Değerli okurlar, Bu yazımda yine bir başucu kitabını tanıtmaya çalışacağım. Efeler hakkında büyük bir birikimi olan değerli araştırmacı şair ve yazar Sayın Etem Oruçun bu kitabında Milli Mücadele sırasında, Aydın ve havalisini Yunan askerlerine karşı önce kızanları ile sonra da düzenli orduya katılarak savunan, bu arada Anadoluda çıkan iç isyanları bastıran Efelerimizin göz yaşartan maceralarını okurken, Mustafa Kemal Paşa ile yazışmaları da eminim sizi duygulandıracaktır.
Milis Albay Demirci Mehmet Efe anlatıyor;
O zamanlar karargâhım Köşkte (kasaba) idi. Bir gün karargâhta oturuyordum. Uzaktan iki atlı göründü. Kızanlarla bir şeyler konuştular. Nöbetçiler yol verince yanıma geldiler. Biri Forbes Kumpanyası memurlarından Kosti, diğeri de Yunan subayıydı. Heybelerinde pahalı içkiler, reçeller, güzel yiyecekler vardı. Lafı uzatmadan sordum;Buraya gelmekteki asıl amacınızı söyleyin dedim. Bana güya Yunan kralından mektup getirmişler. Hediyeleri de ortaya serdiler. Subay olan söze başladı;
Efe!... size büyük kralımızın selamını ve sevgilerini getirdim. Başkumandanımızın da hayranlığını bildiririm. Eğer Yunan tarafına geçerseniz, size general rütbesi verilecek. Kralımızın en yüksek nişanları ile de onurlandırılacaksınız.
Buna benzer sözleri daha önce Çerkez Ethemden de duymuş ve ona da, Ben bir Türküm, Yunanlılar safına asla geçmem! demiştim. Yunanlı komutanın sözlerini duyunca başımdan kaynar sular döküldü. Elçi olmasalar kafalarına birer kurşun sıkıp çakallara yem olarak atacaktım. Masaya bir yumruk vurdum, ayağa kalkarak bağırdım.
Siz bu sözleri hangi cesaretle söyleyebiliyorsunuz. Ben bir Türküm. Osmanlı Devletini bile tanımıyorum. Yunanistanı da kralınızı da komutanınızı da asla tanımam. Komutanınıza şu sözlerimi iletin. Bu mazlum halka eziyet etmeyiniz. Eğer ederseniz tepkimiz çok şiddetli ve çetin olacaktır. Türkler henüz ölmemiştir ve ölmeyecektir! dedim. Bu sözleri duyunca kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp gittiler.
Sıcak bir yaz günü Dualar köyünde ağaçların gölgesinde oturuyoruz. Ağaçların dalları arasından küçük ışıklar süzülüyor. Biz de kara kara düşünüyoruz. Birisi geliyor dediler. Yanımıza geldi kendini tanıttı. Kendisini Nazilli jandarma komutanı Arap Yüzbaşı Nuri Bey ve Hacı Süleyman Efendinin gönderdiğini söyledi. Elindeki mektupta Demirci Mehmet Efe, Yunan topraklarımıza girdi. Halkın ırzı namusu kalmadı. Yurt savunmasına katılarak suçlarını temizle! diyordu. Ben de katılmak istiyorum ama ya bir kalleşlik yaparlarsa diye çekiniyorum. Hacı Süleyman Efendi, oğlunu yanıma rehin bırakırsa gelirim diye haber yolladım. Ben kabul olacağını sanmıyordum. Aradan bir gün geçti geçmedi, önceki elçi Hacı Süleyman Efendinin oğlunu elinden tutarak yanımıza getirdi. İnsanın çocuğundan değerli neyi olabilir ki? Nuri Yüzbaşıyla görüştüm. Seksen adamımla Köşk cephesine katıldım. Ege bölgesi Kuvayı Milliye Komutanı oldum.
.
