Değerli okuyucu, 19 Kasım 2012 Pazartesi günü Yozgat Gazetesinin değerli sahibi ve Yozgat Gazeteciler cemiyeti başkanı kadim dostum Osman Hakan Kiracı ile İstanbul’da bir araya gelmiştik. Sohbet sırasında uzunca bir süre denize bakıp “Biliyor musun, bizlerde epey yaşlandık sayılır, biz yaştakilerde bu dünyadan gidince bir zamanların Yozgat’ı ile ilgili hatırda kalanlar da yok olup gidecek o yüzden elimizi çabuk tutmalıyız demişti.” Birdenbire söylediği bu söz beni de duygulandırmıştı. Meraklı okuyuculardan gelen talepleri de dikkate alarak, hatırladığım kadarı ve aldığım notlar ve ses kayıtlarımdan yararlanarak eski Yozgat’tan geride kalan bazı anıları köşemde yayınlıyorum. Bu defa yaşadığı dönemde Yozgat halkının hürmet ve sevgisine mazhar olan ve hem akrabalarına hem de tüm Yozgatlıya hamilik yapan Çapanoğlu Muhlis Bey’i ve onun çok özel iki eşi Saadet Hanım ve Esma Hanım’ı üç tefrikalık bir yazı ile anlatmaya çalışacağım.
ÇAPANOĞLU MUHLİS BEY 2.EŞİ ESMA HANIM
(Geçen yazının devamı)
Esma Hanım, Çapanoğlu Muhlis Bey’in ikinci eşidir. 1908 Osmanlı Meclis-i Mebusanına isteği dışında milletvekili seçilen ve Sarıtopraklık’tan kurbanlar kesilerek uğurlanırken gözyaşları içinde “ben oralara layık mıyım ki, gönderiyorsunuz” alçakgönüllülüğü ile milletvekili olan. 16 Ağustos 1909’da çıkartılan ve Türk tarihinin derneklerle ilgili ilk kanunu olan Cemiyetler Kanununun 18. Maddesi ile İstanbul’un bile satılabileceğine dikkat çeken. Daha sonra Hicazdaki kutsal emanetlerin muhafazası için Cidde Vakıflar Müdürlüğüne tayin edilen ve orada öldürülen Hayrullah Efendinin 6 çocuğundan üçüncüsüdür. En büyük kardeşleri Diyarbakır, Kastamonu ve Ankara valiliği yapan ve daha sonra Hatay’ın Türkiye’ye ilhakında önemli rol oynayan Avni Doğan Beydir. Uzun yıllar İstanbul da yaşayan aile, Hayrullah Efendinin Evkaf müdürü olması dolayısıyla Ankara’ya taşınıp güzel bir bağ evine yerleşirler. Komşuları Dr. Muzaffer Beylerle ailecek görüşmeye başlarlar ve iyi anlaşırlar. Muzaffer bey’lerin Ali isminde birde erkek evlatları vardır. Zamanla Ali ile Esma arasında yürek çarpıntıları başlar. Birbirlerini görmek için can atarlar. Dr. Muzaffer Beylere bir şey götürülecekse Esma hazırdır götürmek için atılır. Muzaffer Beylerden Hayrullah Efendilere bir şey gelecekse Ali hazırdır. Sonraki günlerde iki evin bahçe duvarı yakınındaki büyükçe bir taşın altını posta kutusu gibi kullanarak mektuplaşmaya başlarlar. Karlı bir akşamüstü bahçeye çıkma gafletinde bulunup annesinin dikkatini çeken Esma, taşın altından alıp eteğine sakladığı mektup ile yakalanır. Hayatta kimsesi kalmayan 5-6 yaşındaki Ali’yi himayelerine alan Dr. Muzaffer beyler kendi evlatlarından ayırmamışlardır ama neticede kendi öz evlatları değildir. Kıyamet kopar ve görüşmeleri yasaklanır. Günler günleri