Önceki yazıda sergiden çıktıktan sonra aracımızı almak için İrem kardeşimin eski oturduğu sitenin oto parkına gittik demiştim. Oradan çıkıp, 1959-1962 yıllarında bulunduğumuz Anasya Şehirüstü mahallesinin Amasya'yı kuşbakışı gören Çeribaşı çıkmaz sokağının güzel çocuğu, komşumuz, kardeşimiz Öner İleri ile Çay yolunda buluştuk. Öner, Kimya fakültesinden mezun olduktan sonra Karabük Demir Çelik fabrikasının kok üretim tesislerinde başmühendis oluyor ve oradan emekli olduktan sonra da Ankara'ya yerleşiyor. Eşimin de bazılarını tanıdığı Amasya daki kız ve erkek arkadaşlarımızı andığımız çok duygusal ama çok zevk aldığımız uzun birr sohbetimiz oldu. Kendimi tutamadım bir kaç kere sıkı sıkı sarıldım. İmkân olsa içime sokacaktım Öner'i. Zaman zaman eşim ve İrem kardeşim de katıldılaR sohbetimize. Her ikisi de Öneri çok sevdiler veda ettikten sonra da onun hakkında güzel şeyler söylediler. Pazartesi gezimizi böyle sonlandırıp İrem kardeşimizin müze evine attık kendimizi.
Değerli okurlar, televizyonun youtube kanalında Ulucanlar ceza evi ile ilgili olarak çok video seyretmiştim ama yinede binayı yakından görmek ve içinde dolaşmak istiyordum. Salı günü cezaevine sabah erken saatlerde gittik, bizden başka kimsecik yoktu. Ceza evi hakkında ön bilgim olduğu için kendimce önemli gördüğüm yerlerde rahatça bol bol fotoğraf çektim. İki malta yeri ve bunların duvarlarına burada kalanların büyükçe siyah beyaz fotoğrafları asılmıştı. Bu fotoğraflar insan da onlarla konuşma bir el sıkışma bir hatır sorma arzusu uyandırıyor. Darağacının bulunduğu yerde çok yaşlı ve çok uzun bir kavak ağacı var. Onu yerden tepesine bir bütün olarak çekmek için biraz uğraştım. Ağzı dili olsa neler anlatırdı kim bilir. Çünkü nöbetçi infaz savcısı gibi bütün idamlarda hazır bulunmuştu. İdam sehpası (darağacı) nın direkleri bina restore edilirken çatı arasında bulunmuş tesadüfen. Bu direklerde kavak ağacı gibi, bütün idamların şahidiydiler. 10 yıl önce proje koordinatörü olarak cezaevinin müzeye çevrilmesinde görev almış olan Ulucanlar Cezaevi Müzesi sorumlusu Zübeyde Uzunoğlu “Elimizden geldiği kadarıyla eski halini korumaya çalıştık. Bu tadilat sırasında beni en çok etkileyen darağacının bulunmasıydı. Çatı tadilatı sırasında inşaat devam ederken bir gün şantiye şefi Suat Bey geldi ve bana çatı arasında bir şey var olduğunu belirtti. Onu çatıdan çıkardığımızda ise orijinal cezaevinde kullanılan darağacı olduğunu anladık. Darağacının ipiyle birlikte serginin bir parçası olarak müzede sergilenmesini uygun gördük "diyor.
Müzeyi gezerken düşünüyorum, kendilerini vatanın bekasına adadıklarını bildiğimiz ya da öyle sandığımız o albaylar, yarbaylar, paşalar nasıl olurda bu vatanın bağımsızlığı için her şeylerinden vazgeçen bu pırıl pırıl gençlerin, siyaset insanlarının, yazarının, çizerinin öldürülmelerinde katkıda bulunurlar. Yassıada'nın mahkeme başkanı Salim Başol'un, Menderes ve ailesi ile yakışıksız fotoğraflar çektiren Yassıada komutanı Albay Tarık Güryay'ın, Denizlerin Hakimi( ki kendisi de yemek yerken soluk borunsa kaçan lokma yüzünden boğularak ölen) Tuğgeneral Ali Elverdi'nin ve pırıl pırıl gençlerin idam karlarının onayı için ellerini kaldıran milletvekillerinin hiç mi vicdanları sızlamadı.
