A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

-DİKKAAAT ! GELEN MUSTAFA KEMAL PAŞA’DIR, SELAAMDUURR!

Değerli okurlar, bugün 10 Kasım.  Dünya basınının bin yılın lideri diye takdim ettiği yüce Atatürk'ümüzün vefatının 84. yıldönümü.  

ABD'nin tamamında izlenen PBS televizyonu, 13 Ocak 2000 günkü yayınında  "Atatürk'ün saltanatı kaldırarak kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdiğini. Batılı tarzı giyimi ve Latin alfabesini getirdiğini belirterek tarihte Müslüman bir toplumu başarıyla batılı, parlamenter demokrasi ve laik devlet düzenine dönüştüren tek lider’"Mustafa Kemal Atatürk'ü "milenyumun (bin yılın) en önemli kişisi’ ilan etti.

Atatürk'ün doğumunun 100. yılında UNESCO'ya üye 152 ulus da oybirliği ile aşağıdaki metni karar altına almıştır.

"Uluslar arası anlayış ve işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi; olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, din, ırk ayırımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu.

Ve İngiliz Generali Sir Charles Townshend 1922 yılında onunla yaptığı görüşme sonrasında şöyle söylüyordu; Ben şimdiye kadar on beş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudretinin esrarı var.

Değerli okurlar, Çanakkale Lisesinde eğitim gördüğümüz 1962-64 yılları 10 Kasım haftalarında değişik etkinlikler yapmıştık. Bu etkinliklerde âcizane benim kurduğum bağlama ekibimiz ve koromuz onun sevdiği Rumeli türkülerinden bir demet sunarken bende onunla ilgili kimi güldüren kimi duygulandırıp gözlerimizi yaşartan fıkralar anlatmıştım. Bu etkinlerimizde daha sonra TRT'nin en sevilen haber spikerlerinden olan değerli kardeşim Erkan Oyal'da görev almıştı. Sağlıklı uzun ömür diliyorum.

Bu özel günde ATATÜRK ile ilgili üç güzel hikâyeyi sizinle paylaşıyorum.

Mustafa Kemal paşa 13 Kasım 1918 günü trenle Adana’dan İstanbul’a Haydarpaşa Garı’na gelir. Güney Cephesi’nde Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’na kısa süre önce atanan Mustafa Kemal, emrindeki birlikleri koruyarak Anadolu sınırına çekmeyi başarmıştır. Hemen ardından 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi (Teslimiyet Anlaşması) imzalanır. 4 yıl süren Birinci Dünya Savaşı bitmiştir. Alman-Osmanlı ittifakı yenilmiştir. Osmanlı Hükümeti, Mondros’ta bir savaş gemisinde İngilizlerle teslim anlaşması imzalamıştır.

Mustafa Kemal paşa yenilgiyi, Mondros Mütarekesini ve İngilizlere teslimiyeti kabul etmez. Saray’a karşı bir “telgraf savaşı” başlatır. İngilizler İskenderun‘a asker çıkarmaya kalkarsa, ateş emri verir, bunu da Saray’a bildirir. Saray panikler… Sadrazam İzzet Paşa ile 8 Kasım’a kadar karşılıklı telgrafları meşhurdur. İngilizlerin bu gidişle Anadolu’nun tümünü işgal edip, hatta hükümet üyelerini belirleyeceği uyarısı yapar. Ve son olarak “kendi fıtratına uygun olanı yapacağını” (yani direneceğini) ilan eder…

Saray Mustafa Kemal’i derhal görevden alır, İstanbul’a çağırır. İşte tüm bu fırtınanın ortasında 13 Kasım 1918 günü Mustafa Kemal trenle İstanbul’a gelir.

İstanbul’da durum umutsuzdur. Herkes yılgınlık içindedir. Rumların ve Ermeniler işgal kuvvetlerini sevinç gösterileri ile karşılarken, Türkler acı gözyaşları ile derin bir kedere bürünmüştür. İstanbul 1453’teki fetihten tam 465 yıl sonra düşman çizmesi altında ezilmiştir. Bu Osmanlı için, Türk milleti için ağır bir utançtır.

Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım’da Haydarpaşa Garı’nda trenden iner. Tren ve peron cepheden gelen subay ve askerlerle doludur. Mustafa Kemal’i tanıyan ve trenden inişini izleyen bir çavuş, gür bir sesle perondaki askerlere komut verir:

-Dikkaaat! Gelen Mustafa Kemal Paşa’dır, selaam duurr!

