Kanuni döneminde yetişmiş ve Yavuz Sultan Selim ve III. Murad dönemlerinde divan-ı hümayun kâtipliği yapmış, “Kadimi” mahlası ile şiirler yazmış Hafız Hamdi Çelebi’ ismindeki hain kişinin şu manzumesine bakınız.
Devr-i idelden beri şahım eflak
Zem olur alem içinde Etrâk
Vermemiş Türke hûda hiç idrak
Akl-ı evvel de olursa bibâk
Oktul-üt Türke velevkâne ebak
Dedi ol kan-kerem Şah-ı celâl
Türkü katleyleyiniz kanı helâl.
Yani, Mehmet Ali Aynizade’nin tercümesiyle şair şöyle demek istiyor,
Padişahım kâinatın yaratılışından bu yana
Dünya içinde, Türklüğün kötülüğünden bahsedilir
Allah Türk’e hiç anlayış gücü vermemiştir
O çok akıllı olsa bile pervasızdır
Türk’ü öldür baban olsa da
O iyilik madeni, Yüce Peygamber
“Türk’ü öldürünüz kanı helaldir” demiştir.
Hafız Hamdi Çelebi, Muhammed’in bir hadisini kullanarak Türklerin, Anadolu’nun Kızılbaş Türkmenlerinin katledilmesini istiyor. Kızılbaş düşmanlığı Yavuz Sultan Selim zamanı o kadar şiddetliydi ki, III. Murat döneminin şeyhülislamı ve tarihçisi Hoca Saadettin Efendi (ö. 1599) Fatih Sultan Mehmet’in, Otlukbeli Savaşında yendiği Akkoyunlu Uzun Hasan’ın ordusundan kestiği Türkmen kellelerinden tepeler oluştuğundan bahseder.(1463) Kuyucu Murat Paşa’nın orduları 1609’da Anadolu’da Kızılbaş katliamlarına devam eder. Dönemin belgelerinde Kızılbaş yerine ‘Türk’ kelimesinin yanında ‘bağî’ (yolkesen), şakî (haydut), tağî (azgın), celâlî (asi), zındık (dinsiz) sıfatları da kullanılmış. IV. Mehmet döneminin yazarı Koçi Bey (ö. 1650) de Türk, Tatar, Yörük gibi çeşitli terimlerle tarif ettiği ‘Türkler’ için hiç olumlu terimler kullanmıyor. Aynı şekilde Lale Devri’nin tarihçisi Naima (ö. 1716) da Türklük kavramını olumsuz anlamda kullanmıştı. ‘Türk-ü sütürk (azgın Türk), ‘Türk-bed lika’ (çirkin yüzlü Türk), ‘etrak-ı bi idrak’ (anlayışsız, akılsız Türkler), ‘nadan Türk’ (kaba Türk) onun terimleridir. Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” adlı otobiyografik eserinde şöyle bir anısı vardır. 17 yaşında bir talebe olarak Birinci Dünya Savaşı sırasında, Kafkas Cephesi’nde bulunan yazar, cephede Anadolu köylülerinden oluşan bir grup askerle konuşurken onlara sorar: “Bizim dinimiz nedir?” Her kafadan bir ses çıkar: Kimi “Hazreti Ali dinindeniz” der, kimi “İmam-ı Azam dininden.” Şevket Süreyya sorar: “Peygamberimiz kimdir?” Yine karışık sesler çıkar. “Enver Paşa” diyen bile vardır. Şevket Süreyya bir adım daha ileri gider: “Hangi millete mensupsunuz?” Yine her kafadan bir ses çıkar. Yazar işi kolaylaştırmayı dener: “Biz Türk değil miyiz?” Askerler hep bir ağızdan cevap verirler: “Estağfurullah!” “Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken (1880) ilçeleri teftişe çıkıyor. Paşa, uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik kökenlerini soruyor; aldığı cevaplar konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü