A'DAN Z'YE
ÇAPANOĞLU YUSUF ZİYA BEYİN TORUNU SAFA TERMANİNİ ASWADDAN ANLATIYOR(2)
1920 yılında meydana gelen o meşum ve talihsiz Çapanoğulları hadisesinde Suriyeye kaçarak canını kurtaran Çapanoğlu Yusuf Ziya Beyin (bkz. Yozgat Gazetesindeki köşem YILMAZ GÖKSOY, SABRİ KOÇAK VE HAYATI ROMAN ÇAPANOĞLU YUSUF ZİYA BEY) torunu Safa Termanini, eşi Ghassan Aswad ve İzmirden günü birlik gelen kuzenim Mustafa Çapanoğlu ile sohbet ediyoruz.
Safa Hanım anlatıyor; Nenem Asiye Hanımın saçları çok uzundu (1920 yılındaki talihsiz Çapanoğlu Hadisesinde canını kurtarmak için Suriyeye kaçan Çapanoğlu Yusuf Ziya Beyin eşi ). Oturunca yerlere gelirdi, öyle çok güzel bir hanımdı. Annem de çok güzeldi (Ziya Beyin kızı Naile Banu Hanım). Annem İzzet Teyzeye( Halepteki Mevlevi şeyhi Celalettin Çelebinin annesi) dedi ki gel bir hamama gidelim. O vakitler Halepte çok güzel çarşı hamamları vardı. Annemin evlendiği ev (eşi Abdüsselam Beylerin evi) büyük bir ev, altta odalar var üstte odalar var, hamamı da var. Dedi ki hamama gidelim, Fatmayı da alalım (Celalettin çelebinin kız kardeşi). Gittik dördümüz hamama. Biz hamama gitmeden önce söyleriz hamamcıya, biz geliyoruz (Termanini ailesi), bize ayrı bir yerde üç kurna hazırlar. Nenem de o gün Racaya (natır) söylememiş bize oda ve kurna hazırlayın diye. Öyle birden karar verildi gittik hep beraber.
Nenem içerde bir kurna gördü. Hep beyaz mermer, sular taşıyor. İzzet gel buraya oturalım demiş. O da başkaları için ayrılmış olmasın demiş. Yok, yok bu kimsenin değil bak boş demiş. Biz oraya oturduk. Fatma abla, annesi İzzet Teyzenin saçlarını çözmeye bizde başımızdan suları dökmeye başlamıştık ki baktık öyle endamlı bir güzel hanım geliyor. Geldi önümüzde durdu ama üzerinde peştamal yok, anadan üryan. Ben utandım yüzümü nenemin kucağına koydum. Kadın dedi ki siz yanlış oturmuşsunuz bu kızların kurnası. Nenem de dedi ki; Eee! Bizde kızız. Kadın şaşırdı sizde mi kızsınız dedi. O sırada kadının arkadaşı da geldi o da öyle anadan üryan. Ne oluyor diye sordu. Kadın dedi ki bunlar da kızmış. Ama gitmediler başımızda bekliyorlar. Nenem dedi ki ne bekliyorsunuz? Dediler ki bu bizim kurnamız. Nenem, kurna murna yok biz geldiğimizde boştu bizde buraya oturduk. Ama dedi kadın burası kızların kurnası buraya kimse oturmaz. Nenem kızdı, bizde kızız geldik oturduk dedi. Biraz sonra natır Ayşe Hanım geldi. Telaş ile Asiye hanım kalkın buradan dedi. Nenem kızdı biz niye kalkalım, kimmiş bunlar peştamalsız geziyorlar ayıp, ayıp dedi. Ayşe Hanım eğilip yavaşça bunlar kötü kadınlar haftada bir gün buraya bu kurnaya gelirler onun için buraya hiç kimse girmez deyince nenem, amaan diyerek başında sabunlarla dışarıya koşmuştu.
