İstanbulda bir mermer fabrikasında siparişlerimin hazırlanmasını beklerken fabrika sahibinin delikanlı oğlu ile de sohbet ediyoruz. İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesinde okuyan delikanlı, memleketinden bahsederken, Biliyor musunuz? Atatürk bizim şehre ( şehir ismini vermek istemedim) geldiğinde herkes evindeki Kuran-ı Kerimleri saklamış dedi. Çok şaşırdım. Bunu kim söyledi diye sordum. Büyüklerimiz böyle söylerler dedi. Bunun yanlış olduğunu, böyle bir şeyin olamayacağını kısaca anlattım. Hatta memleketlerindeki en güzel köşkün halk tarafından satın alınarak Atatürke hediye edildiğini, kendisinin bu binayı görüp görmediğini sordum. Memleketine hiç gitmediğini dolayısıyla o binayı da görmediğini söyledi. Bilişim çağında, hem de bir üniversite öğrencisinin, hiç merak etmeden hiç araştırıp soruşturmadan böyle bir saplantıya takılıp kalması beni ziyadesiyle üzdü. Demek oluyor ki eğitim sistemimiz, ne dini konularda nede milli konularda gençlerimize yeterli bilgiyi veremiyor. Bu delikanlıya anlattım ki Mustafa Kemal Atatürk, bazı irticai hareketler ve Şeyh Sait Ayaklanmasından sonra, birbiri ardına gelen çağdaşlaşma ve modernleşme adına yapılan devrimlere yönelik itirazların arttığı bir dönemde, İslamiyet'in temel kaynağı olan Kur'anı Kerimin yeniden yorumlanmasını ister. Bu konuda şöyle söylüyordu. Bizim dinimiz akla en uygun ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan ötürü son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uygun düşmesi gerekir. Bizim dinimiz bunlarla tam bir uyum halindedir. Değerli halkımız, Tanrı birdir, ünü büyüktür. Tanrının esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinizde olsun. Peygamber efendimiz yüce tanrı tarafından insanlara dinsel gerçekleri bildirmekle görevlendirilmiş ve elçi olmuştur. Bunların temel yasası, hepimizce bilindiği gibi, yüce Kurandaki değişmez kurallardır. Son günlerde Kuranın Türkçeye çevrilmesini emrettim. Bu da ilk kez Türkçeye çevriliyor. Muhammedin hayatıyla ilgili bir kitabın çevrilmesi için de emir verdim. Kazım Karabekir ile bir sohbetinde de şöyle der; "Evet Karabekir, Arapoğlunun yavelerini (uydurmalarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuranı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler."
Cumhuriyet Devrinde ilk tercüme Cemil Said Bey tarafından Fransızcadan Türkçeye yapılmıştı. Çevirilerin çoğalması üzerine, Diyanet İşleri Reisliği çeviri işlemini üzerine aldı. Atatürk, Kuranın tercüme ve tefsirini önce büyük şair Mehmet Akif Ersoydan rica eder. Mehmet Akif Bey, bu işi yapabilecek bilgi ve ehliyete sahip olduğu halde, bu işin ağır bir sorumluluk getirmesi, Kuranın bir başka dile hakkıyla tam olarak çevrilmesinin zorluğunun idrakiyle bu işi önce kabul etmek istemez. "Kur'an, hiçbir şeye benzemez. Onun içinde öyle kelime ve mefhumlar (kavram) vardır ki, Türkçe de tam karşılığı yok. Öyle ayetler vardır ki, muhtelif manalara gelir. Bu bakımdan da Kur'an'ın aslını Türkçeye çevirmek çok müşkül bir iştir" der. Yine de bıkmadan usanmadan 4 yılını büyük bir gayretle bu işe hasreder. Çok müsvetteler hazırlar, bu müsvetteleri temize çekerken beğenmez tekrar yazar bir zaman sonra onu da beğenmez tekrar yazar. Ancak, bu sırada özellikle Araplar tarafından, bu çevirinin yapılamayacağı hakkında büyük tepkiler geldi. Gelen tepkilerin en büyüğü, Arap milliyetçisi