Yozgat gazetesinin kıymet bilir değerli okuyucuları. Lütfedip köşeme gönderdiğiniz yorumlarınızdan eski Yozgat’a ve onun Beylerine duyduğunuz ilgiden ben de ziyadesiyle mütehassıs oldum. Bu köşeye sığdığı kadarı ile dağarcığımızdaki kırıntıları sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Ancak, sizleri tarihin tozlu sayfalarında sıkmamak için de zaman zaman günlük olayları da köşeme taşımak istiyorum. Kusurumuz, yanlışımız olur ise şimdiden affola.
* * * * * *
Çok sevdiğim Vatan gazetesi köşe yazarı Sayın Can Ataklı 17 kasım 2011 günkü köşe yazısında bir okuyucu mektubuna yer vererek şöyle yazıyordu. Sizlerle çok ilginç bir mesajı paylaşmak istiyorum. Önce lütfen bu gencimizin askerlikten ne anladığına bakın. Sonra da yeni gençliğin tek hedefinin para olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum.Bu mesajı okuyunca içimden “Şu bedelliye karar verme yetkisi sadece bende olsa sen nah alırsın” demek geldi. Okuyalım: “Hayırlı günler, Bedelli askerlik tartışıldığı günlerde duyumlara göre 01. 01. 1986 doğumlulardan itibaren bedelli askerlik çıkacakmış. Ben 6. ayın başında doğmuş bulunuyorum, Vatani görevi yapmak çok güzel bir şey ama 5 ay askeriyede taş dizip, manasız çukur kazıp sonra o çukur bir daha kapatmak yerine şirket başında ülkeme döviz kazandırabilmek daha güzel olduğunu düşünüyorum. Sizden istirhamım lütfen 86 doğumluların hepsini kapsasın bu yasa. Bununla ilgili günden yaratılsın. Bu ben ve benim gibi olanlar için ne kadar önemli bir bilseniz, Öyle ki sokakta bazen elinizde sadece otobüse binecek, başka bir şey alamayacak kadar paranız kalır işte o ne kadar değerliyse, bugün bedelli ben ve benim gibi olanlar için değerli”.Sayın Can Ataklıya gönderilen okuyucu mektubu böyle bitiyordu.
Affınıza sığınarak bende kendi askerliğim ile ilgili anılarımdan bir iki pasaj nakletmek istiyorum.
1974 yılında topçu asteğmeni olarak kıta hizmetine gittiğim Gaziantep 5.zırhlı tugay uçaksavar bataryasındaki görevimden, Gaziantep Merkez komutanlığı emrine As-İz subayı olarak görevlendirildim. Kıtadaki hizmetimde hep önemli görevler bana verilirdi. Alay nöbetçi amiri olarak nöbete kaldığım bir gün Tugay nöbetçi amirimiz sevgili Memduh yarbayım toplantıdaki nöbetçi subaylarına görevlerini bildirdikten sonra ben söz alıp “komutanım asteğmenler içinde sadece bana alay nöbetçi amirliği nöbeti yazılıyor ama benim rütbem bazı görevlerimi yapmam da yetersiz kalıyor” diye serzenişte bulunmuştum. Sesini çıkarmadı. Toplantı bitip de herkes çıkarken “Çapanoğlu sen kal” dedi. Sonra bana şöyle söyledi. “Bir daha sakın böyle bir şey söyleme. Askerlikte ben bu görevi yapamıyorum denmez. Görev verilir gücünün yettiğince verilen emri yerine getirmeye çalışırsın. Sen verdiğimiz emirleri layığı ile yapıyorsun. Sabah sporlarında bataryanın başında koştuğunda öbür bölükleri geçerken havaya sıçrayıp bağırıyormuşsun. Biliyorum bölüğünü motive etmek için yapıyorsun ama diğer bölüklerin Üsteğmenleri senden şikâyetçi oldular 2. Ordu komutanı Refik Aktulga Paşanın tugayı koşturduğu 4 km.lik teçhizatlı