Nenem Asiye Hanım, kardeşi Ayşe teyzem Suriye de kaplıcaya gitmek istiyorlar. Kaplıcanın olduğu yerde bir ev kiralıyorlar. Oraya bazı eşyalarda götürmek lazım. Babam Abdüsselam Bey yük de taşıyan bir araba tutuyor. Eşyaların bir kısmını içine bir kısmını da üstüne yüklüyorlar. Babam kaplıcada kestirip yesinler diye bir de koyun alıyor. Onu da arabanın üstüne koyuyorlar. Nenem ve teyzem de içine binip yola koyuluyorlar. Yolda giderken yukarıdan bir şey sızıyor nenemin başörtüsünden alnına oradan da aşağıya doğru sızıyor. Nenem merak ediyor, parmağını sürüp tadına bakıyor. Sirkeye benziyor, yukarda sirke mi varmış? diyor. Ayşe Teyzem de tadına bakıyor, limona benziyor, limonlar mı ezildi acaba? diyor. Kaplıcaya vardıklarında bakıyorlar ki yukardaki koyun işemiş. Nenem çok kızmış, üç gün babama küsmüştü.
Halepte otobüsle bir yere gidiyorum. Önümde oturan kadının yanında birisi oturuyor. Başında Arap erkeklerin başlarına örttükleri kefiye gibi bir şey var ama bildiğimiz beyaz çarşaf. Kadın da hem söyleniyor hem de ara sıra kızgınlıkla yanındakinin başına vuruyor. Dayanamadım müdahale edip sordum. Hanım neden yanındakinin başına vurup duruyorsun ve onu nereye götürüyorsun. Dedi ki bu benim oğlum, doktora götürüyorum. Neyi var diye sordum. Lazımlığı başına geçirmiş, çıkaramıyorum, onun için doktora götürüyorum dedi.
Yozgatta Mahcemal teyzem çok dindar bir insandı. Hanımların yaptığı kabul günleri gibi her hafta hanımları evinde toplar zikir çekerlerdi. Esma teyze de(yazarın babaannesi) Mahcemal, bırak bu işleri bir gün uçacaksın vallahi derdi. Yine bir zikir gününde işgüzar bir komşunun şikâyeti üzerine polis eve baskın yapar. Evdekilerin kimler olduğunu bilmek için isimlerini sorarak bir deftere kayıt edip birer birer bırakırlar. Horozun Hüsniye dedikleri bir hanım da korkusundan sedirin altına saklanmışmış. Evde sesler kesilince sedirin örtüsünün altından gördüğü bir ayağa ayağı ile dürterek gittiler mi, gittiler mi diye sormuş. Sorduğu kişi evde tek başına etrafa bakan bir polismiş. Evdekilerin isim listesi polis dairesine (karakol) gidince oradaki polis müdürü soyadlarından kimler olduğunu anlamış ama yapacak bir şey yok olan olmuş. Beyler, polis dairesine şikâyete gidince bir yanlışlık olmuş diyerek özür dilemiş.
Halepte komşumuzun da bizim de arabamız aynı renkte Mazda marka idi. Bir gün araba ile bir yere gitmem gerekti. Çıktım arabaya bindim. Arabanın içi pek pisti. Ghassan neden temizletmemiş diye kızdım. Hareket ettikten sonra gayri ihtiyarı aynadan eve doğru baktım Ghassan balkondan elini kolunu sallayarak bana artistik hareketler yapıyor. Önce mühimsemedim sonra ne demek istiyor diye durdum. Meğer bindiğin araba bizim değil diyormuş. Bizim anahtarımızla komşunun arabası nasıl açıldı nasıl çalıştı şaştık.
Halepte otobüsle bir yere gidiyorum. Otobüs kalabalık. Bir süre ayakta gittik. Sonra 50 yaşlarında bir adam kalkıp bana yer verdi. Teşekkür edip oturdum. Yanımdaki koltukta bir delikanlı oturuyor ama hiç oralı olmuyor. Yanımızda ayakta duran bir kadın dayanamadı delikanlıya dönüp eşşek kadar adam kalkıp yer verdi sen hala oturuyorsun dedi. Aslında yer veren adamı yüceltmek istemişti.
