Değerli okurlar “1970 yılında Kamboçya'da ABD destekli askeri darbe” oldu. Darbenin ardından Kral “Norodom Sihanouk” Pekin’e kaçmak zorunda kaldı. Pol Pot, askeri darbe sonucu iktidardan uzaklaştırılan kral Norodom Sihanouk ile işbirliğine girerek askeri idareye karşı hareket başlattı. Ve 1975'te General Lon Nol yönetimindeki askeri idareyi de devirerek Kamboçya'nın yeni başbakanı oldu,
Başbakan olmasıyla bütün idareyi elinde geçiren Pol Pot, asıl yüzünü gösterdi ve iktidarını sağlamlaştırmak için katliamlarını sergilemeye başladı. Şehirde yaşayan herkesi pirinç tarlalarında çalışmaya zorladı, bütün okulları yıktırdı. Yaşlı-genç-çocuk-kadın-erkek ayırımı yapmaksızın yüz binlerce insanı işkence hanelere dönüştürülen okullarda, idareye karşı olduklarını itiraf ettirdikten sonra ölüm tarlalarına sürdü. Yeni bir ülke yeni bir halk yaratmak amacıyla faaliyete geçti. Şehirleri boşaltarak insanları köylere göçe zorladı. Ülkedeki üniversiteler, okullar, postaneler, fabrikalar, gazeteler, dergiler, fabrikalar, bankalar gibi kurumların hepsi kapatıldı, tahrip edildi.
Yeni kurulan düzende paraya ihtiyaç yoktu ve para yürürlükten kaldırıldı. Merkez bankası ve tüm bankalar kapatıldı. Dış dünya ile bağlantıyı kesen Pol Pot parası ve eğitimi olan herkesi düşman gördü. Entelektüel olduğu düşünülen herkes öldürüldü. Devlet kurumlarında çalışan asker, bürokrat, diplomat, doktor, profesör, bilim adamı, din adamı, gazeteci, yazar kısaca eli kalem tutan okuma yazması olan ağır işkencelerden geçirildi ve katledildi. ‘Burjuva medeniyetini’ yok etmek iddiasındaki bu rejim pek çok kişiyi “gözlük kullandığı” ya da “yabancı dil bildiği” gerekçesiyle suçlayarak öldürdü. (Bkz.https://www.yozgatgazetesi.com/a-kadir-capanoglu/goezluek-ya-da-yabanci-dil-oeluem-sebebi-165532.html yazım )
Aile fertleri birbirinden koparılarak herkes pirinç tarlalarında çalışmaya zorlandı. Çocuklar kolektiflere emanet edildi. Toplanan çocuklar beyinlerinin yıkanması ile rejime sadık askeri güç haline getirildi. Eskiye dair her şeyi imha eden Pol Pot hayata dair her şeyi sıfırdan başlatmayı planlıyordu. Bu yıkım dalgası tarihe" sıfır yılı" olarak geçti. 3 yıl 8 ay içinde (1975-1979), ülke nüfusunun yaklaşık yarısı, “3 milyon kişi” katledildi. Öldürülenlerin sayısı o kadar çoktu ki yüklü bir cephane masrafı ortaya çıkmasın diye, insanlar maliyetsiz bir şekilde bıçak, çekiç, balta, kürek gibi araçlarla ya da dövülerek öldürüldü. Bebekler ölüm ağacı dedikleri bir ağaca başlarını vura vura öldürüldüler. Toplum sindirildi.
Kamboçya halkı bugün bile hem korkuyor hem de Pol Pot’a sempati duyuyor. Ve öyle bir beyin yıkama yapılmış ki bugün bile halk “Pol Pot rejimi çok iyi idi. Bir tek kusuru vardı çok adam öldürdü.” diyor.
Bizde de öyle oldu. 1980 askeri darbesiyle toplum sindirildi. Basın, üniversiteler, üniversite gençliği, sivil toplum kuruluşları, dernekler pasifize edildi.
Değerli okurlar, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne göre "korkmama özgürlüğü" temel bir insan hakkı olarak sayılmıştır. 6 Ocak 1941'de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin D. Roosevelt bunu Ulusun Birliği konuşmasında "Dört Özgürlük" den biri olarak nitelendirdi. Dört özgürlük: İfade, İbadet, İstek ve Korkmama özgürlüğüydü.
Korkmama özgürlüğü; Temel insan hak ve özgürlükleri içinde “haklarını kullanmaktan korkmama özgürlüğü” dür ama toplumumuzda hemen hiç konuşulmaz, konuşulamaz. Çünkü bana dokunmayan yılan bin yaşasın sözü beyinlerimize öyle derin bir şekilde kazınmıştır.
Bugün toplumumuzda haklarını korkmadan kullanmaya kalkabilecek bir tanıdığınız var mıdır?
