Değerli okurlar, bir zamanlar 18 Nisan günü kâğıt Bayramı olarak kutlanırdı.
Bütün resmi bayramlardan önce özellikle önce ilkokullarda sınıflarımız süslenirdi. İplere dizilmiş kâğıttan Türk bayrakları, renk renk krepon kâğıtları, renk renk elişi kâğıtları, kâğıttan kedi merdiveni, kâğıt zincirler, kartondan kesilmiş harflerle 23 Nisan, 29 Ekim kutlu olsun ve “Türk Öğün, Çalış, Güven ”yazıları, Atatürk resimleri, kâğıt fenerler asar sınıflarımızı alabildiğince süslerdik.
Bu gün sordum, bir top fotokopi kâğıdı (500 adet) 81.- lira (Seksen bir Törkiş lira) olmuş. Yani bir sayfa kâğıt 16,2 kuruş. Kâbus gibi. İlkokula yeni başlayan bebeler yazı öğrensinler diye basılan 8-10 sayfalı resimli mecmua 70.- lira (yetmiş Törkiş lira).
Değerli okurlar, Türkiye'de 1936'dan 2005'e kadar aralıksız kâğıt üretiminin yapıldığı SEKA Kâğıt Fabrikalarında, birinci hamur kitap kâğıdı üretilebiliyorduk. Bu da pazarın ancak yüzde 3'üne denk geliyordu. Türkiye, kâğıt ham maddesinin ara mamulü olan selülozda ise yüzde 100 dışa bağımlıydık.
Türkiye’nin kâğıt ham maddesinin ara mamulü olan selülozu yüzde 100 ithal ettiği ve dışa bağımlılığın yarattığı sıkıntıların çözülebilmesi için selüloz fabrikası kurulması gerekirken “Selüloz üreten SEKA fabrikalarının özelleştirilmeleri ve sonrasında arazi bedeline satılmaları, sektörü ham maddede dışa bağımlı hale getirdi.
Anadolu’ya yaptığımız seyahatlerimizde yanından geçtiğimiz medarı iftiharımız SEKA İzmit Kâğıt fabrikamız ülkemizin kâğıt ihtiyacını karşılayan en önemli tesislerimizdendi. Yanından geçerken gururlanarak bakardık. Kapatılan ve şimdi müze olan İzmit’teki SEKA Kâğıt Fabrikası, bu dev eser kimlerin eseriydi? Fabrika hakkında biraz daha bilgi edinmek için internete de bir göz attım.
İzmit Kâğıt Fabrikası’nın kuruluş öyküsünü Sayın Nazmi Kal’ın 1981 yılında Atatürk’ün Kâğıtçı soyadını verdiği ve 1 Ekim 1982 de kaybettiğimiz Cennetmekân Sayın Mehmet Ali Kâğıtçı ile yaptığı röportajdan okuyalım. Biraz uzunca olan bu yazıyı lütfen sonuna kadar okuyunuz. Sonunda sizinde içiniz sızlayacak eminim.
Önce Mehmet Ali Kâğıtçı kimdir kısaca tanıyalım.
1899 yılında Heybeliada’da doğdu. İstanbul Üniversitesi (Darülfünun) Kimya Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra 1923’de üniversitede öğretim görevlisi oldu. Aynı zamanda Heybeliada Bahriye Mektebi’nde de kimya öğretmenliği yaptı. Yaz aylarında ülkemizin hammadde kaynaklarını incelemek üzere Anadolu’yu dolaştı. Ülkemizde ne tür bir sanayi kurulabileceğini araştırdı. Kâğıt sanayinin eksikliğini gördü ve kâğıtçılığı meslek olarak seçti. Mesleği öğrenmek için üniversitedeki görevini bırakarak önce işçi olarak Almanya’ya gitti. Selüloz ve kâğıt fabrikalarında işçilik yaparak mesleği öğrenmeye çalıştı. Daha sonra da Hannover Teknik Üniversitesi’nde kâğıtçılığın bilimsel yanını araştırdı. Fransa’da selüloz ve kâğıt fabrikalarında işçi olarak çalıştı ve sonunda Grenoble Üniversitesi Kâğıt Mühendisliği Yüksek Okulu’ndan diplomasını sınıfının birincisi olarak aldı ve iyi koşullarda Fransa’da kalması teklif edilmesine rağmen o Türk kâğıt sanayini kurmayı ideal olarak gördüğünden önerileri reddetti ve yurda döndü. Gelir gelmez kâğıt sanayimizin kurulması gereğini konferanslar vererek anlattı, yetkililere duyurmaya çalıştı. Gazetelerde makaleler, broşürler, kitaplar yayınladı. Konferansta projeksiyon gösterileri ile kâğıdın nasıl üretildiğini elle kâğıt yaprakları üreterek izleyicilere gösterdi.