Çocukların en büyüğü yani ilk çocuk olmam dolayısıyla babam Abdüsselam Bey beni kimselere layık göremedi. Evimiz yirmi iki odalıydı. Çok gelen gidenimiz olurdu. Babamın hem aileden gelen bir saygınlığı vardı hem de Üniversitede hocaydı, vezirlik de(bakan)yapmıştı. Doktora yapanların tezlerini babam imzalardı. Üç defa nişanlandım her biri bir sene sürdü ama babam beni bir türlü veremiyordu. Hep nikâhtan döndüm. Ghassanın ailesi bize komşu idi ve annelerimiz görüşüyordu. Ghassan ısrarla beni istedi ve aldı. Ben o yıl Hukuk Fakültesi 4. Sınıfta idim. O da mühendis olmuştu. 1967 yılında evlendik. Dört kızımız oldu. Zeyna, Lina,Louma,Souha.
Safa Hanımın eşi Ghassan Aswad anlatıyor; Safa Hanım her şeyi merak eder her şeye karışır, bu yüzdende başına çok şey gelir. Dubaiden yola çıkmadan önce kızımız dedi ki; İstanbulda da her şeye karışma herkesle konuşma. Bir ahbabı ziyarete gitmek için taksiye bindik. Yine dayanamadı şoföre sordu Oğlum, sen İstanbullu musun? Şoför yok teyze Erzurumluyum. Dayanamadı yine sordu Alevi misin? Şoför akıllı adammış cevap vermedi.
Halepte arabamızla bir yere gidiyoruz. Yolumuzun üstünde bir Hristiyana ait çok gösterişli ve birkaç katlı bir villa vardı. O gün binanın önünde çok çiçek vardı. Safa hanım çiçekleri görünce gene dayanamadı. Dur bakayım buraya yeni bir mağaza açılmış galiba girip bir bakalım ne satıyorlar dedi. Emir büyük yerden durdum. Ben gelmem sen bak gel dedim. Gidiyor kapıdan içeri giriyor. İçerde buyurun hanımlar bu tarafa diyorlar. Meğer cenaze evi imiş.
Yine bir ahbapları ziyarete gitmiştik. Hanımlar kendi arasında biz erkeklerde kendi aramızda sohbet ediyoruz. Bir ara Safa Hanım sordu. Fatma Hanım nasıl iyi mi? Fatma Hanım öldü dediler. Safa Hanım oh oh maşallah allah iyilikler versin, eşi nasıl? dedi. Hanımlar şaşkınlıkla eşi de öldü dediler. Safa hanım yine oh oh maşallah allah iyilikler versin dedi. Kulağımı işaret ederek kulağındaki apareyin kapalı olduğunu işaret ettim. Açınca da sorduğun kişiler ölmüş dedim. Çok utandı mahcup oldu.
Kızımızı ziyarete gittik. Evde daimi yanlarında kalan Finli bir hizmetçi ile birde temizliğe gelen bir hanım var. Ben torunlarımla meşgul iken Safa Hanımdan uzun konuşma sesleri gelmeye başladı. Kiminle konuşuyor acaba diye merak ederek sesin geldiği yere gittim. Baktım Finli hizmetçiyi karşısına oturtmuş onunla konuşuyor, daha doğrusu Safa hanım konuşuyor kız dinliyor. Kızcağıza sormuş sen hangi dindensin? Oda Budist olduğunu söylemiş. Ona uzun uzun Müslümanlığın güzelliklerinden bahsediyor. Yahu sana ne dedim kızın dininden, bırak ta işini yapsın.
Yine bir gün çok önemli şeyler anlatıyorum, anlamış gibi başını sallıyor. Birden sordum; ben şimdi ne söyledim? Cevap yok öylece yüzüme bakıyor. Tekrar sordum ben şimdi ne söyledim? Anladım ki kulağındaki aparey kapalı. Ghassan Bey bunu anlatınca Safa Hanım bazen beni ilgilendirmeyen o kadar çok şey anlatıyor ki apareyi kapatıyorum dedi.
Kızkardeşi Nouha Ghassan Hanımda şunları anlatmıştı; Safa ablamın torunu Louma çarşıda alışveriş yaparken bir dükkânın camına yapıştırılmış bir kâğıt görüyor. Kâğıtta şöyle yazıyor. Elemsiz (acısız) kulak delinir. Eve gelince anneannesi Safa Hanıma söylüyor. O da birkaç gün sonra yanlışlıkla yandaki dükkâna girip adama soruyor elemsiz sen mi deliyorsun? Adamcağız şaşkınlıkla bakakalıyor.
