Değerli okurlar, Sayın Sunay Akın İş Bankası yayınlarında çıkan Geyikli Park kapaklı kitabında şöyle yazıyor;
!6 Eylül 1890 tarihinde II. Abdülhamit’in armağanlarını götürdüğü Japonya’dan dönerken batan Ertuğrul Firkateyni için kaza sonrasında yardım amacıyla Japonya’da toplanan parayı 1892 de İstanbul’a getiren heyette yer alan Toraciro Yamada, Tokyo Camii konusunda kilit isim olarak öne çıkar. Yamada II. Abdülhamit’in sevgisini kazanarak ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşir ve iki devlet arasında fahri konsolosluk yapar.
Birinci dünya savaşı başlayınca memleketine dönen Yamada Atatürk’ün Cumhuriyet Bayramı’na daveti üzerine 1931 de tekrar İstanbul’a gelir. Sayın Sunay Akın’ının iddiasına göre Yamada, Japonya da bir cami yapılması için Atatürkden yardım talebinde bulunur.
Bu kısa bilgiyi burada kesip Dünyaca ünlü Meydan Larousse Ansiklopedisinde Abdülkerim Efendi bahsini açalım. Şöyle bir ifade görürsünüz. “Osmanoğulları ailesinden olup (1906-1935) II. Abdülhamit’in torunu ve şehzade Selim Efendinin oğludur. Osmanlı hanedanının Türkiye’den çıkarılması üzerine önce Beyrut’a giderler. Japonyanın yardımıyla, Çin devletinin İslam kesiminde yeni bir Müslüman devleti kurmak üzere Japonya’ya gider. Kendisini bu işe “Çapanoğlu Muhsin Bey” adında bir maceraperest sevk etmişti.” Açık bir anlatım olmayan bu bahiste adı geçen ve dünyaca ünlü bir ansiklopedide “maceraperest” olarak tarif edilen “Çapanoğlu Mehmet Muhsin Bey” kimdir. Şehzade Abdülkerim Efendi ile ne ilgiis vardır.
Mehmet Muhsin Bey ve ailesi, Yozgatlı Çapanoğullarından olup kendisi İstanbul Üsküdar doğumludur. Osmanlı sarayı hekimlerinden Çapanoğlu Mehmet Sadık Bey’in oğludur. Hekim Mehmet Sadık Bey, 1911-1912 yılları arasında Osmanlı Devleti ile İtalya krallığı arasında yapılan ve tarihte Trablusgarp savaşı diye anılan harpte gönüllü olarak cepheye gitmiş ve şehit olmuştur.
Şehzade Abid Efendi ile birlikte büyüyen Mehmet Sadık Bey oğlu Muhsin Bey’in sünneti sarayda şehzadelerle birlikte yapılmıştır. Muhsin Bey, orta tahsilini Türkiye de yaptıktan sonra Yüksek tahsil için devlet bursu ile Fransa’ya gönderilir. Sorbonne Üniversitesinde İnşaat Mühendisliği tahsil ederken, bir yandan Osmanlı idaresinin son bulması bir yandan da yaşanan müessif Çapanoğulları hadisesi’nden dolayı banka hesaplarına el konulması neticesi sıkıntıya düşer. Okuduğu üniversite de iş bularak yüksek tahsilini kendi imkânları ile tamamlar. Fransızca, İngilizce ve Arapça bilir. Yeni kurulan Türk Devletinin kraldan fazla kralcı Konsolosluk çalışanları, 1934 de çıkarılan soyadı kanunu ile Çapanoğlu soyadını alan Muhsin Bey’e soyadını değiştirmesi için baskı yapmaya kalkışırlarsa da Muhsin beyin sert tepkisi ile karşılaşır bir daha bahsini etmezler. Bütün bu olumsuzluklara rağmen değişik işlerde, daha çok gazetelerde (Fransız Le Monde ve Akşam gazetesinin muhabiri) çalışarak tahsilini bitirip yurda döner.