kovalar, bir gün Muzaffer Bey Hayrullah Efendiye gelip özür dileyerek Ali’nin sevdasından dolayı çok hasta olduğunu, son arzusu olarak evlenmelerine müsaade etmelerini rica eder. Ali’nin son arzusu Hayrullah Efendi ve eşi Zehra hanımı da ziyadesiyle müteessir eder ve hoca nikâhı kıyılıp iki sevdalının görüşmelerine müsaade edilir. Alicik bu mutlulukla ancak 10 gün yaşayabilir. Ölümüne sevdalandığı Esmasını kanadı kırık bırakıp gider. Bir süre sonra baba Hayrullah Efendi önce Edirne’ye daha sonra da Haremi Şerif müdürü olarak Hicaza Kutsal Emanetlerin muhafazasına tayin edilir ama orada Araplar tarafından öldürülür. Esma Hanımın ağabeyi Avni Doğan Bey de Adana’ya İhtiyat subayı olarak gider. Oradan da başka bir görev için Konya’ya gönderilir. Hem bir değişiklik olsun hem de Mevlana’yı da ziyaret etsinler diye annesini ve Esma’yı Konya’ya çağırır. Çok sevdiği arkadaşı Halil Binbaşı da Konya’dadır O üzüntülü günlerin üzerinden takriben dört yıl geçmiş Sene 1918 olmuş, acılar kısmen hafiflemiştir. Halil Binbaşı ile de aralarında bir etkileşim olur ve Esmanın yüreği bir kere daha pırpır eder. Halil Binbaşı da aynı duygular içindedir. Bir gün çekinerek arkadaşı Avni Doğan’a konuyu açar Esmayı ister, uygun görülür evlenip Yozgat’a yerleşirler. Her ikisi de çok mutludur bilhassa Esma bulutların üzerinde uçmaktadır. Mutlu günler çok çabuk geçer Halil Binbaşının cepheye dönme zamanı gelir. Ağlayarak ayrılırlar birbirlerinden. Bu kısa mutluluğun ardından yalnız kalan Esma Hanım ayrılığa dayanamaz, eşi cephede de olsa onun yanında olmaktır en büyük arzusu. Yozgat’ta sığamaz, bir gün ev halkına haber vermeden bavulunu hazırlar herkesin şaşkın bakışları altında “Nereye Esma” sorularına, “eşimin yanına” deyip Eskişehir’e doğru çıkar gider. O zaman daha Yerköy-Ankara demiryolu olmadığından önce Yahşihan’dan dar yolda dekovil ile Ankara’ya. Ankara’dan da trene binip soluğu eşinin yanında alır. Pencereden dışarısını seyretmekte olan Halil Binbaşı, bir hanımın elinde bir valizle kapıdaki nöbetçi ile konuştuğunu görür. “Binbaşı Halil’i arıyorum” der hanım. Asker kimliğini sorunca “karısıyım” diye cevap verir. O sırada merdivenin başına gelen Halil Binbaşı gözlerine inanamaz, hayal gördüğünü sanır. “Esma, Esma sen misin, Esma” diyebilir. Birbirlerine sarılmamak için kendilerini güç tutarlar. Ani bir kararla yola çıkıp ev halkını şaşırtan Esma bu defa kocası Halil Binbaşıyı şaşırtmıştır. Birkaç gün arkadaşlarının yanında kalırlarsa da sonra bir ev bulup oraya taşınırlar. Bir gün birlikte bahçeye çıktıklarında Halil Binbaşı duvarın kenarındaki bodur dalları olan bir yeşilliği göstererek “Bak Esmacığım, bilir misin bunlara bizim oralarda inci çiçeği derler. Manastırda doğduğum evin bahçesi de bunlarla bezeli idi. Kız çocukları bunları ipe dizip, boncuk gibi