A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

BİR ZAMANLAR CB İSTASYONLARIMIZ VARDI

Değerli okuyucular, 20 Temmuz 1937. Guglielmo Marconi’nin ölüm yıldönümüydü.
24 yaşındayken endüksiyon bobininin bir ucunu anten teline, diğer ucunu da bir toprak teline bağlayarak ilk telsizi bulmuştu. İtalyan hükümetine başvurdu ama ciddiye alınmadı.
O da aldı makinesini İngiltere’ye gitti. İngilizler havada kaptı. Hemen dünya basınını harekete geçirdiler. İtalya pişmandı. Özür diledi, geri çağırdı ama iş işten geçmişti.
İngiltere’de “Marconi Telsiz Telgraf Şirketi” kuruldu. 1898 yılında Manş Denizi’nin öbür yakasına telsiz haberi göndermeye, sonra da yüksek anten direkleri kurarak, okyanuslar arası haberleşmeyi başladılar.

Marconi artık dünyaca tanınan bir mucitti. 1909 yılında Nobeli aldı.

DX radyo istasyonları, onlarca yıl önce kullanılıyordu. Bir hobi olarak adlandırılamasa da ve çeşitli amaçlarla hizmet edebilse de, DX Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında popüler bir etkinlikti. Amateur radio, aslında birçok dirilişe, yeni gelişmelere ve tarihteki diğer tanımlayıcı noktalara tanık oldu. Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın farklı yerlerindeki insanlarla iletişim kurmanın bu yeni türüne en çok ilgi duyan yerdi.

Bir gece karı koca Hürriyet gazetesinde çalışan misafirlerimiz var. Telsizim her zamanki gibi kısık sesle açık, buna uzak dinleme diyoruz. Saat 23.00 sularında “Bu kanalda beni duyan istasyon var mı” diye bir çağrı geldi. Hemen cevap verdim. Çağrı’yı yapan kişi, Avrupa’dan İstanbul, Sefaköy’deki bir fabrikaya melâmin hammaddesi getiren TIR’ın şoförüydü. İki adet jetonu varmış, ankesörlü telefondan Tarsus’taki evini aramış. O zaman daha cep telefonları yok. Telefona çıkan küçük oğlu ablasının boynunda bir şişlik olduğunu ve annesinin onu Tarsus devlet hastanesine götürdüğünü söylemiş. Bir süre sonra ikinci ve son jetonu ile aradığında da daha hastaneden dönmediklerini söyleyince adamcağız üzüntü içinde konu hakkında bilgi alabileceği bir doktor arıyordu. Kendisine doktor arkadaşlarımız olduğunu ama hastayı görmeden bir teşhiste bulunamayacaklarını ve bize yardımcı olamayacaklarını söyledim.

O tarihlerde Haber Müdürünün sekreteri olan bayan misafirimiz telaş içinde , “Bize kızının ismini söylesin ben hemen Hürriyet Mersin bürodan bilgi isteyim” dedi. Sordum, kızının ismi Meryem T. imiş. Hemen Mersin büroyu aradı oradaki nöbetçi arkadaşa ismi ile hitap ederek konuyu anlattı. Takriben 10 dakika sonra cevap geldi. Meryem T. nin boynunda önemli olmayan bir apse oluşmuş, cerrah orayı çizerek apseyi boşaltmış pansuman yapıp evlerine göndermiş, merak edecek bir durum yok. Aldığımız haberi, telsizin başında merak içinde bekleyen babaya aynen ilettik. Arka arkaya kaç kere teşekkür etti hatırlamıyorum. Ne kadar sevindiğini ve şanslı olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Hürriyet Gazetesindeki arkadaşlarımızın o gece bizde olmaları ne büyük tesadüftü.