koşuda birinci geldiğiniz için paşa bir şey demiyor. Bunu da bil. Hadi şimdi görevinin başına” demişti. Kanaatimce aktif bir asteğmen olduğum için bir süre sonra Topçu Alay Komutanım, Cennetmekân Fikret Emiroğlu Albayım bir gün beni çağırdı ve “Seni Merkez komutanlığı emrine verdim. Yarın sabah orada başlayacaksın” dedi. Ertesi sabah Antep de Kilis yolu üzerinde Ordu caddesindeki Merkez Komutanlığına gittim.As-İz subayı üsteğmen Hakkı Bingöl ile Askeri Mahkeme başkanı Hikmet Hacımirzaoğlu albayım sohbet ediyorlardı.Asteğmen Çapanoğlu diye kendimi tanıtınca Hikmet albayım “Asteğmenim Yozgat’lımısın” dedi.”Evet komutanım”.dedim. “Asteğmenim senin askerliğin bitmez” dedi.”Neden komutanım” diye sorduğumda. Üsteğmene dönerek “Bak birde soruyor Hakkı. Bunun dedeleri benim dedemi Yozgat’a davet etmişler, yemek bile yedirmeden kahvesine zehir koyup öldürmüşler” dedi. Şaşırdım tabi. “Komutanım öyle olsa bile benim ne suçum var” dedim. Güldü “Elbette suçun yok ama bu olay ayniyle vakidir. O zamanlar öyleymiş, bende Keskin Kamanlıyım, otur asteğmenim hoş geldin” dedi. Daha sonra ağabey kardeş gibi olduk. Ben ona sevgi ve saygı oda bana sevgi duydu. Uzun boylu çok değerli bir insandı. Arkadaşları arasındaki lakabı Kaman canavarı imiş. Yıllar sonra İstanbul da ziyaretime geldiğinde dünyalar benim olmuştu. Birkaç gün sonra diğer hâkim Üsteğmen Faik Secer Başaran ile kameriyede sohbet ederken hangi hukuk fakültesinde okuduğunu sordum. Çünkü bana hiç yabancı gelmiyordu. İstanbul Hukukta okudum deyince demek oradan bir aşinalık var dedik. Faik üsteğmen evde resimlere bakarken beni buluyor. Dinarda ilkokul 5.sınıfı beraber okumuşuz. Ertesi gün daha kapıdan girerken “Çapanoğlu bil bakalım biz nereden tanışıyoruz” der demez benim ağzımdan ilkokul 5.sınıf sözü çıktı. Biliyordun da neden söylemedin dedi. Hayır bilmiyordum şimdi siz söylerken birden aklıma geldi dedim. Belki de hissi kabl el vukubulmuştu kimbilir. Faik Üsteğmen 12 Eylül darbesinde İstanbul sıkıyönetim 2 no.lu mahkeme hâkimi idi. Şahsi çabası ile onlarca üniversite öğrencisinin haksız yere gözaltına alınıp mağdur edilmesini önleyen tek Hâkimdi dersem mübalağa etmiş olmam. Kendisi ile hâlâ çok sık görüşürüz. Bu görevde iken Kıbrıs Barış Harekâtı başladı. Zırhlı Tugayda ki 51. ve 52.mekanize piyade taburlarının ismi zaten Kıbrıs Çıkarma Birliği idi. Hemen ilk gün, geceden istasyona gelip hazır bekletilen yük katarına yüklenerek Önce Mersine indiler oradan da Kıbrıs’a çıktılar. O sabah televizyon da Gaziantep den Mersine giden birlikler Kıbrıs’a çıkarma yapıyorlar haberini duyan annemin dizlerinin bağı çözülüyor, olduğu yere çöküp kalıyor bir daha kalkamıyor Yozgat tabiri ile olduğu yerde uğunuyor.. Deyimlerimizdeki dizimin bağı çözüldü buradan geliyor demek ki. Kardeşlerim anneme felç gelebilir korkusu ile sakinleştirmeye çalışıyorlar. Bu kargaşa arasında postane nöbetindeki inzibat eri vasıtasıyla Antep de olduğumu bildiren bir telgraf çektirdim. Telgraf ellerine ulaştığında annem biraz sakinleşiyor zorla da olsa ayağa kalkabiliyor.
