A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

ATATÜRK ANLATIYOR

Değerli okurlar, Türkiye neredeyse saat başı değişen gündemlerle yeni bir seçime gidiyor. Gündem, başımızı döndürecek bir hızla ve artık hazmedemeyeceğimiz konularla değişiyor. CHP nin başörtüsünü gündeme taşımasını daha hazmedememişken diyanet'in "camiler mektep haline getirilsin" saçmalığını kucağımızda bulduk. Değerli okurlar bildiğiniz gibi Tevhid-i Tedrisat ( eğitimin birleştirilmesi) Kanunu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün direktifleriyle 3 Mart 1924 tarihinde TBMM’de kabul edilen ve eğitimde birliği ve laikliği esas alan kanundur.

Bütün bir millet olarak geride kalmış olmamızın en önemli nedenini eğitimdeki eksik ve yanlış uygulamalarda gören Mustafa Kemal ATATÜRK, ileri ve çağdaş bir millet olabilmemiz için yapılması gerekenleri de yine en başta eğitimde görmüştür. 

Her gittiği yerde ve katıldığı her toplantıda, cehaletin ancak eğitim yoluyla ortadan kaldırılabileceğini vurgulamış; 22 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere hitaben yaptığı bir konuşmada, “…Cumhurbaşkanı olmasaydım, Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim.” şeklindeki ifadesiyle eğitime ne denli büyük önem verdiğini göstermiştir. 

Aşağıdaki yazım 15 gün önce yayınlanacaktı ama beş yüzüncü yazım Yozgat fıkraları olsun düşüncem ile bu güne ertelendi. 19 Mayıs 2014 günü bu köşede yayınladığım makalemi biraz daha genişleterek tekrar paylaşıyorum.

Okumuş cehaletinin bile diz boyunu aştığı, halkımızın hak etmediği bir ekonomik kriz içinde bunaldığı şu günlerde malum medya Osmanlı padişahı Vahdettin hain miydi değil miydi gibi bir abesle iştigal ediyor ve anlıyoruz ki bu gidişle daha yıllarca da bu konuyu ısıtıp ısıtıp bu okumuş cahillerin kulağına fıslayacak.

Büyük Atatürk bakın o günleri nasıl anlatıyor.

Zannederim 1919 Mayısının 14. Günü akşamıydı, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Nişantaşı’ndaki ikametgâhına akşam yemeğine davet edilmiştim. Muayyen saatte Sadrazamın yanında bulunuyordum. Benden başka henüz kimse yoktu. Birkaç cümlelik bir konuşmadan sonra, uzunca bir sukut(sessizlik) devam etti. Kendisini 1–2 gün evvel Harbiye nazırı ile birlikte ziyaret ettiğimiz zaman gösterdiği sevinçten ve bilhassa samimiyetten eser yoktu. Sükûnetle Vahdettin’in Sadrazamını tetkik ediyordum. Bir aralık saatine baktı.

— Acaba nerede kaldı? Dedi.

— Birine mi intizar buyruluyor(birimi bekleniyor)? Dedim.

— Evet, Cevat Paşa(Çobanlı) hazretleri geleceklerdi, dedi.

Yine sukut başladı. Filhakika birkaç dakika sonra Cevat Paşa da geldi. Birlikte yemek salonuna geçtik. Üçümüzden mürekkep (oluşan) sofrada yalnız çatallar ve bıçaklar değiştikçe, hizmet edenlerin acemiliği yüzünden hâsıl olan gürültüden başka ses çıkmıyordu. Hatırladığıma göre dikkatle birbirimizin yüzlerimize bile bakamıyorduk. Kendi kendime, benimle görüşeceği meseleleri hizmet edenlere dahi duyurmamak için, susmakta olduğuna hükmediyordum. Ortasında genişçe bir masa bulunan çok dar, fakat şirin bir salona geçtik. Henüz ayakta dururken, Sadrazam dedi ki

—Bir harita getirtsek de, Müfettiş Paşa onun üzerinde bize izahat verse...