Devamını Kâğıtçının kendisinden dinleyelim: “1928 yılında üniversitede bir konferans sonrasında üç görüşme talebi aldım. Bu taleplerden biri T.C. Tütün İnhisarı (Tekel) İdaresi Genel Müdürü Behçet Bey adına, ikincisi o devirde Kibrit Kıralı namıyla meşhur Kreuger adına, üçüncüsü de Merkezi Avrupa Kâğıtçılar Birliği (Gröl) acentesi adına gelmişti. Her üç grubun isteğini de kabul ettim. Önce Tekel ile konuştum. Benden uzun uzun bilgi aldılar. Kreuger ile o yıllarda Türkiye’nin ihtiyacı olan 24 bin ton kâğıdı ithal eden Gröl firmalarının amaçları aşağı yukarı aynı idi. Her ikisi de Türkiye’de kâğıt fabrikası kurulamayacağını, zira sonunda nasıl olsa verimli olamayacağını tekrarlıyorlar ve bir sürü laf arasında “Efendim siz Türkiye’nin biricik kâğıt mütehassısı bulunuyorsunuz, bunu değerlendirmelisiniz. Kâğıt fabrikası kurmaktan ne gibi bir kazanç umut ediyorsunuz, nihayet sizi, genel müdür yaparlar bir aylığa kalırsınız, bizim firmalarımızda çalışırsanız size çok daha mükemmel imkânlar sağlayabiliriz. Örneğin ithalattan size %3 pay verebiliriz” diyorlardı. Tabii reddettim.(Kâğıtçı o öneriyi kabul etseydi bugün onun ailesi de Türkiye’nin zengin ailelerindendiler.)
Bir süre sonra Tekel’den yazı geldi. Kâğıt ve karton fabrikası kurulması için benden yardım istiyorlardı. Nihayet idealime kavuşma olanağı doğmuştu. Derhal kabul ettim ve gittim. Yazıda “En seri bir şekilde ve olanaklar ölçüsünde tüketimi iç üretimle karşılamak amacı ile hazırlanmasına karar verilen sanayi programının kâğıt raportörlüğü ile görevlendirildiğim” bildiriliyordu. O zamanki İktisat Vekili Şakir Kesebir’e Türk kâğıt sanayi kurulması amacı ile çok yönlü çalışmalarımı açıklarken hammadde kaynaklarımız ve bu arada Keçiborlu Kükürt cevherimiz hakkında da bilgi verdim. O zamanlar kükürt ihtiyacımızı karşılayan Sicilya Kükürt şirketinin kükürt kaynaklarımızdan faydalanma imkânını nasıl yok ettiğini anlattım. Sicilya şirketi kurduğu bir temsilcilikle her yıl Keçiborlu kükürt işletme imtiyazını alıyor ve işletmek yerine Sicilya’dan ithal ederek ihtiyacı karşılıyordu. Açıklamalarımı dikkatle dinleyen Sayın Bakan bu konunun uzmanı Şahap Bey’i çağırtarak Keçiborlu kükürtleri ile ilgilenmesi ve derhal imtiyazın iptali ile kamu tesisi olarak bir üretim projesinin hazırlanması emrini verdi. Bir süre sonra Keçiborlu kükürt fabrikası işletmeye açıldı. Şakir Kesebir’in bu kararı hükümetin ulusal kaynaklarımız hakkında ciddi tutumunun bir göstergesi olarak beni duygulandırdı ve çalışma arzumu artırdı. Sonuçta Türk selüloz ve kâğıt sanayinin kurulması gereğini ve faydalarını anlatan raporum beğenildi ve takdir edildi. Kısa zamanda projeyi ve ihale şartnamesini hazırladım. Dünyanın tanınmış 23 firmasından teklifler geldi. İhalenin yapılacağı gün büyük bir sürprizle karşılaştım. Maliye Müsteşarı Ali Rıza imzası ile gelen yazıda kâğıt fabrikası kurma işinin ertelendiğini yazıyordu. Uğradığım hayal kırıklığını tahmin edemezsiniz.