Bu anlattıklarım kısaca benimle ve ailemle ilgili ama asıl anlatmak istediğim bu değil. Asıl Bu yükleme sırasında İstasyonda yaşananları size anlatmak istiyordum lafı biraz uzattık.. Mersine intikal edecek tüm subay ve astsubaylar orada birliklerinin başında idiler. Hepside son derece heyecanlı ve gergin bir şekilde silahlarını, araç gereçlerini ve askerlerini katara yüklemeye çalışıyorlardı. Bir yandan eşlerinden çocuklarından ayrılmanın hüznünü, bir yandan da yıllardır başımıza bela olan Kıbrıs Rumlarının hesabını görme mutluluğunu birlikte yaşıyorlardı. Samimi olduğum bazı astsubay arkadaşlar, evleri hemen yakınımızda olduğundan “Teğmenim, hanım ve çocuklar sana emanet” dediklerinde gözyaşlarımı tutamadım. Merkez Komutanlığı arkasında konuşlanmış Keşif Bölüğü komutanı Tank Üsteğmen (ismini hatırlayamadım) yumruğunu sıkıp sallıyor Tugay Komutanımızı kastederek “ Ah be paşam ne olur beni de gönder” diye heyecanlanıyor yerinde duramıyordu. Mehmetçiklerin hâli bambaşka bir manzara idi. Mekanize piyade olduklarından zırhlı piyade taşıyıcısı Kariyer’lerinin kimi üstünde kimi içinde kimi yanında heyecan içindeydiler. İstasyon çevresi mahşer yeri gibiydi. Antep halkı da gelmiş aynı heyecanla ve bazıları da yaşlı gözlerle yüklemeleri seyrediyorlardı. Mehmetçik bu manzara ile daha da moralize olmuş ara sıra kendilerini seyredenlere el sallayıp hadi Kıbrıs’a bir iki, Kıbrıs’a bir iki diye dolmuş çığırtkanlığı yapıyorlardı. Antepliler, heyecan ve telâşe ile akıllarına ne geldiyse, gönüllerinden ne geçti ise alıp gelmişlerdi. Kimi ayran limonata, kimi meyve, kimi taze ekmek, börek çörek, kimi kuru yemiş getirmiş askere ulaştırmaya çalışıyordu.
Beni en çok şaşırtan ve duygulandıran mektup zarfı ve kâğıdı dağıtan bir yaşlı amca oldu. Bunu nasıl akıl etmişti. Şaşkınlığım geçince kim bilir hangi yıllarda nerede askerlik yaptı. Bu kâğıt ve zarf o zaman kim bilir ne kadar önemliydi diye düşündüm. Arada bir kendini tutamayan birisi “yaşayın aslanlar” diye bağırınca bir alkış seli kopuyordu. Sabah erken saatte başlayan yükleme ancak akşamüstü tamamlandı. İki taburun zırhlı araçları, değişik çapta havan topları, onların mühimmatlarının yüklenmesi kolay olmadı. O yıllarda daha FM radyo istasyonları filan yoktu. En güçlü istasyon olan, Ankara radyosunun sesi bile bir gelir bir giderdi. Müzik dinlemek istediğimizde, her dilden 24 saat yayın yapan Beyrut radyosunu veya günde 300 saat yayın yapıyoruz diye övündükleri Cemal Abülnasır’ın Mısır radyolarından Kahire radyosunu dinlerdik. Hatırladığım kadarıyla yayına başlarken bir erkek sesi şöyle anons yapardı. “Cumhuriyet ül Arabiyya vel radyo tül Kahire, esselamü aleyküm”.
Çıkarma günlerinde o zaman 2,5 liraya aldığımız standart marka küçük radyoları kulağımıza yapıştırıp Kıbrıs Bayrak radyosundan haber almaya çalışırdık. Spiker hanımın çıkarma ile ilgi haberleri verirken her on dakikada bir “Burası Bayrak Radyosu, Kıbrıs Türk Mücahit’inin sesi” anonsu tüylerimizi diken diken eder gözlerimiz nemlenirdi.Bayan spiker bu anonsu yaptıktan sonra Rumlara hitaben “Bu bir savaş değil barış harekatıdır,Türk askerine karşı silah kullanmayınız çağrısı yapardı. Ben en çok Rumlara silah bırakması için yaptığı çağrıya başlarken İngilizce yaptığı anonsu severdim. Şöyle idi. “The Radio of Bayrak”. Bir süre sonra Kıbrıs’a ilk giden subay ve ast subaylar eşlerini çocuklarını görmek için izinli olarak geldiler. Kıbrıs’ta yaşadıklarını bizlere anlattılar. Kariyerlerle bir intikal sırasında bölük komutanı üsteğmen(ismini unutmuşum) bulunduğu kariyerin kulesinden emrindeki kariyerleri izliyor. Kendisinden biraz uzaktaki bir Kariyer birden duruyor. Üsteğmen, içinden “Hay Allah arızalandı galiba” diye geçirip üzülürken kariyerin arka kapağı açılıyor. İçinden iki asker iniyor başlıyorlar tarladaki karpuzları içeri atmaya. Üsteğmen panik içinde ama sevgi ile bağırıyor “binin ulan keratalar”.Askerler de cevap veriyorlar “ komutanım valla karpuzlar şahane”.Üsteğmen “Bunlar karpuz toplarken sanmayın ki ortalık sakin, Rumlar gizlendikleri yerlerden tek tük de olsa ateş ediyorlardı, çocuklar bir kör kurşuna kurban gidebilirlerdi” diyor.
