A'DAN Z'YE
İŞTE ATATÜRK'ÜN 7 ŞUBAT 1923'TE BALIKESİR ZAĞNOS PAŞA CAMİİ'NDE VERDİĞİ HUTBESİ:
Değerli okurlar, bu gün yüce Atatürkün Balıkesir Zağnos Paşa camiinde verdiği hutbenin 86. Yıl dönümü. Üzülerek öğreniyoruz ki, Adalet Bakanlığının verileri, AKPnin 16 yıllık iktidarı döneminde Atatürk aleyhine işlenen suçlarda büyük artış olduğunu ortaya koyuyor. 2003-2017 yılları arasında 5816 sayılı Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar nedeniyle sanık sandalyesine oturan kişi sayısı 2.935e ulaşmış. 1987-2017 yılları arasında sanık olan kişi sayısı ise 5009 olarak kayıtlara geçmiş. 2017 yılında Atatürk aleyhine işlenen suçlar maalesef tavan yapmış.
Dünya ülkelerinin bin yılın lideri seçtiği bu yüce insana kendi yurdunda reva görülen bu nankörlüğün sebebi nedir? Bu nankörlük ateşini kimler körüklemektedir? Atatürkün aleyhinde öyle hayâsızca iftiralar yazılıyor sohbetler yayınlanıyor ki insan hicap duyuyor. Şunu iyi bilmeliyiz ki Atatürk, Türkiye cumhuriyeti Devletinin cumhurbaşkanları içinde cami minberinden konuşma yapan tek cumhurbaşkanıdır. Devlet-millet kaynaşmasının en güzel örneğini sergilemiştir. Hele onun dini bilgisine, kuran bilgisine bilerek ya da bilmeyerek dil uzatanlar büyük günah işliyorlar. Neden mi? İşte buyurun. Onun 7 Şubat 1923 Çarşamba günü öğle vakti Balıkesirdeki Zağnos Paşa Camiinde okunan mevlitten sonra minbere çıkarak verdiği hutbeyi birlikte okuyalım.
Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmı, atıfet (karşılık beklemeden gösterilen sevgi), hayrı üzerinize olsun.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.s.) efendimiz hazretleri Cenâb-ı hak tarafından insanlara hakâyık ve akâid-i kat'iyyeyi (doğru olan kesin inançları) telkin etmek için me'mûr olmuştur (görevlendirilmiştir), mersûl olmuştur (gönderilmiştir).
Peygamberimiz efendimiz hazretlerinin delâlet-i peygamberânesiyle tesis etmiş olan dînimizin kanûn-i aslîsi cümlenizce mâlumdur ki kur'an-ı azîmüşşânın ihtivâ ettiği nusûhtur (öğütlerdir). Bu nusûha istinâden tesis etmiş olan dinimiz 1300 bu kadar seneden beri âlem-i beşere feyz-i rûhânî vermiş son dindir ve dîn-i ekmeldir. Çünkü tabiata, akla, mantığa tamamen muvâfık, mutâbık ahkâmı ihtiva eder.
Filhakika böyle olması ve en son din olabilmesi için bu mezâyâyı âliyeyi (yüksek meziyetleri) câmî bulunması (içine alması) icap eder. Çünkü aksi takdirde kavânîn-i ilâhiye (ilâhî kanunlar) beyninde tezat olması lazımdır. Zira bilcümle kavânîn-i dîniyeyi yapan ve kuran Allah azîmüşşân'dır.
Arkadaşlar; Biliyorsunuz Cenab-ı peygamber bütün mesâi-i zâtiyesinde (şahsî çalışmalarında) iki hâneye mâlik bulunuyordu. Birisi kendi evi, diğeri Allahın evi idi. millet işlerini ekseriya Allahın evinde, camide eshâb-ı kirâm ile istişâre ederek yapardı. Biz bu dakikada Allahın evinde
bulunuyoruz.