Halepte çok güzel eşofmanlar yapılır. Antuvan isminde bir Hristiyan dükkâncı vardı çok güzel şeyler satardı ve Safada hep kızlarla oraya giderlerdi. Safa eşi Ghassan Beyle birlikte yine bu dükkâna gidiyorlar. Dükkâncı da o yıllarda hem çok yaşlanmıştı hem de çok şişmandı birde şeker hastalığı vardı. Giriyorlar içeri, merhaba Antuvan, merhaba Safa Hanım, nassın eyimisin, ne arzu ediyorsun, eee kızlara eşofman istiyorum girişinden sonra şunu istiyorum, bunu istiyorum şeklinde devam ediyor. Antuvan da biraz önce yemek yemiş, şekerden dolayı da uykusu gelmiş, pantolon kemeri de sıkmış. Safa çıkarılanlara bakarken o da pantolonun kemerini açmış. Bunları beğenmeyen Safa şunu da indir bunu da indir diye adamı zorlarken ellerini yukarı kaldıran adamın pantolonu düşüyor. Adam kalıyor pantolonsuz. Pantolonu çekecek ama çok şişman çekemiyor bir türlü. Bu sefer Safa yardım ediyor çekiyor çekiyor oda bir türlü çekemiyor ve tam o sırada bir karı koca içeri giriyorlar. Adam şaşırıyor aman ne oluyor burada diyor ama eşi merak etme Anuvanın panolunu düşmüş Safa ona yardım ediyor diyerek eşini sakinleştiriyor. Şansa bakın ki gelenler yabancı değil yoksa tam bir rezalet olacak.
Gecenin saat 01.00 ne kadar sohbetimiz devam etti. Kuzenim Mustafa Çapanoğlu, abi yanınızda fotoğraf makinesi var mı diye sordu. Çantamdan makinemi çıkardım. Ghassan Bey, makineyi bana verin Çapanoğullarının topluca bir resmini çekeyim dedi. Safa Hanım aman o çekmesin, bir lokantada resmini çekeyim dedi, resmi fotoğrafçıdan aldık arkamda garson duruyor.
29.09.2016
Safa Hanım anlatıyor; Nenem Asiye Hanımın saçları çok uzundu (1920 yılındaki talihsiz Çapanoğlu Hadisesinde canını kurtarmak için Suriyeye kaçan Çapanoğlu Yusuf Ziya Beyin eşi ). Oturunca yerlere gelirdi, öyle çok güzel bir hanımdı. Annem de çok güzeldi (Ziya Beyin kızı Naile Banu Hanım). Annem İzzet Teyzeye( Halepteki Mevlevi şeyhi Celalettin Çelebinin annesi) dedi ki gel bir hamama gidelim. O vakitler Halepte çok güzel çarşı hamamları vardı. Annemin evlendiği ev (eşi Abdüsselam Beylerin evi) büyük bir ev, altta odalar var üstte odalar var, hamamı da var. Dedi ki hamama gidelim, Fatmayı da alalım (Celalettin çelebinin kız kardeşi). Gittik dördümüz hamama. Biz hamama gitmeden önce söyleriz hamamcıya, biz geliyoruz (Termanini ailesi), bize ayrı bir yerde üç kurna hazırlar. Nenem de o gün Racaya (natır) söylememiş bize oda ve kurna hazırlayın diye. Öyle birden karar verildi gittik hep beraber.
Nenem içerde bir kurna gördü. Hep beyaz mermer, sular taşıyor. İzzet gel buraya oturalım demiş. O da başkaları için ayrılmış olmasın demiş. Yok, yok bu kimsenin değil bak boş demiş. Biz oraya oturduk. Fatma abla, annesi İzzet Teyzenin saçlarını çözmeye bizde başımızdan suları dökmeye başlamıştık ki baktık öyle endamlı bir güzel hanım geliyor. Geldi önümüzde durdu ama üzerinde peştamal yok, anadan üryan. Ben utandım yüzümü nenemin kucağına koydum. Kadın dedi ki siz yanlış oturmuşsunuz bu kızların kurnası. Nenem de dedi ki; Eee! Bizde kızız. Kadın şaşırdı sizde mi kızsınız dedi. O sırada kadının arkadaşı da geldi o da öyle anadan üryan. Ne oluyor diye sordu. Kadın dedi ki bunlar da kızmış. Ama gitmediler başımızda bekliyorlar. Nenem dedi ki ne bekliyorsunuz? Dediler ki bu bizim kurnamız. Nenem, kurna murna yok biz geldiğimizde boştu bizde buraya oturduk. Ama dedi kadın burası kızların kurnası buraya kimse oturmaz. Nenem kızdı, bizde kızız geldik oturduk dedi. Biraz sonra natır Ayşe Hanım geldi. Telaş ile Asiye hanım kalkın buradan dedi. Nenem kızdı biz niye kalkalım, kimmiş bunlar peştamalsız geziyorlar ayıp, ayıp dedi. Ayşe Hanım eğilip yavaşça bunlar kötü kadınlar haftada bir gün buraya bu kurnaya gelirler onun için buraya hiç kimse girmez deyince nenem, amaan diyerek başında sabunlarla dışarıya koşmuştu.