vb. olduklarını gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek isteyen bir ihtiyara, ”hangi milletten“ olduğunu ısrarla söyletmek isteyince, adam bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek, titrek bir sesle, ”Ben Türk’üm efendim“ diyor. Bunun üzerine Paşa ”Niçin sıkılıyor saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mi? Bak ben de Türküm“ diyor. O titrek ihtiyar birden canlanarak, ”Sahi sen de Türk müsün? Demek Türkten Paşa da olurmuş ha“ diye sevinç ve hayretle karşılık veriyor!” Ahsen Batur’un “1200 Yıllık Sürgün” kitabında Suriyeli bir paşa şöyle anlatıyor; “Hasan Cemal’in dedesi Cemal Paşa’ ile bir akşam Dımaşk eşrafından birinin köşkünde idik. Salonda ben, Enver Paşa, Cemal Paşa ev sahibi vardı. Sohbet şuradan buradan devam ederken bir ara Cemal Paşa ”Eğer damarlarımdan birinde Türk kanının dolaştığını bilsem, onu kerpetenle yolar alırdım“ dedi. Enver Paşa buz kesti ve hemen ayağa kalkıp sert adımlarla evi terk etti.” ‘ETNİK’ tanımların kullanımı Tanzimat’la birlikte, ortaya çıkmıştı. ‘TÜRK’ kavramını ‘etnik’ kategori olarak ilk kullananlardan biri İstanbul’a sığındıktan sonra Müslüman olarak Mustafa Celaleddin adını alan Polonyalı göçmen Constantin Borzecki oldu. Yazarın 1870te, İstanbul ve Paris’te yayımlanan Les Turcs anciens et modernes (Türkler, Eski ve Modern) başlıklı eseri ‘Türklük’ bilincinin gelişmesinde önemli rol oynadı. II. Abdülhamit’in hafiyelerinden Macar Yahudisi Şarkiyatçı Arminius Vambery de bu alanda kalem oynatanlardandı. Vambery, Çapanoğlu Ahmet Şakir paşa için “II. Abdülhamit’in sağ kolu ve doğu politikasının ardındaki şeytan” tarifi ile de ünlüdür. Yazar Orta Asya’ya Yolculuk (1873) kitabında “Bir Türk hanedanı olarak Osmanlı İmparatorluğu, dinleri, dilleri ve tarihleriyle birbirlerine bağlı olan Türk halklarını bir araya getirerek Adriya(tik) kıyılarından Çin içlerine kadar güçlü bir imparatorluk kurabilirdi.
Anadolululardan, Azerbaycanlılardan, Türkmenlerden, Özbeklerden, Kırgızlardan ve Tatarlardan oluşacak bir Türk bloku, kuzey komşusuna (Rusya’ya) karşı bugünkü Türkiye’den (Osmanlı) daha dengeli durumda olurdu.”diyor. Fransız Türkolog Léon Cahun ise Orta Asya’da bir zamanlar kıyılarında Türklerin yaşadığı bir iç denizin olduğu, bu denizin kuruması üzerine Türklerin Avrasya’ya doğru göçe başladıkları tezinin müellifidir. 1889-1893 arasında keşfedilmiş olan Orhun Yazıtları’nı 1896’da yayımladığı Introduction à l’histoire de l’Asie (Asya Tarihine Giriş) adlı kitabı Cahun’u Türkiye’de meşhur etmiştir. Mustafa Kemal’in bu eserin kendisindeki nüshalarına el yazısıyla notlar aldığı bilinir. Paris’teki Sorbon Üniversitesi’ndeki hocalarından Albert Sorel bir dersinde öğrencilerine “Tarihte keşfolunmamış iki meçhul vardır: Bunlardan biri coğrafyada kutuplar, diğeri tarihte Türk’tür...” demiştir.
