Değerli Okurlar, geride bıraktığımız mart ayının 28. günü, ayın son pazartesi günüydü ve Kütüphaneler Haftasının da başladığı gün oluyordu ama unuttuk. Kütüphaneler haftası, Türkiye'de 1964 yılından beri Mart ayının son Pazartesi günü ile başlayan hafta kutlanır. Haftanın amacı, öğrencilerde okuma alışkanlığını ve zevkini geliştirmek, kitap sevgisini artırmak, okuyucuların kitaplardan daha çok faydalanmalarını sağlamak ve halkı kütüphanelerin gelişmesi için bilinçlendirmektir. Hafta süresince kütüphanenin önemi, kütüphaneciliğin sorunları kamuoyuna duyurulur. Okullarda kütüphanenin yararlarından söz edilir. Kütüphanelerde uyulması gereken kurallar öğretilirdi.
Dedelerimizin kurduğu Yozgat şehrinin sanırım ilk kütüphanesi de demirli medresedeydi. Bu kütüphanede kayıtlı 584 kıymetli el yazması bulunuyormuş. Yaşadığı dönemde Yozgatın münevver bir şehir olmasında ve kalkınmasında büyük rolü olan Çapanoğlu Süleyman Bey dedemiz. Demirli Medrese kütüphanesinde muhafaza ettirdiği ve zamanın hukuk ve din ulemaları, şairleri vb. tarafından yazılmış hukuki ve dini konuları ihtiva eden el yazması 584 adet birbirinden değerli kitabın listesini bizzat kendi el yazısı ile kaydettiği defteri, ailemize kalan en değerli hatırasıdır. Bu defter su kâğıdı diye anılan gerektiğinde su ile silinip tekrar yazılabilen aharlı bir kâğıttan yapılmıştır. Sayfa ölçüsü 15X27 cm ebadında olup 48 sayfadır. Her kitabın adı, ünlü hattatların yazdıkları besmele istifi gibi çok düzgün ve estetik bir şekilde Arap harfleri yani eski Türkçe ile yan yana ve üst üste aynı sırada ve aynı hizada olmasına özen gösterilerek siyah çini mürekkeple yazılmıştır. 1970 yılında çok sevdiği bir öğrencisi vasıtası ile kendisine ulaştığım Rahmetli Prof. Ahmet Caferoğlu defter içindeki kitapların isimlerini eski Türkçe yazıdan günümüz Türkçesine çevirme lütfunda bulunmuştu. Ne yazıktır ki Çerkez Ethem ve hempalarının çok kanlı bir şekilde bastırdığı Çapanoğulları hadisesi sırasında, baştanbaşa yakılıp yıkılan ve talan edilen Çapanoğullarının ve onlara akraba olanların konakları ile birlikte Demirli Medresede yanmış, içindekiler külliyen yok olup gitmiştir. (Bkz. Yozgat Lisesi-Çapanoğlu Süleyman Bey ve Demirli Medrese) (http://www.yozgatgazetesi.com/yazarlar.asp?yazar=37&yazi=1171)
Çocukluk yıllarımızda kütüphaneler benim ve kardeşim için çok önemliydi. Anlatayım; Öğretmenlerimiz değişik konularda çok ödev verirlerdi. Ödevlerimizi yapabilmek için tek bilgi kaynağımız önce okul kütüphaneleri sonra da şehir kütüphaneleriydi. Evet, okullarımızda mutlaka bir kütüphane salonumuz ve deney yapacağımız laboratuvarlarımız vardı. Laboratuvar saatlerini dersi kaynattığımız için çok severdik ama kütüphanelerde geçirdiğimiz saatler bizim için çok kazançlıydı. Kütüphanelerde bizden büyük abilerimiz, ablalarımız olurdu. Çözemediğimiz problemleri kolayca onlara çözdürür, cevabını vermekte zorlandığımız soruları, anlamadığımız konuları onlardan kolayca öğrenir hatta imtihanda gelmesi muhtemel soruları da onlara tahmin ettirirdik. Ben böyle bir tahmin neticesi Tarih yazılısından on numara almıştım. Bütün orta tahsilim boyunca aldığım ilk ve son on numara olmuştu. Gerçi yedi, sekiz notlarda benim için hep hayal olmuştu ama geldi geçti işte. Yani üzülmeye değmezmiş.
