TDK (Türk Dil Kurumu) ilerisi düşünülmeden söylenen söz insanın başına dert açabilir diye açıklamış. Ne kadar güzel açıklamış. İnsan başına gelince daha iyi anlıyor. Kimya mühendisi 65 yıllık kadim arkadaşım Osman Özyıldırım da " bu dünya da dertler bitmez şekil değiştirir, bela gelecekse bir yolunu bulur, Şam'da da olsan gelir seni bulur" derdi.
Kitaplığımdan bir kitap alacaktım ki satınalmacılık yaptığım yıllarda (bizden büyükler mubayaa memurluğu derlerdi) alışveriş ya da imalat yaptırdığımız firmaların ya da şahısların isimlerini ve telefonlarını kaydettiğim telefon fihristi gözüme çarptı. O anda sanki tam 34 yıldır görmediğim eski bir dostumla karşılaşmanın sıcaklığını hissettim. Kitaptan vazgeçtim, onu alıp balkondaki sandalyeme döndüm. Fihristimi masanın üstüne itinayla koydum ve kapağını okşarcasına usulca açtım. Toplamda 280 sayfa ve her sayfası 21 satır olan defterimin sayfaları hemen hemen tamamen dolmuş. Bazı sayfalar tam dolduğu için alt ve üstteki boşluklara dahi kayıt yapmışım. Buna mukabil bazı harflerde de birkaç sayfa boş kalmış. Demek oluyor ki defterimde yaklaşık 2700-3000 civarında firmanın telefonu kayıtlı. Önce tekstil sektöründe sonra da kablo sektöründe hizmet verince defterim bu kadar hacimli olmuş.
İşe kabul edilmem için sekiz şirketli holdingin (kablo) genel müdürü ile son görüşmelerimizi yaparken "önceki çalıştığım Türkiye'nin en büyük tekstil firmasında 62.000 küsur kalem malzeme alımı yapıyorduk dediğimde şaşkınlık geçirdiğini fark etmiştim.
Zaman içinde bu firma sahiplerinin bazıları sonra dostum hatta aile dostumuz olmuşlardı. Örneğin kırtasiye malzemelerini aldığımız iki firmadan biri olan zamanların ünlü basketbol antrenörü rahmetli Mehmet Baturalp ve diğeri Trabzon lisesinden mezun rahmetli İlhan Başman ağabeylerimiz ile her karşılaştığımızda son fıkralarımızı anlatırdık. İlhan ağabey Karadeniz fıkralarını çok severdi. Rulman satıcısı ve Aryıldız çatal kaşık fabrikasının sahibi merhum Artin Yıldız Bey'in bacanağı rahmetli Nobar Kartal da candan dostumdu. O da fıkra severdi ve tanıdığım en güzel fıkra dinleyen fıkradan anlayan kişiydi. Depresyon geçirdiğim dönemde çok yardımcı olmuştu. Senelik tatile çıktığımızda eşimin mücevherleri onun kasasında dururdu. Bu candan dostlarımı rahmetle yâd ederek sayfaları gözden geçirmeye başladım.
(B) harfinin 12. sayfasında yeşil tükenmezle kaydettiğim "Beşiktaş'taki ev" yazısı ve iki sabit telefon kaydı dikkatimi çekti. Beşiktaş'taki ev ve telefonlar kime aitti? Düşündüm, düşündüm bir türlü hatırlayamadım. O sırada telefonu ile meşgul olan eşime sordum. Ben böyle bir telefon kaydı yapmışım bu telefonlar kimin olabilir dedim. Bir süre yüzüme baktıktan sonra "ben ne bileyim sen bileceksin" dedi. "Hatırlayamıyorum ki sana soruyorum" dedim. "Eşim gülerek, ben bankada çalışırken sokaklarda gezen sendin, senin gizli bir evin olabilir" dedi. Ben de "benim gizli evim olsa neden iki sabit telefonu olsun" dedim ve tekrar Beşiktaş semtini hayalimde gözden geçirmeye başladım. Akrabalarımın oturduğu yerler gözümün önüne geliyordu ama aklıma bir şey gelmiyordu. Neden sadece Beşiktaş'taki ev diye kaydetmiştim hem de diğer kayıtlarım mavi ya da siyah tükenmezle ya da kurşun kalemle yazılıyken bunu neden yeşil tükenmez kalemle kaydetmiştim.
Sonra şu aklıma geldi. Sekiz şirketli Holding'e merkezi satınalma müdürü olarak atanmıştım. Benden önceki dönemde bu şirketler için yapılan alımların faturalarını firmalar getirip o şirketin muhasebe müdürüne bırakıyorlarmış. Bunu fark edince genel müdürümüzden istirham ettim. Benim yeşil tükenmez kalemle paraf etmediğim hiçbir fatura muhasebe müdürlerince işleme konmasın bana gönderilsin. Bu uygulamadan da vazgeçilsin dedim. Ve öyle yapıldı. Genel müdürümüzün evine şoförü ile bir kere gitmiştik ve Topağacı'ndan aşağı Beşiktaş'a inmiştik ama nereye inmiştik şimdi hatırlayamıyordum. Yeşil tükenmezle kaydettiğim bu başında 0212 olmayan eski telefon numaraları genel müdürümüzün Beşiktaş'taki evinin telefonları olabilir miydi? Eşim telefonuna bende telefon defterimin sayfalarına bakmaya devam edip gecemizi böyle bitirdik.
