Bilinen bir hikâyedir. 1940 lı yıllar. Zamanın Milli Eğitim Bakanının kapısı çalınır. İçeriye 2 genç girer. Gençlerden biri; "Babacığım, okulumuzu bitirdik, notlarımız da yeterli. Milli Eğitim Bakanlığı bursundan yararlanarak kalan eğitimimizi yurt dışında tamamlamak istiyoruz! Bize bu bursun verilmesine ön ayak olur musunuz?" diye sorar. Bakan, bir müddet düşündükten sonra;-"Oğlum sen çık! Arkadaşın kalsın!" der. Oğul çıktıktan sonra odadaki gence dönerek şöyle söyler."Bak evlat ben Milli Eğitim Bakanı olarak oğlumu yurt dışına gönderirsem, her ne kadar bunu hak etse de yanlış anlaşılır. O yüzden oğlumu gönderemem, ama senin bu bursu almana yardımcı olacağım, hadi hayırlı olsun”der. Genç dışarı çıkar ve arkadaşına,"Can, sana bir iyi bir kötü haberim var. Baban benim için burs talimatı verecek ama senin gelmene razı olmadı." der. Bakanın oğlu bunun üzerine, cebinden bir mendil çıkarıp içindeki parayı arkadaşına uzatır."Madem ben gelemiyorum al bu parayı senin olsun. Olurda bir gün yurt dışına gidersem lazım olur diye biriktirmiştim.” Bu hikâyedeki Milli Eğitim Bakanı, oğlu büyük şair Can Yücelin anlatımıyla çağın en güzel gözlü Maarif Müfettişi Hasan Ali Yücel’dir. Bakanın yurt dışına göndermediği genç de oğlu Can Yücel’dir. Yurt dışına gönderdiği genç ise daha sonra dünyanın en önemli beyin cerrahı olacak Gazi Yaşargil’dir. Evet, 26 Şubat günü çağın en güzel gözlü Maarif Müfettişi sonra da Milli eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel’in elli birinci ölüm yıldönümü idi. Araştırmacı yazar Sayın Osman Karaca,Yozgat Hakimiyet Gazetesinde Çapanoğlu deyimleri ile ilgili yanlış anlam ve kullanımları dile getirince bende konunun önemine binaen Osman Beyin yazısını köşeme taşımıştım. O nedenle bu yazımız biraz ileri tarihe sarktı.17 Aralık 1897 tarihinde İstanbul ‘da doğan Hasan Ali Yücel 26 Şubat 1961 sabahı, İstanbul'da misafir olarak kaldığı Prof.Dr. Tevfik Sağlam'ın evinde, geçirdiği kalp krizi sonucu 64 yaşında hayata veda eder. Dedesi, Japonya kıyılarında batan Firkateyni’nin kaptanı, Amiral Osman Bey’dir. Hem tek çocuk olarak, hem de hayli geniş bir aile ortamında büyüdüğü için iyi yetiştirilmiştir. Çocukluğunun ilk yıllarında, ailesiyle Merkez Efendi Mahallesi'ndeki Yenikapı Mevlevihanesi ziyaretlerine katılır. Burada izlediği mistik makam ve fasıllar, dönüş törenleri, onun müzik yeteneğinin belirginleşmesini sağlar. Çevrede "müzik Üstadı" olarak tanınan Mehmet Celaleddin Dede Efendi'nin yönettiği "müzik Mektebi”nde müzik eğitimi alır. Yazı yazma isteği oldukça fazladır. Bu nedenle, bir zorunluluk olmamasına rağmen, kendi kendine yazı yazmayı öğrenir. 1901'de daha dört yaşındayken Lalelideki Yolgeçen Mektebi'ne kaydedilir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirir. İzmir ve İstanbul’da edebiyat ve felsefe öğretmenliği, maarif müfettişliği yapar. Fransız eğitim sistemini incelemek üzere bir yıllığına Paris’e gönderilir. 1932’de yurda dönüşte Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü görevine atanır. 1933-1935 arasında Milli Eğitim Bakanlığı Orta Eğitim Genel Müdürlüğü yapar.1934 yılında Cumhuriyet Halk Partisi'nden, İzmir Milletvekili olarak Meclise girer. (TBMM 5. Dönem Milletvekili). 