Haydarpaşa Garı’ndaki tüm subay ve askerler bir anda yerinde çakılır, hazır ola geçip askerce selam verirler.

Tüyleri ürperten bir andır. Mustafa Kemal yavaş adımlarla çavuşun karşısına yürür, durur ve sorar:

-Nerede beraberdik?

Cevap çok şey ifade eden tek kelime ile gelir:

-Çanakkale!

Mustafa Kemal çavuşa şöyle der:

-Emir geçir, herkes köyüne memleketine silahı ile gitsin, bir şekilde silahını götürsün.

“Emir geçirmek” askeri bir terimdir…

Emrin yüksek sesle değil, yavaşça kulaktan kulağa sessizce tekrarlanması demektir… Çanakkale’den, yakın siperlerden, cephe günlerinden kalma bir önlem…

Çavuş emir geçirir, peron bir anda boşalır…

Yüzlerce asker silahı ile birlikte ortadan kaybolur, memleketine doğru yola koyulur…

Bu anlatı Sayın Kerem Çalışkan’ın makalesinden alınmıştır.

Mustafa Kemal’in Haydarpaşa Garı’ndaki ‘silahları vermeyin’ emrini o gün orada garda bulunan Teşkilatı Mahsusa’dan Dr. Fahri Bey, gazeteci Taylan Sorgun’a anlatmıştır. Döneme ait çeşitli anı ve belgeleri 6 değerli kitabında derlemiş olan Gazeteci Taylan Sorgun hala sağdır. Bu konuda Taylan Sorgun ile yapılan bir söyleşi 2 yıl önce Yurt Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Ve Atatürk anlatıyor; zannederim 1919 Mayısının 14. Günü akşamıydı, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Nişantaşı’ndaki ikametgâhına akşam yemeğine davet edilmiştim. Muayyen saatte Sadrazamın yanında bulunuyordum. Benden başka henüz kimse yoktu. Birkaç cümlelik bir konuşmadan sonra, uzunca bir sukut(sessizlik) devam etti. Kendisini 1–2 gün evvel Harbiye nazırı ile birlikte ziyaret ettiğimiz zaman gösterdiği sevinçten ve bilhassa samimiyetten eser yoktu. Sükûnetle Vahdettin’in Sadrazamını tetkik ediyordum. Bir aralık saatine baktı.

— Acaba nerede kaldı? Dedi.

— Birine mi intizar buyruluyor(birimi bekleniyor)? Dedim.

— Evet, Cevat Paşa (Çobanlı) hazretleri geleceklerdi, dedi.

Yine sukut başladı. Filhakika birkaç dakika sonra Cevat Paşa da geldi. Birlikte yemek salonuna geçtik. Üçümüzden mürekkep (oluşan) sofrada yalnız çatallar ve bıçaklar değiştikçe, hizmet edenlerin acemiliği yüzünden hâsıl olan gürültüden başka ses çıkmıyordu. Hatırladığıma göre dikkatle birbirimizin yüzlerimize bile bakamıyorduk. Kendi kendime, benimle görüşeceği meseleleri hizmet edenlere dahi duyurmamak için, susmakta olduğuna hükmediyordum. Ortasında genişçe bir masa bulunan çok dar, fakat şirin bir salona geçtik. Henüz ayakta dururken, Sadrazam dedi ki

—Bir harita getirtsek de, Müfettiş Paşa onun üzerinde bize izahat verse... Haritayı masanın üstüne açtılar. Anlaşılıyordu ki, Sadrazam, haritayı daha evvel hazırlatmıştır. Harita, Kiepert’in atlası idi. İçinden Anadolu paftasını bulduk.  Masanın arzani (enine olan) cihetlerinde Sadrazamla karşı karşıyayız. Cevat Paşa benim soluma tesadüf etti. Dedim ki;

— Ne nokta- i nazardan izahat talep ediliyor?

— Mesela dedi; Samsun havalisinde ne yapacaksınız? Tereddüt etmeden şu kelimeler ağzımdan döküldü:

— Efendim, İngiliz raporlarında meselenin biraz mübalağalı olduğuna hükmediyorum. Fakat nede olsa, yerinde yapılacak tetkiklerden sonra, icap eden en iyi tedbirler bulunabilir. Merak buyurmayınız. Bu sözlerden sonra Cevat Paşanın gözlerine baktım. Aynı zamanda Sadrazamda gözlerini generale çevirmişti:

—Ne dersiniz?

