A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

KUNURİ BOĞAZI

Değerli okurlar, ajanslar Kuzey Kore'nin 26-29 Kasım 1950 günü boğaz boğaza yapılan Kunuri muharebelerinde ölen 500 şehidimizin cenazelerini iade etme kararını verdiğini geçmeye başladılar. 24.11.2015 günü bu köşemde yayınladım yazım aklıma geldi. Günün ve olayın önemine binaen çok uzun olan yazımı özetleyerek sizlerle tekrar paylaşıyorum. Yazımı sonuna kadar okumanızı rica ediyorum. Bu vatan evlatlarının nasıl sorumsuzca kırdırıldığını öğreneceksiniz. Okuduklarınız içinizi yakacak ve okuduğunuz(*) işaretli paragrafı başka hiç bir yerde bulamayacaksınız çünkü bu paragraf sonra yayımdan kaldırılmış. 
 
Kore Harbinde Kunuri Boğazında Amerikan ve İngiliz kuvvetlerini yok olmaktan kurtaran Türk Tugayı; 721 ölü, 2111 yaralı, 175 kayıp, 234 esir, 298 belirsiz zayiat vermişti.
 
Pertevniyal Lisesi son sınıfta (1964) Milli Güvenlik dersimizin hocası değerli komutanımız Kurmay Yüzbaşı Sayın Nuri Ergöz idi. Kore'de Tugay komutanı olan General Tahsin Yazıcı'nın Amerikan ve İngiliz askerlerini kurtarmak için verdiği yanlış kararlarla Türk askerini nasıl zora soktuğunu nasıl kayıp verdiğimizi kara tahta üzerinde çizerek anlatmıştı. O tarihten itibaren ne zaman Kore veya Kunuri adı geçse içim sızlar.
 
25 Haziran 1950 tarihinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Kore’ye müdahale kararı aldığında, Türkiye de Demokrat Parti iktidardaydı ve başbakan Adnan Menderesti. Kore'ye asker göndermeyi ilk teklif eden işgüzar ülke Türkiye olmuştu. Hatta, diğer 15 ülkeden farklı olarak, savaşa sembolik değil de, Tugay seviyesinde büyük askeri güçle katılmayı teklif etmiştik. Bununla da bitmedi: Türkiye, diğer ülkelerden ayrı olarak, askerlerini Amerikan ordusunun emrine vermeyi kabul eden, tek ülke olarak da tarihte yerini aldı. 
 
Menderes hükümeti Meclis kararı olmadan Kore'ye asker göndermişti. 
 
Yabancı basın sürekli Türk zaferinden bahsediyor, Türk askerinin başarılı çemberden kurtulma harekâtının Birleşmiş Milletler askerlerini ve Amerikalılardan oluşan 8. Orduyu bu sayede yok olmaktan kurtardığını yazıyordu. 
 
Gerçekten de Türk askerleri Kore de kahramanlık örnekleri sergilemişlerdi. Bunlardan biri 22 Nisan'ı 23 Nisan'a bağlayan gece yaşanıyordu. 24 Kasım 1950 sabahı kuzeye ilerleme emrini alan Türk tugayı, Kunuri'den hareket ederek Kaechon, Sinnimni, Wawon boyunca Tokchon'a doğru yola çıkıyor, ancak Çin Halk Gönüllü birlikleri cephenin arkasına sızmaya başlıyor. Durumu fark eden Amerika ve Güney Kore birlikleri hemen geri çekilmeye başlıyorlar. Ancak Türk tugayına ricat emri geç ulaşıyor. 1. Taburun etrafı Çinlilerle kuşatılınca süngülü çatışmaya girmek zorunda kalıyorlar. Ricat harekâtını sağlamak için sonuna kadar direnen 3. Tabur 9. Bölüğümüz maalesef orada imha ediliyor. Geri kalan Türk birlikleri ise Chongchon nehri boyunca geri çekilebiliyorlar. Çin, asıl saldırı güçlerini meydana gelen boşluktan içeri sokarak, 8 inci Amerikan ordusunun yan ve gerisini kuşatıp geri çekilmelerini önleyecek ve bulunduğu bölgede teslim olmalarını veya imhasını sağlayabilecek bir konuma geliyor..
 