Muhammet Reşit Ride tarafındandı. Kur-an'da İmam Hanefi'den deliller getirmek suretiyle, Mehmet Akif'i çeviriden engellemeye kalkışan bu kişinin, o sıralarda İngilizceye de yapılmakta olan çeviriyi desteklemesi, sorunun sadece Araplar tarafından, Türklere karşı güdülen bir engelleme olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Mehmet Akif, yıllarca süren bu yorucu ve sıkıntılı çalışmasına rağmen bir sohbetinde "Kur'an'ın Türkçe meâli için yaptığım çalışmalar, bu dünyada en üstün zevk ve huşû ile geçirdiğim anlar oldu demiştir. Çalışır ama İçinde de hep aynı korkuyu taşır.Benim tercüme ettiğim bir ayeti okuyan kişi benim anlatmak istediğimden başka bir anlam çıkarırsa ben onun vebalini nasıl taşırım.Bu tedirginlik yüzünden bitirdiği Kuran mealini Diyanet İşleri Başkanlığının defalarca sormasına rağmen bir türlü teslim edemez. Bu gecikme üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı Mehmet Akif Beyle yaptığı sözleşmeyi fesheder Bu fesih, Mehmet Akifi rahatlatır ve bu büyük yükten kurtarır. Ankaraya döndüğünde kendisi ile röportaj yapan gazeteciye şöyle söyler; "...Mısır'da 11 yıl kaldım fakat 11 saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana halisane bir fikrimi söyleyeyim mi? İnsanlık da Türkiye'de, milliyetçilik de Türkiye'de, Müslümanlık da Türkiye'de, hürriyetçilik de Türkiye'de. Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemale versin."
Bu iş akamete uğrayınca Atatürk, zamanın âlimlerinden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazırdan rica eder. Hamdi Bey, Mustafa Kemal ATATÜRKÜN Kur'an-ı Kerimin İlk kez Türkçe tefsirini yapması için görevlendirdiği Mehmet Akif Ersoydan sonraki ikinci kişidir. Arapça ve Farsça ile şiir yazacak kadar üst seviyede bir bilgiye sahiptir. Atatürk'ün Elmalılı Hamdi Beye yazdırdığı bu tefsir, günümüzde de önde gelen İslam âlimleri tarafından hâlâ en güvenilir tefsir olarak kabul edilmektedir. Atatürkün Diyanet İşleri Başkanlığı'na verdiği talimata göre yazdırılmıştır. Devlet eli ile yazdırılan bu tefsirle Atatürk bizzat ilgilenmiştir. Atatürk, bildirdiği yedi madde ile nasıl bir tefsir istediğini ortaya koyar. Bu yedi madde daha sonra Diyanet İşleri Riyaseti ile Elmalılı Hamdi Yazır Bey arasında imzalanan protokole konur.
Atatürk, Diyanet'e gönderdiği yazıda özellikle iki maddenin üzerinde durur. Yeni tefsir ' Ehli Sünnet ' itikadına ve ' Hanefi ' mezhebinin görüşlerine göre hazırlanacaktır. Diğer bir isteği de ' ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetlerin genişçe izah edilmesidir. Atatürk, hüküm içeren ayetlerin de Türk-İslam geleneği göz önünde bulundurularak yorumlanmasını ister. Ne kadar ibret verici değil mi?
Diğer istekleri de şunlardır.
1- Ayetler arasında münasebetler gösterilecek.
2- Ayetlerin nüzül (iniş) sebepleri kaydedilecek.
3- Kıraat-i Aşere'yi (10 okuma tarzını) geçmemek üzere kıraatler hakkında bilgi verilecek.
4- Gerektiği yerlerde kelime ve terkiplerin dil izahı yapılacak.
5- İtikat da ehlisünnet ve amelde Hanefi mezhebine bağlı kalınmak üzere ayetlerin ihtiva ettiği dini, şer'i, hukuki, içtimai ve ahlaki hükümler açıklanacak.
6- Ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmi ve felsefi konularla ilgili bilgiler verilecek. Özellikle tevhit konusunu ihtiva eden ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetler genişçe izah edilecek.
7- Konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi bulunan İslam Tarihi olayları anlatılacak.
8- Batılı yazarların yanlış yaptıkları noktalarda, okuyucunun dikkatini çeken işaretler konularak gerekli açıklamalar yapılacak. Eserin başında Kur'an hakikatini açıklayan ve Kur'anla ilgili önemli konuları izah eden mukaddime (önsöz) yazılacak.
Değerli okuyucular, şimdi Atatürkün Kuran konusunda ne kadar bilgili ve araştırmacı olduğunu görüyor musunuz? Nitekim 25 Kasım 1929'da İstanbul'a gelen Alman Biyograf Emil Ludwig bakın onun hakkında ne diyor;
"Ben öteden beri büyük şahsiyetleri incelemekle meşgûlüm. Avrupa'nın büyük devlet adamları ile görüştüm. Onların karakterleri ve görüşlerini öğrendim.
Büyük Gazi de meydana getirdiği büyük eserlerle kendisinden çok söz ettirmiş bir şahsiyettir. Bu sebeple özellikle Gazi ile görüşmek isterim. Bu amaçla Ankara'ya gideceğim" der ve gider.
30 Kasım 1929'da Atatürk, Emil Ludwig'i Çankaya köşkünde kabûl eder ve görüşür. Kendisine şunu söyler:
"Korku üzerine egemenlik kurulamaz. Şu kapıda duran nöbetçi bile benden korkmaz. Toplara - (tüfeklere) dayalı egemenlik yaşamaz. Böyle bir egemenlik ve hatta diktatörlük, ancak ihtilâl halinde geçici bir zaman için gerekebilir."
Emil Ludwig Ankara'dan ayrılırken gazetecilere şu demeci vermiştir:
"Gazi Hazretleri ile görüşmem o kadar kıymetlidir ki, bunu bir-iki kelime ile sınırlama imkânı yoktur. Bütün dünya Gazi Hazretleri'nin yalnız faaliyetini bilir. Fakat ben Kendileri ile görüşürken, dünyanın meçhûlü olan diğer bir meziyetini keşfettim. Gazi Hazretleri eylem adamı oldukları kadar da bir düşünürdürler."
Elmalılı Hamdi Beyin Hak Dini Kur'an Dili 1936-1938 arasında tamamlandı ve dağıtımı yapılacak hale geldi. 1935-1939 arasında dokuz cilt olarak 10 bin takım bastırıldı. Eserin telif hakkı süresi bittiğinden artık serbestçe basılmaktadır. 2 bin takımı Elmalı Hamdi Yazır'a takdim edilmiş. Kalan 8 bin takımı, başta din adamları olmak üzere kamuoyunun önde gelen isimlerine ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
Özet yazımızı Atatürke ait iki anı ile bitirelim. Şam ve Halepteki görevine gitmek üzere son hazırlıklarını yapıp tam evden çıkacağı sırada odalardan birisinden bir kuran okuma sesi duyarak geri döner. Annesine Bu kuran okuyan kim diye sorar. O da mahallerinde medrese tahsili gören ve Küçük Hoca Efendi diye anılan komşu çocuğunu senin arkandan Kuran okuması için çağırmıştım diye cevap verir. Bundan sonrasını Küçük Hoca Efendinin ağzından dinleyelim.Alçak sesle Kuran okuyordum. Çünkü Zübeyde anne öyle buyurmuştu. Birden odanın kapısı açıldı paşa hazretleri içeri girdi. Onu birden karşımda görünce çok korktum. Bana hangi sureyi okuduğumu sordu. Gösterdim. Bu surede ne anlatılıyor dedi. Bilmiyorum dedim. Okumak öğrenmek içindir. Sen bir şey öğrenmemişsin. Bundan sonra öğrenmek için oku dedi. Başımı okşadı ve çıkıp gitti.Küçük Hoca Efendi bu olayı 1970 li yıllarda TV.de ağlayarak anlatmıştı.