salkım salkım duran beyaz çiçeklerini boyunlarına takarlardı” diye anlatır. Tekrar birbirlerine kavuşmanın doyumsuz mutluğunu yaşarlarken, Yunan kuvvetlerine bir taarruza kalkıldığı sırada siperden fırlayan Halil binbaşı orada şehit olur. Bir kere daha kanadı kırılan Esma Hanım perişan bir halde tekrar Yozgat’a döner. Halil Binbaşı ile mutluluğu tattığı evden tekrar Yozgat’a dönmek için ayrılırken birden geri döner, evin bahçesindeki çok sevdiği inci çiçeklerinden bir tutam kökü hatıra olarak yanına alır. Özenle sakladığı bu çiçekleri daha sonra Muhlis Bey’in Yeni Cami Mahallesindeki ahşap konağın bulunduğu bahçede,(şimdi Bağkur konutlarının olduğu alan) havuzun başındaki duvarın dibine ekecektir. (Bkz. Bozkırda açan inci çiçekleri-Zehra Gülcem Artam; Hatipoğlu yayınları Ankara).Mavi-yeşil gözlü mahzun bakışlı Esma hanım 1938 yılında Çapanoğlu Muhlis Bey ile resmi olarak ikinci evliliğini yapar. Genç yaşlarında acılarla tanışan bu iki insan ikinci evliliklerini yaptıklarında Esma Hanım 39, Muhlis Bey henüz 51 yaşındadır. Muhlis Bey henüz 35 yaşında iken, o sırada 31 yaşında olan çok sevdiği ilk eşi Saadet hanımın vefatından sonra hem üzüntüsünden hem de çocuklarım üvey anne elinde büyümesin düşüncesi ile 16 yıl evlenmemiştir. Esma Hanım’ın bir kere daha mutluluğu yakaladığı en uzun süren bu evliliği de 11 yıl sürer. 1949 yılı aralık ayının son günü Muhlis Bey’in 62 yaşında ani vefatı ile son bulur. Hem görgülü hem de çok kültürlü bir hanım olan Esma Hanım babaannem. Yaşadığı dönemde beyefendiliği ile bilinen Muhlis Bey’e de saygı ve sevgi ile eşlik etmişti. Gerek üvey çocuklarını ki evlendiğinde en küçüğü 21 yaşındaki babam Muammer Çapanoğlu idi ve gerek üvey torunlarını yani bizleri kendi parçası imiş gibi bağrına basmış bir hanımefendi idi. Anımsadıkça içimi sızlatan bir olayı anlatarak bitireyim. 1952 senesinde Ankara Anafartalar Caddesinde ki Atatürk 1. İlkokulunda birinci sınıftayım. Bir gün okula geç kaldım. Benim gittiğimde zil çalmış öğretmenler de sınıflarına girmişlerdi. Geç kaldığım için çok utandım sınıfa girmeye cesaret edemedim ve eve döndüm. Esma Hanım babaannem o sıralar bizde idi. Elimden tuttuğu gibi tekrar beni okuluma götürdü, kapıyı tıklatıp içeri girdik. Ben sırama oturana kadar cennetmekân öğretmenim Bedia Subaşı Hanımefendi ile ayaküstü kısa bir süre konuştular. Sonra öğretmenim onu koridora kadar uğurladı. 1973 yılında, aşağı yukarı 20 yıl sonra bir işim için Ankara da idim, okulumu ziyaret etmek istedim. Öğretmenim çok yaşlanmıştı ama üzerinde siyah önlüğü ile hâlâ çalışıyordu. Elini öpüp kendimi tanıtınca ilk sözü “babaannen hayatta mı” oldu. Çok şaşırmştım, babaannem onda nasıl bir intiba bırakmıştı ki beni görünce onu hatırlamıştı. Esma Hanımın Kabri Sarı topraklıkta Muhlis Bey’in yanındadır. Nur içinde yatsın. ( Bitti )
