14 Haziran 2012 tarihli gazetelerde Hasdal’da böcek krizi başlığı altındaki haberde 6.Piyade Tümen komutanlığı binalarının resmini görünce anılarım beni 12 Eylül darbe günlerine götürdü.

Gazete haberlerinde, Hasdal’da tutuklu generallerin kendi aralarında yaptıkları sohbetlerin kaydedildiğini ve bu kayıtların incelendiğini yazıyordu. Hey gidi kader dedim kendi kendime. Resimdeki binada, 1980 yılı kasım ayında bende bir süre gözetim altında tutulmuştum. Neden derseniz o yıllarda çalıştığım Oyak’ın (Ordu yardımlaşma kurumu) otomotivle ilgili bir iş yerinde Disk’e bağlı Banksen’in işyeri temsilcisi olduğum için. Sıkıyönetim komutanlığı, işyerime yazı yazarak hem de Kurban bayramında teslim olmamı istiyordu. Sıkıyönetimden yazıyı alınca valizimi hazırlayıp eşim ve üç yaşındaki kızım ile vedalaşıp Hasdal’ın yolunu tutmuştum. İşlemler yapıldıktan sonra çok kalabalık bir koğuşa teslim edildim. Burada yeni gelene Allah kurtarsın denmiyor hoş geldin kardeşim diyerek karşılanıyordu. İlk hoş geldin diyen birkaç kişi alçak sesle kırmızı kazaklıdan uzak dur diye tembih ettiler. Daha sonra öğrendim ki o bir sivil polis ve haliyle uzak durdum. Zaten ne kimse onunla nede o kimseyle konuşmuyordu. Gözaltına alınanlar, İstisnasız 33 gün gözaltında tutuluyor, gerek bizzat bizim ifadelerimiz gerek çevremizde yapılan soruşturmalarda suç unsuruna rastlanırsa Davutpaşa kışlasına gönderiliyordunuz. Günde iki kez sabah ve akşam yoklama yapılıyordu ama akşam yoklamalarında isimleri Davutpaşa listesinde okunanların beti benzi kül gibi oluyordu. Zira asıl tutukluluk ve duyduğumuz kadarı ile işkenceli sorgular ondan sonra başlıyordu. Yer yokluğundan sıra ile uyuyor, kirden siyahlaşan yastıkların üzerine yüz havlumuzu örtüyorduk. Havalandırmaya çıkarıldığımız bir gün kalabalık bir grup olarak daire şeklinde yere oturmuş sohbet ediyorduk. Bu, giyiminden kuşamından tıraşından konuşmasından belli bir seviye gösteren toplulukta herkes birbirini merak ettiğinden sıra ile kendimizi tanıtıyorduk. Birden önümde duran bir şişe mantarı gözüme çarptı. Elime alıp evirip çevirmeye başladım. Bir ilaç fabrikasında işçi temsilcisi olan arkadaşım mantarı elimden aldı.”Bu bir şarap mantarı, şimdi olsaydı ne güzel giderdi be” deyince canı çeken herkes yanında şu da olsaydı, buda olsaydı derken bir hayali sofra donandı ki demeyin gitsin. Aynen bir serap gibi gözümüzde canlandı. Ama itiraf edeyim bol bol kadayıf yedik. Çünkü her öğlen kadayıf çıkıyordu. Orada çok iyi dostlar edindim. Bu dostluğumuz yıllarca sürdü. Gözaltında kimler yoktu ki. Banka şube müdürleri, meslek odaları yöneticileri, mühendisler, kimyagerler, eczacılar vs… Yedek subaylığımı Gaziantep’te inzibat subayı olarak yaptığım için dikkatimi çekti, nöbetçi askerler teçhizat kuşanmıyorlardı. Onların bizimle konuşmaları yasaktı ama ben gözüme kestirdiğim birine sordum neden teçhizatlı nöbet tutmuyorsunuz diye. Asker dedi ki “Paşa, burada bulunanlar misafirimizdir ona göre davranılsın diye emir vermiş.” İyi de misafir böyle pis yataklarda üst üste mi ağırlanır birader?…..Birinci şubeden gelen iki polis şaşırtmalı sorularla ifademizi aldı.Sözüm ona bir taraftan ne kadar Atatürkçü olduğumuzu öğrenmeye çalışıyorlar bir taraftan da gözdağı vermeye çalışıyorlardı...Onlar bunu öğrenmeye çalışırken, bende onların Atatürk’ü ne kadar bildiklerini merak ediyordum...Bu arada birde kağıt imzalattılar.Bu kağıt bir daha sendikal faaliyette bulunmayacağım taahhüdü idi.Halbuki bu benim anayasal hakkım idi.

Uzatmayayım, gerek yazılı, gerek görsel medya da 12 Eylül gözaltlıları ve işkenceleri ile ilgili yüzlerce bilgi, belge, anı yayımlandı. O günleri yaşayan yaşamayan herkesin o günlerle ilgili az çok bir bilgisi vardır. Biz o binada kısa bir süre “GÖZALTINDA” tutulmuştuk. Şimdi ise, Türk Ordusunun Generalleri aynı binada “TUTUKLU” olarak kalıyorlar. Şu kaderin cilvesine bakarmısınız?

28.08.2012
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