Askerlik süremiz 18 ay idi. Bizden önceki dönem asteğmenler iki ay erken terhis oldular. Yani 16 ay askerlik yaptılar. Biz ise Kıbrıs harekâtı dolayısıyla 3 ay daha fazla askerlik yaptık. Yani 21 ay. 18. ayımız bitip de görevimiz devam edince yıldız taktık teğmen olduk. Ben Merkez komutanlığında kendime bir oda ayarlamış yatağımın başucuna da bir EE 8 telefonu çektirmiştim. Gece gündüz hafta sonu hafta başı demeden 24 saat görevimin başında idim. Terhis olup da veda zamanım geldiğinde önce gittim rahmetli Fikret albayımın elini öpüp gözyaşları içinde veda ettim. Sonra Hâkim Albayıma, Faik ve Hakkı üsteğmenime tüm inzibat takımına öpüşerek veda ettim.Hakkı Üsteğmenim bir inzibat takımını otobüs terminaline gönderip tertibat aldırmış. Onlarla da vedalaştıktan sonra otobüse bindim.
Otobüs hareket edince İnzibat takımı hep birden selama durdular.
Adana’ya kadar gözyaşlarımı tutamadım.
23.11.2011
* * * * * *
Çok sevdiğim Vatan gazetesi köşe yazarı Sayın Can Ataklı 17 kasım 2011 günkü köşe yazısında bir okuyucu mektubuna yer vererek şöyle yazıyordu. Sizlerle çok ilginç bir mesajı paylaşmak istiyorum. Önce lütfen bu gencimizin askerlikten ne anladığına bakın. Sonra da yeni gençliğin tek hedefinin para olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum.Bu mesajı okuyunca içimden “Şu bedelliye karar verme yetkisi sadece bende olsa sen nah alırsın” demek geldi. Okuyalım: “Hayırlı günler, Bedelli askerlik tartışıldığı günlerde duyumlara göre 01. 01. 1986 doğumlulardan itibaren bedelli askerlik çıkacakmış. Ben 6. ayın başında doğmuş bulunuyorum, Vatani görevi yapmak çok güzel bir şey ama 5 ay askeriyede taş dizip, manasız çukur kazıp sonra o çukur bir daha kapatmak yerine şirket başında ülkeme döviz kazandırabilmek daha güzel olduğunu düşünüyorum. Sizden istirhamım lütfen 86 doğumluların hepsini kapsasın bu yasa. Bununla ilgili günden yaratılsın. Bu ben ve benim gibi olanlar için ne kadar önemli bir bilseniz, Öyle ki sokakta bazen elinizde sadece otobüse binecek, başka bir şey alamayacak kadar paranız kalır işte o ne kadar değerliyse, bugün bedelli ben ve benim gibi olanlar için değerli”.Sayın Can Ataklıya gönderilen okuyucu mektubu böyle bitiyordu.
Affınıza sığınarak bende kendi askerliğim ile ilgili anılarımdan bir iki pasaj nakletmek istiyorum.