İkinci anı da şöyle. Beykoz da mevsim sonbahar, zamanın eşrafı kahve önünde sohbet ediyorlar. Birden uzaktan bir otomobil sesi duyulur. Herkes merakla o tarafa doğru bakar. Otomobil tam kahvenin önünde durur içinden Mustafa Kemal Paşa iner. Herkes ona doğru koşar, hoş geldiniz çekerler. Bu olayı da Beykoz Camii imamının ağzından dinleyelim. Atatürk birden bu caminin imamı kim diye sordu. O anda dizlerimin titrediğini hissettim. Hemen iki adım öne çıkıp benim paşa hazretleri dedim. Avucunda yeşil üzüm taneleri vardı. Söyle bakalım bu üzüm helâl ise bundan yapılan şarap neden haram oluyor diye sordu. İçimden, Allahım sana sığınırım dediğimi hatırlıyorum. Birden kafamda bir şimşek çaktı. Paşa hazretleri zevceniz size helâldir ama kerimeniz haramdır dedim. Seni tebrik ederim. Güzel bir cevap dedi. Beni Dolmabahçe sarayına davet etti. Orada İslamiyetle ilgili sohbet ettik, birlikte birkaç saat geçirdik. Bana Kuran dan ayetler okudu ve tercümesini yaptı. Nur içinde yatsın.
Yazarın notu; Dünya liderlerinin hayranı olduğu ve yüzyılın lideri seçilen o yüce insan, bu millet dinini kendi kitabından öğrensin diye çaba sarf ederken. Gazetelerden okuduğumuza göre vatandaşlarımız hâlâ hastalıklara iyi geliyor hurafesiyle deve idrarı içip sağlık kazanmaya, bilim adamları da uzaydaki uyduların tamiri için cinlerden, perilerden medet ummaya çalışıyor. Ne yazık ve ne vahim.
Yozgat Gazetesi 04.05.2012
Cumhuriyet Devrinde ilk tercüme Cemil Said Bey tarafından Fransızcadan Türkçeye yapılmıştı. Çevirilerin çoğalması üzerine, Diyanet İşleri Reisliği çeviri işlemini üzerine aldı. Atatürk, Kuranın tercüme ve tefsirini önce büyük şair Mehmet Akif Ersoydan rica eder. Mehmet Akif Bey, bu işi yapabilecek bilgi ve ehliyete sahip olduğu halde, bu işin ağır bir sorumluluk getirmesi, Kuranın bir başka dile hakkıyla tam olarak çevrilmesinin zorluğunun idrakiyle bu işi önce kabul etmek istemez. "Kur'an, hiçbir şeye benzemez. Onun içinde öyle kelime ve mefhumlar (kavram) vardır ki, Türkçe de tam karşılığı yok. Öyle ayetler vardır ki, muhtelif manalara gelir. Bu bakımdan da Kur'an'ın aslını Türkçeye çevirmek çok müşkül bir iştir" der. Yine de bıkmadan usanmadan 4 yılını büyük bir gayretle bu işe hasreder. Çok müsvetteler hazırlar, bu müsvetteleri temize çekerken beğenmez tekrar yazar bir zaman sonra onu da beğenmez tekrar yazar. Ancak, bu sırada özellikle Araplar tarafından, bu çevirinin yapılamayacağı hakkında büyük tepkiler geldi. Gelen tepkilerin en büyüğü, Arap milliyetçisi Muhammet Reşit Ride tarafındandı. Kur-an'da İmam Hanefi'den deliller getirmek suretiyle, Mehmet Akif'i çeviriden engellemeye kalkışan bu kişinin, o sıralarda İngilizceye de yapılmakta olan çeviriyi desteklemesi, sorunun sadece Araplar tarafından, Türklere karşı güdülen bir engelleme olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Mehmet Akif, yıllarca süren bu yorucu ve sıkıntılı çalışmasına rağmen bir sohbetinde "Kur'an'ın Türkçe meâli için yaptığım çalışmalar, bu dünyada en üstün zevk ve huşû ile geçirdiğim anlar oldu demiştir. Çalışır ama İçinde de hep aynı korkuyu taşır.Benim tercüme ettiğim bir ayeti okuyan kişi benim anlatmak istediğimden başka bir anlam çıkarırsa ben onun vebalini nasıl taşırım.Bu tedirginlik yüzünden bitirdiği Kuran mealini Diyanet İşleri Başkanlığının defalarca sormasına rağmen bir türlü teslim edemez. Bu gecikme üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı Mehmet Akif Beyle yaptığı sözleşmeyi fesheder Bu fesih, Mehmet Akifi rahatlatır ve bu büyük yükten kurtarır. Ankaraya döndüğünde kendisi ile röportaj yapan gazeteciye şöyle söyler; "...Mısır'da 11 yıl kaldım fakat 11 saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana halisane bir fikrimi söyleyeyim mi? İnsanlık da Türkiye'de, milliyetçilik de Türkiye'de, Müslümanlık da Türkiye'de, hürriyetçilik de Türkiye'de. Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemale versin."