Nedenini araştırdım. Bana komisyon öneren ithalatçı firmalar fabrika kurulması girişimini baltalamak, yetkili makam sahiplerinde kuşkular uyandırmak amacı ile çaba harcamaya başladıklarını biliyordum. Bir taraftan İstanbul’daki yayın organlarında makaleler, haberler yayınlatıyorlar diğer taraftan da Ankara’ya adamlar göndererek Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan faydalanmak amacıyla, Türkiye’de kâğıt fabrikası kurmak istediklerini belirtiyorlar, fabrika kurmaya uygun bölgeleri saptamak için bir süre inceleme yapma müsaadesi istiyorlardı. Amaçları “suret-i haktan” (yapıyor) görünerek, uzman kişilerin rapor ve sözleriyle zihinleri bulandırmak, tereddüt uyandırmak, fabrikanın kurulmasını engellemek, en azından geciktirmekti. Nitekim Bolu ve Kastamonu bölgelerinde yaptıkları iki aylık bir inceleme gezisinden sonra Türkiye’nin, kâğıt sanayine uygun olmadığı konusunda rapor hazırlamışlar ve o zamanki iktisat vekili Mustafa Şeref ’e hem yazılı hem de sözlü olarak sunmuşlardı.
İhalenin yapımına üç gün kala Tekel’in kâğıt fabrikası dosyası İsmet Paşa’nın masasına gelir. Başvekil verilen raporları, yapılan hesapları gözden geçirdikten sonra Tekel Bakanı’na emir verir ihale kaldırılır. Çok geçmeden konu Atatürk’ün masasına gelir. Atatürk, Başvekil İsmet Paşa’yı, Maliye Bakanı Fuat Ağralı’yı İktisat Bakanı Mustafa Şeref ’i ve Tekel Bakanı’nı çağırır, durum incelenir. Hükümetin elindeki dokümanlar, fabrikanın bu ölçüler içinde verimli olmayacağını göstermektedir. Başbakan ve Bakanlar da bu fikre katılırlar. Atatürk, “Cumhuriyetin kuracağı bir fabrikanın zarar etmesi kötü örnek olur, ümit kırar, bırakalım” der.
Bıraktılar dosya ortadan kalktı tozlu raflar arasında yerini aldı ve mesele kapandı. 1929 yılında Kâğıt Sanayi Projesini, rafa kaldırdılar.
1932 yılında Londra’da Para ve İktisat Konferansı toplandı. Toplantıya Türkiye’den Celal Bayar katıldı. Konferansta sanayileşmiş devletler bir karar aldılar. Bu kararla dillerinin altındaki bakla ortaya saçıldı. Bir ibret belgesi olan karar şu idi: “Hammadde kaynakları zengin olan fakat Sanayisini kuramamış bulunan ülkeler hukuken müstakil olmakla beraber iktisaden sanayici memleketlerin hammadde kaynağı olarak, kalkınmış ülkelerin hegemonyası altında, muhtaç durumda tutulmalıdırlar.”
“Fransız Arkeoloji Enstitüsü eski üyelerinden Robert Matran, “Geri kalmış ülkelerde ulusal sanayilerin kurulmasını, kurulmuşların devamını önlemek ve ülke piyasasına Avrupa üretimini göndererek bu ülkelerin açık pazar durumunu devam ettirmek gerekir” diyordu. Aynı toplantıda Alman delegesi “Türkiye’de-ki sanayileşme bizi tedirgin ediyor” demişti.
Türkiye Cumhuriyeti Heyeti Başkanı Sayın Celal Bayar, dönüşte sanayileşmiş ülkelerin bu kararını Atatürk’e duyurdu ve gerekli bilgiyi vererek, 1929’da Tekel’in kurması an meselesi olan kâğıt fabrikasının, ihale edilmek üzere iken vazgeçilmesinin iç yüzünü anlattı. Celal Bayar o yıllarda İş Bankası Genel Müdürü’dür.
Celal Bayar anlatıyor: “Atatürk beni Marmara Köşkü’ne çağırdı, 1929’da rafa kaldırılan kâğıt meselesinin hangi aşamada olduğunu sordu, anlattım. Bir kere daha anlat dedi, anlattım. Atatürk hiçbir şey demeden ayrıldı ve ertesi günü İktisat Vekili Mustafa Şeref ’i görevden alarak beni İktisat Vekilliği’ne atadı.”