Allah'ın huzurunda, peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm efendimizin ehl-i imân ile beraber ictimâ ettiği dâr-ı kudsîde (kutsal alanda) bulunuyoruz. Böyle bir sevaba beni muzahhir eden (kavuşturan) Balıkesirin dindar, çok kıymettâr ve kahraman insanlarının huzûrudur. Bundan dolayı çok memnunum. Çünkü Cenâb-ı hakk'a karşı en kıymetli bir vazife ifâ ettiğimizden nâşî (dolayı) en büyük sevaba nail olacağım.
Ey Balıkesir halkı!
Camiler yalnız birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için değildir. Camiler bilhassa din ve dünya için neler yapmak mecburiyetinde olduğumuzu düşünmek, meşveret etmek (fikir alışverişinde bulunmak) içindir. Her şey ancak meşveretle iyi tarîka (yola) sevk edilir.
Biliyorsunuz ki Cenâb-ı peygamber ekseriya rufekâ-i mesâîsiyle (çalışma arkadaşlarıyla) meşveret eder, dünya umûrunda (işlerinde) kendinden kuvvetli, daha zeki arkadaşları olduğunu teslim buyururlardı.
Binâenaleyh, sizin de kendi işlerinizde her birerlerinizin dimağları (beyinleri) mutlaka ayrı ayrı hâli faaliyette (çalışma hâlinde) bulunmalıdır.
Bugün burada memleketimizin mâmûriyeti için, bütün bunların istinâd ettiği (dayandığı) istiklâli tâmmemiz (tam bağımsızlığımız) bilâ kayd-ı şart (kayıtsız şartsız) hâkimiyetimiz (egemenliğimiz) için neler düşündüğümüzü açıkça söyleyelim, hasbihâl edelim (konuşup dertleşelim).
Ben size yalnız kendi düşündüklerimi söylemek değil, sizin düşündüklerinizi bilmek istiyorum. Esasen âmâl-i milliye (millî emeller), irâde-i milliye (millî irâdeler), temâyulât-ı milliye (millî meyiller) demek, halkın içerisinden şu veya bu bir kaç kişinin emelleri değil, bütün bir milletin muhassalası (hülâsâsı, özü) demektir. Bu muhassalanın fevkine (üstüne) çıkmak ve tahtında(altında) kalmak mutlaka yanlıştır.
Hakîki yolu bulabilmek için halkın efkârı hissiyâtını (fikrî duygularını) daima bilmek lâzımdır. Buna binâen sizden çok rica edeceğim: bana ne sormak istiyorsanız sorunuz, dinleyeceğim. Cenâb-ı hakka tekrar hamd ve senâ ederek burasını terk ve sizi dinlemek üzere aşağıya iniyorum.
Minberden indiklerinde ise hutbe ile ilgili olarak sorulan bir soruya da şu cevabı vermişlerdir:
'Efendiler! Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen Hatiptir. Yani söz söyleyen demektir.
Biliyoruz ki, hazreti peygamber hayatta bulunduğu dönemde hutbeyi kendileri söylerlerdi. Gerek peygamber efendimiz ve gerek ilk dört Halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek peygamberin, gerek dört Halifenin söylediği şeyler o günün meseleleridir. O günün askerî, idarî, malî, siyasî ve sosyal konularıdır. Müslümanlar çoğalmaya, İslam ülkeleri genişlemeye başlayınca, hazreti Peygamberin ve dört Halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri tebliğe bazı kişileri görevlendirmişlerdir. Bunlar herhalde Müslümanların en büyük reisleri idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatır ve doğru yolu göstermek için ne söylemek lazımsa söylerlerdi.
Bu usulün devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması. Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece mühimdir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın aklı faaliyet durumunda bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir..
Efendiler; Hutbeden maksat halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları bilgisizlik ve tembellik içinde bırakmak demektir. Hatiplerin halkın kullandığı dille konuşması lazımdır.