28 Aralık 1938'de, 2.Celal Bayar hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığı'na getirilir. Üniversite reformu (Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nin kurulması, Yüksek Mühendis Mektebinin İTÜ'ye dönüştürülmesi ve Ankara Tıp Fakültesi'nin kurulması), Dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi ve ilk resmi ve telifli Türkçe ansiklopedi olan İnönü Ansiklopedisi'nin ön çalışmaları onun bakanlığı döneminde gerçekleşmiştir. Devlet Konservatuarının kurulması (20 Mayıs 1940), Dört yıllık çabaları sonucunda 25 Haziran 1946'da Üniversiteler Yasası çıkartılması,Türkiye'nin UNESCO'ya girişi onun çabaları sonucunda olmuştur. 17 Nisan 1940'ta çıkarılan yasa ile Köy enstitülerini kurarak eğitim ve bilimi Türk köylerine kadar ulaştırdı. 1942–43 öğretim yılında, bu okullara öğretmen, yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi yetiştirmek için, Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü kuruldu. Sayıları zamanla 21'i bulan Köy Enstitüleri, 1944'ten sonra yılda ortalama 2000 öğretmen yetiştirmiştir. Ne var ki, 1946'da bu öğretim kurumları, toprak ağalarının “Köylü okuyup adam olursa ben tarlalarımda kimi çalıştıracağım” korkusu ve yapılan çirkin iftiralarla tartışma konusu olmaları nedeniyle zamanın başbakanı İsmet İnönü’nün de baskılara dayanamayıp taviz vermesi sonucu kapatılmaya başlanmış ve sonunda hepsi kapatılmıştır. 1956'dan 1960 yılına kadar İş Bankası Yayın İşlerini de yöneten, 1961’de Kurucu Meclis üyesi de olan bu efsane Milli Eğitim Bakanı, yazdığı şiirlerini de önce aruzla, sonra heceyle yazdı. Onu efsaneleştiren yanı Türk kültürü ve eğitimine yaptığı unutulmaz hizmetlerdir. Oğlu Can Yücelin onun için yazdığı “Hayatta ben en çok babamı sevdim” şiirini kendi sesinden her gün bir defa mutlaka dinlerim. Rahmet ve minnetle anarken, sizin de bulup dinlemenizi çok isterim.
Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helalleşmek ister elbet, diğ’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, can evim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
CAN YÜCEL
09.03.2012
OKUR YORUMLARI
Şinasi Barutçu
11.03.2012 11:25:00
Sayın Abdülkadir Bey,elinize sağlık,ne yazık ki yeni neslin pek tanıyamadığı bu değerli insanları hayatın hay huyu içinde bizlerde çocuklarımıza tanıtamıyoruz.Keşke onları sadece doğum ve ölüm yıldönümlerinde değilde günlük hayatımızın vazgeçilmezleri arasına sokup daha sık hatırlayabilsek,rahmetle ve minnetle ansak.Saygılarımla.
Mehlika Filiz Ulusoy
10.03.2012 13:33:00
Abdülkadir Bey
Hasan Ali Yücel'i hep anlatırlardı. Sizin anlatımınız beni çok yönlü bilgilendirdi. Öyle bir anlatım ki Yücel ile gönül bağı kuruyorsunuz. Kendisinin aydınlığından ben de şöyle yararlanmıştım:
Ankara Kız Lisesindeyken (1960'lar) okumayı seven bir arkadaşımla ufacık harçlıklarımızı biriktirir, hatta teneffüste simit almaktan bile kaçınırdık.Yaz tatili gelince hazinemizi cebimize koyarak büyük bir hevesle kitapçıya koşardık. Ulus'da Atatürk heykeline yakın Maarif Kitabevi vardı. Resimsiz beyaz kapaklı batı klasikleri satılırdı burada. Kitapları gönlümüzce seçerdik. Bir keresinde ben Goethe'nin "Genç Werther'in Acıları" adlı eserini almak istedim. Kitapçı vermedi. Bunu sen okuyamazsın dedi. Ben klasikleri hep okuduğumu söyledimse de yine alamadım. Daha sonraları annemle bunu paylaştığımda "O kitabı okuyan batılı gençler arasında bir dönem intihar vakaları çok artmış" dedi. Anlaşılan kitapçı beni korumak istemiş. Demek ki o kitapları bize kazandıran Yücel gibi kitapçı da bir aydın.