ABD. Birlikleri ile müttefik Güney Kore birliklerinin arasındaki büyük boşluğun süratle ve mutlaka kapatılması gerekiyor. B.M. Kuvvetlerinin ve hatta Kore Savaşının kaderi bu görevi alacak birliğin başarısına bağlı. Görev, ihtiyattaki Türk Tugayına veriliyor. Türk Tugayı 27 Kasım sabahı, saat 05.00’de aldığı harekât emrine göre, dost ve düşmanın birbirine karıştığı (çünkü yüzler hep aynı), yabancı bir arazi ve dar bir vadide düşmanın büyük kısmının yaklaştığı Tokchon Bölgesine doğru ilerlemeğe başlıyor. Çekilen birlikler, hepsi birbirine benzeyen sivil halk ve onların arasına karışmış Komünist çetecilerin müdahaleleriyle ve ayrıca yollarında tıkanmasından dolayı oldukça zor bir şekilde ilerlemeye çalışıyor, üst birlikle irtibat kurmak gittikçe zorlaşıyor. 
 
Çinliler havanın kararmış olmasına rağmen bu çekilmeyi fark ediyor ve Tugayın gerisini savunan Artçı Birlikleri ile teması kesmeden sıkıca takibe başlıyorlar. Yol çok dar olduğundan, intikal yavaş oluyor. Bu nedenle yürüyüş kolu, artçı, düşman birbirini çok yakından izliyor. Sinnimni Bölgesinde iki tabur mevzilere yerleştirilmişken, üçüncü Tabur ve Topçu Taburu, 3 Km. kadar daha batıya ve ancak saat 21.00–22.00 arasında yerleşebilirler. Gece yarısı, bu grup (yani III ncü Tb. ve Topçu Tb.u) aradan sızmış olan Komünist Çin birliklerinin baskınına maruz kalırlar ve yoğun bir makineli tüfek,havan ve roket ateşine hedef olurlar. Bu baskın Tugayın büyük bir kesimi üzerinde Panik” yaratıyor. Birlikler gece karanlığında, yol boyunca birbirine karışmış olarak geriye çekilmeğe başlıyorlar. Bu arada düşman yolun kuzeyindeki bir kısım tepeleri işgal ediyor, mevzilerdeki 1. ve 2 nci taburların arasındaki irtibatı kesiyor. Bu baskın ve olumsuz gelişmeler Tugay karargâhını çok zor bir durumda bırakmıştı. Tugayın yarısı ileride etrafı düşman tarafından çevrilmiş durumda savaşırken, diğer yarısı kontrol dışına çıkmış, darmadağın olmuştu. Komutana hal tarzı olarak “daha geriye çekilmek, dağılanları toparlayıp kurtulanlarla yeni bir mevzi tutma”fikri empoze edilmeye çalışıldı. 
 
Tugay Komutanı Tahsin Yazıcı; Harekât Şube Müdürü Kur. Binbaşı Faik Türün'ün (sonradan 12 Eylül darbesinin ünlü işkenceci Orgenerali) tavsiyesi ile elde kalan ve çekilen birlikleri toparlayarak o bölgede savunmaya geçmek ve mümkün olan ilk fırsatta kuşatılmış birlikleri kurtarma imkânı aramak kararını verdi. Subaylar dağıldı, yoldan geçenler durduruldu, birlikler, emir komuta düzeni yeniden kurulmaya çalışıldı. Komutanın bu cesur direnme ve savunma kararı sayesinde, geriye doğru şuursuzca akan insan seli kısmen durduruldu, bozulan birlikler yeniden düzenlenerek, beklenen büyük düşman saldırısını karşılamak üzere, yeni bir savunma hattı kuruldu.
 
Tugay Komutanlığı bu hazırlıklarla meşgulken ileride çok zor şartlar altında kalan ve üstün sayıda düşman birlikleri ile çevrilmiş bulunan 1 inci Taburun 2 nci Bölüğü ve 2 nci tabur bütün gece ve ertesi gün öğleye kadar savaştılar. Düşmanın cephe ve yanlardan yaptığı taarruzlara rağmen, nefes kesici muharebeler yaparak ve üstün kahramanlık örnekleri sunarak yerlerini muhafaza edebildiler. Özellikle Sinnimni’nin ve vadinin hemen güneyindeki tepeleri tutan 2nci Bölük: yan ve gerilerini kuşatmaya çalışan düşmana karşı “Süngü Hücumu” yaparak mevzilerini 29 Kasım öğle saatlerine kadar kahramanca savunarak elde tutmuştur. Bu boğuşmalar sırasında cephanesi tükendiğinden, teslim olup hayatta kalma yerine, düşmana saldırmayı tercih etmiş, hücumla ele geçirdiği silah ve cephaneyi yine onlara karşı kullanarak ayakta kalmayı başarabilmiştir.
 