Sıra hücrelerin olduğu ve gizlenen hoparlörlerden dayak yiyen ve işkence görenlerin seslerinin (mizansen) yayınlandığı koridorda video kaydı yapmaya gelmişti. Tam koridora girip pozisyon almıştım ki arkamda beliren bir kalabalık beni de iterek koridora daldılar. Koridor bir anda nereden çıktıkları belli olmayan kızlı erkekli gençlerle doldu. Anladım ki bir okulun öğrencileri müzeyi gezmeye gelmişler… Kızlar çoğunluktaydılar. İki kişinin yan yana yürüyemeyeceği dar koridor kıkırdayıp itişip kakışan kızlar ve gülüp şakalaşan erkek öğrencilerle doldu. Onların gürültüsünden hoparlörlerden yayınlanan işkence sesleri de duyulmuyordu. Ceza evi görevlilerinin hücredeki mahkûmu görmek için üzerinde küçücük bir cam olan ve sadece bir tanesi ışıklandırılmış diğerleri karanlık hücrelerin kilitli kapılarının önünde ısrarla içerisini görme içgüdüsü ile kuyruk oldular. Bu hücrelerin penceresi yok, içerisi karanlık. Sadece kapıların üzerindeki 10x10 cm. genişliğindeki camdan ışık alıyor. Koridor tamamen boşalana kadar epey bir süre bekledim. Onlar çıktılar ben de çekimlerimi yapa bildim. Diğer koğuşlarda da yine dolu dolu onlar vardı ama bulundukları yerde vaktiyle tutıklu ve makum olarak kalmış Cüneyt Arcayürek, Mahmut Alınak, Fakir Baykurt, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Bülent Ecevit, Yılmaz Güney, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Yavuz Öbekci, Selim Sadak, Sırrı Sakık, Kemal Tahir, Metin Toker, Muhsin Yazıcıoğlu ve Leyla Zana gibi çok sayıda ünlünün kim oldukları hakkında yeterli bilgileri olduğunu sanmıyorum.
Dayanamadım, hangi okulun öğrencisisiniz diye sordum, söylediler( okulun ismi bende saklı) . Sizi öğretmenleriniz mi getirdi dedim, evet dediler ama öğretmenlerini göremedim. Geldikleri gibi gülüşerek, eğlenerek, şakalaşarak çıkıp gittiler. İki eli cebinde 50 yaşlarında bir adam ben nereye gidersem o da benimle geliyor önümde dolaşıyordu. Fotoğraf çekeceğim o da görüntüde olacak. Eşim bile arkamda dururken bu herif iki eli cebinde neye bakacağını bilmeden öyle (affedersiniz yazmak zorundayım melül melül) sağa sola bakınıyor. Dayanamadım " birader, peşime takıldın geliyorsun, görüyorsun fotoğraf çekiyorum bari arkamda dur da bende rahatça çekeyim" dedim. Ondan sonra da bir daha görmedim sanırım utandı çıkıp gitti.
Onlar geldikleri gibi gittiler ama o günleri yaşayan ve bir nebze de o baskı rejiminden bir aylık bir gözaltı süresi ile nasibini almış biri olarak tasası bana kaldı. O öğretmenlere sormak isterdim:
1- O lise öğrencilerini Ulucanlar cezaevine ne maksatla götürdünüz? Ben o yaştaki öğrencilerin oraya götürülmelerini uygun görmedim. Siz neden uygun gördünüz.?
2- Hadi götürdünüz, o gençlere bu cezaevi hakkında ne ve nasıl bilgiler verdiniz? Bilgi çağında olduğumuz bu devirde bu gençler hiç mi kitap okumaz televizyonda bilgi kanalları izlemez, bir gece önceden internette bir araştırma yapmaz. Hadi burada hapis yatan işkence gören ünlülerden haberleri yok diyelim her yıl ölüm yıldönümlerinde anılan üç fidandan da mı haberleri yok yahu. Gittiklerin nasıl bir yer olduğu hakkında kısa bir bilgi vererek en azından sessiz sakin ve hatta vakurlu olmalarını tembih etmediniz mi? Aksi davranışların bu vatan için canlarını ortaya koyan bu vatan evlatlarının hem hatıralarına hakaret, hem de rahmetli olanların ruhlarını muazzep etmek olacağını tembihlemediniz mi?
3- Yukarda isimlerini yazdığım ünlülerin koğuşlarda yattıkları karyolaların ayakuçlarında fotoğrafları ve haklarında ki bilgileri okumak, aynı karyolada yatmayı düşünmek bile saatler alırken koğuş kapısından öylesine bir göz atıp kapı önünde izdiham yaratmalarından haberiniz oldu mu?
4- Allah aşkına, sizin bu çocuklarla ne işiniz vardı orada. Milli eğitimin bu geziden haberi var mıydı? O günleri yaşamış bir vatandaş olarak merak ediyorum.
Ukucanlar ceza evi hakkındaki yorumum: Youtube da seyrettiğim gerek TRT. nin (ki en çok onu beğendim) gerek başka yapımcıların hazırladığı sunumlar karşılaştığım manzaradan çok daha güzel daha bilgilendiriciymiş. 1925 yılında ceza evi olarak açılan bina, 1 Temmuz 2006 yılında kapatılmış. "Tarihe tanıklık eden", Türk siyasi ve edebi hayatında da önemli bir yere sahip olan Ulucanlar cezaevi müzesi, sanki kaderine terk edilmiş sanki tarihe tanıklık etmesi istenmiyormuş gibi geldi bana. Üzülerek ayrıldık. (Devam edecek)