Bu iş akamete uğrayınca Atatürk, zamanın âlimlerinden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazırdan rica eder. Hamdi Bey, Mustafa Kemal ATATÜRKÜN Kur'an-ı Kerimin İlk kez Türkçe tefsirini yapması için görevlendirdiği Mehmet Akif Ersoydan sonraki ikinci kişidir. Arapça ve Farsça ile şiir yazacak kadar üst seviyede bir bilgiye sahiptir. Atatürk'ün Elmalılı Hamdi Beye yazdırdığı bu tefsir, günümüzde de önde gelen İslam âlimleri tarafından hâlâ en güvenilir tefsir olarak kabul edilmektedir. Atatürkün Diyanet İşleri Başkanlığı'na verdiği talimata göre yazdırılmıştır. Devlet eli ile yazdırılan bu tefsirle Atatürk bizzat ilgilenmiştir. Atatürk, bildirdiği yedi madde ile nasıl bir tefsir istediğini ortaya koyar. Bu yedi madde daha sonra Diyanet İşleri Riyaseti ile Elmalılı Hamdi Yazır Bey arasında imzalanan protokole konur.
Atatürk, Diyanet'e gönderdiği yazıda özellikle iki maddenin üzerinde durur. Yeni tefsir ' Ehli Sünnet ' itikadına ve ' Hanefi ' mezhebinin görüşlerine göre hazırlanacaktır. Diğer bir isteği de ' ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetlerin genişçe izah edilmesidir. Atatürk, hüküm içeren ayetlerin de Türk-İslam geleneği göz önünde bulundurularak yorumlanmasını ister. Ne kadar ibret verici değil mi?
Diğer istekleri de şunlardır.
1- Ayetler arasında münasebetler gösterilecek.
2- Ayetlerin nüzül (iniş) sebepleri kaydedilecek.
3- Kıraat-i Aşere'yi (10 okuma tarzını) geçmemek üzere kıraatler hakkında bilgi verilecek.
4- Gerektiği yerlerde kelime ve terkiplerin dil izahı yapılacak.
5- İtikat da ehlisünnet ve amelde Hanefi mezhebine bağlı kalınmak üzere ayetlerin ihtiva ettiği dini, şer'i, hukuki, içtimai ve ahlaki hükümler açıklanacak.
6- Ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmi ve felsefi konularla ilgili bilgiler verilecek. Özellikle tevhit konusunu ihtiva eden ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetler genişçe izah edilecek.
7- Konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi bulunan İslam Tarihi olayları anlatılacak.
8- Batılı yazarların yanlış yaptıkları noktalarda, okuyucunun dikkatini çeken işaretler konularak gerekli açıklamalar yapılacak. Eserin başında Kur'an hakikatini açıklayan ve Kur'anla ilgili önemli konuları izah eden mukaddime (önsöz) yazılacak.
Değerli okuyucular, şimdi Atatürkün Kuran konusunda ne kadar bilgili ve araştırmacı olduğunu görüyor musunuz? Nitekim 25 Kasım 1929'da İstanbul'a gelen Alman Biyograf Emil Ludwig bakın onun hakkında ne diyor;
"Ben öteden beri büyük şahsiyetleri incelemekle meşgûlüm. Avrupa'nın büyük devlet adamları ile görüştüm. Onların karakterleri ve görüşlerini öğrendim.