Tahsilini bitiren Muhsin Bey Türkiye’ye döner ama yaptığı tahsil ile ilgili olarak aradığı ortamı bulamaz ve tekrar Fransa’ya döner. Orada Şehzade Abid Efendi ile tekrar birlikte olurlar ve politikaya atılırlar. Paris’teki Japon sefiri, Şehzade Abid Efendiye Japon hükümetinden bir davetiye getirir. Temkinli Abid Efendi işin entrikalarını sezdiği için Muhsin Bey’den gazeteci kimliği ile gidip durumu iyice araştırmasını ister. O’da Japonya’nın Yokohama limanından sade bir gazeteci olarak giriş yapar.
Muhsin Bey, Japonya ziyareti sırasında, Japonya’da örgütlenmiş olan Türk-Tatarlar önderi Molla Muhammed Abdulhay Kurbanali (Gabdulhay Kurbangali) isimli Başkurt ile tanışır. Bir müddet sonra da Kurbanali’nin baldızı ile evlenir.Daha sonra onunla birlikte Türkiye’den getirttikleri makine ve teçhizat ile Japonya da bir matbaa kurarlar (1927-1928). Muhsin Bey inşaat mühendisidir ama gazetecilik ona daha cazip gelmektedir.Bu konumundan istifade ile Mısır, Arabistan, Hindistan, Japonya vs. birçok ülkeyi gazeteci kimliği ile dolaşarak tanıma fırsatı bulur.
Fransızca ve İngilizcenin dışında Arapçayı da iyi bilen Muhsin bey’in Arabistan’da basılan bir gazetede Hindistan ve Çin’deki Müslümanlar ile uzak doğuda yaşayan Türkler hakkında birçok makalesi yayınlanmıştır. Bir yandan gazetecilik ve yayıncılık, bir yandan da Japon harp akademisinde Türkçe dersleri vererek hayatını sürdürür.
Yukarda, Japonya’da bulunduğu yıllarda Başkurt Molla Abdülhay Kurbanali ile tanıştığından bahsetmiştik. Kurbanaliyev ailesi Başkurdistan Cumhuriyeti Argayaş vilayetinin Midyak köyünde zengin arazi sahipleridir. İdil-Ural Türk-Tatarlarının bir kısmı Rus İhtilali’nin ardından, Uzak Doğu’nun çeşitli bölgelerine dağılmışlar, bazı topluluklar başta Mançurya bölgesi olmak üzere, Hong Kong ve Shanghai gibi Çin topraklarına yerleşmiş, kimileri de Kore’ye ve Japonya’ya giderek buralarda cemaatler halinde yaşamışlardır. Japonya’daki Türk-Tatar toplulukları, 1919 yılından itibaren oluşmaya başlamış, Kumamoto, Yokohama, Tokyo, Kobe ve Nagoya bu yeni göçmenlere ev sahipliği yapan başlıca şehirler olmuştur. 1924’e kadar birbirleriyle çok sıkı ilişkiler içinde olmadan yaşayan bu topluluklar, Molla Muhammed Gabdulhay Kurbangaliyef’in (Molla Muhammed Abdulhay Kurbanali) Japonya’ya gelişiyle bir çatı altında toplanmaya başlamışlardır.
Uzak Doğu’daki Türk-Tatarların varlık mücadelesinde önemli bir yere sahip olan Molla Muhammed Abdulhay Kurbanali, siyasi kimliği, ilişkileri ve faaliyetleri ile çok tartışılan İdil-Urallı önderlerden birisiydi. Onun liderliği altında birleşen İdil-Ural Türkleri yaklaşık 10 yıl boyunca Japonya’nın dış siyasetinde, özellikle Asya ve İslâm politikalarında önemli bir rol oynamışlardır.Abdulhay Kurbanali, 1920’de Japonlarla temas kurmasının ardından Mançurya’daki Japon istihbarat okulunda dil öğretmenliği yapmış ve Japon askeri personeline Arapça, Rusça ve Tatarca dersleri vermiştir.