Nenem Asiye Hanım, kardeşi Ayşe teyzem Suriye de kaplıcaya gitmek istiyorlar. Kaplıcanın olduğu yerde bir ev kiralıyorlar. Oraya bazı eşyalarda götürmek lazım. Babam Abdüsselam Bey yük de taşıyan bir araba tutuyor. Eşyaların bir kısmını içine bir kısmını da üstüne yüklüyorlar. Babam kaplıcada kestirip yesinler diye bir de koyun alıyor. Onu da arabanın üstüne koyuyorlar. Nenem ve teyzem de içine binip yola koyuluyorlar. Yolda giderken yukarıdan bir şey sızıyor nenemin başörtüsünden alnına oradan da aşağıya doğru sızıyor. Nenem merak ediyor, parmağını sürüp tadına bakıyor. Sirkeye benziyor, yukarda sirke mi varmış? diyor. Ayşe Teyzem de tadına bakıyor, limona benziyor, limonlar mı ezildi acaba? diyor. Kaplıcaya vardıklarında bakıyorlar ki yukardaki koyun işemiş. Nenem çok kızmış, üç gün babama küsmüştü.
Halepte otobüsle bir yere gidiyorum. Önümde oturan kadının yanında birisi oturuyor. Başında Arap erkeklerin başlarına örttükleri kefiye gibi bir şey var ama bildiğimiz beyaz çarşaf. Kadın da hem söyleniyor hem de ara sıra kızgınlıkla yanındakinin başına vuruyor. Dayanamadım müdahale edip sordum. Hanım neden yanındakinin başına vurup duruyorsun ve onu nereye götürüyorsun. Dedi ki bu benim oğlum, doktora götürüyorum. Neyi var diye sordum. Lazımlığı başına geçirmiş, çıkaramıyorum, onun için doktora götürüyorum dedi.
Yozgatta Mahcemal teyzem çok dindar bir insandı. Hanımların yaptığı kabul günleri gibi her hafta hanımları evinde toplar zikir çekerlerdi. Esma teyze de(yazarın babaannesi) Mahcemal, bırak bu işleri bir gün uçacaksın vallahi derdi. Yine bir zikir gününde işgüzar bir komşunun şikâyeti üzerine polis eve baskın yapar. Evdekilerin kimler olduğunu bilmek için isimlerini sorarak bir deftere kayıt edip birer birer bırakırlar. Horozun Hüsniye dedikleri bir hanım da korkusundan sedirin altına saklanmışmış. Evde sesler kesilince sedirin örtüsünün altından gördüğü bir ayağa ayağı ile dürterek gittiler mi, gittiler mi diye sormuş. Sorduğu kişi evde tek başına etrafa bakan bir polismiş. Evdekilerin isim listesi polis dairesine (karakol) gidince oradaki polis müdürü soyadlarından kimler olduğunu anlamış ama yapacak bir şey yok olan olmuş. Beyler, polis dairesine şikâyete gidince bir yanlışlık olmuş diyerek özür dilemiş.
Halepte komşumuzun da bizim de arabamız aynı renkte Mazda marka idi. Bir gün araba ile bir yere gitmem gerekti. Çıktım arabaya bindim. Arabanın içi pek pisti. Ghassan neden temizletmemiş diye kızdım. Hareket ettikten sonra gayri ihtiyarı aynadan eve doğru baktım Ghassan balkondan elini kolunu sallayarak bana artistik hareketler yapıyor. Önce mühimsemedim sonra ne demek istiyor diye durdum. Meğer bindiğin araba bizim değil diyormuş. Bizim anahtarımızla komşunun arabası nasıl açıldı nasıl çalıştı şaştık.