Sayın Ahsen Batur, Türk Tarihi boyunca “BEN TÜRK’ÜM” diyebilen iki devlet ve yedi hükümdar belgeleyebilmiş ve şöyle sıralamıştır. “O iki devletten biri Göktürkler, diğeri de Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye Cumhuriyetidir” diyor. Göktürklerin yıkılışından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen 1200 yıllık “sürgün” sırasında Türklüğünü inkar etmemiş o “hükümdar”lara gelince;“Bi’dat (dinde olmayıp da dine sonradan giren uygulamalar) tanımadıkları için Tanrı bugün Türkleri yüceltmiştir.
Selçuklu Sultanı Alparslan; “Türklerin idarecileri, kâtipleri ve memurları hep Horasanlı olmalıdır ki, Türklerin işleri bozulmasın” der. Ama Osmanlıda Hanım sultanlar dâhil devlet yönetiminde hep devşirmeler olmuştur.
Harzemşah Muhammed; kendisine elçi olarak gelen şeyhin okuduğu hadisi dinledikten sonra “Ben Türk’üm ve Arapçayı az bilirim” diye cevap verir.
Emir Timur; “Biz kim emîr-i Türkistan, melik-i Turanız. Biz kim halkların en kadimi, Türk’ün baş boğunumiz” der.
Bir Türk alfabesi hazırlayan ve dil elden gidiyor diyen Nakşibendilerin gazabına uğrayan Babür.
Türk âlimlerinin yetiştirdiği idealist bir “Türkçü” olan Genç Osman.
Türkçe bilmeyen Tunuslu Hayreddin Paşa’ya “Paşa paşa ben Türküm ve Türk kalacağım” diyen Abdülhamid.
“Ferganalı, Buharalı, Taşkentli, Akşabatlı, Kaşgarlı, Almatılı, Bişkekli, Düşanbeli, Urumçili de aynı vatanın evladıdır. Sonuçta aynı atanın çocuklarıyız. Düşmanın oyununa gelmeyelim ve ölene kadar Uluğ Türkistan davasına hizmet edelim. Ben Buhara emiri, Özbeklerin Mangıt boyundan sayılırım ve gerçek Türküm” diyen Buhara Emiri Said Halim Han.
09.05.2013
Devr-i idelden beri şahım eflak
Zem olur alem içinde Etrâk
Vermemiş Türke hûda hiç idrak
Akl-ı evvel de olursa bibâk
Oktul-üt Türke velevkâne ebak
Dedi ol kan-kerem Şah-ı celâl
Türkü katleyleyiniz kanı helâl.
Yani, Mehmet Ali Aynizade’nin tercümesiyle şair şöyle demek istiyor,
Padişahım kâinatın yaratılışından bu yana
Dünya içinde, Türklüğün kötülüğünden bahsedilir
Allah Türk’e hiç anlayış gücü vermemiştir
O çok akıllı olsa bile pervasızdır
Türk’ü öldür baban olsa da
O iyilik madeni, Yüce Peygamber
“Türk’ü öldürünüz kanı helaldir” demiştir.