Kâğıt fabrikası projesi 1932 yılında Atatürk’ün Bayar ile Marmara Köşkü’ndeki konuşmasından sonra tekrar raftan indirildi ve Bayar’ın İktisat Vekilliği döneminde uygulamaya kondu. Temeli 14 Ağustos 1936 da atılan fabrika 6 Kasım 1936’da üretime başladı. Kâğıt sanayimizin kurulmasını önlemek isteyen çevreler kâğıt fabrikası kurulması kararından sonra da boş durmadılar. Alman hükümetine başvurarak Türkiye’ye kâğıt makineleri satışını engellemek için Alman hükümetine başvurdular. Alman Hükümeti “Makine ihraç malı olarak döviz sağlamaktadır, bu bakımdan satışın engellenmesi imkânsızdır” cevabını verdi... Bu kez selüloz sabotajı düzenlediler. Selüloz ihalesini oyaladılar, hatta teminatı yakarak selüloz vermediler. Buna karşılık hükümetimiz tütün karşılığı selüloz teslimini şart koştu ve ancak bu baskı zoruyla bir miktar selüloz alabildik. Selülozlar işlenme-ye başladığında, sabotaj unsuru ortaya çıktı, verdikleri selüloz reçine kusmakta idi. Selüloz hücrelerinden sızan reçine damlacıkları, makinelerin hassas kısımlarına sıvaşıyor ve üretimi engelliyordu. Türk kâğıtçılığını engellemeye çalışanların amacı belli idi. Reçine kusan selülozlar yüzünden üretim duracak olumsuz propagandalarına malzeme yaparak Büyük Millet Meclisi’ne kadar uzanan kolları aracılığı ile “İşte söylemiştik yapamadılar” diyerek yetkilileri kandırmaya çalışacaklardı. Sabotajın şeklini saptar saptamaz laboratuvara girdim, gerekli incelemeler ve denemeler sonunda selüloz elyafı içindeki reçine habbeciklerini elyafın içine hapsetme yöntemini bulmayı başardım ve kâğıt-karton üretiminin durmasını engelledim. Bu başarımı kâğıtçılık çevresine bildirdim. Bana bu konuda çeşitli ülkelerde çalışmalar olmasına rağmen henüz bir sonuç olmadığını buluşumun üstün bir başarı olduğunu cevaben bildirdiler ve tebrik ettiler. Bu keşfim mesleki yayınlara ve Kimya Ansiklopedisine (Chemie-Lexikon) geçti. Yine boş durmadılar. Piyasamıza ucuz kâğıt çeşitleri sürerek, fabrikamızı batırmaya damping yoluyla satışlarımızı önlemeye çalıştılar. Planlarının başarıya ulaşmasından o kadar emindiler ki T.C. Filigranlı Kâğıtları üretmişlerdi bile. Maliye Bakanlığı’nın bu siparişini biz gerçekleştirince apışıp kaldılar. Daha sonra fabrikamızı şapız bırakmak için girişiminde bulundular. Bu sabotajı da def etmek amacıyla, Şaphane köyü çevresindeki Ata yadigârı, şaptaşı kaynaklarımızı değerlendirmeye yöneldim... Kâğıt fabrikasının açılışı yapılıp 2 bölümünün yapılması gündeme geldiğinde. Sümerbank’ın 1936 bilançosu görüşmeye açılmışken yine kâğıt fabrikasının kurulması konusunda eleştiriler devam etti. Zarar edeceği ısrarla söylendi. Afyonkarahisar Milletvekili Berç Türker yaptığı uzun konuşmasında “Bendeniz böyle bir sanayi hırsının işin arkasını almadan ve nasıl işlediğini görmeden, kar edip etmediğini bilmeden ikincisinin açılmasını doğru bulmuyorum” diyerek karşı çıktı. Afyonkarahisar Milletvekilinin bu kulaktan dolma bilgilerle söylediği sözlere İktisat Bakanı Bayar gereken cevabı verdi. “Fabrika çok medeni ve modern esaslara dayanarak kurulmuştur. Avrupa’daki herhangi bir benzeri ile rekabet etmeye hazırdır.” Bir yabancı konuğumla fabrikayı dolaşıyorduk. O da Sovyet ağır sanayi komiseri idi. Kendisi çekirdekten yetişmiş ve işten anlayan bir zattı. “Bu fabrikanın planlarını müdürünüzün yaptığını söylüyorlar doğru mu?” dedi. Evet, doğrudur, Bu gün fabrikanın başında bulunan Mehmet Ali Kâğıtçı bu işten anlayan yetişmiş kıymetli bir elemandır. Mesleğini çok iyi bilen bir uzmandır. Fabrikamız emin ellerdedir hiçbir endişemiz yoktur. Bilakis fabrikanın büyütülmesi hayırlı bir iştir, çünkü kar temin etmektedir ve fabrikanın güvenilirliğini artırmaktadır” dedim. Atatürk’ün ölümünden sonra ulusal sanayi hamlemizin ve Türk kâğıtçılığının düşmanları yeniden eyleme geçtiler. O zamanki Başbakan Refik Saydam 1939 Mayıs’ında “Değil yeni fabrikalar için para vermek mümkün olsa işlemekte olanları dahi kapatırım ”diyordu. Zamanın İktisat vekili Celal Bayar’ı eleştirme çabası içinde birinci beş yıllık plan gereğince kurulan fabrikaların ülke yararına olmadığını ortaya çıkarmak istiyorlardı. Mehmet Ali Kâğıtçı hakkında soruşturmalar açtılar. Nihayet 1940’da Kâğıtçıyı görevden aldılar.