Yine bir gece “İstanbul İstasyonları, Sibirya’dan K. Çağırıyor” diye bir çağrı aldım. Cevap verdim, tanıştık. O da Türkiye’den oralara mal götüren bir TIR şoförü idi. “Size bir telefon numarası versem arayıp iyi olduğumu beni merak etmemelerini söyler misiniz “ dedi. O tarihlerde daha cep telefonları ile tanışmamıştık. Tabi dedim ve verdiği telefon numarasını aradım. Telefona çıkan eşiydi, mesajı aynen ilettim. O da teşekkür etti ve selam söylememi rica etti. Onu da karşı tarafa ilettim. Sonra birden aklıma geldi; Hanımefendiye, “efendim siz telsiz muhaberesini biliyor musunuz” dedim? Evet, biliyorum deyince “sizi eşinizle görüştürmek için bir yol deneyeceğim” diyerek telefon ahizesi ile telsizin mikrofonunu birbirine yaklaştırdım. Karşı istasyona da aynı şeyi söyleyip sonra hanımefendiye ”Buyurun konuşun” dedim. Mükemmel bir şekilde sıra ile konuşarak kısa bir muhabere yaptılar. Aradan ne kadar bir zaman geçti bilemiyorum yine bir gece cihazımın sesi kısık uzak dinlemede iken tanımadığım bir istasyon bana çağrı yaptığını duydum. “Buyurun dinliyorum” dedim. “Efendim nihayet sizi buldum iki gündür size çağrı yapıyorum, ben Sibirya’dan çağrı yapan K. size bir emanetim var onu nasıl ulaştırabilirim” dedi. Teşekkür edip neden zahmet ettiğini ve nerede olduğunu sordum “ Levent’teyim” deyince Levent’te daha önce çalıştığım Renaul-Mais’deki arkadaşıma bırakmasını rica ettim. Meğer o da OYAK bünyesindeki OMSAN uluslararası nakliye firmasındaymış. Ertesi günü arkadaşım telefon etti, sana bir şişe viski bıraktılar dedi.

Bu işe gönül verdiğim 16 yıl içinde bir gece ve sadece bir kere, aniden Yozgat’a propogasyon açılmıştı. Propagasyon (Propagation) kelime anlamı yayılım, atlama olarak nitelendirebiliriz. Radyo sinyallerinin yeryüzünü saran 200-400 km. yükseklikteki İyonosfer tabakasına çarpıp yansıma yaparak çok uzaklara gidebilmesidir. Birden Seher Yıldızı kodu ile çıkış yapan bir istasyonunun uzak istasyonlara çağrı yaptığını duydum. Hemen kanalda görüşme yapan istasyonlardan müsaade isteyip büyük bir heyecanla Seher Yıldızı’na çağrı yaptımsa da ancak selamlaşıp hatır sorabildik ve propogasyon kapandı. Bu yazımı Seher Yıldızı veya arkadaşlarının okuma şansı olur ise mail adresimden ya da gazeteden alacakları telefonumdan bana ulaşmalarını dilerim.

Oturduğum evin 14 katlı ve antenimin de yerden takriben 60 metre yüksekte olması avantajı ile Fransa’dan Sibirya’ya oradan Yemen’e kadar çizilecek bu üçgen alan içinde saatlerce görüşme olanağı bulurken memleketimle sadece bir kere o da bir dakika kadar bir süre görüşebilmiştim. 16 yılda buna benzer çok olay yaşadık.

Radyo Amatörleri, amatör telsizciler geçmiş yıllarda çok acılar yaşadılar, olaylara şahit oldular, umutsuzların umudu oldular.

1985 yılındaki Meksika depremi 1992 yılındaki Erzincan depremi ve 1995'teki Dinar depremlerinde de. Haberleşme olanağı büyük ölçüde aksadığından, iletişim radyo amatörleri sayesinde sağlanmıştı. Bilhassa Erzincan depreminde Emniyet müdürlüğü binası da büyük hasar gördüğünden Erzincan’ın çevre ile iletişimi tamamen kesilmiş, depremi amatör telsizciler birbirleri ile köprü kurarak saatler sonra Ankara’ya bildirebilmişlerdi çünkü o saate kadar Ankara’nın depremden haberi bile yoktu.

Dinar depreminin ilk günlerinde 24 saat faaliyet gösteren amatör telsizciler dış dünya ile iletişimi geniş ölçüde kurarak yurt dışından gönderilen yardım ekiplerinin kısa zamanda gelmesini sağlamış ve kamu kurumlarına destek vermişlerdir. Erzincan depremi ve Dinar depremi daha hafızalarda tazeyken 1999 Marmara ve Düzce Depremlerinde de gerek ilk haberlerin verilmesi, gerekse Kriz Masaları arasındaki haberleşmeler, Radyo Amatörleri tarafından yürütülmüştür. Bu deprem sırasında geniş alanlarda haberleşme büyük ölçüde durmuş ve insanlar en yakın akrabalarının dahi hayatta olup olmadıklarına ilişkin haber alamaz olmuşlardır. Olay bununla da kalmamış, ülkenin, dünya ile haberleşme bağlantıları kesildiği için tüm dünyadaki haber ve yayın kuruluşları çaresiz ve olaylar hakkında bilgi veremez durumda kalmışlardır. İşte bu anda amatör telsizciler devreye girmiş ve acil durum haberleşmesini başlatarak hem yakınlarının hayatından endişe duyan insanların yüreğine su serpmiş, hem de ülkedeki durumu ellerinden geldiği kadarıyla tüm dünyaya duyurmuşlardı.