Cevat Paşa çok tabii bir tavır ve lisanla:

—Öyledir efendim dedi. Böyle işler mahallinde hallolunur. Şimdiden kati ne söylenebilir? Hiç memnuniyet göstermeyen Sadrazamın kafasından daha büyük bir endişeyi halletmek suali, sanki ifade olunabilmek için, şekil arıyordu. Birden, oldukça heyecansı bir seda ile sordu:

—Pekâlâ, siz bana harita üzerinde kumandanızın şamil olduğu mıntıkayı gösterir misiniz? Sadrazamın vesveseye düştüğü noktayı derhal keşfetmiştim. Cevap verdim:

—Efendim henüz bende pekiyi bilmiyorum. Belki takriben, kiepert atlası üzerine elimi koyarak, ihtimal şu kadar bir parça diyerek bazı vilayetleri elimle tehdit ettim. Bu defa daha manalı bir tarzda Cevat Paşaya baktım. O da Sadrazamın vehmini anlamıştı. Ben elimi haritadan kaldırırken Cevat Paşa ilave etti:

— Efendim mıntıkanın ehemmiyeti yoktur. Paşa bittabi o mıntıkadaki kuvvete kumanda edecektir. Zaten nerede kuvvet kaldı ki? Cümlesini tamamlarken vaziyetin hiçte ehemmiyeti haiz (önemli) olmadığını bililtizam (kasten) ima etmek ister bir tavırla, Cevat Paşa, haritanın bulunduğu masadan uzaklaşır gibi oldu. İçimden Cevat Paşa’ya teşekkür ettim. Generalin bu sözleri Sadrazam’ı tatmin etmiş görünüyordu. Her birimiz birer koltuğa çekildik. Sadrazam sordu:

— Ne vakit hareket edeceksiniz?

—Ne vakit emir buyruluyorsa… Ben esasen harekete hazırım.

—Zat-ı şahane’yi ziyaret ettiniz mi?

—Hayır efendim. İrade buyrulmadı.

—İrade buyruldu. Ben tebliğ ediyorum. Yarın kendilerini ziyaret ediniz. Sadrazamın konağından çıktıktan sonra Cevat Paşa ile kol kola, karanlıkta, Nişantaşı Caddesi’nin piyade kaldırımı üzerinden Teşvikiye’ye doğru sıkı adımlarla ilerliyorduk. Cevap Paşa pek samimi bir lisanla bana sordu:

—Bir şey mi yapacaksın, Kemal?

—Evet, Paşam bir şey yapacağım dedim.

—Allah muvaffak etsin! Dedi

—Mutlaka muvaffak olacağız dedim, birbirimizden ayrıldık.

Ve Yozgat'ımızın canlı tarihi cennetmekân Yılmaz Göksoy Hocam anlatmıştı; Van’ın Santimaris köyünde dul bir kadının ineğini kurtlar parçalar. Olay tam da Atatürk’ün öldüğü günün ertesi günü olur. Kadıncağız ağlarken bir yandan da “Paşam sen öldün ineğimi kurtlar yedi” diye dövünmektedir. O sırada orada arkeolojik kazı yapan Amerikalılar kadının dövünürken neler söylediğini merak edip tercümana sorarlar. O da tercüme edince Amerikalı, şöyle söyler. “Bu güne kadar kadının ineği tesadüfen hayatta kalmış ama kadıncağız Atatürk’ün sayesinde güvence altında olduğuna inanmış.Bir lidere duyulan güvence ancak bu kadar olur.”

OKUR YORUMLARI
Alim Gürerk
10.11.2022 06:46:33

Sayın Çapanoğlu, Aziz Atatürk'ün Kurtuluş mücadelesine başlarken içinde bulunduğu ruh haline dair önemli işaretler veren yemek davetinde ve sonrasındaki sözlerini çok anlamlı buldum. Ayrıca Van'lı kadıncağızın duyduğu büyük üzüntüyü anlatış biçimi de ilk kez duyduğum duygu ve inanç yüklü bir anı. Teşekkürler, Saygılarımla,

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