18.04.2013
ÇAPANOĞLU MUHLİS BEY 2.EŞİ ESMA HANIM
(Geçen yazının devamı)
Esma Hanım, Çapanoğlu Muhlis Bey’in ikinci eşidir. 1908 Osmanlı Meclis-i Mebusanına isteği dışında milletvekili seçilen ve Sarıtopraklık’tan kurbanlar kesilerek uğurlanırken gözyaşları içinde “ben oralara layık mıyım ki, gönderiyorsunuz” alçakgönüllülüğü ile milletvekili olan. 16 Ağustos 1909’da çıkartılan ve Türk tarihinin derneklerle ilgili ilk kanunu olan Cemiyetler Kanununun 18. Maddesi ile İstanbul’un bile satılabileceğine dikkat çeken. Daha sonra Hicazdaki kutsal emanetlerin muhafazası için Cidde Vakıflar Müdürlüğüne tayin edilen ve orada öldürülen Hayrullah Efendinin 6 çocuğundan üçüncüsüdür. En büyük kardeşleri Diyarbakır, Kastamonu ve Ankara valiliği yapan ve daha sonra Hatay’ın Türkiye’ye ilhakında önemli rol oynayan Avni Doğan Beydir. Uzun yıllar İstanbul da yaşayan aile, Hayrullah Efendinin Evkaf müdürü olması dolayısıyla Ankara’ya taşınıp güzel bir bağ evine yerleşirler. Komşuları Dr. Muzaffer Beylerle ailecek görüşmeye başlarlar ve iyi anlaşırlar. Muzaffer bey’lerin Ali isminde birde erkek evlatları vardır. Zamanla Ali ile Esma arasında yürek çarpıntıları başlar. Birbirlerini görmek için can atarlar. Dr. Muzaffer Beylere bir şey götürülecekse Esma hazırdır götürmek için atılır. Muzaffer Beylerden Hayrullah Efendilere bir şey gelecekse Ali hazırdır. Sonraki günlerde iki evin bahçe duvarı yakınındaki büyükçe bir taşın altını posta kutusu gibi kullanarak mektuplaşmaya başlarlar. Karlı bir akşamüstü bahçeye çıkma gafletinde bulunup annesinin dikkatini çeken Esma, taşın altından alıp eteğine sakladığı mektup ile yakalanır. Hayatta kimsesi kalmayan 5-6 yaşındaki Ali’yi himayelerine alan Dr. Muzaffer beyler kendi evlatlarından ayırmamışlardır ama neticede kendi öz evlatları değildir. Kıyamet kopar ve görüşmeleri yasaklanır. Günler günleri kovalar, bir gün Muzaffer Bey Hayrullah Efendiye gelip özür dileyerek Ali’nin sevdasından dolayı çok hasta olduğunu, son arzusu olarak evlenmelerine müsaade etmelerini rica eder. Ali’nin son arzusu Hayrullah Efendi ve eşi Zehra hanımı da ziyadesiyle müteessir eder ve hoca nikâhı kıyılıp iki sevdalının görüşmelerine müsaade edilir. Alicik bu mutlulukla ancak 10 gün yaşayabilir. Ölümüne sevdalandığı Esmasını kanadı kırık bırakıp gider. Bir süre sonra baba Hayrullah Efendi önce Edirne’ye daha sonra da Haremi Şerif müdürü olarak Hicaza Kutsal Emanetlerin muhafazasına tayin edilir ama orada Araplar tarafından öldürülür. Esma Hanımın ağabeyi Avni Doğan Bey de Adana’ya İhtiyat subayı olarak gider. Oradan da başka bir görev için Konya’ya gönderilir. Hem bir değişiklik olsun hem de Mevlana’yı da ziyaret etsinler diye annesini ve Esma’yı Konya’ya çağırır. Çok sevdiği arkadaşı Halil Binbaşı da Konya’dadır O