Haritayı masanın üstüne açtılar. Anlaşılıyordu ki, Sadrazam, haritayı daha evvel hazırlatmıştır. Kiepert’in atlası idi. İçinden Anadolu paftasını bulduk.  Masanın arzani (enine olan) cihetlerinde Sadrazamla karşı karşıyayız. Cevat Paşa benim soluma tesadüf etti. Dedim ki;

— Ne nokta- i nazardan izahat talep ediliyor?

— Mesela dedi; Samsun havalisinde ne yapacaksınız? Tereddüt etmeden şu kelimeler ağzımdan döküldü:

— Efendim, İngiliz raporlarında meselenin biraz mübalağalı olduğuna hükmediyorum. Fakat nede olsa, yerinde yapılacak tetkiklerden sonra, icap eden en iyi tedbirler bulunabilir. Merak buyurmayınız. Bu sözlerden sonra Cevat Paşanın gözlerine baktım. Aynı zamanda Sadrazamda gözlerini generale çevirmişti:

—Ne dersiniz demek istediği belli idi.

Cevat Paşa çok tabii bir tavır ve lisanla:

—Öyledir efendim dedi. Böyle işler mahallinde hallolunur. Şimdiden kati ne söylenebilir?

Hiç memnuniyet göstermeyen Sadrazamın kafasından daha büyük bir endişeyi halletmek suali, sanki ifade olunabilmek için, şekil arıyordu. Birden, oldukça heyecansı bir seda ile sordu:

—Pekâlâ, siz bana harita üzerinde kumandanızın şamil olduğu mıntıkayı gösterir misiniz? Sadrazamın vesveseye düştüğü noktayı derhal keşfetmiştim. Cevap verdim:

—Efendim henüz bende pekiyi bilmiyorum. Belki takriben (kiepert atlası üzerine elimi koyarak) ihtimal şu kadar ufak bir parça diyerek bazı vilayetleri elimle gösterdim.

Bu defa daha manalı bir tarzda Cevat Paşaya baktım. O da Sadrazamın vehmini anlamıştı. Ben elimi haritadan kaldırırken Cevat Paşa ilave etti:

— Efendim mıntıkanın ehemmiyeti yoktur. Paşa bittabi o mıntıkadaki kuvvete kumanda edecektir. Zaten nerede kuvvet kaldı ki? Cümlesini tamamlarken vaziyetin hiçte ehemmiyeti haiz (önemli) olmadığını bililtizam (kasten) ima etmek ister bir tavırla haritanın bulunduğu masadan uzaklaşır gibi oldu. İçimden Cevat Paşa’ya teşekkür ettim. Generalin bu sözleri Sadrazam’ı tatmin etmiş görünüyordu. Her birimiz birer koltuğa çekildik ve kahvelerimizi içmeye başladık. Damat Paşa ferahlamış gibi idi.

Sadrazam sordu:

— Ne vakit hareket edeceksiniz?

—Ne vakit emir buyruluyorsa… Ben esasen harekete hazırım.

—Zat-ı şahane’yi ziyaret ettiniz mi?

—Hayır efendim. İrade buyrulmadı.

—İrade buyruldu. Ben tebliğ ediyorum. Yarın kendilerini ziyaret ediniz. Sadrazamın konağından çıktıktan sonra Cevat Paşa ile kol kola, karanlıkta, Nişantaşı Caddesinin piyade kaldırımı üzerinden Teşvikiye’ye doğru sıkı adımlarla ilerliyorduk. Cevap Paşa pek samimi bir lisanla bana sordu:

—Bir şey mi yapacaksın, Kemal?

—Evet, Paşam bir şey yapacağım dedim.

—Allah muvaffak etsin! Dedi

—Mutlaka muvaffak olacağız dedim, birbirimizden ayrıldık.

Değerli okurlar o günlere tekrar dönelim. Mustafa Kemal Paşa’nın Dokuzuncu Ordu (daha sonra Üçüncü Ordu) Kıtaatı Müfettişliğine tayini de Damat Ferit Paşa’nın bu ilk Sadaret’i döneminde gerçekleşmiştir. İngilizler, Doğu Karadeniz’deki asayişsizliğin önüne geçilmesiyle ilgili olarak Babıâli'ye bir nota vermiş, telaşlanan Damat Ferit Paşa da Mustafa Kemal Paşa’yı bu sorunu halletmek üzere geniş yetkiler içeren ve bizzat kendisinin dikte ettiği bir talimatnameyle atamıştır.

