. . .
[Arkadaşlar kendi aramızda kim çok tavaf yapacak diye, yarış halinde tavaflar yapıyorduk. Tavafta bir zat gördüm. Devamlı oradaydı. Günün herhangi bir saatinde, ne vakit Kâbe’yi tavaf için kalabalığa karışsam önümde orta boylu, nur simalı o zâtı görüyordum. Bir türlü ondan önce tavaf yapamadım. Bunun üzerine ben, o zâtın kim ve nereli olduğunu merak etmeye başladım. Yabancı zannettiğim, ülkesini ve dilini bilmediğim biriyle anlaşamayacağımı düşünerek, sormaktan ve konuşmaktan çekindim, soramadım. O sene hacda olan Mehmet Zait Kotku hazretlerine bunun hikmetini sormaya karar verdim ve gidip ona sordum. Bana, “Sor bakalım ne yer ne içermiş?” dedi. Ben bu durumu birlikte olduğumuz Konyalı arkadaşlara açıkladığımda, bana, “Sorup da ne yapacaksın. Âlemin bedevisi seni nerden anlayacak, kim bilir hangi millettendir. Senin Türkçeni kim anlayacak” diye bana itiraz ettiler. Bunun üzerine, bende tek başıma tekrar tavaf mahalline gittim. Baktım ki o zât yine orada. Gayret edip arkasından ona yaklaşmak üzereyken, arkaya döndü ve gülümseyerek elimden tuttu, bana doğru eğilerek “Zemzem yer, zemzem içerim” dedi. Kendisini her gün tavafta gördüğümü, nereli ve kim olduğunu merak ettiğimi söyledim. Yozgatlı olduğunu, Ahmet Ergin [Efendi] dediklerini söyledi].

Değerli okurlar, bu yazımda size yine bir kitaptan bahsedeceğim. Kitabın ismi “GÖNÜL UFKUNDA BİR ŞEYH, BİR ŞEYHZADE”. Yazarı, Yozgat’ımızın canlı tarihi Dr. Ali Şakir Ergin Hocam. Yüksek tahsilini,
Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Kürsüsünde tamamladı. Doktorasını da aynı kürsüde yaptı. Yirmi yıla yakın, yurt içinde ve dışında çeşitli Üniversitelerde çalıştı. Bir dönem (1987-1991 arası) Milletvekili oldu. 1992 yılında siyasetten çekildi. Memleketi olan Yozgat’a yerleşti. Halen Yozgat’ın tarihi ve kültürü ile ilgili çalışmalar yapmaktadır.

Ailesi Horasan taraflarından Anadolu’ya göç eden Oğuz Boyundan olan Şeyhzade Ahmet Şevki Ergin Hocaefendi’nin bir asra yakın (doksan beş yıllık) ömründe, yaşadığı devirleri ve görüp anlamaya-hazmetmeye çalıştığı olayları Ali Şakir Ergin Hocam, özenle biriktirdiği belge ve bilgiler ile anılarını da ekleyerek özenle ve çok akıcı bir ifade ile kaleme almış. Kolayca okunuyor.

Kitabın tanıtımına müsaadenizle Prof. Ahmet Yaşar Ocak Hocamızın yazısından başlayacağım. Ahmet Yaşar Ocak Hocamızın uzun takdim yazısında, Osmanlı Devleti hakkındaki şu cümlesi dikkatimizi çekiyor; “Osmanlılar, Altı asırdan fazla devam eden varlığıyla Orta Doğu ve Balkanlar’da önemli bir siyasi istikrar unsuru oldu. Hâkimiyeti altındaki toplumlar bu uzun asırlar boyunca Pax Ottomanica (Osmanlı Barışı) denilen bir düzen içinde, bir arada yaşatmanın ötesinde, idari, ilmi, edebi, mimari ve güzel sanatlar alanında orijinal ve parlak bir varlık ortaya koydu”.