Büyük Gazi de meydana getirdiği büyük eserlerle kendisinden çok söz ettirmiş bir şahsiyettir. Bu sebeple özellikle Gazi ile görüşmek isterim. Bu amaçla Ankara'ya gideceğim" der ve gider.
30 Kasım 1929'da Atatürk, Emil Ludwig'i Çankaya köşkünde kabûl eder ve görüşür. Kendisine şunu söyler:
"Korku üzerine egemenlik kurulamaz. Şu kapıda duran nöbetçi bile benden korkmaz. Toplara - (tüfeklere) dayalı egemenlik yaşamaz. Böyle bir egemenlik ve hatta diktatörlük, ancak ihtilâl halinde geçici bir zaman için gerekebilir."
Emil Ludwig Ankara'dan ayrılırken gazetecilere şu demeci vermiştir:
"Gazi Hazretleri ile görüşmem o kadar kıymetlidir ki, bunu bir-iki kelime ile sınırlama imkânı yoktur. Bütün dünya Gazi Hazretleri'nin yalnız faaliyetini bilir. Fakat ben Kendileri ile görüşürken, dünyanın meçhûlü olan diğer bir meziyetini keşfettim. Gazi Hazretleri eylem adamı oldukları kadar da bir düşünürdürler."
Elmalılı Hamdi Beyin Hak Dini Kur'an Dili 1936-1938 arasında tamamlandı ve dağıtımı yapılacak hale geldi. 1935-1939 arasında dokuz cilt olarak 10 bin takım bastırıldı. Eserin telif hakkı süresi bittiğinden artık serbestçe basılmaktadır. 2 bin takımı Elmalı Hamdi Yazır'a takdim edilmiş. Kalan 8 bin takımı, başta din adamları olmak üzere kamuoyunun önde gelen isimlerine ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
Özet yazımızı Atatürke ait iki anı ile bitirelim. Şam ve Halepteki görevine gitmek üzere son hazırlıklarını yapıp tam evden çıkacağı sırada odalardan birisinden bir kuran okuma sesi duyarak geri döner. Annesine Bu kuran okuyan kim diye sorar. O da mahallerinde medrese tahsili gören ve Küçük Hoca Efendi diye anılan komşu çocuğunu senin arkandan Kuran okuması için çağırmıştım diye cevap verir. Bundan sonrasını Küçük Hoca Efendinin ağzından dinleyelim.Alçak sesle Kuran okuyordum. Çünkü Zübeyde anne öyle buyurmuştu. Birden odanın kapısı açıldı paşa hazretleri içeri girdi. Onu birden karşımda görünce çok korktum. Bana hangi sureyi okuduğumu sordu. Gösterdim. Bu surede ne anlatılıyor dedi. Bilmiyorum dedim. Okumak öğrenmek içindir. Sen bir şey öğrenmemişsin. Bundan sonra öğrenmek için oku dedi. Başımı okşadı ve çıkıp gitti.Küçük Hoca Efendi bu olayı 1970 li yıllarda TV.de ağlayarak anlatmıştı.
İkinci anı da şöyle. Beykoz da mevsim sonbahar, zamanın eşrafı kahve önünde sohbet ediyorlar. Birden uzaktan bir otomobil sesi duyulur. Herkes merakla o tarafa doğru bakar. Otomobil tam kahvenin önünde durur içinden Mustafa Kemal Paşa iner. Herkes ona doğru koşar, hoş geldiniz çekerler. Bu olayı da Beykoz Camii imamının ağzından dinleyelim. Atatürk birden bu caminin imamı kim diye sordu. O anda dizlerimin titrediğini hissettim. Hemen iki adım öne çıkıp benim paşa hazretleri dedim. Avucunda yeşil üzüm taneleri vardı. Söyle bakalım bu üzüm helâl ise bundan yapılan şarap neden haram oluyor diye sordu. İçimden, Allahım sana sığınırım dediğimi hatırlıyorum. Birden kafamda bir şimşek çaktı. Paşa hazretleri zevceniz size helâldir ama kerimeniz haramdır dedim. Seni tebrik ederim. Güzel bir cevap dedi. Beni Dolmabahçe sarayına davet etti. Orada İslamiyetle ilgili sohbet ettik, birlikte birkaç saat geçirdik. Bana Kuran dan ayetler okudu ve tercümesini yaptı. Nur içinde yatsın.