Ömrünün büyük bir kısmını Japonya da geçiren Kurbanali, Tokyo da İslam Cemiyetinin imamı olup bir cami bina ettirir. Mektep açıp onun müdürü olur. Nüfusun artmasıyla çocukların eğitim sorunu ortaya çıkmıştır. Yapılan toplantılar sonucunda bir okul kurulmasına karar verilerek Japon hükümetine başvuru yapılmış ve alınan izinle 2 Ekim 1927’de Shin-Okubo Hyakumin-chou 273 numaralı ev kiralanarak, Mekteb-i İslâmiye adıyla okul olarak kullanılır. İlkokul seviyesinde eğitime başlayan bu okulda, öğrenciler, okuma yazma derslerinden başka, dinî ve millî konularda da ders almaya başlamıştır. Bunun üzerine aileler para biriktirmeye başlamış ve dışarıdan da gelen yardım paraları ile 1931 yılında Yoyogi-Tomigaya semtindeki 1461 numarada kayıtlı binayı satın alarak okulu buraya taşımışlardır. Japon yetkililerin de yardımlarıyla bina, Kurbanali’nin adına tescil ettirilmiştir. Yeni okul binası, dönemin üst düzey devlet görevlileri ile zengin simalarının oturduğu, Tokyo’nun en iyi semtlerinden birindeydi.
Abdulhak Kurbanali zamanın Japon devleti ile sıkı bağlantı kurmuştur. Müslüman ülkelere güzel bir propaganda olur düşüncesi ile büyük bir cami inşa ettirir (1938). Caminin açılışına Hindistan, Mısır ve Arabistan gibi Müslüman ülkelerin ileri gelenlerini davet etmiştir Atatürk de bu cami inşaatına kendi maaşından yaptığı ödemelerle katkıda bulunmuştur. Sayın Sunay Akın işte burada konuyu saptırmaktadır. Atatürk Japonya da cami yaptırdı iddiasının hikâyesi budur.
Sayın Akın diyor ki “Caminin yapımında Atatürk’ün payı yoksa Japonlar bu camiyi neden bize verdiler” ve ekliyor, “en önemli belge, 2000 yılında düzenlenen açılış töreninde Japonya bayrağı yanına asılan Türkiye Cumhuriyeti bayrağıdır. Ay yıldızlı bayrak bir banka dekontu ya da para makbuzu koçanından çok daha önemli bir kanıttır.” Buyurun burdan yakın.
Sayın Sunay Akın’ın bu iddiasının aksini iddia edenler de şöyle söylemektedirler; “Buyurun, Başbakanlık arşivine, Atatürk’ün İş Bankasındaki hesabının girdi çıktıları ortada. Yardım belgesinini bulun.” Sayın Akın kusura bakmasın, bir başka yazarın dediği gibi bu ifadeler bir efsane imalatı olmuş. Bayrak belge olur mu? Belge yukarda arz ettiğim “Kurbanali’nin eşi, caminin ve yanındaki kendisine ait okulun arsasını da Türk Hükümetine bağışlar” cümlesindedir. Aşağıda arz edeceğim, Mehmet Muhsin Bey’in Amerika da yaşayan ve bir süre Ortadoğu Teknik Üniversitesinde öğretim üyeliği de yapan oğlu Cüneyt Çapanoğlu’nun Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına gönderdiği dilekçesi de belge niteliğindedir.
Rahmetli Mehmet Muhsin Çapanoğlu’nun oğlu Cüneyt Çapanoğlu, Tokyo’daki Şehitliğin ve Mezarlığının bulunduğu arsanın korunması için Başbakanlığa aşağıdaki dilekçeyi göndermiştir
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına,
Ankara
Ben uzun yıllardır Amerika’da yaşayan ve halen orada çalışan bir Türk Vatandaşıyım. Baba tarafından Yozgat’ın Çapanoğlu Sülalesinden, anne tarafından ise eski Tataristan’ın ileri gelen liderlerinden Muhammed Abulhay Kurbanali’nin eşi Ümmügülsüm’ün kız kardeşinin oğluyum. Aşağıda size bilgisini vereceğim Japonya’nın Tokyo Şehri’ndeki Türk Şehitliği konusunda gerekeni yapacağınız umudundayım.