1974 yılında topçu asteğmeni olarak kıta hizmetine gittiğim Gaziantep 5.zırhlı tugay uçaksavar bataryasındaki görevimden, Gaziantep Merkez komutanlığı emrine As-İz subayı olarak görevlendirildim. Kıtadaki hizmetimde hep önemli görevler bana verilirdi. Alay nöbetçi amiri olarak nöbete kaldığım bir gün Tugay nöbetçi amirimiz sevgili Memduh yarbayım toplantıdaki nöbetçi subaylarına görevlerini bildirdikten sonra ben söz alıp “komutanım asteğmenler içinde sadece bana alay nöbetçi amirliği nöbeti yazılıyor ama benim rütbem bazı görevlerimi yapmam da yetersiz kalıyor” diye serzenişte bulunmuştum. Sesini çıkarmadı. Toplantı bitip de herkes çıkarken “Çapanoğlu sen kal” dedi. Sonra bana şöyle söyledi. “Bir daha sakın böyle bir şey söyleme. Askerlikte ben bu görevi yapamıyorum denmez. Görev verilir gücünün yettiğince verilen emri yerine getirmeye çalışırsın. Sen verdiğimiz emirleri layığı ile yapıyorsun. Sabah sporlarında bataryanın başında koştuğunda öbür bölükleri geçerken havaya sıçrayıp bağırıyormuşsun. Biliyorum bölüğünü motive etmek için yapıyorsun ama diğer bölüklerin Üsteğmenleri senden şikâyetçi oldular 2. Ordu komutanı Refik Aktulga Paşanın tugayı koşturduğu 4 km.lik teçhizatlı koşuda birinci geldiğiniz için paşa bir şey demiyor. Bunu da bil. Hadi şimdi görevinin başına” demişti. Kanaatimce aktif bir asteğmen olduğum için bir süre sonra Topçu Alay Komutanım, Cennetmekân Fikret Emiroğlu Albayım bir gün beni çağırdı ve “Seni Merkez komutanlığı emrine verdim. Yarın sabah orada başlayacaksın” dedi. Ertesi sabah Antep de Kilis yolu üzerinde Ordu caddesindeki Merkez Komutanlığına gittim.As-İz subayı üsteğmen Hakkı Bingöl ile Askeri Mahkeme başkanı Hikmet Hacımirzaoğlu albayım sohbet ediyorlardı.Asteğmen Çapanoğlu diye kendimi tanıtınca Hikmet albayım “Asteğmenim Yozgat’lımısın” dedi.”Evet komutanım”.dedim. “Asteğmenim senin askerliğin bitmez” dedi.”Neden komutanım” diye sorduğumda. Üsteğmene dönerek “Bak birde soruyor Hakkı. Bunun dedeleri benim dedemi Yozgat’a davet etmişler, yemek bile yedirmeden kahvesine zehir koyup öldürmüşler” dedi. Şaşırdım tabi. “Komutanım öyle olsa bile benim ne suçum var” dedim. Güldü “Elbette suçun yok ama bu olay ayniyle vakidir. O zamanlar öyleymiş, bende Keskin Kamanlıyım, otur asteğmenim hoş geldin” dedi. Daha sonra ağabey kardeş gibi olduk. Ben ona sevgi ve saygı oda bana sevgi duydu. Uzun boylu çok değerli bir insandı. Arkadaşları arasındaki lakabı Kaman canavarı imiş. Yıllar sonra İstanbul da ziyaretime geldiğinde dünyalar benim olmuştu. Birkaç gün sonra diğer hâkim Üsteğmen Faik Secer Başaran ile kameriyede sohbet ederken hangi hukuk fakültesinde okuduğunu sordum. Çünkü bana hiç yabancı gelmiyordu. İstanbul Hukukta okudum deyince demek oradan bir aşinalık var dedik. Faik üsteğmen evde resimlere bakarken beni buluyor. Dinarda ilkokul 5.sınıfı beraber okumuşuz. Ertesi gün daha kapıdan girerken “Çapanoğlu bil bakalım biz nereden tanışıyoruz” der demez benim ağzımdan ilkokul 5.sınıf sözü çıktı. Biliyordun da neden söylemedin dedi. Hayır bilmiyordum şimdi siz söylerken birden aklıma geldi dedim. Belki de hissi kabl el vukubulmuştu kimbilir. Faik Üsteğmen 12 Eylül darbesinde İstanbul sıkıyönetim 2 no.lu mahkeme hâkimi idi. Şahsi çabası ile onlarca üniversite öğrencisinin haksız yere gözaltına alınıp mağdur edilmesini önleyen tek Hâkimdi dersem mübalağa etmiş olmam. Kendisi ile hâlâ çok sık görüşürüz. Bu görevde iken Kıbrıs Barış Harekâtı başladı. Zırhlı Tugayda ki 51. ve 52.mekanize piyade taburlarının ismi zaten Kıbrıs Çıkarma Birliği idi. Hemen ilk gün, geceden istasyona gelip hazır bekletilen yük katarına yüklenerek Önce Mersine indiler oradan da Kıbrıs’a çıktılar. O sabah televizyon da Gaziantep den Mersine giden birlikler Kıbrıs’a çıkarma yapıyorlar haberini duyan annemin dizlerinin bağı çözülüyor, olduğu yere çöküp kalıyor bir daha kalkamıyor Yozgat tabiri ile olduğu yerde uğunuyor.. Deyimlerimizdeki dizimin bağı çözüldü buradan geliyor demek ki. Kardeşlerim anneme felç gelebilir korkusu ile sakinleştirmeye çalışıyorlar. Bu kargaşa arasında postane nöbetindeki inzibat eri vasıtasıyla Antep de olduğumu bildiren bir telgraf çektirdim. Telgraf ellerine ulaştığında annem biraz sakinleşiyor zorla da olsa ayağa kalkabiliyor.