Anafartalar Ortaokulundaki müdürüm İbrahim Bey'de "Kızlarım bir erkek bir meslek sahibi olursa bir şeref kazanır. Bir kadın bir meslek sahibi olursa bin şeref kazanır" diye bizleri okumaya teşvik ederdi. Bu aydınların hepsinin ruhu şad olsun.
Saygılarımla
Dişhekimi Kadir ahmet Danıska
10.03.2012 01:43:00
insanın aklına ''hala böyle kişiler varmı? dır'' sorusu geliyor,sonrada böyle kişiler olsa mutlaka cezaevinde olurlardı simdi!!Bilgili ,sagduyulu, önsezili. Türk milletinin ve devletinin böyle insanlara ihtiyacı var muhasır medeniyet seviyesine ulaşması için,yazınız içinde ayrıca tesekkürler diğerleri gibi tadına doyulmuyor
Şinasi Barutçu
11.03.2012 11:25:00Sayın Abdülkadir Bey,elinize sağlık,ne yazık ki yeni neslin pek tanıyamadığı bu değerli insanları hayatın hay huyu içinde bizlerde çocuklarımıza tanıtamıyoruz.Keşke onları sadece doğum ve ölüm yıldönümlerinde değilde günlük hayatımızın vazgeçilmezleri arasına sokup daha sık hatırlayabilsek,rahmetle ve minnetle ansak.Saygılarımla.
Mehlika Filiz Ulusoy
10.03.2012 13:33:00Abdülkadir Bey
Hasan Ali Yücel'i hep anlatırlardı. Sizin anlatımınız beni çok yönlü bilgilendirdi. Öyle bir anlatım ki Yücel ile gönül bağı kuruyorsunuz. Kendisinin aydınlığından ben de şöyle yararlanmıştım:
Ankara Kız Lisesindeyken (1960'lar) okumayı seven bir arkadaşımla ufacık harçlıklarımızı biriktirir, hatta teneffüste simit almaktan bile kaçınırdık.Yaz tatili gelince hazinemizi cebimize koyarak büyük bir hevesle kitapçıya koşardık. Ulus'da Atatürk heykeline yakın Maarif Kitabevi vardı. Resimsiz beyaz kapaklı batı klasikleri satılırdı burada. Kitapları gönlümüzce seçerdik. Bir keresinde ben Goethe'nin "Genç Werther'in Acıları" adlı eserini almak istedim. Kitapçı vermedi. Bunu sen okuyamazsın dedi. Ben klasikleri hep okuduğumu söyledimse de yine alamadım. Daha sonraları annemle bunu paylaştığımda "O kitabı okuyan batılı gençler arasında bir dönem intihar vakaları çok artmış" dedi. Anlaşılan kitapçı beni korumak istemiş. Demek ki o kitapları bize kazandıran Yücel gibi kitapçı da bir aydın.
Anafartalar Ortaokulundaki müdürüm İbrahim Bey'de "Kızlarım bir erkek bir meslek sahibi olursa bir şeref kazanır. Bir kadın bir meslek sahibi olursa bin şeref kazanır" diye bizleri okumaya teşvik ederdi. Bu aydınların hepsinin ruhu şad olsun.
Saygılarımla
Dişhekimi Kadir ahmet Danıska
10.03.2012 01:43:00insanın aklına ''hala böyle kişiler varmı? dır'' sorusu geliyor,sonrada böyle kişiler olsa mutlaka cezaevinde olurlardı simdi!!Bilgili ,sagduyulu, önsezili. Türk milletinin ve devletinin böyle insanlara ihtiyacı var muhasır medeniyet seviyesine ulaşması için,yazınız içinde ayrıca tesekkürler diğerleri gibi tadına doyulmuyor