Sökeli Ali Efe ve adamları 7 Temmuz 1920ye kadar Yunanlılarla işbirliği yapan Rumları tene bindirerek Eğirdire yola çıkardılar. Rumlardan birisi Sökeli Ali Efeye Zengin Rumlar Denizlinin ileri gelenlerinin evlerinde, gidip onları alsanız ya yüreğiniz varsa Yoksullarla uğraşmak kolay demiş. Sökeli adamlarıyla araştırırınca söylenenin doğru olduğunu görmüş. Rumlarla işbirliği içinde bulunan Albay Tevfik Bey bana gönderdiği telgrafta, Burada bulunan zeybekler halkın malına, ırzına tecavüz ediyorlar, bir olay çıkmadan gerekli önlemleri alın diyordu. Bunun üzerine Sökeli Ali Efeyi telgraf başına çağırarak sordum. Çok sinirliydim. Hemen trenle Goncalıya gel dedim.
Sonradan öğrendiğime göre Sökeli Ali Efe ve arkadaşları Goncalıya dönecekleri sırada Albay Tevfik Bey zeybeklerin ellerindeki silahları istemiş. Siz Demirci Mehmet Efeden alırsınız. Bunlar bize lazım olacak demiş. Efeler, Türk subaylarına saygılı olduğu için silahlarını Albaya teslim edip istasyona gelirken pusuda öldürülüyorlar. Sağ kalan bir zeybek yanıma gelerek haber verdi. Çıldırdım. Kan beynime sıçradı. Hemen Denizliye gittim. Sökeli Ali Efenin, Kara Mustafa Efenin ve kızanların cesetleri yerdeydi.Kim yaptı bunları? diye bağırdım. Zeybeklerden biri Tevfik Bey! dedi. Çektim silahımı Tevfik Beyi vurdum. Denizli de bu işe ortak olanları çınar ağaçlarına astırdım.
Kurtuluş günlerini yaşamayan ya da amaçlı olarak çarpıtan kişiler diyorlar ki;Denizli de çok insan öldürttün. Bu gün bu sözleri söylemek kolay ama o günün koşullarında düşünmek gerekir. Silah yok, asker yok, yiyecek, giyecek hiçbir şey yok. Kızanlarıma bir tayın zor veriyorum. Mustafa Kemal Paşaya çektiğim telgrafta, Eğer Denizli olayının önünü bu şekilde bastırmasaydım, ikinci Aznavur olayı ile karşı karşıya kalacaktık dedim.
23 Ağustos 1920 tarihinde Tümen Komutanı Nazmi Bey aracılığı ile Mustafa Kemal Paşanın bir telgrafı verildi. Şöyle diyordu; şifreli telgraf namenizi aldım. Miralay Şefik Bey Ankaraya geldi. Gerekli açıklamaları yaptı. Size itimadım tamdır. Görevinize devam etmenizi rica ederim.
Bu telgraftan sonra içimdeki şüphelerin çoğu dağılmıştı ama Efelere yıllarca kalleşlik eden Osmanlıya karşı duyduğumuz kuşku hiç eksilmedi içimizden.
..
Annem gemici fenerini getir dedi. Yarı karanlıkta gidip alıp geldim. Zorla yakabildim. Kardeşine ne oldu acaba? Fenerle evin içine girip bakalım. Belki saklanmıştır diyordu. Acı çektiği her halinden belli idi. Elimde fener titreye titreye oda kapısını açtım. Feneri yukarı kaldırdım. Bayıltıcı bir kan kokusu yayılmıştı. Alçak çatının kalasına takılmış bir ip gördüm. İpin ucunda ayakları çırılçıplak, gömleği yırtılmış Elif Ablam. Körpe bir fidan gibi sallanıyordu. Annemim çığlıklarına komşumuz Fadime Nine yetişti.
