım bir odada başucuma çektirdiğim seyyar EE8 telefonu ile 24 saat görev başında olmuştum.
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