Saat 10.00 civarında bölgeye 2.nci ABD Tümenine ait bir alay ve bir tank bölüğü geldi. Alay komutanına gelişen durumu açıklayan Gen. Tahsin Yazıcı bir karşı taarruz yapılarak kuşatılmış birliklerin kurtarılmasını istedi. Amerikalı komutan; böyle bir saldırının kendi görevleri arasında olmadığını” belirterek teklifi reddetti. Çaresiz kalan komutan mümkün olan Türk kuvvetlerini toplayarak Sinnimni istikametinde taarruzu başlattı ve düşmanın çemberini yararak ilerdeki birlikleri ile temas kurup geri çekilmelerini sağladı. Tugay Komutanı sonradan yazdığı 31 Aralık 1950 tarihli raporunda: Tugay, en çok kaybı, Kunuri-Sunchon arasındaki Boğazdan çekilirken vermiştir demiştir.  
 
(*) Bulunduğu mevki, üstün düşman kuvvetleri tarafından sarılan Üsteğmen Gönenç saat, 23.30'da telsizle topçu taburuna şu mesajı geçti: "Dört tarafımız kuşatıldı. Çok şehit verdik. Telsizcimiz de şehit oldu. Koordinatları veriyorum. Bataryalar ateş etsin."
 
Telsiz mesajını alan Topçu irtibat subayı Yüzbaşı Refik Soykut şaşırdı. Üsteğmen Gönenç'in verdiği koordinatlar kendisinin bulunduğu yerdi. Telaşla bunu kendisine hatırlattı. Üsteğmen Mehmet Gönenç'in yanıtı ilginçti: "Evet öyle, biz düşmana esir olmak istemiyoruz. Bizi onlara teslim etmeyin. Size vasiyetimiz şudur: Bizleri kendi ateşimizle şehit ediniz. Tekrar koordinatları veriyorum. Bütün bataryalar buraya ateş etsin..."
 
Bu konuşmalar topçu taburunda da dinlenmekteydi. Tabur Komutanı başta olmak üzere herkes şaşkındı. Ne yapacaklardı? Kısa zamanda karar verildi. Vasiyet yerine getirilecekti. Topçu Taburu ateşlerini verilen koordinatlara, topladı. Üsteğmen Mehmet Gönenç ile yanında savaşan son 5 asker şehit olmuştu. Anısı, şimdi memleketi Bandırma'da, kendi adını taşıyan bir lisede yaşatılmaktadır. O geceki muharebede tugayın kaybı ağırdı. Bir gecede 5 subay, 3 astsubay, 58 er şehit, 35 yaralı ve 105 kayıp olmak üzere toplam 206 personel zayi olmuştu… 23 Nisan öğle saatlerinde bir Amerikan keşif uçağının verdiği rapora göre 9'uncu Bölükten sağ kalan 60 kişilik bir grup, mevzilerinde ümitsizce hâlâ dövüşmekteydi 
 
Parlak bir askeri kariyere sahip olan Anthony Herbert, henüz genç bir askerken 1950 yılının soğuk bir kasım günü Kunuri bölgesinde etrafı kuşatılmış bir Türk bölüğü ile birlikte yaşadıklarını anılarında şöyle anlatmıştır.
 
Aşağıda anlatılanlar Türk askeri nasıl savaşır? Sorusuna bir Amerikalının verdiği cevaptır.
 
Türkler bir bölük kadardılar. Bulunduğumuz tepe üzerine mevzilerimizi hazırladık ve gelecek emirleri beklemeye koyulduk. Ben Türkçe bilmiyordum ve onlardan da İngilizce konuşan kimse yoktu. Böylece sessiz ve soğuk bir gece geçirdik. Ertesi sabah kendimizi Çinliler tarafından kuşatılmış halde bulduk. Gergindim. Hiç savaş tecrübesi olmayan bir birlikle beraberdim ve onlarla konuşamıyordum. Onlar ise daha mutlu olamazlardı. Oturup piknik yaptılar. Ne tarafa baksalar düşman vardı. Hangi tarafa ateş etseler Çinlileri öldürebilirlerdi. Onlar da tüm sabahı Çinlileri öldürerek geçirdiler. Ben ise bir kenarda oturmuş buradan nasıl çıkacağımızın planlarını yapıyordum. Güneş yükseldiğinde Türklerin cephanesi iyice azalmıştı ama Türkler yine inanılmaz derece de sakindiler. Bir avcı zinciri oluşturdular. Süngülerini taktılar ve gülümseyerek yüzlerini kuzeye döndürdüler. Döndürdükleri yönü gördüm ve anında anladım ki, gitmek istediğim yön orası değildi. Ayağa fırladım ve yumruğumu güneye doğru savurmaya başladım. Türklerin oluşturduğu muharebe hattı güneye doğru çark etti ve birden kendimi tüm Kore savaşı içerisinde gördüğüm en mükemmel eski usul süngü hücumunun içinde buldum. Buradan şu dersi çıkardım. Türkler asla tuzağa düşürülemez. Başı belada olan kişiler onları kuşatanlardır. O gün onları süngülerini kullanırken görmek ilham vericiydi. Onlar birer dervişti. Sıra dışı bir teknikleri vardı. Düşmanın üzerine atlıyorlar, süngüyü düşmanın karnına sokuyorlar, etraflarında dönüyor ve tüfeğin kabzasına sol elleriyle bastırarak düşmanın bağırsaklarını deşiyorlardı. O güne dair en canlı şekilde hatırladığım şey ise, o hücumu izlerken Tanrı’ya veya Birleşmiş Milletlere veya Türklerin bizim yanımızda savaşmasına sebep olan her kimse, o kişiye duyduğum minnet duygusudur. Saldırı çok büyüktür. Mevzilerini koruyan Türk Tugayı kalabalık Çin ordusu tarafından Kunuri boğazında çembere alınmıştır. Birleşmiş Milletler ana karargâhı, iletişiminde koptuğu Türk birliklerinden umudu kesmiştir. Durum öyle vahimdir ki Japon ve Amerikan radyoları Türk birliklerinin tamamen imha olduklarını duyurmaya başlamıştır bile.
 