Bu anlattıklarım kısaca benimle ve ailemle ilgili ama asıl anlatmak istediğim bu değil. Asıl Bu yükleme sırasında İstasyonda yaşananları size anlatmak istiyordum lafı biraz uzattık.. Mersine intikal edecek tüm subay ve astsubaylar orada birliklerinin başında idiler. Hepside son derece heyecanlı ve gergin bir şekilde silahlarını, araç gereçlerini ve askerlerini katara yüklemeye çalışıyorlardı. Bir yandan eşlerinden çocuklarından ayrılmanın hüznünü, bir yandan da yıllardır başımıza bela olan Kıbrıs Rumlarının hesabını görme mutluluğunu birlikte yaşıyorlardı. Samimi olduğum bazı astsubay arkadaşlar, evleri hemen yakınımızda olduğundan “Teğmenim, hanım ve çocuklar sana emanet” dediklerinde gözyaşlarımı tutamadım. Merkez Komutanlığı arkasında konuşlanmış Keşif Bölüğü komutanı Tank Üsteğmen (ismini hatırlayamadım) yumruğunu sıkıp sallıyor Tugay Komutanımızı kastederek “ Ah be paşam ne olur beni de gönder” diye heyecanlanıyor yerinde duramıyordu. Mehmetçiklerin hâli bambaşka bir manzara idi. Mekanize piyade olduklarından zırhlı piyade taşıyıcısı Kariyer’lerinin kimi üstünde kimi içinde kimi yanında heyecan içindeydiler. İstasyon çevresi mahşer yeri gibiydi. Antep halkı da gelmiş aynı heyecanla ve bazıları da yaşlı gözlerle yüklemeleri seyrediyorlardı. Mehmetçik bu manzara ile daha da moralize olmuş ara sıra kendilerini seyredenlere el sallayıp hadi Kıbrıs’a bir iki, Kıbrıs’a bir iki diye dolmuş çığırtkanlığı yapıyorlardı. Antepliler, heyecan ve telâşe ile akıllarına ne geldiyse, gönüllerinden ne geçti ise alıp gelmişlerdi. Kimi ayran limonata, kimi meyve, kimi taze ekmek, börek çörek, kimi kuru yemiş getirmiş askere ulaştırmaya çalışıyordu.
Beni en çok şaşırtan ve duygulandıran mektup zarfı ve kâğıdı dağıtan bir yaşlı amca oldu. Bunu nasıl akıl etmişti. Şaşkınlığım geçince kim bilir hangi yıllarda nerede askerlik yaptı. Bu kâğıt ve zarf o zaman kim bilir ne kadar önemliydi diye düşündüm. Arada bir kendini tutamayan birisi “yaşayın aslanlar” diye bağırınca bir alkış seli kopuyordu. Sabah erken saatte başlayan yükleme ancak akşamüstü tamamlandı. İki taburun zırhlı araçları, değişik çapta havan topları, onların mühimmatlarının yüklenmesi kolay olmadı. O yıllarda daha FM radyo istasyonları filan yoktu. En güçlü istasyon olan, Ankara radyosunun sesi bile bir gelir bir giderdi. Müzik dinlemek istediğimizde, her dilden 24 saat yayın yapan Beyrut radyosunu veya günde 300 saat yayın yapıyoruz diye övündükleri Cemal Abülnasır’ın Mısır radyolarından Kahire radyosunu dinlerdik. Hatırladığım kadarıyla yayına başlarken bir erkek sesi şöyle anons yapardı. “Cumhuriyet ül Arabiyya vel radyo tül Kahire, esselamü aleyküm”.