Kütüphaneler okullar kapandıktan sonra yaz boyunca yine bize mekân olurdu. Güzel Orta Anadolumuzun yaz sıcağında yapacağımız iki şey vardı. Komşu çocukları ile evlerimizden getirdiğimiz ve onlarca kere el değiştirerek okuduğumuz Tom Miks, Teksas, Kinova,Teks gibi Amerikan çizgi romanlarını bir bahçe duvarının gölgesinin dibine sıralanarak oturup okumak ya da şehir kütüphanesinin serin ve sessiz salonunda dünya klasiği olmuş Pinokyo, Andersen masalları, Guliverin seyahatleri, 80 günde devrialem, Robinson Crusoe, Denizler altında 20 bin fersah ve Çocuk Kalbi kitapları bizim içindi. Çocuk kalbi kitabı benim evimde hep yedekli olarak durur. Gelen misafir çocuklarına, komşu çocuklarına hediye ederim. İçinde çocukların ders çıkaracağı çok güzel hikâyeler vardır hele Kömürcü ile Efendi hikâyesini büyüklerin de okumasını isterim.
Çanakkale Lisesinde okurken Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim de ne yazıyor acaba diye merak ettim. Ebeveynlerimizin yatak odasında başuçlarında asılı bir Kuran vardı ama eski Türkçe idi. Cennetmekân babam hem eski Türkçe hem yeni yazıyı bilir hatta notlarını eski Türkçe tutardı. Perşembe akşamları da bizler yattıktan sonra kendi odalarında alçak sesle okur sesini derinden duyardık. Tek memur maaşı ile lisede okuyan iki delikanlı evladın üst, baş, okul giderleri yanı sıra Türkçe bir Kuran-ı Kerim alsak diyemezdim. Çünkü o yıllarda bilhassa Kuran tercümeleri hem bu kadar çok değil hem de bu tür lüks baskılı kitap fiyatları biraz pahalıca idi. Ben de Çanakkale şehir kütüphanesine giderek şansımı denemiştim. Tanıştığım ilk Kuran musafı Hasan Basri Çantayın tefsiri oldu. Sonraki gidişlerimde yanımda defter götürerek notlar aldım. İslamiyete ve Kurana merakım böyle başladı. Öğrendikçe araştırdım, araştırdıkça daha çok okudum ve sonunda Tevrat, İncil ve Zeburu da aldım ve okudum. Sonunda ne oldu? Köşemde yayınladığım Kuran tefsiri ve Atatürk makalemi yazabilme cesaretini gösterebildim.
1966 yılında İstanbul Hukuk Fakültesine başlayınca, bir zamanlar Kütüphaneler Tasnif İşleri Müşavirliği ile İslam Ansiklopedisi Müşavirliklerinde de bulunan ve Beyazıt kütüphanesinde de çalışmalar yapan İbnülemin Mahmut Kemal İnal Beyin (İstanbul 1870- 24 Mayıs 1957).kütüphanede yaşadığı bir olayı hatırladım. Çok titiz ve asabi bir mizaca sahip Kemal Beyin karşında oturan kişi farkında olmadan ara sıra burnunu karıştırır. Bunu fark eden Kemal Beyin siniri zıplar, dikkatini toplayamaz. Önce biraz yüksek perdeden bir ya sabır çeker, adam oralı değil. Biraz sonra yine biraz yüksek sesle tövbe estağfurullah der, herkes bakar adamda hareket yok. Nihayet dayanamaz seslenir.
- Beyefendi!
- Zat-ı aliniz asker misiniz yoksa sivil mi?
- Askerseniz, sınıf-ı selasetten (üç sınıftan) hangisine mensupsunuz? Ve devam eder.
- Eminim, topçu olacaksınız ki durmadan burnunuzdan gülle imal ediyorsunuz.
Adam kıpkırmızı olur, bir şey demeden çıkar gider. Bir gün okul çıkışında Beyazıt kütüphanesinin kocaman okuma salonuna girdim. Etrafıma bakarak düşündüm, acaba ne tarafta hangi sandalyeye otururdu? Hep aynı yere mi otururdu, bu kadar sinirli ve titiz bir adam yerini beğenmezse nasıl bir ruh haleti içinde olurdu. Böyle ne kadar ayakta durdum bilmiyorum. Görevli hanımın bana dikkatle baktığını görünce yavaşça yanına gittim. Gülümsiyerek, İbnülemin Mahmut Kemal İnal Beyde bu kütüphane de çalışırmış, çok asabi bir insan olduğu söylenir acaba nerede oturmuştu diye merak ettim dedim, o da güldü.