üzüntülü günlerin üzerinden takriben dört yıl geçmiş Sene 1918 olmuş, acılar kısmen hafiflemiştir. Halil Binbaşı ile de aralarında bir etkileşim olur ve Esmanın yüreği bir kere daha pırpır eder. Halil Binbaşı da aynı duygular içindedir. Bir gün çekinerek arkadaşı Avni Doğan’a konuyu açar Esmayı ister, uygun görülür evlenip Yozgat’a yerleşirler. Her ikisi de çok mutludur bilhassa Esma bulutların üzerinde uçmaktadır. Mutlu günler çok çabuk geçer Halil Binbaşının cepheye dönme zamanı gelir. Ağlayarak ayrılırlar birbirlerinden. Bu kısa mutluluğun ardından yalnız kalan Esma Hanım ayrılığa dayanamaz, eşi cephede de olsa onun yanında olmaktır en büyük arzusu. Yozgat’ta sığamaz, bir gün ev halkına haber vermeden bavulunu hazırlar herkesin şaşkın bakışları altında “Nereye Esma” sorularına, “eşimin yanına” deyip Eskişehir’e doğru çıkar gider. O zaman daha Yerköy-Ankara demiryolu olmadığından önce Yahşihan’dan dar yolda dekovil ile Ankara’ya. Ankara’dan da trene binip soluğu eşinin yanında alır. Pencereden dışarısını seyretmekte olan Halil Binbaşı, bir hanımın elinde bir valizle kapıdaki nöbetçi ile konuştuğunu görür. “Binbaşı Halil’i arıyorum” der hanım. Asker kimliğini sorunca “karısıyım” diye cevap verir. O sırada merdivenin başına gelen Halil Binbaşı gözlerine inanamaz, hayal gördüğünü sanır. “Esma, Esma sen misin, Esma” diyebilir. Birbirlerine sarılmamak için kendilerini güç tutarlar. Ani bir kararla yola çıkıp ev halkını şaşırtan Esma bu defa kocası Halil Binbaşıyı şaşırtmıştır. Birkaç gün arkadaşlarının yanında kalırlarsa da sonra bir ev bulup oraya taşınırlar. Bir gün birlikte bahçeye çıktıklarında Halil Binbaşı duvarın kenarındaki bodur dalları olan bir yeşilliği göstererek “Bak Esmacığım, bilir misin bunlara bizim oralarda inci çiçeği derler. Manastırda doğduğum evin bahçesi de bunlarla bezeli idi. Kız çocukları bunları ipe dizip, boncuk gibi salkım salkım duran beyaz çiçeklerini boyunlarına takarlardı” diye anlatır. Tekrar birbirlerine kavuşmanın doyumsuz mutluğunu yaşarlarken, Yunan kuvvetlerine bir taarruza kalkıldığı sırada siperden fırlayan Halil binbaşı orada şehit olur. Bir kere daha kanadı kırılan Esma Hanım perişan bir halde tekrar Yozgat’a döner. Halil Binbaşı ile mutluluğu tattığı evden tekrar Yozgat’a dönmek için ayrılırken birden geri döner, evin bahçesindeki çok sevdiği inci çiçeklerinden bir tutam kökü hatıra olarak yanına alır. Özenle sakladığı bu çiçekleri daha sonra Muhlis Bey’in Yeni Cami Mahallesindeki ahşap konağın bulunduğu bahçede,(şimdi Bağkur konutlarının olduğu alan) havuzun başındaki duvarın dibine ekecektir. (Bkz. Bozkırda açan inci çiçekleri-Zehra Gülcem Artam; Hatipoğlu yayınları Ankara).Mavi-yeşil gözlü mahzun bakışlı Esma hanım 1938 yılında Çapanoğlu Muhlis Bey ile resmi olarak ikinci evliliğini yapar. Genç