Rus ihtilalinden sonra kaçan Türk-Tatarlar Japon hükümetinin daveti üzerine 1920’lerde Japonya’ya yerleşmişlerdir. İmam Muhammed Abdulhay Kurbanali’nin gayretleri ile Tokyo’da ahşap bir cami inşa edilmiş, mezarlık yeri alınmış, okul açılmış ve 1928 senesinde Akşam gazetesinin matbaası satın alınarak Japonya’ya getirilmiş ve bir matbaa kurulmuştur. Bu matbaada 3000 bin adet Kur’an-ı Kerim, 3000 adet Kazan Türkçesinde Tefsir ve binlerce ders kitabı (abdest, namaz, heftiyek, mufassal galem hal gibi) bastırılarak Uzak Şarktaki Türklere dağıtılmış, onların da bir araya gelerek dinimizi korumaları sağlanmıştır.
Japon Hükümeti “Ertuğrul Faciasından” sonra Osmanlı devleti ile yakın ilişki kurmuş ve Türkleri takdir etmiştir. Hükümet, muhacir Türklerin Tokyo şehrindeki faaliyetlerini de takip ve takdir etmiş ve Türkler sayesinde o zamanlarda sömürgecilerin idaresinde olan yüz milyonlarca Müslüman’a örnek olmak istemiştir. Bu gaye ile Tokyo’da büyük bir caminin inşasına yardımcı olmuş ve 1938 senesinde caminin açılışına Hindistan, Mısır ve Arabistan gibi Müslüman ülkelerin ileri gelenlerini davet etmiştir.
1938 ile 1984 seneleri arasında kesintisiz olarak bütün Müslümanların ibadet ettiği bu cami, depreme karşı yetersiz bulunduğundan yıkılmıştır. Bunun üzerine İmamın eşi Sn. Gülsüm Kurbanali, cami ve yanındaki okul binasının tapularını, yeni bir cami yapılması şartı ile Türkiye Cumhuriyeti’ne devretmiştir. Hükümetimiz de yaptırdığı Tokyo Camiini Temmuz 2000 senesinde güzel bir törenle ibadete açmıştı.
Bildiğim kadarı ile Müslüman mezarlığına defnedilen ilk subay 1932–1934 yıllarında Türk sefaretinde görevli bir ateşedir. Daha sonra Kore Savaşı’nda ağır yaralı olarak Tokyo’ya getirilen askerlerimizden en azından üçünün defnedildiğini, ilişikte size gönderdiğim camide çekilmiş cenaze namazı fotoğraflarından biliyoruz.
Japonların bize ayırdıkları yeri ve mezarların kaydı ve bakımını bugüne kadar oradaki Türk-Tatar Cemiyeti üyeleri titizlikle yapmışlardır. Cemiyet azalarının çoğu Türkiye’ye göç edip, geride kalanların bazıları da vefat edince şimdi bu mezarlık ve şehitlik ile ilgilenecek 75–80 yaşlarında birkaç erkek kalmıştır. Sahipsiz kalan 3–4 mezarı da maalesef Japonlar boşaltmış olup meyyitlerin akıbeti bilinmemektedir. Geride kalanları korumanın dini ve milli bir vazifemiz olduğuna inanarak size müracaat etmekteyim.
Rahmetli Gülsüm Kurbanali cami arsasını ve arsası ile birlikte okul binasını hükümetimize emanet ettiğinde bu Şehitlik ve Mezarlık konusunda bir yazı bırakmamış olsa da buranın korunmasını isteyeceği de açıktır.