Koca Yörük Ali Efenin ayaklarını kaybettiği kazayı da kendi ağzından dinleyelim;
İzmirde Puntadan (Alsancak) atlı tramvaya binip Konak Meydanına gidiyordum. Yeni hareket etmiş, Fiat garajı önüne gelmiştik (şimdiki polis karakolu karşısı). Tramvaya binerken aldığım gazeteyi açmış şöyle bir göz gezdirince, çok sevdiğim bir paşanın Ankarada idam edildiğini gördüm. Bu ben de beklenmedik bir irkilme yaptı. Bu irkilme sırasında koltuğumun altına sıkıştırdığım gümüş işlemeli, benim için hatırası büyük kamçımı tramvaydan kaldırıma düşürdüm. Derhal yerimden kalkarak yavaş gitmekte olan tramvaydan ters istikamette atlayarak kamçımı almak istedim. Ters atladığımdan yere düşmüş, sağ bacağım tekerlek altında kalarak kopmuştu. Etrafın bağırışı, bilhassa Fiat garajı önünde oturmakta olan bir italyanın olayı görerek çığlıklar atması üzerine tramvay sürücüsü hayvanı durduruyor. Biraz meyilli olan bu yerde duran tramvayı şaşkınlıktan frene almadığından geri geri gelerek bu seferde diğer ayağımı bilek yukarısından koparıyor. İtalyanın bağırışlarını duyduğumu hatırlıyorum. Fakat gerisini sonradan öğrendim, demek bayılmışım. Bunları gülerek anlatmıştı.
Kuvay Milliye komutanı Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Çakıcı Mehmet Efe, Sultanhisarlı Kadıoğlu, Yağdereli Sinanoğlu, Dereköylü Gizemli Kadın Efe, Atçalı Kel Mehmet Efe, Sökeli Cafer Efe, Gökçen Efe ve kadın Efeler; Çete Ayşe, Çiftlikli Kübra, Ayşe Çavuş, Gördesli Makbule ve Yunan subay ve askerlerini kendisi ile birlikte zehirleyip öldüren Fatma Nine. Cephede şehit olan, İstiklal Madalyalarını bile almaya gitmeyip biz vatana karşı görevimizi yaptık diyen alçak gönüllü tüm kahraman efelerin aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum, ruhları şad olsun.
04.08.2014
Milis Albay Demirci Mehmet Efe anlatıyor;
O zamanlar karargâhım Köşkte (kasaba) idi. Bir gün karargâhta oturuyordum. Uzaktan iki atlı göründü. Kızanlarla bir şeyler konuştular. Nöbetçiler yol verince yanıma geldiler. Biri Forbes Kumpanyası memurlarından Kosti, diğeri de Yunan subayıydı. Heybelerinde pahalı içkiler, reçeller, güzel yiyecekler vardı. Lafı uzatmadan sordum;Buraya gelmekteki asıl amacınızı söyleyin dedim. Bana güya Yunan kralından mektup getirmişler. Hediyeleri de ortaya serdiler. Subay olan söze başladı;
Efe!... size büyük kralımızın selamını ve sevgilerini getirdim. Başkumandanımızın da hayranlığını bildiririm. Eğer Yunan tarafına geçerseniz, size general rütbesi verilecek. Kralımızın en yüksek nişanları ile de onurlandırılacaksınız.
Buna benzer sözleri daha önce Çerkez Ethemden de duymuş ve ona da, Ben bir Türküm, Yunanlılar safına asla geçmem! demiştim. Yunanlı komutanın sözlerini duyunca başımdan kaynar sular döküldü. Elçi olmasalar kafalarına birer kurşun sıkıp çakallara yem olarak atacaktım. Masaya bir yumruk vurdum, ayağa kalkarak bağırdım.