Sayın Tınaz Titiz diyor ki;" (özetleyerek paylaşıyorum) bir şikâyeti olan kişinin karakola başvurması, bir girişimcinin -haksız rekabete maruz kalacağından korkmaksızın- bir kamu ihalesine katılması, bir düşüncesini ifade edebilmesi, başkalarınca kınanmadan bir dini öğretiye bağlı olması ya da aksine çoğunluğun dini geleneklerinden farklı düşünebilmesi, bunların hepsi insanların haklarıdır.
Korkmama özgürlüğünün sağlanması, devletin çok az sayıdaki asli görevinden birisidir. Devletin, et, süt, ayakkabı, bez, tuz üretmek görevi ne kadar yoksa korkmama özgürlüğünü sağlamak görevi de o denli vardır. Her özgürlüğün kullanımından rahatsız olabilecek bir grup insan mutlaka vardır bu özgürlükleri tehdit edenler yine insanların kendileridir.
Bu durumda devlete düşen görev, bu engelleri teşhis etmek ve de etkisiz kılmaktır. Demokrasi denilen sistemin işlemesi, yüzünü çağın değerlerine çevirmiş binlerce çıkar grubunun çıkarlarının uzlaşmasına bağlıdır. Uzlaşma ortamını ortadan kaldıran, tek yanlı bir baskı (çoğu zaman da terör) uygulayan bu tür eğilimleri caydırmak, devletin tek başına başa çıkabileceği bir sorun değildir. Mutlaka halkın desteği gerekir. Bu destek ise öncelikle bu konudaki bilincin gelişmesiyle kurulabilir. Yani sokaktaki insan, havayı soluma konusunda bir engellemeye nasıl “derhal tepki” gösterirse, bu tür “korku salma Eğilimleri”ne karşı da benzer tepkiyi gösterebilmek zorundadır.
Bir grup (ya da kişi) uzlaşıyı kenara iter, korkutmayı bir silah olarak kullanmaya kalkarsa uzlaşma sürecine ihtiyaç kalmaz. Tek yanlı bir emri vaki durumu ortaya çıkar.
Sayın Ayhan Yıldızel de bu konudaki yazısında "İçinden geçmekte olduğumuz süreçte, hemen her gün ya da her hafta toplumun gündemine getirilen bir olay, bu gidişe karşı olan bizlerin tepkisine neden oluyor ve gruplar kendi içlerinde buna nasıl karşı durulabileceğini tartışıyorken, bir bakıyorsunuz karşı devrimin yeni bir eylemi gündeme getirilmiş. Bu durum adı konulmamış da olsa bizlerde bir bıkkınlık yaratarak, toplumsal olaylara ilginin giderek azalmasına ve bir yenilmişlik duygusuna yol açıyor. Bu arada eylemsel hiçbir girişimde bulunmadan durumun ne kadar kötü olduğunu birbirimize anlatmaya ya da bu konuda sosyal medya mesajları paylaşmaya devam ediyoruz. Emek harcamadan, çaba göstermeden sadece eleştirerek bir sonuç alınamayacağını pek çoğumuz biliyoruz ama bu bilgi davranışlarımızda bir değişikliğe yol açmıyor ne yazık ki. Bu sürecin tekil olaylara reaksiyon gösterilerek ortadan kaldırılamayacağını anlayarak, biraz geriye çekilip, yaşamakta olduğumuz sorunlara orta/uzun vadeli çözümler aramaya yönelmeliyiz."
Türkiye özeline gelince, hemen her bakımdan çeşitlilik içeren 85 milyonluk nüfusun hiçbir şeyden korkusu olmayan birkaç bin dolayındakiler hariç tutulursa geri kalanların her birinin en az birkaç korkusu olduğu kolayca tahmin edilebilir
Değerli okurlar, halen Birleşmiş Milletlere bağlı 193 bağımsız ülkenin hükümetleri sınıflandırıldığında başlıca 6 küme var: Demokrasiler, Otoriter Rejimler, Melez Rejimler, Monarşiler, Komünist Rejimler, Teokrasiler. Birbirinden farklı bu kadar rejimin hepsi de halklarını aynı ortak vaatle kandırıp iş başına geliyorlar: “Biz hangi nedenle olursa olsun sizin bir şeylerden korkup endişe içinde yaşamamanız için çalışacağız" diyorlar. Yani sosyal bir devlet olmayı vaat ediyorlar. Yerseniz .
Korkmamanın yararlarını ya da tersinden okunursa korku’nun zararlarını kader kavramına bağlamak aslında korkunun ta kendisi. Korkunun ecele faydası var mı? Düşünürler diyor ki; “korksanız da korkmasanız da zaten öleceksiniz; bari bir de korku içinde yaşamayın." Yani KAMBOÇYA HALKI GİBİ OLMAYIN.” Çünkü korkmama özgürlüğünüz var. Her sandığı gittiğinizde yani bu sandık ister milletvekili seçim sandığı olsun ister sendika başkanı, dernek başkanı, kooperatif başkanı, site başkanı seçimi olsun özgür irademizle oyumuzu birilerinin yararına değil toplumun yararına olacak şekilde kullanalım.