Tokyo’daki Şehitliği ve Mezarlığının bulunduğu arsayı Tokyo Belediyesi kiralık verdiği için, belediyeye yanılmıyorsam her sene 3000 Euro ödenmektedir. Bu para düzenli ödenmediği takdirde Tokyo Belediye’sinin buraya el koyma hakkı vardır. Bu durumda Türk Şehitliği ve Mezarlığı elimizden çıkmış olacaktır.
Buranın elimizden çıkmaması için Vakıf veya başka bir statü ile korunup kollanması hususunda gereğinin yapılmasını bilgilerinize saygılarımla arz ederim. 05. 12. 2010
Cüneyt Çapanoğlu
Aynı dilekçe Dışişleri Bakanlığı’na ve Diyanet İşleri Başkanlığınada gönderilmiştir. Sayın Cüneyt Çapanoğlu’nun gönderdiği bilgi notunda şöyle yazıyor;” Tokyo Camii vakfına gönderdiğim para "Tokyo Camii" kitabında gösteriliyor (o sayfa ilişikte). Ayrıca mezarlık için parayı cemiyet başkanı Hacı Temimder Muhit'e gönderiyordum. Evrakların hepsini bulamadım fakat bulduklarımı ekte gönderiyorum. Saygı ve selamlarımla, Cüneyt Çapanoğlu
Bağışlarla ilgilenen Sayın Tamimder Muhi de Cüneyt Çapanoğlu’na gönderdiği cevapta şöyle yazıyor; “Sayın Kardeşlerimiz Cüneyt ve Dilara. Ocak ayı başında yolladığınız USA 250.- yardımlarınıza teşekkür ederiz. Cenabı Allah kabul etsin âmin. Bankadan gelen hesapların kopyasını size yolluyorum. Dr. Salise ve Hacı Tamimder Muhit’ler 6/II/05 Tokyo. Fax’ınız meşgul olduğundan mektupla yolluyorum.”(Banka belgeleri yazının sonunda)
Abdulhak Kurbanali, 1922 yılında 30 Ağustos zaferinin ardından Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya mektup göndererek kutlamış ve Japonya ile olan bağını gizlemeden aşağıdaki ricalarda bulunmuştu.
1)İslâm dünyasının azadlık hareketini beni askere anlatıp onlardan manevi yardım almak kastiyle Japon ve Çin milletine türlü vasıta ve muhtelif yollar ile propaganda yapmak için Japonya’ya velev gayri resmî bir kimse vekil gönderemez misiniz?
2) Göndereceğiniz kimseye Japon ve İslâm dostluğu medeni ve iktisadî münâsebeti yolunda iş görüp bu meseleyi kuvveden fiile çıkarmak hakkında propaganda için büyük ve muteber Japon gazeteleri yardım edeceklerdir. (...) Japon başları, istudentleri bu meselede sarfı gayret edeceklerdir.
3)Japonya’da olan Asya cemiyetleri ve Japonya’nın haricî siyasetine âşina olan bir kaderi muteber zatlar da bu babta içtihad edeceklerdir.
4) Her ne kadar büyük bir kuvvete malik değiller ise de Çin ahalisi umumen ve Müslümanları hususen samimi hayırhahlık ve manevî yardım göndermeye hazırlardur.
5)Şimdiden Japonlara ve Çinlilere arzedilecek (...) (...) var ise onu da arzetmek mümkündür. Hasılı (...) denildiği gibi üçüncü Enternasyonal yardımıyla meydana gelen islâm millî hareketini bu taraf Asya milletlerinin millî yol ile Büyük Türkiye’nin ve Rusya’da Müslüman Cumhuriyetlerinin bekâsı temin edilmesi yolunda burada büyük işler görmek mümkündür.
(…) işaretli yerler okunamamıştır.
Japon hükümeti bu cami depreme dayanmaz diyerek 1986 yılında yıktırır, yenisi inşa edilir. Kurbanali’nin eşi, caminin ve yanındaki kendisine ait okulun arsasını da Türk Hükümetine bağışlar.
30 Haziran 2000 tarihinde yeniden ibadete açılan cami Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet işleri Başkanlığına bağlıdır.