Dayılı köyündeki tarla tapan işleri bitip Yozgat’ta Mutafoğlu mahallesindeki evlerine dönen dayım Yaşar Cerit, evden kahveye, kahveden eve gidip gelmekten canı sıkılınca komşu şehirlerdeki hayvan pazarlarını dolaşır gösterişli ama huysuz hayvanları alır getirir başa bela ederdi. Yine böyle bir dolaşma da biri 3 diğeri 4 yaşında bir çift kırat alıp gelmiş. Okullar tatil olup da yazı geçirmek için Yozgat’a gittiğimizde her zaman yaptığımız gibi acele ile el öpüp yol yorgunluğunu üzerimizden atmadan hemen ahıra koşar at eşek, katır ne varsa kardeşimle biner Yozgat’ı gezmeye çıkardık. Katır deyince aklıma geldi. Arapların deve kervanları gibi dedem Ceritzade Şükrü Efendinin sekiz on kadar da katırı vardı. Bunlar peş peşe birbirine bağlanır köyden mahsul getirirlerdi. Bir seferinde budanmış asma çubuğu getirip dağlar gibi avluya yığmışlardı. Evlerde gaz ocağı vardı ama anneannem yemekleri tandırda bu asma çubukları ile ağır ateşte pişirirdi. Acele ile el öptükten sonra yine hevesle ahıra koştuk ama arabacımız Ömer ağa(Kör Ömer) “bu atlara binmenizi efenda (efendiağa) yasakladı kusura kalmayın” dedi. Çok kötü olduk. Babam Otobüs biletlerimizi aldığından beri bu heyecanla yaşıyorduk. O zamanlar büyüklerimize neden diye soru soramazdık, yasaksa yasaktı. Rahmetli dedemin avluda hazır duran bir faytonu vardı. Ev halkı kalabalıktı, büyükannem (Çapanoğlu başkaldırısının meşhur Çerkez Gül Hanımı),dedem, anneannem, teyzem, dayım, yengem, iki yardımcı ve yaz gelince Yozgat’a gelen annem ve iki kardeş bizler. Bir yere gidileceği zaman Ömer ağa atları faytona koşar bizleri götürürdü. Bağ bozumu yaklaşırken anneannem de o sıralarda Dayılı köyünde olduğundan dedem bizleri de köye götürmek için geldi. Unutmadan; geçen yıl ziyaret ettiğimiz Dayılı köyündeki dostum Gıddili Ahmet, dedemden bahsederken şöyle demişti. “ oğlu Yaşar ağabey köydeki tarlaları sattıktan sonra tarlalar birkaç defa el değiştirdi ama bir tarlanın yerini tarif ederken biz hâlâ Efenda’nın filan yerdeki tarlası diye tarif ederiz demişti (bkz. Dayılı köyünün Gıddilisi yazım) Faytonu hazırlattı hep birlikte yola koyulduk. Gideceğimiz yer 15-20 km arası bir yol. Dedem, eğeri gümüş armalı atı ile önümüzde, bizde faytonla arkasında kimi zaman düz toprak yolda kimi zaman küçük küçük kayaların üstünde sıcak bir hava da ağır ağır gidiyoruz. Pamucak civarına geldiğimizde önümüze yolun bir tarafından öbür tarafına geçen 20 kadar camız ve sığır çıktı. Dedem Ömer ağa’ya faytonu durdur atların başını tut dedi. Bize de faytondan inin dedi. Hepimiz indik. Ömer ağa bir yandan atların başını okşuyor bir yandan da iki dudağı ile bürrrrrr sesi çıkarıp onları sakinleştirmeye çalışıyor. Faytondan neden indiğimizi teyzeme sordum. Atlar huylu da beybabam tedbir olarak bizi indirdi dedi. Büyükbaş hayvanlar faytondan uzaklaşınca tekrar bindik. Saatler süren bıktırıcı bir yolculuktan sonra köye vardık. Anneannem çok şükür sağ salim geldiniz diyerek kollarını açıp bizi bağrına bastı. Meğer atların daha önce bir vukuatı varmış. Harman yerinde düven çekerken sürücünün dikkatsizliğinden dolayı düven sapların dışına çıkıp toprağa sürtününce sürtünme sesinden ürkmüşler, arkalarındaki düven’i sürükleyerek bağa kadar kaçmışlar, yorulup orada durunca yakalanmışlar. Tahmin edeceğiniz gibi, altındaki çakmak taşlarının tamamı sökülen düven olmuş tam bir kar kızağı. Biz köye vardığımızda düven bu haliyle duvara dayalı duruyordu. Her yaz olduğu gibi o yaz da çok güzel günlerimiz geçti, tatil bitti bulunduğumuz şehre döndük. O yıllarda saataneden (saat kulesi) aşağı inerken sağ köşede (takriben şimdi kebapçı Hacıbaba’nın olduğu yer) vilayetin resmi gazetesi vardı, dayımda orada mürettip idi. Bir kış günü gayri ihtiyari camdan bakarken faytonun geçtiğini görür. Boyunları dik, burunlarından buhar çıkan atlarını hayranlıkla seyreder. Rahmetli dedem