Yaşar Ocak Hocam Türkiye’nin siyasi, içtimai ve kültürel hayatında 1950 lerden beri yaşanan ilerici-gerici kutuplaşmasına da dikkat çektikten sonra uzun yazısını şöyle bağlıyor. “ İşte bu satırlara konu olan Şeyhzâde Ahmet Şevki Ergin son Osmanlı bakıyyesi taşra uleması ve sufiyyesinden sadece biri idi. O her iki sıfatı da kendinde toplamış, gerek ilmi, gerekse takvası ve ahlaki faziletleri ile memleketinde bu mühim tarihi misyonu ifa etmeğe çalışan bir “isimsiz son Osmanlı” idi diyor.
Değerli Prof. Ahmet Yaşar Ocak Hocam kitabın sonundaki uzun yazısını da şöyle bitiriyor. “Şeyhzade Ahmet Şevki Ergin Beyefendi, Yozgat kasabasının şahsiyetiyle özdeşleşmiştir. Yozgatlı demek, Şeyhzade Ahmet Beyefendi demektir.” Çok güzel ve yerinde bir tespit. Kitabı okuduğunuzda muhtelif şehirlerde birbirlerini ilk defa gören ister yüksek mevkide, ister esnaftan, ister seyyah olsun muhtelif insanların Yozgat ismini duyduklarında büyük bir saygı ile Şeyhzade Ahmet Efendi Hoca’dan bir haber alabilmek, ona sevgi ve saygılarını iletmek için nasıl çaba sarf ettiklerini sizde fark edeceksiniz
Dr. Ali Şakir Ergin Hocam, kitabının birinci bölümünde önce Şeyhzade Ahmet Efendi’nin çocukluğundan itibaren maceralı tahsil hayatı, ilk memuriyet yıllardan itibaren yetişmesinde çok büyük emeği olan ve Çapanoğullarının Yozgat’ta kurdukları, Prof. Dr. M. Öcal Oğuz Hocam’ın da Bozok Üniversitesi’nin kuruluş tarihi buradan başlatılmalı dediği, Demirli Medrese’de Cumhuriyet’ten önce ve sonra hocalık yapan manevî mürşidi Dedikhasanlı Şakir Efendiyi, arkasından da son hocası, Mürşid-i Kâmil Mustafa Hulûsi Efendiyi tanıtıyor.

İkinci bölümde, Ahmet Şevki Ergin Hoca’nın aile çevresi, çocukluk yılları, tahsil hayatı, gerçekleşmeyen Kahire hülyası, yeni Türk alfabesini öğrenmek için kursa gidişi, evlenmesi, köy muallimliği, köyün hem muallimi hem hocası olması, Şakir Efendi ile müşerref olması, Gezici Başöğretmenliği, İmam-Hatip Okulu öğretmenliği, 1950 lerde önce kendine gelen mektupların damgalı ve damgasız pullarını çıkararak, sonra PTT’nin çıkardığı pulları biriktirerek pul koleksiyonu yaptığı gibi birçok olay ve anı ile Hocaefendi’nin vefatı ve cenazesinin kaldırılması ve tedfini anlatılıyor.

Bu bölümde, cenazedeki izdihamdan ve bilhassa gurbette olup da Şeyhzadeler Türbesini ziyaret şansı olmayanlar için türbeden güzel fotoğraflar var. Çok hoşuma giden ibret verici bir anısını sizinle paylaşmak istiyorum.

“Şeyhzade Ahmet Şevki Ergin Efendi, Gezici Başöğretmenliği sırasında at beslemiş olduğundan iyi bir at binicisi imiş. Bu merakından dolayı yarış atı cinsinden iyi bir at alır. Hocası cennetmekân Şakir Efendi’yi ziyarete gider. Hocaefendi’nin “Oğlum Ahmet iyi bir at satın almışsın. Atın iyisi üzerindeki binicisine gurur ve kibir verir. Bu at sana yaramaz. Çıkar onu elinden” deyince yüksek bir bedelle aldığı yarış atını kardeşine verir”.

1992 yılında Özel Ergin Koleji temel atma töreninde irticalen yaptığı konuşmasında şöyle söylüyor; “İnsan yaratığı için hayatta en üstün varlık ancak bilgiye dayanır. Rabbimizin, Peygamberimize ilk emri “oku” olmuştur. Türk milleti asırlarca okumanın ve okutmanın kıymetini bilmiş, okumuş, yetişen yeni nesillerini okutmuş ve bu sayede dünya üzerinde şeref ve şan sahibi olarak yaşamıştır. Bunun içindir ki, bir ailenin çocuklarına karşı ilk görevi onları okutmak ve yetiştirmektir. Son görevi de, sonraki nesillere bırakacağı en güzel miras da onları bilgili olarak yetiştirmesi olacaktır.”