Olayın geçtiği günlerde amatör telsizcilerin istasyonları yani evleri, özel işyerleri gazete muhabirleri ve televizyoncularla dolup taşmıştı. Sağladıkları yardımlarla birçok kişinin hayatını kurtaran radyo amatörleri de bu gerçek tatbikatta eksiklerini daha iyi fark etmişler, bir daha böyle bir olayda etkin haberleşme sağlamak için donanımlarını geliştirmeye çalışmışlardır. Ürdün Kralı Hüseyin, İspanya Kralı Don Juan Carlos, İtalya Cumhurbaşkanı Francessco Cossiga, Hindistan Başbakanı Rajiv Gandhi ve eşi bu işe gönül vermiş amatör telsizciydiler. Bizde de Bestekâr sanatçı rahmetli Yıldırım Gürses, o zamanki darphanenin müdürü ve eşi. Mercedes’e yedek parça yapan bir fabrikanın sahibi. Bir şeker fabrikasının genel müdürü. T. Gemi Sanayiinin personel daire başkanı kardeşim Haluk Çapanoğlu. çok meşhur bir bluejean fabrikasının sahibi. MİT den emekli bir arkadaşımız, Avukat, doktor, silahlı kuvvetlerde görevli bir subay benim görüşme gurubumdaydılar. Uzun yıllar Amerika’da diş hekimi olarak çalışmış İstanbul’da dünya çapında bir İtalyan tekstil fabrikasının üreticisi Dr. Fıtri Öktem ağabeyimiz Rusların uzay istasyonu MİR ile görüşerek MİR’in mühürlü küresel kartına sahip olmuştu. Ve THY da pilot olan ve Romanya üzerine geldiğinde bizimle irtibata geçen arkadaşımız gibi bu işe gönül veren bazı ünlüler de vardı. Gönül veren insanların büyük paralar harcayarak kendi çabaları ile kurdukları bu istasyonların önemini 1999 yılındaki büyük depremde kavrayan devlet, önceleri istasyon sahiplerine ilgi göstermişse de zamanla duyarsız ve ilgisiz kalmıştır.

Ben de bu işe ilk gönül verenlerdendim. Turgut Özal hükümeti, 2813 Sayılı Telsiz Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi hakkında çıkardıkları yasa ile bizim gibi heveslilerine de Türkiye’de telsiz kullanma izni çıktı. Ücretini ödeyerek Telsiz işleri Genel müdürlüğümüzden aldığımız ve beş yılda bir yenileme hakkımız olan ruhsatlarımızla evlerimizde ve araçlarımızda kullanmaya başlamıştık. Bize müsaade edilen 40 kanal ve 10 watt olan çıkış takatımızı maddi olanaklarımız ölçüsünde daha ileriye götürmeye çalıştık. İllegal yollarla bilhassa İtalya’dan getirttiğimiz cihazlarla devamlı yeniledik. Ben bu merakıma çok para harcadım. Aksu Fabrikalarının sahibi Sayın Ömer Dinçkök de ilk telsizcilerdendi. Fabrikamızın çatısına Avrupa’dan getirttiği 5/8 dalga çok güzel bir anten kurdurmuştu. Bizler o zaman 3/4 çeyrek dalga dediğimiz yerli imalatları kullanıyorduk. Bir süre sonra çalışma ofisini Taksim, Gümüşsuyu caddesine taşıyınca anten çatıda kaldı. Benimde aklım antende kaldı. Gece rüyalarıma bile girmeye başladı. Bir akşamüstü herkes gidince sekreteri hanımefendiyi aradım ve kullanmadığı antenini bana ücreti mukabilinde verir mi acaba diye sordum. Alsın güle güle kullansın demiş. O gece mutluluktan uyuyamadım, ertesi günü fabrikamızdaki ustalara “aman bir zarar vermeyin tembihatı ile söktürüp kendi çatıma monte ettim. Telsizlerimiz sayesinde Türkiye’nin hemen her yerinden ve Avrupa’daki yurttaşlarımızdan çok iyi dostlar edindik. Türkiye’ye gelmeyen bazı cihazları ve aksesuarları bu dostlarımız sayesinde temin ettik. Bizden büyük ve bizden küçük birçok arkadaşımızla ailecek görüştük. Tatillerimizde onların yaşadığı şehirlerde evlerine misafir olduk, kardeş gibi karşılandık, ağırlandık. Karadeniz’den Marmara’ya avlanmaya gelen sıcakkanlı Karadenizli balıkçı kardeşlerimizden günlerce bedava balık yedik.