Hafız Hamdi Çelebi, Muhammed’in bir hadisini kullanarak Türklerin, Anadolu’nun Kızılbaş Türkmenlerinin katledilmesini istiyor. Kızılbaş düşmanlığı Yavuz Sultan Selim zamanı o kadar şiddetliydi ki, III. Murat döneminin şeyhülislamı ve tarihçisi Hoca Saadettin Efendi (ö. 1599) Fatih Sultan Mehmet’in, Otlukbeli Savaşında yendiği Akkoyunlu Uzun Hasan’ın ordusundan kestiği Türkmen kellelerinden tepeler oluştuğundan bahseder.(1463) Kuyucu Murat Paşa’nın orduları 1609’da Anadolu’da Kızılbaş katliamlarına devam eder. Dönemin belgelerinde Kızılbaş yerine ‘Türk’ kelimesinin yanında ‘bağî’ (yolkesen), şakî (haydut), tağî (azgın), celâlî (asi), zındık (dinsiz) sıfatları da kullanılmış. IV. Mehmet döneminin yazarı Koçi Bey (ö. 1650) de Türk, Tatar, Yörük gibi çeşitli terimlerle tarif ettiği ‘Türkler’ için hiç olumlu terimler kullanmıyor. Aynı şekilde Lale Devri’nin tarihçisi Naima (ö. 1716) da Türklük kavramını olumsuz anlamda kullanmıştı. ‘Türk-ü sütürk (azgın Türk), ‘Türk-bed lika’ (çirkin yüzlü Türk), ‘etrak-ı bi idrak’ (anlayışsız, akılsız Türkler), ‘nadan Türk’ (kaba Türk) onun terimleridir. Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” adlı otobiyografik eserinde şöyle bir anısı vardır. 17 yaşında bir talebe olarak Birinci Dünya Savaşı sırasında, Kafkas Cephesi’nde bulunan yazar, cephede Anadolu köylülerinden oluşan bir grup askerle konuşurken onlara sorar: “Bizim dinimiz nedir?” Her kafadan bir ses çıkar: Kimi “Hazreti Ali dinindeniz” der, kimi “İmam-ı Azam dininden.” Şevket Süreyya sorar: “Peygamberimiz kimdir?” Yine karışık sesler çıkar. “Enver Paşa” diyen bile vardır. Şevket Süreyya bir adım daha ileri gider: “Hangi millete mensupsunuz?” Yine her kafadan bir ses çıkar. Yazar işi kolaylaştırmayı dener: “Biz Türk değil miyiz?” Askerler hep bir ağızdan cevap verirler: “Estağfurullah!” “Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken (1880) ilçeleri teftişe çıkıyor. Paşa, uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik kökenlerini soruyor; aldığı cevaplar konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü vb. olduklarını gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek isteyen bir ihtiyara, ”hangi milletten“ olduğunu ısrarla söyletmek isteyince, adam bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek, titrek bir sesle, ”Ben Türk’üm efendim“ diyor. Bunun üzerine Paşa ”Niçin sıkılıyor saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mi? Bak ben de Türküm“ diyor. O titrek ihtiyar birden canlanarak, ”Sahi sen de Türk müsün? Demek Türkten Paşa da olurmuş ha“ diye sevinç ve hayretle karşılık veriyor!” Ahsen Batur’un “1200 Yıllık Sürgün” kitabında Suriyeli bir paşa şöyle anlatıyor; “Hasan Cemal’in dedesi Cemal Paşa’ ile bir akşam Dımaşk eşrafından birinin köşkünde idik. Salonda ben, Enver Paşa, Cemal Paşa ev sahibi vardı. Sohbet şuradan buradan devam ederken bir ara Cemal Paşa ”Eğer damarlarımdan birinde Türk kanının dolaştığını bilsem, onu kerpetenle yolar alırdım“ dedi. Enver Paşa buz kesti ve hemen ayağa kalkıp sert adımlarla evi terk etti.” ‘ETNİK’ tanımların kullanımı Tanzimat’la birlikte, ortaya çıkmıştı. ‘TÜRK’ kavramını ‘etnik’ kategori olarak ilk kullananlardan biri İstanbul’a sığındıktan sonra Müslüman olarak Mustafa Celaleddin adını alan Polonyalı göçmen Constantin Borzecki oldu. Yazarın 1870te, İstanbul ve Paris’te yayımlanan Les Turcs anciens et modernes (Türkler, Eski ve Modern) başlıklı eseri ‘Türklük’ bilincinin gelişmesinde önemli rol oynadı. II. Abdülhamit’in hafiyelerinden Macar Yahudisi Şarkiyatçı Arminius Vambery de bu alanda kalem oynatanlardandı. Vambery, Çapanoğlu Ahmet Şakir paşa için “II. Abdülhamit’in sağ kolu ve doğu politikasının ardındaki şeytan” tarifi ile de ünlüdür. Yazar Orta Asya’ya Yolculuk (1873) kitabında “Bir Türk hanedanı olarak Osmanlı İmparatorluğu, dinleri, dilleri ve tarihleriyle birbirlerine bağlı olan Türk halklarını bir araya getirerek Adriya(tik) kıyılarından Çin içlerine kadar güçlü bir imparatorluk kurabilirdi.