Neden?

İngiliz yüksek komiseri Amiral Calthorpe 21 Nisan 1919'da Osmanlı Harbiye Nazırlığına şu notayı vermişti

1- Erzurum Erzincan Bayburt ve Sivas yörelerindeki ordunun terhis ve silahlarının toplanması için çok yavaş gitmektedir

2-Bu yörelerde Kars'ta olduğu gibi baştanbaşa şuralar kurulmuştur Ordu'nun denetimi altında asker toplamaktadır.

3-Bu olaylar Ermenistan hakkında verilecek karara karşı koymak isteyen Türklerce

Örgütlenmektedir.

Amiral Calthorpe Damat Ferit'e gönderdiği resmi yazıyla da yetinmemiş Padişah Vahdettin ile de görüşerek özellikle Karadeniz'deki karışıklıkların bastırılması konusunda ona da kesin uyarılarda bulunmuştur.

Amiral Calthorpe Vahdettin'e yüksek yetkilere sahip askeri bir kurulun başlarında yetenekli bir Generale derhal görev yerine giderek o bölgedeki 9 orduyu disiplin altına almasını söylemişti

İngilizlerin isteği üzerine Damat Ferit hükümeti hiç zaman kaybetmeden Karadeniz'de ve Doğu Anadolu'da asayişi sağlamak harekete geçti hükümet bu işin üstesinden gelecek Anadolu'ya gidip yer yer başlayan direnişe son verecek güçlü bir komutan aramaya başladı ve bu zor görevi aynı zamanda padişahın yaveri olan Atatürk'e verdi.

Damat Ferit hükümeti halkı örgütleyip düşmana karşı direnmesi için yer yer başlamış olan direnişleri sonlandırması için Atatürk'ü Samsun'a gönderdiVahdettin de bu kararı onayladı.

Amaç İngilizlere yaranmaktı. Çünkü direnerek değil emperyalizme sığınarak kurtulacaklarını düşünüyorlardı.

 Atatürk'ün görev ve yetkileri neydi?

Hükümet Anadolu'ya göndereceği Atatürk'e şu görevleri verdi.

1-Bölgede asayişin sağlanması.

2-Silah ve cephanenin toplanıp koruma altına alınması.

3-Şuralar varsa ve asker toplanıyorsa bunların derhal engellenmesi.

4-Şuralarının kapatılması.

Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin malum yazarların iddia ettiği gibi durup dururken bir görev icat edip Atatürk'ü Anadolu'ya göndermiş değildir.

Damat Ferit hükümeti doğrudan doğruya İngilizlerin notası ve isteği üzerine harekete geçmiştir. Görev ve yetkilerden de anlaşıldığı gibi Atatürk'ten istenen ve beklenen Anadolu'da bir direniş başlatması değil tam tersine başlayan direnişleri etkisiz hale getirmeseydi. Vahdettin de kendi ifadesi ile bu karara uyumuştu.

Samsun'a giderken Atatürk'e geniş yetkiler verildiği doğrudur ancak Atatürk'e bu geniş yetkilerin direnişi örgütlenmesi için verildiği iddiası yalandır. Genelkurmay 2. başkanı Kazım inanç Paşa ile yaptığı görüşme sonrasında bizzat Atatürk'ün isteği ile genişletilmiştir.

Bir taraftan Anadolu'ya geçiş planı üzerinde çalışan Atatürk diğer taraftan güvendiği arkadaşlarıyla Şişli'deki evde gizli görüşmeler yaparak bir Kurtuluş planı hazırlamıştı bu görüşmeler sırasında hükümetteki ve genelkurmaydaki nüfuslu arkadaşlarını devreye sokarak müfettişlik görevini almayı başarmıştı. Atatürk yakın arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa aracılığıyla İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey ile tanışmış ve birkaç kere Şişli'deki evde görüşüp nabzını yoklamıştır. Daha sonrada Denizcilik Bakanı Avni Paşa ile diyalog kurmuştu. Yaveri Cevat Abbas aracılığı ile de Savaş Bakanı Şakirpaşa ile temas kurmuştu. Ayrıca daha önce de değişik cephelerde birlikte mücadele etti Genelkurmay ikinci başkanı Kazım inanç Paşa ile irtibata geçmişti.