Çıkarma günlerinde o zaman 2,5 liraya aldığımız standart marka küçük radyoları kulağımıza yapıştırıp Kıbrıs Bayrak radyosundan haber almaya çalışırdık. Spiker hanımın çıkarma ile ilgi haberleri verirken her on dakikada bir “Burası Bayrak Radyosu, Kıbrıs Türk Mücahit’inin sesi” anonsu tüylerimizi diken diken eder gözlerimiz nemlenirdi.Bayan spiker bu anonsu yaptıktan sonra Rumlara hitaben “Bu bir savaş değil barış harekatıdır,Türk askerine karşı silah kullanmayınız çağrısı yapardı. Ben en çok Rumlara silah bırakması için yaptığı çağrıya başlarken İngilizce yaptığı anonsu severdim. Şöyle idi. “The Radio of Bayrak”. Bir süre sonra Kıbrıs’a ilk giden subay ve ast subaylar eşlerini çocuklarını görmek için izinli olarak geldiler. Kıbrıs’ta yaşadıklarını bizlere anlattılar. Kariyerlerle bir intikal sırasında bölük komutanı üsteğmen(ismini unutmuşum) bulunduğu kariyerin kulesinden emrindeki kariyerleri izliyor. Kendisinden biraz uzaktaki bir Kariyer birden duruyor. Üsteğmen, içinden “Hay Allah arızalandı galiba” diye geçirip üzülürken kariyerin arka kapağı açılıyor. İçinden iki asker iniyor başlıyorlar tarladaki karpuzları içeri atmaya. Üsteğmen panik içinde ama sevgi ile bağırıyor “binin ulan keratalar”.Askerler de cevap veriyorlar “ komutanım valla karpuzlar şahane”.Üsteğmen “Bunlar karpuz toplarken sanmayın ki ortalık sakin, Rumlar gizlendikleri yerlerden tek tük de olsa ateş ediyorlardı, çocuklar bir kör kurşuna kurban gidebilirlerdi” diyor.
Askerlik süremiz 18 ay idi. Bizden önceki dönem asteğmenler iki ay erken terhis oldular. Yani 16 ay askerlik yaptılar. Biz ise Kıbrıs harekâtı dolayısıyla 3 ay daha fazla askerlik yaptık. Yani 21 ay. 18. ayımız bitip de görevimiz devam edince yıldız taktık teğmen olduk. Ben Merkez komutanlığında kendime bir oda ayarlamış yatağımın başucuna da bir EE 8 telefonu çektirmiştim. Gece gündüz hafta sonu hafta başı demeden 24 saat görevimin başında idim. Terhis olup da veda zamanım geldiğinde önce gittim rahmetli Fikret albayımın elini öpüp gözyaşları içinde veda ettim. Sonra Hâkim Albayıma, Faik ve Hakkı üsteğmenime tüm inzibat takımına öpüşerek veda ettim.Hakkı Üsteğmenim bir inzibat takımını otobüs terminaline gönderip tertibat aldırmış. Onlarla da vedalaştıktan sonra otobüse bindim.
Otobüs hareket edince İnzibat takımı hep birden selama durdular.
Adana’ya kadar gözyaşlarımı tutamadım.
23.11.2011
23.11.2011
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
Nihat
27.11.2011 15:24:00kıbrıs harekatı başladığında yazınızda bahsettiğiniz gibi bütün erler kıbrısta gitmek istemişti.şimdi düşünüyorum da hadi suriyeye savaşa gidelim desek acaba gönüllü olarak kaç kişi çıkar? askerliğe de ayırımcılık geldi.çok tehlikeli bi durum doğdu.yazık türkiyeye..saygılar..
Halim
25.11.2011 10:12:00Kıbrıs barış harekatının yapıldığı tarihlerde ben de vatani görevimi yapıyordum.yazınızı okuyunca hatıralarım canlandı.o günleri tekrar yaşadım ..vatan aşkının tutuştuğu o günlerin heyecanını yaşamak için asker olmak gerekiyordu.şimdi ne yazıkki paralı çocuklar o kutsal heyecanlardan mahrum olacaklar.
davut
24.11.2011 00:05:00çok anlamlı bir yazı yazmışsınız.gerçi anlayana sivri sinek saz,anlamayana davul zurna az..nerden nereye geldik.askerlik parasızların sırtına kaldı.yazıklar olsun.