Geçen sene Millet Meclisinde söylediğim bir nutukta demiştim ki, 'minberler, halkın şuurları ve vicdanları için bir ilim ve nur kaynağı olmuştur. Böyle olabilmesi için minberlerden yankılanacak sözlerin bilinmesi, anlaşılması ve ilmî ve fennî hakikatlere uygun olması lazımdır. Asil hatiplerimizin siyasî, sosyal ve medenî gelişmeleri her gün takip etmeleri gerekmektedir. Bundan dolayı hutbeler tamamen Türkçe ve zamanımızın ihtiyaçlarına uygun olmalıdır ve olacaktır."
Değerli okurlar, Atatürkün bu konuşması, Balıkesir eski belediye başkanı Sayın Sami Gökdeniz tarafından 1995 yılında Uludağ üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi okutmanı Sayın Fuat Özere tercüme ettirilip günümüze kazandırılmış ve zafer-i millî Gazetesinin ekinde de verilmiştir. Yukardaki konuşmanın ne kadar açık ve aydınlatıcı olduğu ve Atatürkün İslamiyet ve din konusunda ne kadar bilgili olduğu umarım dikkatinizden kaçmamıştır. Önceki yazılarımdan KURAN TEFSİRİ VE ATATÜRK yazımda bahsettiğim Diyanet İşleri Riyaseti ile Elmalılı Hamdi Yazır Bey arasında imzalanan protokol ile ilgili olarak Atatürkün Diyanete gönderdiği yazıda özellikle üzerinde durduğu maddelere göz atmanızı tavsiye ederim.
07.02.2019
Dünya ülkelerinin bin yılın lideri seçtiği bu yüce insana kendi yurdunda reva görülen bu nankörlüğün sebebi nedir? Bu nankörlük ateşini kimler körüklemektedir? Atatürkün aleyhinde öyle hayâsızca iftiralar yazılıyor sohbetler yayınlanıyor ki insan hicap duyuyor. Şunu iyi bilmeliyiz ki Atatürk, Türkiye cumhuriyeti Devletinin cumhurbaşkanları içinde cami minberinden konuşma yapan tek cumhurbaşkanıdır. Devlet-millet kaynaşmasının en güzel örneğini sergilemiştir. Hele onun dini bilgisine, kuran bilgisine bilerek ya da bilmeyerek dil uzatanlar büyük günah işliyorlar. Neden mi? İşte buyurun. Onun 7 Şubat 1923 Çarşamba günü öğle vakti Balıkesirdeki Zağnos Paşa Camiinde okunan mevlitten sonra minbere çıkarak verdiği hutbeyi birlikte okuyalım.
Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmı, atıfet (karşılık beklemeden gösterilen sevgi), hayrı üzerinize olsun.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.s.) efendimiz hazretleri Cenâb-ı hak tarafından insanlara hakâyık ve akâid-i kat'iyyeyi (doğru olan kesin inançları) telkin etmek için me'mûr olmuştur (görevlendirilmiştir), mersûl olmuştur (gönderilmiştir).
Peygamberimiz efendimiz hazretlerinin delâlet-i peygamberânesiyle tesis etmiş olan dînimizin kanûn-i aslîsi cümlenizce mâlumdur ki kur'an-ı azîmüşşânın ihtivâ ettiği nusûhtur (öğütlerdir). Bu nusûha istinâden tesis etmiş olan dinimiz 1300 bu kadar seneden beri âlem-i beşere feyz-i rûhânî vermiş son dindir ve dîn-i ekmeldir. Çünkü tabiata, akla, mantığa tamamen muvâfık, mutâbık ahkâmı ihtiva eder.
Filhakika böyle olması ve en son din olabilmesi için bu mezâyâyı âliyeyi (yüksek meziyetleri) câmî bulunması (içine alması) icap eder. Çünkü aksi takdirde kavânîn-i ilâhiye (ilâhî kanunlar) beyninde tezat olması lazımdır. Zira bilcümle kavânîn-i dîniyeyi yapan ve kuran Allah azîmüşşân'dır.