İstasyonlarımızı ilk kurduğumuzda yasa gereği bir bir (11.kanalı) acil çağrı kanalını boş tutarak acil çağrıları bu kanaldan ilgililere bilhassa jandarmaya iletiyorduk. Kolluk kuvvetleri bilhassa mezralarda bir çok olaya bu şekilde muttali olmuşlardı.

Akşam iş dönüşü evimize geldiğimizde ilk işimiz telsizimizi açmak olurdu. Yatana kadar dostlarımızla, arkadaşlarımızla, ağabeylerimizle sohbet ederdik. Bilgilerimizi duyumlarımızı birbirimize aktarırdık. Mercedes’e parça yapan ağabeyimiz mühendis olup hemen her konuda bilgisi olan bir insandı, helikopter bile yapmıştı. Yukarda arz ettiğim gibi her meslekten dolu dolu ve saygın dostlardılar. Bazen de genel kültür soruları sorardık, mesela İstanbul’un kaç kapısı var gibi, sonu köy ile biten kaç semti var gibi. Çoluk çocuk ailelerimiz ile birlikte yaz geceleri Fatih deki Tadım dondurmacısında, kış geceleri de Vefa bozacısında buluşur epeyce bir para bırakırdık.

16 yılda o kadar çok anımız var ki, yazımı hiç unutamadığım birkaç güzel anımla bitireyim. İstasyonumu arkadaşlarımızın yardımı ile ilk kurduğumuz gece sabaha kadar cihazımın başındaydım. Görüşme yaptığımız kanalda birden fazla kişi varsa araya girmek için Brek (break) denir. Konuşanlardan sizi duyan birisi de buyurun Brek (ya da breakır) diyerek size izin verir. Ertesi günü çalıştığım işyerinde uykusuz kalmanın da verdiği yorgunlukla sabah ilk çalan telefona “buyurun brek” demişim. Allahtan karşıdaki kişi ne dediğimi anlamadı sanırım başka birisi ile konuşuyorum sandı.

Telsizci iki arkadaşımız Rıza Paşa yokuşundan Sultanhamam’a doğru iniyorlar. Hanlardan birisinin penceresinden sokağa bakan telsizci bir arkadaşımız onları görüyor ama isimlerini bilmediği için seslenemiyor. Birbirimize kodumuzla çağrı yapıp hitap ettiğimiz için isimler pek aklımızda kalmazdı. Birden aklına geliyor yüksek sesle sokağa doğru brek, brek diye bağırıyor. Onlarda dönüp bakıyorlar ki seslenen telsiz arkadaşımız, geri dönüp onun işyerine çıkıyorlar ve kahkahalar içinde birbirlerine sarılıyorlar.

Lalelide ikamet ederken çevremizde çok telsiz istasyonu vardı. Toron Karacaoğlu yazımda da bahsetmiştim. Apartmanımızda oturan ve benim istasyonumu kuran rahmetli arkadaşımın eşi de her sabah ev işine başlamadan Cerrahpaşa’daki kayınvalidesinin hatırını sorardı. O günde yakındaki binada oturan diğer arkadaşımız ailece görüştüğümüz bayan arkadaşımızın sesini sokaktan duyunca hemen pencereye koşuyor ki bayan arkadaşımızın bütün konuşmaları patates-Soğancı’nın hoparlöründen sokağa yayımlanıyor. Patatesçide aracından inmiş şaşkın hoparlörüne bakıyor. Literatürde buna sarkma denir. Hemen telefon açıp arkadaşımızın eşini ikaz ediyor.