Büyük mücadelelerden sonra yok olduğu sanılan Türk askerleri ilk yarma harekâtı ile çemberden kurtulmuşlar, ana karargâhlarına varmışlardır. Bu durum tüm Birleşmiş Milletler askerleri arasında ve dünyada büyük yankı bulmuş, övgüler ile karşılaşmıştı. Yabancı basın sürekli Türk zaferinden bahsediyor, Türk askerinin başarılı çemberden kurtulma harekâtının Birleşmiş Milletler askerlerini kurtardığını anlatıyorlardı. Amerikalılardan oluşan 8. Ordu bu sayede kurtulmuştu.
 
 Sovyetler, Amerikalılara sizi bu sefer Türkler kurtardı şeklinde yayınlar yapıyor, Türk askerinin başarısını onaylıyorlardı. Türk Tugayı'nın toplam kaybı şöyleydi: 721 ölü, 2111 yaralı, 175 kayıp, 234 esir, 298 belirsiz.
 
Binbaşı Faik Türün, Türk Tugayı'nın en önemli birimi olan Harekât Dairesi'nin başındaydı. Burada öğrendiği sorgulama yöntemlerini 12 Eylül 1980 darbesinde meşhur Ziverbey Köşkü işkencelerinde uygulamasıyla ünlendi. Darbe döneminde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı görevinde bulunan Türün, darbeden 2 yıl sonra da emekliye ayrıldı. Bu sırada "Kadıköy'deki köşkü kontrgerilla örgütüne özel olarak hazırlattım" itirafında bulundu. Türün'ü 12 Eylül darbesinden sonra sol örgütler tarafından öldürülme korkusu sardı. Bu nedenle artık sokağa hiç çıkmıyordu. Bu sırada ciddi bir felç geçirdi. Ömrünün son beş yılını yatağa mahkûm olarak geçirdi. 15 Şubat 2003'te öldü. 
 
Turgut Sunalp'de Kore Savaşı'nda Amerikalı askerlerle birlikte işkenceli sorgulara katılmıştı. Türkmen-Boşnak asıllı Macide Kezer (Dizdarevic) ve Abdullah Sunalp (Biberovic) çiftinin oğludur. 12 Eylül sorgulamalarında kızlara cop sokuluyor iddialarına “Bizim taş gibi delikanlılarımız var niye cop sokalım ki sözü ile tanınır. Paşanın Kore'deki görevi de Harekât Daire Başkanlığı'ydı.  Sunalp de 12 Eylül Ziverbey Köşkü işkencelerinin mimarlarındandı. Faik Türün'ün yardımcılığını yapmıştı. Emekli olduktan sonra gazetelere verdiği demeçlerde sorgulara katıldığını kabul etti. Üstelik işkenceli sorgulama yöntemlerinin "özel", sorgulamaları yapanların da "özel eğitimli" olduğunu anlattı: 28 Ağustos 1999'da kalp ve böbrek yetmezliği nedeniyle öldü.
OKUR YORUMLARI
Oğuz Karlı
17.10.2023 09:54:54

Kıymetli üstat, yazınız 1950 den 1980 li darbe yıllarına geçişi de çok güzel işlemiş. Gerçekten bu bilgiler hafızama yeni yerleşti. Kaleminize, yüreğinize sağlık.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