Yazarın notu; Dünya liderlerinin hayranı olduğu ve yüzyılın lideri seçilen o yüce insan, bu millet dinini kendi kitabından öğrensin diye çaba sarf ederken. Gazetelerden okuduğumuza göre vatandaşlarımız hâlâ hastalıklara iyi geliyor hurafesiyle deve idrarı içip sağlık kazanmaya, bilim adamları da uzaydaki uyduların tamiri için cinlerden, perilerden medet ummaya çalışıyor. Ne yazık ve ne vahim.
Yozgat Gazetesi 04.05.2012
04.05.2012
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
Kudret Kemal
28.04.2016 18:33:00Abdulkadir bey merhaba.
Bu güzel yazınızı beğenerek severek okudum. Canerhan Tipi beyin Youtube'daki videosuna yapılan bir yoruma yaptığınız ince eleştiriden gelmiştim buraya. İyi ki gelmişim.
Yazan ellerinize sağlık.
Cumhuriyet güneşi bolluğunda sevgi ve iyiliklerle kalın.
mehmet akkoyunlu
20.11.2015 09:13:00KURAN TEFSİRİ VE ATATÜRK başlıklı paylaşımınızı okudum.detaylıca izahi ifadelerle anlatımınızıda taktirle karşıladım.böylesi paylaşımların ülkemiz gerçeklerine ışık olabileceği kanaatimi belirtmeyi kendime bir borç bilirim..saygılarımla
BİR ÇAPANOĞLU TORUNU ,HİKMET YILDIRIM KILINÇARSLAN
12.12.2014 19:11:00MAKALENİZİ ZEVKLE OKUDUM.ŞARABIN SARHOŞ ETTİĞİ İNSANLARI AYILTMAK KOLAYDA DİN TÜCCARLARININ SARHOŞ ETTİKLERİ İNSANLARI AYILTMAK ZORDUR.
Mehlika Filiz Ulusoy
07.05.2012 09:41:00Abdülkadir Bey
Ben Kuranı-ı Kerim'in Türkçe'sini okudum (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Gaye Matbaacılık, Ankara-1981). Anlatılan her şey açık. Zaten anlaşılmasın diye gönderildiği düşünülemez. "Okuyup anlayasınız diye sizin konuştuğunuz dilden gönderdim" diyor. Arapça günümüzde de yaşayan zengin bir dil, Arapça'dan çeviri elbette yapılır. İnsanoğlu, ölü dilleri (Sümer ve eski Mısır gibi)bile çözmeyi başarmıştır. Ancak, Kuran'da surelerin hangi olaylar üzerine geldiğini, konuyla ilgili tarih bilgisine sahip olmadan anlamak biraz zordur. Bir de sureler, olayların geliştiği tarih sırasına göre dizilmemiştir.
İncil'i bütünüyle ve Eski Ahit(Tevrat ve Zebur)'i ise yarısına kadar okuyabildim. Bir fırsat yaratıp tamamını da okuyacağım kısmet olursa(Kitab-ı Mukaddes-Eski ve Yeni Ahit, Acar Matbaacılık, İstanbul-2000).
Anlamadan öğrenmek mümkün değildir. Lütfen, Kuran'ı güzel Türkçemizden okuyup anlama gayret ve cesaretini gösterelim. Zaten "Oku" demiş...
Saygılarımla
Latif Gürler
05.05.2012 22:55:00sayın Capanoglu,bu degerli konuyu kaleme aldiginiz icin,sizieri cani gönülden kutlarim. Saygilarimla
Ömer
04.05.2012 19:50:00sayın çapanoğlu bende gurbetten yazılarınızı ilgi ile takip etmeye çalışıyorum.hem memleketimiz eski yozgattan hemde anlattığınız değişik konulardan bilgi sahibi oluyoruz.yanlış bildiğimiz şeylerinde doğrusunu sayenizde öğreniyoruz.allah razı olsun.selamlarımı ve saygılarımı sunarım.