Anadolululardan, Azerbaycanlılardan, Türkmenlerden, Özbeklerden, Kırgızlardan ve Tatarlardan oluşacak bir Türk bloku, kuzey komşusuna (Rusya’ya) karşı bugünkü Türkiye’den (Osmanlı) daha dengeli durumda olurdu.”diyor. Fransız Türkolog Léon Cahun ise Orta Asya’da bir zamanlar kıyılarında Türklerin yaşadığı bir iç denizin olduğu, bu denizin kuruması üzerine Türklerin Avrasya’ya doğru göçe başladıkları tezinin müellifidir. 1889-1893 arasında keşfedilmiş olan Orhun Yazıtları’nı 1896’da yayımladığı Introduction à l’histoire de l’Asie (Asya Tarihine Giriş) adlı kitabı Cahun’u Türkiye’de meşhur etmiştir. Mustafa Kemal’in bu eserin kendisindeki nüshalarına el yazısıyla notlar aldığı bilinir. Paris’teki Sorbon Üniversitesi’ndeki hocalarından Albert Sorel bir dersinde öğrencilerine “Tarihte keşfolunmamış iki meçhul vardır: Bunlardan biri coğrafyada kutuplar, diğeri tarihte Türk’tür...” demiştir.
Sayın Ahsen Batur, Türk Tarihi boyunca “BEN TÜRK’ÜM” diyebilen iki devlet ve yedi hükümdar belgeleyebilmiş ve şöyle sıralamıştır. “O iki devletten biri Göktürkler, diğeri de Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye Cumhuriyetidir” diyor. Göktürklerin yıkılışından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen 1200 yıllık “sürgün” sırasında Türklüğünü inkar etmemiş o “hükümdar”lara gelince;“Bi’dat (dinde olmayıp da dine sonradan giren uygulamalar) tanımadıkları için Tanrı bugün Türkleri yüceltmiştir.
Selçuklu Sultanı Alparslan; “Türklerin idarecileri, kâtipleri ve memurları hep Horasanlı olmalıdır ki, Türklerin işleri bozulmasın” der. Ama Osmanlıda Hanım sultanlar dâhil devlet yönetiminde hep devşirmeler olmuştur.
Harzemşah Muhammed; kendisine elçi olarak gelen şeyhin okuduğu hadisi dinledikten sonra “Ben Türk’üm ve Arapçayı az bilirim” diye cevap verir.
Emir Timur; “Biz kim emîr-i Türkistan, melik-i Turanız. Biz kim halkların en kadimi, Türk’ün baş boğunumiz” der.
Bir Türk alfabesi hazırlayan ve dil elden gidiyor diyen Nakşibendilerin gazabına uğrayan Babür.
Türk âlimlerinin yetiştirdiği idealist bir “Türkçü” olan Genç Osman.
Türkçe bilmeyen Tunuslu Hayreddin Paşa’ya “Paşa paşa ben Türküm ve Türk kalacağım” diyen Abdülhamid.
“Ferganalı, Buharalı, Taşkentli, Akşabatlı, Kaşgarlı, Almatılı, Bişkekli, Düşanbeli, Urumçili de aynı vatanın evladıdır. Sonuçta aynı atanın çocuklarıyız. Düşmanın oyununa gelmeyelim ve ölene kadar Uluğ Türkistan davasına hizmet edelim. Ben Buhara emiri, Özbeklerin Mangıt boyundan sayılırım ve gerçek Türküm” diyen Buhara Emiri Said Halim Han.
09.05.2013
09.05.2013
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