Atatürk, hükümetteki bu tanıdıklarını kullanarak sadrazam Damat Ferit'e ulaşmıştı. Damat Ferit acaba Anadolu'ya kimi göndersek diye düşünürken devreye giren Mehmet Ali Bey'in Damat Ferit'e telkinleri ve Avni Paşa, Şakirpaşa ve Kazım İnanç Paşa'nın onayıyla görev Atatürk'e verilmiştir.

Bu arada Atatürk Genelkurmaydaki güvendiği arkadaşları Kazım Paşa ve Fevzi Paşadan yardım istemişti. Fevzipaşa hükümete bu işin üstesinden Atatürk'ün gelebileceğini söylemiştir. Atatürk, 6 ay kaldığı işgal İstanbul'unda İngilizlerin gözüne batacak faaliyetlerden kaçınan bir politika izlemiştir.  

Bu nedenle İngilizler Atatürk'ün Anadolu'ya gitmesine itiraz etmemiş hatta ona vize bile vermişlerdi. Uyandıklarında ise iş işten geçmiş olacaktı. Atatürk bu arada Genelkurmay'da Fevzi Paşa ve Cevdet Paşa ile üçlü bir görüşme yaparak onlarla Anadolu direnişi konusunda anlaşmıştı. 29 Nisan 1919 Salı günü Atatürk'e Dokuzuncu Ordu müfettişliği görevi verildi.

Atatürk görevin detaylarını öğrenmek için Genelkurmay'a çağrıldığında Genelkurmay ikinci başkanı Kazım inanç Paşa ile görüşerek yetkilerini biraz daha genişletmeyi başarmıştı. Yetki belgesini cebine koyup Kazım İnanç Paşanın yanından çıkarken hissettiklerine 1926'da Falih Rıfkı Atay'a şöyle anlatmıştı: "Tarih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum tarif edemem. Bakanlıktan çıkarken heyecanımdan dudaklarımı ısırdığını hatırlıyorum. Kafes açılmış önümde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibiydim."

Savaş Bakanlığı Atatürk'ün Anadolu'ya atanması kararını 30 Nisan 1919'da Padişah Vahdettin'e arz etmişti, Padişah onayı da aynı gün saraydan çıkmıştı. Atatürk'ün Samsun'a gönderilmesi ile ilgili kararname 4 Mayıs 1919 günü bakanlar kurulunda görüşülüp kabul edilmişti.

Yazımızın özeti: Atatürk'ü Samsuna gönderen Vahdettin değil Damat Ferit Hükümetinin kararıdır.  Tahtta kaldığı sürece hiç sevmediği ancak kız kardeşi Mediha Sultanla evli olduğu ve İngiliz sempatizanı olması sebebiyle sadrazam yaptığı hain Mehmet Ferit Paşanın kararını onaylamaktan başka çaresi kalmamıştır. . 

İşgal İstanbulundaki Sıkı Yönetim Mahkemesinin Atatürk Hakkında Verdiği İdam Kararını, onaylayan Padişah Fermanı.

Dosya Tasnifi
Harbiye-Divan- Harp
DOSYA No : 70
Harbiye Nezareti
Adliye-i Askeriye Dairesi Şubesi
Nüsha : 705

 

PADİŞAH BUYRUĞU

Mehmet Vahüdittin


“Kuva-yı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandan miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandan Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vashington (Washington)elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzere, Mülkiye Ceza Yasası’nın kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, het türlü resmi unvanlarınının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla yasa hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre yönetilmesine ilişkin İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere onaylanmıştır.

Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir.

24 Mayıs 1336 (1920)
Sadrazam ve Harbiye Nazır Vekili
DAMAT FERİT

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