Ertesi gece yemeğimizi yedikten sonra yine eşim telefonuna bende defterimin sayfalarını içim sızlayarak ve zaman, zaman gözlerim dalarak çeviriyordum. Eşim birden " senin bu fotoğrafın bende yoktu, bu nereden gelmiş benim telefonuma" dedi. Baktım, bende ilk defa görüyordum. Açılır kapanır küçük bir masacık üzerine koyduğum bilgisayarıma bakarken çekilmiş bir fotoğrafım. Bu kimin evi dedim. "Ben ne bileyim, ben böyle bir ev bilmiyorum, senin Beşiktaş'taki evindir işte" dedi. "Yahu dedim, bu bizim gidip kaldığımız bir yakınımızın evidir, fotoğrafı da sen çekmişsindir mutlaka " dedim. Eşimle birlikte akrabalarımızın evlerini aklımızda kaldığı kadarıyla hatırlayıp bu fotoğraftaki ev ile karşılaştırıyoruz. Ben bazılarını benzetsem de eşim hayır o değil diyor. Bu fotoğrafı WhatsApp dan kendime göndereyim de oradan da yedek hard diskteki fotoğraflarımın arasına koyayım sonra bakarız dedim. İşlemi yapıp yattım. Eşim ben biraz daha oturacağım dedi.
Ertesi sabah eşim "o fotoğraf şimdi benim telefonumda yok sen kendine aktarırken bendekini sildin mi" dedi. Osman'ın sözünü ettiği bela usuldan, usuldan geliyordu. "Neden sileyim yahu, bana ait bir fotoğraf olduğu için ben sadece kopyaladım" dedim ve eşimin telefonunu elinden aldım. 500 fotoğraf varsa 1500 de yemek fotoğrafları, tabak çanak resimleri, seyredip beğenip kaydettiği hayvan videoları, bebek videoları, mobilyalar ne ararsan var. Bu karmaşada küçücük bir kareyi ben de göremedim. "Sonra sakin kafayla bakar buluruz" dedim. Gece uyuyamadım, iş ciddileşmeye başlamış fotoğraf kafama takılmıştı. Kalkıp azami yavaşlıkla fotoğrafları kaydırmaya başladım, neredeyse yine gözümden kaçacaktı birden fark ettim. İlk gördüğümüzde ekranın sol kenarında olan fotoğraf şimdi en sağ kenara geçmişti. Sonra fotoğrafın kayıt tarihine baktım 8 Nisan 2019 yazıyordu. Bu fotoğrafın altında üstünde yanında yine aynı günlerde çekilmiş içinde bizim de olduğumuz Antalya fotoğrafları vardı. Alçak sesle "Evraka, evraka" dedim. Bu fotoğraftaki ev, emekli olunca İstanbul'dan Antalya'ya taşınan kendisi de Antalyalı olan İst. Tic. Od. Genel Sekreteri dostumuzun ve eşinin Antalya’daki evleriydi.
Sabah eşim uyanınca günaydından sonra ilk sözüm o evi buldum oldu. "Evet, bilgisayarımla ilgilenirken fotoğrafımın çekildiği evi buldum. Yeşil kalemle kaydettiğim Beşiktaş'taki o evinde kime ait olduğunu yakında bulacağım inşallah" dedim.
Birkaç gün sonra genel müdürün şoförü aklıma geldi, hemen aradım. O gün neler yaptığımızı sordum. Bu günkü gibi anlattı, bende tam olarak hatırladım. O tarihte Renault- Concorde arabamı yeni almıştım. Bu arabalar makam aracı olarak Paşalara veriliyordu ve bu yüzdende paşa arabası deniliyordu. Trafikte giderken bile sakınıyor diğer arabalara fazla sokulmuyordum. Karlı bir günde genel müdürün şoförü ile Nişantaşı'ndan aşağı bir yokuşta Topağacı'nda buluşmuş benim arabayı orada bırakıp genel müdürün tadilat yaptırdığı yeni evine yani Beşiktaş'a inmiştik. O gün o karda o yokuşlarda arabam kayarda bir şey olursa korkusu ile gittiğim için hafızam o kötü anıları kayıttan silmişti. Eski istihbaratçı olmamın sayesinde bu problemi de çözmüş kendimi aklamıştım. Yukarıda da bahsettiğim gibi yeşil tükenmez kalem o sekiz şirketli holding zamanıydı.
80 yaşımda bir kere daha öğrendim k: Biiiir, boşboğazlık yapmayacaksın. İkiiiii, cevabını bilmediğin bir şeyi eşinle bile paylaşmayacaksın.