yaşlarında acılarla tanışan bu iki insan ikinci evliliklerini yaptıklarında Esma Hanım 39, Muhlis Bey henüz 51 yaşındadır. Muhlis Bey henüz 35 yaşında iken, o sırada 31 yaşında olan çok sevdiği ilk eşi Saadet hanımın vefatından sonra hem üzüntüsünden hem de çocuklarım üvey anne elinde büyümesin düşüncesi ile 16 yıl evlenmemiştir. Esma Hanım’ın bir kere daha mutluluğu yakaladığı en uzun süren bu evliliği de 11 yıl sürer. 1949 yılı aralık ayının son günü Muhlis Bey’in 62 yaşında ani vefatı ile son bulur. Hem görgülü hem de çok kültürlü bir hanım olan Esma Hanım babaannem. Yaşadığı dönemde beyefendiliği ile bilinen Muhlis Bey’e de saygı ve sevgi ile eşlik etmişti. Gerek üvey çocuklarını ki evlendiğinde en küçüğü 21 yaşındaki babam Muammer Çapanoğlu idi ve gerek üvey torunlarını yani bizleri kendi parçası imiş gibi bağrına basmış bir hanımefendi idi. Anımsadıkça içimi sızlatan bir olayı anlatarak bitireyim. 1952 senesinde Ankara Anafartalar Caddesinde ki Atatürk 1. İlkokulunda birinci sınıftayım. Bir gün okula geç kaldım. Benim gittiğimde zil çalmış öğretmenler de sınıflarına girmişlerdi. Geç kaldığım için çok utandım sınıfa girmeye cesaret edemedim ve eve döndüm. Esma Hanım babaannem o sıralar bizde idi. Elimden tuttuğu gibi tekrar beni okuluma götürdü, kapıyı tıklatıp içeri girdik. Ben sırama oturana kadar cennetmekân öğretmenim Bedia Subaşı Hanımefendi ile ayaküstü kısa bir süre konuştular. Sonra öğretmenim onu koridora kadar uğurladı. 1973 yılında, aşağı yukarı 20 yıl sonra bir işim için Ankara da idim, okulumu ziyaret etmek istedim. Öğretmenim çok yaşlanmıştı ama üzerinde siyah önlüğü ile hâlâ çalışıyordu. Elini öpüp kendimi tanıtınca ilk sözü “babaannen hayatta mı” oldu. Çok şaşırmştım, babaannem onda nasıl bir intiba bırakmıştı ki beni görünce onu hatırlamıştı. Esma Hanımın Kabri Sarı topraklıkta Muhlis Bey’in yanındadır. Nur içinde yatsın. ( Bitti )
18.04.2013
18.04.2013
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
ihsan YEŞİLLİK
23.04.2013 17:59:00DEĞERLİ BÜYÜĞÜM ÇOK ZAMANDIR BU GÜZEL HASRET VE SEVGİ KOKAN YAZILARINIZA TEŞEKKÜR ETMEK İSTEDİM KISMET BUGÜNE İMİŞ NEFESİNE ELİNE SAĞLIK ALLAH SİZLERE SAĞLIKLI UZUN ÖMÜRLER VERSİN SAĞOLUN OKURKEN ÇOK KEYF ALIYORUZ.
Em.Öğr.Zehra Öztürk
20.04.2013 12:13:00Sayın A.Kadir Çapanoğlu
Bir zamanların Yozgat’ı başlıklı üç tefrikalık yazınızı ilgi ve ibretle okudum.Okurken hem duygulandım hem ziyadesiyle üzüldüm. Şurası muhakkak ki Çapanoğlu isyanı sonucu Yozgat şehrini kuran ve mamur eden Çapanoğlu sülalesi ile Yozgat halkı çok zarar görmüşler. Yakılan yıkılan yerler kaybedilen servetler bir gün gelir yerine konabilir ama çekilen acılar asla ve asla unutulmaz. İtiraf edeyim Yozgat ile ilgili yazılarınız bende büyük merak uyandırdı. İlgi ile takip etmeye çalışacağım. Saygılarımla