o zamanki elektrik santralı motorhane’nin karşısında oturan kız kardeşini görmeye gitmektedir. Aradan çok geçmez bir bağırışma duyup camdan dışarıya bakar ki bizim fayton eski savaş arabaları gibi iki tekerli olarak geçiyor. Önce ne yapacağını bilemez bir şekilde donup kalırsa da sonra hemen arkasından koşar ama yapacağı bir şey yoktur. Fayton büyük halamızın evinin önüne geldiğinde bir kamyondan boş gazyağı tenekeleri indirilmektedir. Çok iyi hatırlarım üzerlerinde sokonı vakum diye kabartma yazı olurdu. Tenekelerden birisi tangır tungur yere düşer. Dedem önsezi ile hemen faytondan atlar. Hem sesten hem de tenekelerin parıltısından ürküp parlayan atlar deli gibi koşmaya başlarlar. Bilmeyenler için bir not; atlar parladığı zaman ne yaptıklarını bilmeden şuursuzca koşarlar bu yüzden hem kendilerine hem de etrafa zara verirler. Ömer ağa bir umutla dizginleri çekip durdurmaya çalışırsa da başaramaz sonunda oda atlar ama kolu kırılır. O hızla köşeyi dönen fayton devrilir. Ön iki tekerin takılı olduğu mil arka kısımdan kurtulur. Arkasını orada bırakan fayton "Benhur" filmindeki iki tekerli savaş arabaları gibi olur. Atların nal şakırtısından bir fevkaladelik olduğunu sezip şakırtının geldiği yöne bakan ahali, atların gidiş istikametinde olanlara “kaçın la kaçın atlar parlamış geliyo” diye bağırıp uyarmaya çalışırlar. Doludizgin tekrar saatane yönüne dönen atlar bir yandan höst höst diye bağırıp el kol sallayan insanlardan bir yandan da yolun bir kısmını kapatan kamyondan dolayı şaşırıp meydana ulaşamaz, sağ taraftaki Ebem Haydar’ın hanına girerler. Ebem Haydar’ın hanı bir avlu içinde altta hayvanların kaldığı, üsteki odalarda da insanların konakladığı o eski hanlardandı. O hızla önce faytonun okunu sonrada başlarını karşı duvara çarpıp orada kala kalırlar. Öyle bir çarparlar ki odalarda istirahat eden yolcular deprem oldu korkusu ile dışarı fırlarlar. Meydana veya çarşıya doğru gitselerdi faciaya sebep olabilecek bu olay büyük bir şans eseri kazasız belasız böylece son bulur. Biraz latife olsun diyerek bu olayı ne zaman bir punduna getirip dayıma hatırlatsam, hiç bozuntuya vermez “evet parlamaya müsait atlardı ama Çamlığa faytonla tam on altı dakikada çıkarlardı, çok rahvandılar, Buick araba gibiydiler, bin üstünde kahve iç” der.
Annem Necla Çapanoğlu’nun vefatı dolayısıyla lütfedip bizzat gelerek veya telefon ve elektronik posta mesajları ve gazetemiz aracılığı ile taziyelerini bildiren akraba, arkadaş, dostlarımıza. Yozgat Gazetesinin başta kadim dost Osman Hakan Kiracı ailesi olmak üzere değerli yazarlarına, yazılarıma yorum göndermek zahmetinde ve lütfunda bulunan değerli okuyucularıma en kalbi, teşekkürlerimi arz ederim.
24.04.2013
24.04.2013
OKUR YORUMLARI
ihsan yeşillik
29.04.2013 01:33:00
sayın Abdulkadir ağbey herşeyden önce bu güzel hatırakar için sonsuz teşekkürler son hatıranı yeni okudum saat gece 1.5 kafa keyfli şükr iyiyiz şimdi dahada iyi ALLAH sizden ve c.kapusuzoğlundan Razı olsun 1 yıldan fazladır gidemedim YOZGAT A Ama sayenizde hergün YOZGAT tayım yazılarınızı eksik etmeyin ben 52.yi geçtim çok duygusalım heralde çok keyif ve heycanla okuyorum elinize dilinize sağlık sizler varolun uzuuuuuuuuuuuun ve sağlıklı yaşayın inşallah.ben ALANYADAYIM yolunuz düşerse ağırlamak isterim 05070538 76 66
ihsan yeşillik
29.04.2013 01:33:00sayın Abdulkadir ağbey herşeyden önce bu güzel hatırakar için sonsuz teşekkürler son hatıranı yeni okudum saat gece 1.5 kafa keyfli şükr iyiyiz şimdi dahada iyi ALLAH sizden ve c.kapusuzoğlundan Razı olsun 1 yıldan fazladır gidemedim YOZGAT A Ama sayenizde hergün YOZGAT tayım yazılarınızı eksik etmeyin ben 52.yi geçtim çok duygusalım heralde çok keyif ve heycanla okuyorum elinize dilinize sağlık sizler varolun uzuuuuuuuuuuuun ve sağlıklı yaşayın inşallah.ben ALANYADAYIM yolunuz düşerse ağırlamak isterim 05070538 76 66