A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

BİR VALİ, BİR ÖĞRETMEN, BİR 10 KASIM

Ben izlemedim. Bir televizyon kanalında yayınlanan yarışma programında öğretmenlerle ilgili sorulan soruda “yazın üç ay tatil yapıp bir de üstüne maaş alan meslek grubu nedir?” denilmiş. Öğretmenler için kullanılan üç ay tatil yapıyorlar üstelik birde maaş alıyorlar ifadeleri tepkilere neden olmuş.

Şunu herkes iyi bilmeli ki öğretmenler üç ay tatil yapmazlar, yapamazlar. Onlarında seminerleri, çalışmaları var yapabildikleri doğru dürüst bir tatil yaklaşık bir ay kadardır. Üstelik aldıkları maaş da ikinci bir işte çalışmalarını gerektirecek kadar azdır.

Yıl 1961. Şehr-i Amasya’da 10 Kasım gecesi. Şimdi tam yerini bilemeyeceğim ama büyükçe ve ağaçlı bir meydanın kenarında ki bir binanın konferans salonundayız. Atatürk’ün sevdiği şarkılardan derlenen bir konser sunacağız. Ben de koro elemanlarındanım. Ayrıca değerli kardeşim Kemal Yıldız’ın (aile lakabı lokumcu) başkanlığını yaptığı Amasya Lisesi Halk Türküleri Koromuzda bağlama çalıyorum. Bu oldukça büyük salonda bizim gösterimizden önce programda ne vardı anımsayamıyorum. Sıra bize gelince önce biz sonra da Amasya Musiki Cemiyeti sazendeleri sahnedeki yerimizi aldık. İlk şarkımız “Yine bir Gülnihal aldı bu gönlümü “ henüz başlamıştık ki şefimiz müzik öğretmenimiz cennetmekân Yozgatlı Ruhi Kanak hocamız sert bir el hareketiyle çalgıcıları ve bizi susturdu. Sonra seyircilere döndü ve yine oldukça sitemkâr ve adeta emreden bir ses tonu ile mealen şöyle söyledi. “Bu gün yüce Atatürk’ümüzün ölüm yıldönümü, onu bir kere daha yâd etmek için sevdiği şarkılardan bir konser hazırladık. Çay, kahve ikramınızı lütfen konserimizden sonra yapınız, çünkü konsantrasyonumuzu bozuyorsunuz”

Biz dikkatimizi hocamızın komutlarına verdiğimiz için ön sırada oturan protokol e yapılmak istenen ikramı fark edememiştik. Hocamızın bu tepkisi üzerine çok mütevazı ve alçak gönüllü bir insan olan valimiz rahmetli Niyazi Akı Beyefendi hemen bildiğimiz ters el hareketi ile hizmet edenleri geri gönderdi ve hiçbir şey olmamış gibi konserimizi dikkatle izleme beklentisi içine girdi. Biz de sıraladığımız şarkılarımızı daha yüksek bir istekle bitirdik ve gözyaşları içinde büyük alkış aldık. Ruhi Hocamızın mutluluğu yüzünden okunuyordu. O mutlu olunca bizde onun çocukları olarak mutlu olduk, onurlandık.

Hem sınıf arkadaşım hem komşum emekli öğretmen değerli kardeşim Nevin( Dilki) Demirel de şöyle anlatmıştı; Bizim evimiz büyüktü. Ben ilkokuldayken annemler “çocuk okutuyoruz hem bütçemize biraz katkı olsun hem de biz okuyamadık evimizde okumuş insanlar olsun” diye evi ortadan ikiye bölüp başka şehirlerden gelen öğretmenlere kiraya vermeyi düşünmüşler ve öyle yapmışlardı. Sanırım o yıllarda Amasya da kiralık ev bulmakta biraz zordu. İlk ve son kiracımız da Nevin abla ile Ruhi abi olmuşlar ilk çocukları Armağan da bizim evde doğmuştu. Onlarla çok güzel günler yaşadık. Nevin abla bana adaşım diye hitap ederdi. Vakit geçirmek için tombala oynardık. Ben okuldan gelmeden oynamayın ha diye tembih ederdim. Bir zaman geldi abi abla dediğim insanlar eski ortaokulda hocalarım oldu. Sonra içeri şehire taşındılar daha sonra da yine bizim oraya şehir üstüne geldiler. Sonra bir varmış bir yokmuş oldular, onların yerine biz öğretmen olduk.

Amasya da bulunduğumuz 1962 yılına kadar rahmetli annem Necla Çapanoğlu da Vali Bey’in eşi Melek Hanımefendi’nin kabul günlerine katılırdı. Babamın memuriyeti dolayısıyla Çanakkale’ye tayini çıkınca da bir süre mektuplaştılar. Sonra Niyazi Bey ‘de İstanbul Valisi olunca her memur ailesinin yaşadığı sadece karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan dostluklar gibi bu mektuplarda tavsayarak bitti.