Halepte otobüsle bir yere gidiyorum. Otobüs kalabalık. Bir süre ayakta gittik. Sonra 50 yaşlarında bir adam kalkıp bana yer verdi. Teşekkür edip oturdum. Yanımdaki koltukta bir delikanlı oturuyor ama hiç oralı olmuyor. Yanımızda ayakta duran bir kadın dayanamadı delikanlıya dönüp eşşek kadar adam kalkıp yer verdi sen hala oturuyorsun dedi. Aslında yer veren adamı yüceltmek istemişti.
Çocukların en büyüğü yani ilk çocuk olmam dolayısıyla babam Abdüsselam Bey beni kimselere layık göremedi. Evimiz yirmi iki odalıydı. Çok gelen gidenimiz olurdu. Babamın hem aileden gelen bir saygınlığı vardı hem de Üniversitede hocaydı, vezirlik de(bakan)yapmıştı. Doktora yapanların tezlerini babam imzalardı. Üç defa nişanlandım her biri bir sene sürdü ama babam beni bir türlü veremiyordu. Hep nikâhtan döndüm. Ghassanın ailesi bize komşu idi ve annelerimiz görüşüyordu. Ghassan ısrarla beni istedi ve aldı. Ben o yıl Hukuk Fakültesi 4. Sınıfta idim. O da mühendis olmuştu. 1967 yılında evlendik. Dört kızımız oldu. Zeyna, Lina,Louma,Souha.
Safa Hanımın eşi Ghassan Aswad anlatıyor; Safa Hanım her şeyi merak eder her şeye karışır, bu yüzdende başına çok şey gelir. Dubaiden yola çıkmadan önce kızımız dedi ki; İstanbulda da her şeye karışma herkesle konuşma. Bir ahbabı ziyarete gitmek için taksiye bindik. Yine dayanamadı şoföre sordu Oğlum, sen İstanbullu musun? Şoför yok teyze Erzurumluyum. Dayanamadı yine sordu Alevi misin? Şoför akıllı adammış cevap vermedi.
Halepte arabamızla bir yere gidiyoruz. Yolumuzun üstünde bir Hristiyana ait çok gösterişli ve birkaç katlı bir villa vardı. O gün binanın önünde çok çiçek vardı. Safa hanım çiçekleri görünce gene dayanamadı. Dur bakayım buraya yeni bir mağaza açılmış galiba girip bir bakalım ne satıyorlar dedi. Emir büyük yerden durdum. Ben gelmem sen bak gel dedim. Gidiyor kapıdan içeri giriyor. İçerde buyurun hanımlar bu tarafa diyorlar. Meğer cenaze evi imiş.
Yine bir ahbapları ziyarete gitmiştik. Hanımlar kendi arasında biz erkeklerde kendi aramızda sohbet ediyoruz. Bir ara Safa Hanım sordu. Fatma Hanım nasıl iyi mi? Fatma Hanım öldü dediler. Safa Hanım oh oh maşallah allah iyilikler versin, eşi nasıl? dedi. Hanımlar şaşkınlıkla eşi de öldü dediler. Safa hanım yine oh oh maşallah allah iyilikler versin dedi. Kulağımı işaret ederek kulağındaki apareyin kapalı olduğunu işaret ettim. Açınca da sorduğun kişiler ölmüş dedim. Çok utandı mahcup oldu.
Kızımızı ziyarete gittik. Evde daimi yanlarında kalan Finli bir hizmetçi ile birde temizliğe gelen bir hanım var. Ben torunlarımla meşgul iken Safa Hanımdan uzun konuşma sesleri gelmeye başladı. Kiminle konuşuyor acaba diye merak ederek sesin geldiği yere gittim. Baktım Finli hizmetçiyi karşısına oturtmuş onunla konuşuyor, daha doğrusu Safa hanım konuşuyor kız dinliyor. Kızcağıza sormuş sen hangi dindensin? Oda Budist olduğunu söylemiş. Ona uzun uzun Müslümanlığın güzelliklerinden bahsediyor. Yahu sana ne dedim kızın dininden, bırak ta işini yapsın.