Siz bu sözleri hangi cesaretle söyleyebiliyorsunuz. Ben bir Türküm. Osmanlı Devletini bile tanımıyorum. Yunanistanı da kralınızı da komutanınızı da asla tanımam. Komutanınıza şu sözlerimi iletin. Bu mazlum halka eziyet etmeyiniz. Eğer ederseniz tepkimiz çok şiddetli ve çetin olacaktır. Türkler henüz ölmemiştir ve ölmeyecektir! dedim. Bu sözleri duyunca kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp gittiler.
Sıcak bir yaz günü Dualar köyünde ağaçların gölgesinde oturuyoruz. Ağaçların dalları arasından küçük ışıklar süzülüyor. Biz de kara kara düşünüyoruz. Birisi geliyor dediler. Yanımıza geldi kendini tanıttı. Kendisini Nazilli jandarma komutanı Arap Yüzbaşı Nuri Bey ve Hacı Süleyman Efendinin gönderdiğini söyledi. Elindeki mektupta Demirci Mehmet Efe, Yunan topraklarımıza girdi. Halkın ırzı namusu kalmadı. Yurt savunmasına katılarak suçlarını temizle! diyordu. Ben de katılmak istiyorum ama ya bir kalleşlik yaparlarsa diye çekiniyorum. Hacı Süleyman Efendi, oğlunu yanıma rehin bırakırsa gelirim diye haber yolladım. Ben kabul olacağını sanmıyordum. Aradan bir gün geçti geçmedi, önceki elçi Hacı Süleyman Efendinin oğlunu elinden tutarak yanımıza getirdi. İnsanın çocuğundan değerli neyi olabilir ki? Nuri Yüzbaşıyla görüştüm. Seksen adamımla Köşk cephesine katıldım. Ege bölgesi Kuvayı Milliye Komutanı oldum.
.
Sökeli Ali Efe ve adamları 7 Temmuz 1920ye kadar Yunanlılarla işbirliği yapan Rumları tene bindirerek Eğirdire yola çıkardılar. Rumlardan birisi Sökeli Ali Efeye Zengin Rumlar Denizlinin ileri gelenlerinin evlerinde, gidip onları alsanız ya yüreğiniz varsa Yoksullarla uğraşmak kolay demiş. Sökeli adamlarıyla araştırırınca söylenenin doğru olduğunu görmüş. Rumlarla işbirliği içinde bulunan Albay Tevfik Bey bana gönderdiği telgrafta, Burada bulunan zeybekler halkın malına, ırzına tecavüz ediyorlar, bir olay çıkmadan gerekli önlemleri alın diyordu. Bunun üzerine Sökeli Ali Efeyi telgraf başına çağırarak sordum. Çok sinirliydim. Hemen trenle Goncalıya gel dedim.
Sonradan öğrendiğime göre Sökeli Ali Efe ve arkadaşları Goncalıya dönecekleri sırada Albay Tevfik Bey zeybeklerin ellerindeki silahları istemiş. Siz Demirci Mehmet Efeden alırsınız. Bunlar bize lazım olacak demiş. Efeler, Türk subaylarına saygılı olduğu için silahlarını Albaya teslim edip istasyona gelirken pusuda öldürülüyorlar. Sağ kalan bir zeybek yanıma gelerek haber verdi. Çıldırdım. Kan beynime sıçradı. Hemen Denizliye gittim. Sökeli Ali Efenin, Kara Mustafa Efenin ve kızanların cesetleri yerdeydi.Kim yaptı bunları? diye bağırdım. Zeybeklerden biri Tevfik Bey! dedi. Çektim silahımı Tevfik Beyi vurdum. Denizli de bu işe ortak olanları çınar ağaçlarına astırdım.
Kurtuluş günlerini yaşamayan ya da amaçlı olarak çarpıtan kişiler diyorlar ki;Denizli de çok insan öldürttün. Bu gün bu sözleri söylemek kolay ama o günün koşullarında düşünmek gerekir. Silah yok, asker yok, yiyecek, giyecek hiçbir şey yok. Kızanlarıma bir tayın zor veriyorum. Mustafa Kemal Paşaya çektiğim telgrafta, Eğer Denizli olayının önünü bu şekilde bastırmasaydım, ikinci Aznavur olayı ile karşı karşıya kalacaktık dedim.