Değerli valimizi 1992 yılında, Ruhi Hocamızı da 1998 yılında henüz 61 yaşındayken İstanbul’da kaybettik. Söğütlüçeşme Camisi'nde kılınan öğle namazından sonra Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi. Erkeğin harman olduğu diyar Yozgat doğumlu Ruhi Kanak hocamız, uzun yıllar çeşitli il ve ilçelerde yaptığı öğretmenlik dışında TÖS ve TÖBDER Başkanlığı da yapmıştı. Bu yüzden Adalet Partisi ve Milliyetçi Cephe dönemlerinin sürüp kıydığı öğretmenlerdendi. Hem de gerekçesiz ve hakkında bir soruşturma yapılmadan görevden alınan, ülkenin bir sınırından bir sınırına sürülen öğretmenlerdendi.

Yine bir sürgün tayinden sonra öğretmenlikten ayrılıp kırtasiyecilik yapmaya karar vermişti… O günlerde Süleyman Demirel’in gazetelerde “Kırtasiyeciliği kaldıracağız” diyen bir demeci çıkmıştı. O’da şöyle bir ironi yapmıştı. “Sayın Demirel ne zaman yakamızı bırakacak? Kırtasiyeciliğe başlıyoruz, onu da kaldıracakmış!”

Değerli hocamız, 8 Temmuz 1954 tarihinde kurulan Amasya Musiki Cemiyetinin de kurucu üyeleri arasındaydı. Diğer üyeler benimde yakından tanıdığım bir kısmı komşumuz, arkadaşımız, bir kısmı şehirdeki işyerlerinden tanıdığımız kişiler ya da ağabeylerimizdi. Sadettin Sünbül, Nâmık Şentin, İsmail Acardağ, Cemal Altunişler, Cemal Önal, Mustafa Doğançay, Salahaddin Tozanlı ve Kemal Arpacıoğlu.

Ve Özgür Kocaeli gazetesinin 12 Nisan 2011 tarihli nüshasında Mustafa Küpçü şöyle yazıyordu; Şiire, tiyatroya, edebiyatın her türüne büyük ilgi duyuyordum. Çağdaş Sanatçılar Lokali” adını ilk kez duymuştum. Bu kentin edebiyat-sanat insanları orada toplanıyorlardı. Nazmi Tirben, Bora Gülerman, Feyzullah Toros, Zekai Büyükada, Aygen Yalçın, İrfan Nircan ve belki şu anda adını anımsayamadığım birkaç arkadaşımla bu lokale gider, Ruşen Hakkı’yı, Naci Girginsoy’u, Ruhi Kanak’ı dinlerdik.

İstanbul Emekli Öğretmenler Derneği Başkanlığı da yapan değerli hocamız, Antalya Film Festivali'nde jüri üyeliği, 1978-1980 yılları arasında da İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü görevini yürütmüştü. O günlerde Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye inen Ankara caddesinde karşılaşmıştık. Yanında eşi Nevin Hocamız da vardı. Ayaküstü Amasya günlerimizden ve babamdan bahsettikten sonra ellerini öpüp ayrılmıştım. Son olarak Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Başmüfettişliği yapmıştı. İstanbul Millî Eğitim Müdürü iken, Milliyet gazetesine verdiği özel demeçte, “Politik düşünce ile atanan okul yöneticileri anarşiyi yarattı” demişti. (20 Mart 1978)

Tanıma ve birlikte olma şansına sahip olduğumuz bu kıymetlerimizi birer birer kaybettik ama yaşadıklarımızı unutmadık.

Elimi alnıma dayayıp yazımı nasıl bitirsem diye düşünürken aklıma 2017 yılında kaybettiğimiz Yılmaz Göksoy Hocamın şu güzel tarifi geldi. “Cumhuriyetin valileri ve öğretmenleri böyle idi. Mevkileri ile büyüyen insanlar değildiler, güçleri ile kişilikleri ile vatan, millet ve insan sevgileri ile büyüyen dörtdörtlük insanlardı.”

Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun.

Not: Bütün çabama rağmen bu değerli hocamızın güzel bir fotoğrafını hiçbir yede bulmadım. Ne yazık!


09.11.2018
OKUR YORUMLARI
Ahmet Yaşar Ocak
12.11.2018 11:17:00

Sayın Çapanoğlu,
Bu güzel yazınız bana kendi öğretmenlerimi hatırlattı. Hepsinin mekânı cennet olsun. Onları kınayanlara acımaktan başka yapacak bir şey yok. Öğretmenlik gibi kutsal bir mesleğin mahiyetini idrak edemeyenler, onların ne kadar zor bir işi başarmak için gayret sarfettiklerini bilmeyenler, nihayet o kutsal mesleği de bir dönem ideolojik şaşırmışlıklara alet ettiler. Ben bu dönemlerin hepsini yaşadım, yakinen bilirim. O yüzden değil midir bu mesleğin artık giderek okul basıp öğretmen dövmeye, öldürmeye kadar varan her türlü saygısızlığın fütursuzca işlendiği bir çılgın gidişe muhatap edilmesi? Bu rezalette mesleğin onuruna yakışmayacak karakterdeki kifayetsiz öğretmenlerin de bu çorbada tuzu olması ayrı ve üzücü bir bahis.
Selam ve saygı ile.
A. Y. Ocak

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