Bizden büyük bir ağabeyimizin rahmetli eşi de şöyle anlatmıştı; “Komşuda mevlit okunuyordu. Hocalar getirdikleri seyyar mikrofon ve amplifikatörleri ile kuran okuyorlardı ki birden hocaların sesine bizim beyin sesi karışmaya başladı. Hemen telefon ettim ve susturdum.” Böyle istenmeyen sarkmalarda oluyordu maalesef.

Ayvalık’ta ikamet eden teyzem böbrek ameliyatı geçirmişti. Eşimle onu ziyaret etmeye karar verdik. Dayımı da alarak öğlene doğru İstanbul’dan yola çıktık. Ocak ayı idi hava hafif yağmurluydu ama Büyükçekmece’den sonda açtı pırıl pırıl bir havada Ayvalık’a vardık. Şehre tam girmiştik ki elektrikler gitti. Müthiş bir fırtına vardı. Evin olduğu Sarımsaklıya vardığımızda olmayan elektrik yüzünden zili çalamadık ve yeğenimin ismini bağırmaya başladık. Onlar da sanki içlerine doğmuş gibi “bu havada yolda olana Allah yardım etsin diyorlarmış. Bağıra bağıra sesimizi duyurduk. Sabahleyin kalktık ki her taraf kar. Ertesi günü işe başlayacağımız için yola koyulduk. Yollarda bizden başka araç yok. Siyah bir Mercedes’e rastladık. Arkadan çekişli olduğu için sağa sola kıç atıyor gidemiyordu. Benim aracım önden çekişli Renault Broadway idi. Büyüklerimiz ön teker nereye arka tekerde oraya diye bir atasözü kullanırlardı aynen öyle ağır ağır gidiyorduk. Dayım evhamlandı, gerimi dönsek ne yapsak demeye başladı. Dayı korkma arabamda telsizim var bir sıkıntı olursa yardım isteriz hemen yardım gelir merak etme dedim. İstanbul’da da kar yağmış annem ve kardeşlerim meraklanmışlar. Balıkesir civarında asfalta kavuşunca Çamlıca’da ikamet eden bizden büyük telsizci ağabeyimize çağrı yaptım. Hepimizde telefonlarımız vardı. Eve telefon edip yolda olduğumuzu yolda da bir problem olmadığını iletmesini rica ettim.

Bir hafta sonu Bursa’ya Uludağ’a gitmek için yola çıkmıştık. Yol boyunca İstanbul’daki arkadaşlarımızla konuşuyorduk. Eskihisar- Topçular arabalı vapurundaydık ki Bakırköy’den rahmetli Asım ağabeyimiz bana çağrı yaptı ve Uludağ’a çıktığımda Çekirgedeki ulu çınarın oradan seslenmemi istedi, bende seslendim. Dedi ki, “o çınara sarıl ve Asım ağabeyin sana selamı var de” dedi. Dediğini aynen yaptım. 90 lı yaşlardaki ağabeyimizi çok kısa bir süre sonra kaybettik.

Birkaç yıl, yaz tatillerimizi Akçay’da geçirdik. Kardeşimle iki araba halinde konuşarak gidiyoruz. Karacabey civarına geldiğimizde buralarda radar uygulaması var dikkat edelim dedim. Bizi dinleyen başka bir araç sürücüsü brek çekti, buyurun dedim. “ben sizin önünüzdeyim radarı geçtim, yavaşlayın” dedi. Hızımızı düşürdük radar arabasına selam vererek geçtik. İlerde bizi bekliyormuş, bizde arkasına önüne park edip tanıştık. Telsiz kodu “Toprakkale” idi yazımı okuma şansı olursa selam olsun.

Akçay’a giderken yolumuzun üstündeki Küçükkuyu’ya yakın dağ başında Yeşilyurt köyü vardı. Bu köye birkaç yüz metre uzunluğundaki dar ve virajlı yolundan arabamla ancak birinci, ikinci vitesle çıkabiliyordum. Burada bir Güvercin babamız vardı. O’ da 90 lı yaşlardaydı. Telsizle uzak mesafelerle konuşabilmek için Küçükkuyu’daki evini satıp bu dağ köyüne taşınmıştı. Eşi Rum’du ve çok misafirperverdi. O’nun vasıtasıyla Yunan adalarından telsizci çok dost edinmişlerdi. Bir gittiğimizde Yunan misafirleri de vardı. Hepimizi düşündüğümüzden daha iyi ağırlamışlardı. Güvercin babayı da Altınoluk beldesinde bir Murat 124 çarpması sonucu kaybetmiştik.