23 Ağustos 1920 tarihinde Tümen Komutanı Nazmi Bey aracılığı ile Mustafa Kemal Paşanın bir telgrafı verildi. Şöyle diyordu; şifreli telgraf namenizi aldım. Miralay Şefik Bey Ankaraya geldi. Gerekli açıklamaları yaptı. Size itimadım tamdır. Görevinize devam etmenizi rica ederim.
Bu telgraftan sonra içimdeki şüphelerin çoğu dağılmıştı ama Efelere yıllarca kalleşlik eden Osmanlıya karşı duyduğumuz kuşku hiç eksilmedi içimizden.
..
Annem gemici fenerini getir dedi. Yarı karanlıkta gidip alıp geldim. Zorla yakabildim. Kardeşine ne oldu acaba? Fenerle evin içine girip bakalım. Belki saklanmıştır diyordu. Acı çektiği her halinden belli idi. Elimde fener titreye titreye oda kapısını açtım. Feneri yukarı kaldırdım. Bayıltıcı bir kan kokusu yayılmıştı. Alçak çatının kalasına takılmış bir ip gördüm. İpin ucunda ayakları çırılçıplak, gömleği yırtılmış Elif Ablam. Körpe bir fidan gibi sallanıyordu. Annemim çığlıklarına komşumuz Fadime Nine yetişti.
Koca Yörük Ali Efenin ayaklarını kaybettiği kazayı da kendi ağzından dinleyelim;
İzmirde Puntadan (Alsancak) atlı tramvaya binip Konak Meydanına gidiyordum. Yeni hareket etmiş, Fiat garajı önüne gelmiştik (şimdiki polis karakolu karşısı). Tramvaya binerken aldığım gazeteyi açmış şöyle bir göz gezdirince, çok sevdiğim bir paşanın Ankarada idam edildiğini gördüm. Bu ben de beklenmedik bir irkilme yaptı. Bu irkilme sırasında koltuğumun altına sıkıştırdığım gümüş işlemeli, benim için hatırası büyük kamçımı tramvaydan kaldırıma düşürdüm. Derhal yerimden kalkarak yavaş gitmekte olan tramvaydan ters istikamette atlayarak kamçımı almak istedim. Ters atladığımdan yere düşmüş, sağ bacağım tekerlek altında kalarak kopmuştu. Etrafın bağırışı, bilhassa Fiat garajı önünde oturmakta olan bir italyanın olayı görerek çığlıklar atması üzerine tramvay sürücüsü hayvanı durduruyor. Biraz meyilli olan bu yerde duran tramvayı şaşkınlıktan frene almadığından geri geri gelerek bu seferde diğer ayağımı bilek yukarısından koparıyor. İtalyanın bağırışlarını duyduğumu hatırlıyorum. Fakat gerisini sonradan öğrendim, demek bayılmışım. Bunları gülerek anlatmıştı.
Kuvay Milliye komutanı Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Çakıcı Mehmet Efe, Sultanhisarlı Kadıoğlu, Yağdereli Sinanoğlu, Dereköylü Gizemli Kadın Efe, Atçalı Kel Mehmet Efe, Sökeli Cafer Efe, Gökçen Efe ve kadın Efeler; Çete Ayşe, Çiftlikli Kübra, Ayşe Çavuş, Gördesli Makbule ve Yunan subay ve askerlerini kendisi ile birlikte zehirleyip öldüren Fatma Nine. Cephede şehit olan, İstiklal Madalyalarını bile almaya gitmeyip biz vatana karşı görevimizi yaptık diyen alçak gönüllü tüm kahraman efelerin aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum, ruhları şad olsun.
04.08.2014
04.08.2014
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