Arkadaşlar; Biliyorsunuz Cenab-ı peygamber bütün mesâi-i zâtiyesinde (şahsî çalışmalarında) iki hâneye mâlik bulunuyordu. Birisi kendi evi, diğeri Allahın evi idi. millet işlerini ekseriya Allahın evinde, camide eshâb-ı kirâm ile istişâre ederek yapardı. Biz bu dakikada Allahın evinde
bulunuyoruz.
Allah'ın huzurunda, peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm efendimizin ehl-i imân ile beraber ictimâ ettiği dâr-ı kudsîde (kutsal alanda) bulunuyoruz. Böyle bir sevaba beni muzahhir eden (kavuşturan) Balıkesirin dindar, çok kıymettâr ve kahraman insanlarının huzûrudur. Bundan dolayı çok memnunum. Çünkü Cenâb-ı hakk'a karşı en kıymetli bir vazife ifâ ettiğimizden nâşî (dolayı) en büyük sevaba nail olacağım.
Ey Balıkesir halkı!
Camiler yalnız birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için değildir. Camiler bilhassa din ve dünya için neler yapmak mecburiyetinde olduğumuzu düşünmek, meşveret etmek (fikir alışverişinde bulunmak) içindir. Her şey ancak meşveretle iyi tarîka (yola) sevk edilir.
Biliyorsunuz ki Cenâb-ı peygamber ekseriya rufekâ-i mesâîsiyle (çalışma arkadaşlarıyla) meşveret eder, dünya umûrunda (işlerinde) kendinden kuvvetli, daha zeki arkadaşları olduğunu teslim buyururlardı.
Binâenaleyh, sizin de kendi işlerinizde her birerlerinizin dimağları (beyinleri) mutlaka ayrı ayrı hâli faaliyette (çalışma hâlinde) bulunmalıdır.
Bugün burada memleketimizin mâmûriyeti için, bütün bunların istinâd ettiği (dayandığı) istiklâli tâmmemiz (tam bağımsızlığımız) bilâ kayd-ı şart (kayıtsız şartsız) hâkimiyetimiz (egemenliğimiz) için neler düşündüğümüzü açıkça söyleyelim, hasbihâl edelim (konuşup dertleşelim).
Ben size yalnız kendi düşündüklerimi söylemek değil, sizin düşündüklerinizi bilmek istiyorum. Esasen âmâl-i milliye (millî emeller), irâde-i milliye (millî irâdeler), temâyulât-ı milliye (millî meyiller) demek, halkın içerisinden şu veya bu bir kaç kişinin emelleri değil, bütün bir milletin muhassalası (hülâsâsı, özü) demektir. Bu muhassalanın fevkine (üstüne) çıkmak ve tahtında(altında) kalmak mutlaka yanlıştır.
Hakîki yolu bulabilmek için halkın efkârı hissiyâtını (fikrî duygularını) daima bilmek lâzımdır. Buna binâen sizden çok rica edeceğim: bana ne sormak istiyorsanız sorunuz, dinleyeceğim. Cenâb-ı hakka tekrar hamd ve senâ ederek burasını terk ve sizi dinlemek üzere aşağıya iniyorum.
Minberden indiklerinde ise hutbe ile ilgili olarak sorulan bir soruya da şu cevabı vermişlerdir:
'Efendiler! Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen Hatiptir. Yani söz söyleyen demektir.
Biliyoruz ki, hazreti peygamber hayatta bulunduğu dönemde hutbeyi kendileri söylerlerdi. Gerek peygamber efendimiz ve gerek ilk dört Halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek peygamberin, gerek dört Halifenin söylediği şeyler o günün meseleleridir. O günün askerî, idarî, malî, siyasî ve sosyal konularıdır. Müslümanlar çoğalmaya, İslam ülkeleri genişlemeye başlayınca, hazreti Peygamberin ve dört Halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri tebliğe bazı kişileri görevlendirmişlerdir. Bunlar herhalde Müslümanların en büyük reisleri idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatır ve doğru yolu göstermek için ne söylemek lazımsa söylerlerdi.