Mehmet Ali Kâğıtçı Hakkında Ünlü yazar-Tarihçi Cemal Kutay, “Ömrünü Milli Kâğıda Adayan Adam” başlıklı yazısında bakın ne yazıyor.“Yaşamını milli kâğıda adayan Mehmet Ali Kâğıtçı alanında uluslararası bir otorite idi. Onu görevden aldıktan sonra Kuzey ülkelerinden bir uzman aramasına giriştiler. Uluslararası kâğıt karteli bu arayışı duyunca Stokholm elçiliğimize başvurarak “Mehmet Ali Kağıtçı’nın hayatı hakkında bilgi istendi. Çünkü bir ülkede bir Mehmet Ali Kâğıtçı varken selüloz ve kâğıt sanayi için uzman aramak batılı kafa için bir cinayetti... Bir uzman getirdiler. Gelen kişi ilk olarak Mehmet Ali Kâğıtçıyı sordu. Onun hayatta ve sıhhatte olduğunu, fakat bir başka kurumda gıda maddelerinin bileşimi üzerinde araştırma yapığını duyunca hayretle: “Beni buraya niye getirdiniz” dedi.
Kuruluş öyküsünü kısaca anlatmaya çalıştığım fabrika sayesinde Türkiye kendi ürettiği kâğıda kavuştu. 2000’lı yıllara kadar verimli ve karlı bir şekilde çalıştı. Ülkemizde özel teşebbüsün kurduğu tüm kâğıt fabrikalarına eleman yetiştiren bir okul hatta üniversite oldu.
Bilindiği gibi SEKA'nın kurduğu İzmit Kâğıt Fabrikası, Giresun Aksu Kâğıt Fabrikası ve Balıkesir Kâğıt Fabrikaları özelleştirme kapsamında değişik kişilere satılarak birer birer kapatıldılar. Gazete ve kitap kâğıdını ithal eden Türkiye’deki yayıncılar, yüksek kur nedeniyle ayakta kalmaya çalışıyor. Kâğıt, boya ve tutkal gibi ithal girdilerde yüzde 60’ları bulan maliyet artışları, bazı dergilerin yayınlarına ara vermesine neden olurken, gazetelerin de ya zam yapmalarına ya da sayfa sayılarını azaltmalarına yol açtı. Ve daha birkaç yıl önce 4 liraya aldığımız bir top fotokopi kâğıdını indirimli olarak 81 liraya alabiliyoruz.
Yazımızı, Büyük Atatürk’ün etrafına topladığı bir gurup idealist, yurtsever, çalışkan kadrolarla önce Osmanlı’dan kalan borçları da ödeyerek ve hiç borçlanmadan, dış ticaret açığı vermeden Türkiye’yi, kâğıt, şeker, çimento, kauçuk, deri, çelik, gıda sektörlerinde kendi ihtiyacını karşılayacak ve bazılarını ihraç edecek duruma getiren bu mübarek insanları minnet ve rahmetle anarak bitirelim. Allah’ın rahmeti üzerlerine mekânları cennet olsun.
Abdulkadir Bozdogan
18.04.2022 04:38:43Süper