Üçüncü Bölümde, Hocaefendi’nin Ahlâkı ve tasavvuf anlayışı anlatılıyor. Bu bölümde “Tefrikayı Şiddetle Reddederdi “ başlıklı bir bahis var ki sanki bu günler için yazılmış. Hocaefendi; “önüne gelen her ferdi, mahalle spor kulüplerine ya da kendi gizli derneklerine üye kaydeder gibi adam toplayanları hiç hoş karşılamazdı. Bunlar arasında İslam dinini en güzel kendilerinin yaşayıp, kendilerinin temsil ettiğini söyleyerek Müslümanları biz ve diğerleri diye İslam’ın birleştirici ve kucaklayıp bütünleyici temel esasından uzaklaştırarak tarikat faaliyetleri gösteren, tefrika çıkaran cemaat liderleri ve cemaat mensuplarının mevcudiyetinden haberdar oldukça çok hayıflanır, böyle durumlardaki üzüntüsünü de konuşmalarında dile getirirdi” ifadelerinin ne kadar keskin bir öngörü olduğu şimdilerde daha iyi anlaşılmaktadır.

Kitabın dördüncü bölümünde, Yaptığı Hac ve Umre ziyaretleri ile diğer bazı ziyaretleri anlatılmış. İlk Hacca gidişinin olağanüstü hikâyesini okumak gerek. Tahmin edeceğiniz gibi bu bölümde Hac ve Umre ziyaretleri ile Kastamonu’ya yaptığı ziyaret ile ilgili anılar var.
Beşinci bölüm vasiyet ve mektuplar bölümü. Osmanlıca yani eski harflerle kendi el yazısı ile yazılmış ilk vasiyetme’sinin fotoğrafını görüyoruz. Kitapta hem orijinal Osmanlıcaları hem de Türkçe okunuşları yayınlanan 7 adet mektuptan, oğlu Ali Şakir Ergin Hocama gönderdiği bir mektubundaki şu paragrafı da de sizlerle paylaşmak istedim. [Kaide-i Külliye; “Ne bir şeye fazla sevinmek ve ne de fazla üzülmek doğru değildir.” Nasibinizde ne varsa karşınıza da o çıkacaktır. Elverir ki, Hakka karşı şükür vazifemizi yapmaya çalışalım. Vazifemiz bizden üstün olanlara gıpta ederek çalışmak ve maddi manevi bizden az olanları da görerek Hakka daima şükretmektir. Hiçbir hadise karşısında üzülmemektir.]
Peygamber Efendimizin “Seyahat ediniz, sıhhat bulursunuz” Hadis-i Şerifinde buyurduğu gibi seyahati çok seven Ahmet Şevki Ergin Hoca Efendi, ömrünün sonlarında, rahatsız olup yatağa bağlı kaldığı günlerde, kalkıp yürümeye takati olmadığının farkına varınca Çamlık’ın tepesindeki yüce çam ağaçlarını süzerek oraya gidemememin hüzün ve hasretiyle şöyle söyler;
Ey gönül, git atıl çamlıkların âgûş-i tenhâisine,
Arz-ı hal eyle Hâlık’ına sen söyle, kuşlar dinlesin.


Ey gönül git atıl çamlıkların tenha kucağına
Halini arz et yaratanına, sen söyle kuşlar dinlesin
. . .
Vaktiyle bir yerde bir yazı okumuştum. Yazının konusu Nebi kimdir Veli Kimdir idi. Bu yazıdan kısaca aklımda kalan şuydu; Nebi, yani peygamberler kendilerine tebliğ edilen bilgileri insanlara tebliğ etmesi emredilen kişilerdi. Veliler ise kendilerine verilmesi uygun görülen bazı bilgileri tebliğ etmesi emredilmeyen ama bu bilgileri insanları irşat etmek için kullanması gereken mürşit kişilerdi. Hacıbektaş Veli Hazretleri, Hacı Bayram Veli Hazretleri, Mevlana Hazretleri, Taptuk Emre ve Yunus gibi. Nedense Veli dendiğinde hep bu kişiler akla gelir.

Hâlbuki bu kitapta adı geçen, geçmeyen Hocaefendiler de karanlık gecelere yön veren yıldızlar gibi, Anadolu’nun dört bir bucağında, köy kasaba demeden her yerde otağ kurmuşlar, yerleştikleri çorak arazi çevresinde cahil halkı terbiye ve tenvir ederek, bunlar arasından nice olgun, kâmil insanlar yetiştirmişlerdir. Bunlar, Hak ve halk dostu Anadolu’nun mümtaz Velîleri’dirler.
Yüce Mevlâ’nın Rahmeti onlara, onların da himmet ve desteği hepimize olsun değerli okuyucularım.

18.02.2014
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