Bu usulün devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması. Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece mühimdir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın aklı faaliyet durumunda bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir..
Efendiler; Hutbeden maksat halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları bilgisizlik ve tembellik içinde bırakmak demektir. Hatiplerin halkın kullandığı dille konuşması lazımdır.
Geçen sene Millet Meclisinde söylediğim bir nutukta demiştim ki, 'minberler, halkın şuurları ve vicdanları için bir ilim ve nur kaynağı olmuştur. Böyle olabilmesi için minberlerden yankılanacak sözlerin bilinmesi, anlaşılması ve ilmî ve fennî hakikatlere uygun olması lazımdır. Asil hatiplerimizin siyasî, sosyal ve medenî gelişmeleri her gün takip etmeleri gerekmektedir. Bundan dolayı hutbeler tamamen Türkçe ve zamanımızın ihtiyaçlarına uygun olmalıdır ve olacaktır."
Değerli okurlar, Atatürkün bu konuşması, Balıkesir eski belediye başkanı Sayın Sami Gökdeniz tarafından 1995 yılında Uludağ üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi okutmanı Sayın Fuat Özere tercüme ettirilip günümüze kazandırılmış ve zafer-i millî Gazetesinin ekinde de verilmiştir. Yukardaki konuşmanın ne kadar açık ve aydınlatıcı olduğu ve Atatürkün İslamiyet ve din konusunda ne kadar bilgili olduğu umarım dikkatinizden kaçmamıştır. Önceki yazılarımdan KURAN TEFSİRİ VE ATATÜRK yazımda bahsettiğim Diyanet İşleri Riyaseti ile Elmalılı Hamdi Yazır Bey arasında imzalanan protokol ile ilgili olarak Atatürkün Diyanete gönderdiği yazıda özellikle üzerinde durduğu maddelere göz atmanızı tavsiye ederim.
07.02.2019
07.02.2019
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
Mustafa Topaloğlu
08.02.2019 17:27:00Değerli dostum,
Atatürkün 7 Şubat 1923te Balıkesir Zağnos Paşa Camisi (Paşa Camisi)nde minbere çıkıp cemaate hitap etmesinin üzerinden 96 yıl geçmiş. Yıldönümünde böyle bir konuyu işlemeniz taktire şayandır. Tarihe Balıkesir Hutbesi adıyle geçen bu hutbe; Türkçe olması, memleket meselelerini dile getirmesi bakımından çok önemlidir. Ben özellikle şu paragrafın altını çizmek istiyorum:
Camiler yalnız birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için değildir. Camiler bilhassa din ve dünya için neler yapmak mecburiyetinde olduğumuzu düşünmek, meşveret etmek (fikir alışverişinde bulunmak) içindir. Her şey ancak meşveretle iyi tarîka (yola) sevk edilir.
Biliyorsunuz ki Cenâb-ı peygamber ekseriya rufekâ-i mesâîsiyle (çalışma arkadaşlarıyla) meşveret eder, dünya umûrunda (işlerinde) kendinden kuvvetli, daha zeki arkadaşları olduğunu teslim buyururlardı.
Teşekkürle, selam ve saygıyla.
Fazilet Sayılan peker
07.02.2019 15:43:00Kurani ve İslam dinini anlamak icin dilin önemin ve halkın anlayabileceği şekilde ifade edilmesinin gerekliliğini açıkça belirtmiş Büyük Atatürk.
Tarihi kaynaklardan alınan bu bilgilerin asıl imam hatip okullarinda okutulması gerekir.
Bu aydınlatıcı yazıyı keşke tüm tutuk kafalar okusa.