Merter’de oturan Aytekin babamız vardı. O’ da doksanlı yaşlardaydı. Onun kahkahalarına bayılırdık. Bir gece yaptığımız bir telsiz sohbetinde Mercedes’e parça yapan ağabeyimiz yaşlılığın belirtilerini saydı. Dedi ki; “önce telefon numaraları unutulurmuş, sonra isimler filan, bunlar pek önemli değil, ama panolunun fermuarını unutuyorsan işte o zaman durum vahim.” Aytekin baba o meşhur kahkahasını atarak “vallahi şimdi ben tam o durumdayım. Sabah evden çıktım, altımızdaki manava selam verdim günaydın dedim. O’da bana Aytekin baba kapıyı kilitlemeyi unutmuşsun dedi. Ben de elimdeki anahtarları göstererek kilitledim yahu dedim. Meğer fermuarı çekmemişim” demişti. Onu da kaybettik. Ve nihayet 1997 yılında da kardeşim Haluk’u daha 51 yaşındayken kaybettik. Peş peşe bırakıp gittiler. Mekânları cennet olsun.

Yukarda arz etmiştim çok paralar harcadım diye. İstanbul’a aşağı yukarı 400 km. uzaktaki bir tatil beldesinde oradaki istasyonlarla tanışmıştık. Kullandığım kodu öğrendiklerinde “o sen miydin be abi bazen sen İstanbul’da konuşurken biz birbirimizin konuşmasını duyamıyorduk” demişlerdi. Avrupa’daki dostlarımızla rahatça konuşmak için de bazen biraz yüksek çıkış yapıyordum, o zaman da Ataköy’deki kardeşimin kızı yeğenim telefonla ikaz ediyordu “amca telefonlar kaput biraz düş” diyerek.

Devletimiz maalesef kendi imkânlarımızla büyük paralar ödeyerek tesis ettiğimiz istasyonlarımıza sahip çıkmadı. Ticari amaçla kullanılması yasak olan bu sistemi şikâyetlerimize rağmen suculara, tüpçülere teslim etti. Cep telefonları çıkınca da eski cazibesin kaybetti. Ben cihazlarımı muhafaza ediyorum. Tozlanmasın diye sardım sarmaladım kaldırdım. Karaköy’de telsiz işleri yapan sevgili kardeşim Ümit Elektronik’in hediye ettiği portatif, bobinli kablo antenim var. Allah korusun bir afet durumunda istediğim zaman 15 dakika içinde istasyonumu yeniden faaliyete geçirebilirim.

Ağustos ayı gelince Avrupa’daki yurttaşlarımız tatile geliyorlar. Bende yoldaysam bazen araçlarının tavanında ya da bagaj kapağında telsiz antenlerini görüyorum, içim sızlıyor. Ah diyorum antenim olsa şu arabanın yakınına gidip brek çekerek ona sarksam tanışsak, kullandığı cihaz ne marka, kaç kanal bir sorsam.

Aytekin babamız fermuarını çekmeyi unutmaya başlamıştı. Eh bende 74 ü buldum çok şükür, ama şimdilik anılarım hatırımda. Allah izin verirse fermuara kadar yazmaya gayret edeceğim. Hepinize sağlıklar diliyorum.

22.07.2019
OKUR YORUMLARI
HAKAN - ŞAOLİN MERKEZ
07.10.2019 10:11:00

Fıtri Ağbey, maalesef sizinle görüşmeyeli uzun yıllar oldu. Sizi çok aradım ancak ulaşmak mümkün olmadı.
Umarım hayattasınızdır.
Hakan
ta1bp@yahoo.com.tr

Mustafa Topaloğlu
22.07.2019 13:52:00

Uzun uzun yazmışsınız aziz dostum. Keyifle okudum. Ah o anılar! Yaşanmışlıklar... Onların saltanatı başladı bizde şimdilerde. Onlardır bizi hayata bağlayan.
Yazalım evet. Yazalım ki kalsın. Şu fermuar meselesini de geçelim yahu. Aman enseyi karartmayalım.
Selam ve sevgiyle...

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