Yine bir gün çok önemli şeyler anlatıyorum, anlamış gibi başını sallıyor. Birden sordum; ben şimdi ne söyledim? Cevap yok öylece yüzüme bakıyor. Tekrar sordum ben şimdi ne söyledim? Anladım ki kulağındaki aparey kapalı. Ghassan Bey bunu anlatınca Safa Hanım bazen beni ilgilendirmeyen o kadar çok şey anlatıyor ki apareyi kapatıyorum dedi.
Kızkardeşi Nouha Ghassan Hanımda şunları anlatmıştı; Safa ablamın torunu Louma çarşıda alışveriş yaparken bir dükkânın camına yapıştırılmış bir kâğıt görüyor. Kâğıtta şöyle yazıyor. Elemsiz (acısız) kulak delinir. Eve gelince anneannesi Safa Hanıma söylüyor. O da birkaç gün sonra yanlışlıkla yandaki dükkâna girip adama soruyor elemsiz sen mi deliyorsun? Adamcağız şaşkınlıkla bakakalıyor.
Halepte çok güzel eşofmanlar yapılır. Antuvan isminde bir Hristiyan dükkâncı vardı çok güzel şeyler satardı ve Safada hep kızlarla oraya giderlerdi. Safa eşi Ghassan Beyle birlikte yine bu dükkâna gidiyorlar. Dükkâncı da o yıllarda hem çok yaşlanmıştı hem de çok şişmandı birde şeker hastalığı vardı. Giriyorlar içeri, merhaba Antuvan, merhaba Safa Hanım, nassın eyimisin, ne arzu ediyorsun, eee kızlara eşofman istiyorum girişinden sonra şunu istiyorum, bunu istiyorum şeklinde devam ediyor. Antuvan da biraz önce yemek yemiş, şekerden dolayı da uykusu gelmiş, pantolon kemeri de sıkmış. Safa çıkarılanlara bakarken o da pantolonun kemerini açmış. Bunları beğenmeyen Safa şunu da indir bunu da indir diye adamı zorlarken ellerini yukarı kaldıran adamın pantolonu düşüyor. Adam kalıyor pantolonsuz. Pantolonu çekecek ama çok şişman çekemiyor bir türlü. Bu sefer Safa yardım ediyor çekiyor çekiyor oda bir türlü çekemiyor ve tam o sırada bir karı koca içeri giriyorlar. Adam şaşırıyor aman ne oluyor burada diyor ama eşi merak etme Anuvanın panolunu düşmüş Safa ona yardım ediyor diyerek eşini sakinleştiriyor. Şansa bakın ki gelenler yabancı değil yoksa tam bir rezalet olacak.
Gecenin saat 01.00 ne kadar sohbetimiz devam etti. Kuzenim Mustafa Çapanoğlu, abi yanınızda fotoğraf makinesi var mı diye sordu. Çantamdan makinemi çıkardım. Ghassan Bey, makineyi bana verin Çapanoğullarının topluca bir resmini çekeyim dedi. Safa Hanım aman o çekmesin, bir lokantada resmini çekeyim dedi, resmi fotoğrafçıdan aldık arkamda garson duruyor.
29.09.2016
29.09.2016
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
M Ethem Kutsoylu / Abu Dhabi
06.10.2016 11:25:00Sevgili A.Kadir Bey,
Yazilarinizi ilgi ile izliyorum, her nekadar kisi ve yerleri bilmesem de, yasammisliklar her yer de ayni.Ayrica ayni kulturun insanlari olarak da hic birsey yabanci degil. Bence, yaptiginiz, insanlarimizin kim olduklarini bilmeleri adina ve esasin da basit sebebleri, onemliymis gibi one surerek ayristirilmaya ugrasilan toplumumuz da fikirlerin baska baska olabilecegini ancak hepimizin cok benzer oldugumuzu dile getiren, anlatan bir resim ortaya koyuyorsunuz. Bu fevkalede onemli. Hele de bugunlerde...
Yazilariniz da konu ettiginiz Safa Hanimefendi ve ailesini, sayeniz de tanimaktan da cok mutluyuz.
Saglicakla kalin.