Değerli okurlar, neden bu konuyu seçtim? Avrupa ülkeleri daha kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermemişken Atatürk’ün emri ile 5 Aralık 1934'te T.B.M.M de kabul edilen bir yasayla Anayasanın 10. ve 11. Maddeleri değiştirilerek her kadına 22 yaşında seçme, 30 yaşında seçilme hakkı verildi. Kadınlarımız kolayca bu hakka kavuştukları için değerini bilemiyorlar ve kazanılmış bu haklarından kendi kararları ile kolayca vazgeçiyor, kendilerini eşlerine ve topluma köle yapıyorlar. Böyle yapmakla insanca yaşamak isteyen hemcinslerinin yaşamlarını da tehlikeye atıyorlar. Yani zararları sadece kendileri ile sınırlı değil. Bizim kadınlarımız 21. Yüzyılda kendilerine bunu reva görürken Hz. Muhammed’in sağlığında Müslüman bir kadın, eşinin kendine reva gördüğü haksızlığa bakın nasıl başkaldırıyor.
Ensar'dan Evs b. Sâmit bir sebeple kızıp hanımı Havle (veya Huveyle) bint Sa‘lebe’ye zıhâr yapmıştı “Sırtın anamın sırtıdır” demişti.
Zıhâr, İslamiyetken önceki dönemde kocanın, karısını annesine veya dinen nikâhı düşmeyecek yakınlarına benzetmesiydi.
Erkek,
- Ben karımı şu yahut bu yakın kadın akrabama benzettim, falana teşbih ettim. Öyle ise artık bu kadın bana yasak oldu, aile bağım çözüldü." der, böylece karısını boşadığına inanırdı. Acı olan ise, böyle bir benzetme ile boşanan kadınlar, başka erkekle de evlenemezlerdi. Kısaca, zıhâr, bir erkeğin, eşinin vücudunun tamamını veya avret yeri kapsamına giren bir kısmını kendi annesine benzetmesine deniyordu. Adam bu lafla otomatikman karısından boşanmış sayılıyor ve kefaretini vermediği müddetçe bir daha onu nikâhına alamıyordu.
Havle'nin başına gelen, Müslüman toplumun karşılaştığı ilk zıhâr uygulamasıydı. Havle kadın geleneğe göre yasak olan bu ilişkiyi bu halde sürdürmeyi kabul etmedi. Sonunda duruma bir çare bulması için Resûlullah’a başvurdu. Gençliğini kocası uğruna tükettiğini, ona çocuklar verdiğini ama şimdi yaşlanınca kapı dışarı edildiğini büyük bir üzüntü ile anlattı.
Hz. Peygamber bu konuda ilâhî bir bildirim (vahiy) almadığını ve bilinen hükümden (haramlık) başka bir çözüm söyleyemeyeceğini belirtti. Kadın durumunun çok vahim olduğunu tekrar tekrar ifade ettiyse de peygamberden farklı bir cevap alamadı. Bu konu ile ilgili bir vahiy olmadığı için Peygamber de olayı geçiştirmeye çalıştı. Kadın bu yüzden peygamberle tartıştı. Bu tartışmadan sonra kadın işin peşini bırakmaz ve defalarca Muhammed’in yanına gelip Allah’a sordun mu diye sıkıştırır.
Daha sonra kadın Allah’a yalvarmaya ve halinden yakınmaya başladı. “Allah’ım! Çok yalnızım. Bu ayrılık bana çok acı verecek. Küçük çocuklarım var; onları babalarına bıraksam perişan olurlar, kendime alsam aç kalırlar. Halimi sana arz ediyorum, beni bu sıkıntıdan kurtar; resulünün dilinden bir vahiy inzal buyur!” diye dua ediyordu.
Sonunda aşağıdaki mücadele suresi nazil oldu.
Değerli okurlar, mücadele suresi Kur'an'ın 58. suresidir. Bu sure Kur’anın en önemli surelerinden birisidir. Sure 22 ayetten oluşur. Medine'de Münafikun Suresi'nden sonra indirildiğine inanılmaktadır. Sure, ismini ilk ayette geçen ''tucadilu'' kelimesinden alıyor. ''Hakkını arayan kadın”, ''Hakkını almak için mücadele eden kadın'' anlamına geliyor. Burada mücadele, münakaşa etmek, tartışmak anlamındadır. Sure adının “Mücadele” veya “Mücâdile” şeklinde iki okunuşu vardır. Birincisi, “tartışma yapmak, çekişmek” demektir; ikincisi ise “tartışan kadın” manasına geliyor. Sure bu adı ilk ayetinde geçen ve aynı kökten türetilmiş olan fiilden almış.
Cahiliye döneminde kadın açısından büyük haksızlıklara yol açan bir boşama türü olan “zıhâr”ın yanlış bir telakkiye dayandığını ortaya koymaktadır. Yine bu surede, gizli görüşme ve topluluk içinde birkaç kişinin baş başa verip fısıltıyla konuşması. Selâmlama, toplantılarda uyulması gereken nezaket kuralları ve Resûlullah’la özel görüşmelerin belirli âdâb çerçevesinde yürütülmesi konularında uyarılar yapılmakta. Münafıkların bazı karakteristik özelliklerine değinilmekte, müminlerin (en yakınları bile olsalar) Allah ve resulüne düşmanlık edenlerle ilişkilerinde daha dikkatli davranmaları istenmektedir.
Dikkatle okumanızı istirham ediyorum. Özellikle ilk dört ayette İslamiyet'in kadınlara ne kadar değer verdiğini dikkatinize sunuyorum. İslam dini kadını yücelten bir dindir.
Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
İçinizden kadınlarına zıhar yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Kim (köle azat etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ardı ardına iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar Allah'a ve Resulüne hakkıyla iman edesiniz diyedir. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kâfirler için elem dolu bir azap vardır.
Allah'a ve Resulüne düşmanlık edenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Oysa biz apaçık ayetler indirdik. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.
Allah'ın onları hep birden diriltip yaptıklarını kendilerine haber vereceği günü hatırla. Allah onları sayıp zapt etmiş, onlarsa bunları unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir.
Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki, dördüncüleri o olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları o olmasın. Bundan daha az yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah her şeyi hakkıyla bilir.
Bundan sonraki sureler yukarda Resûlullah’la özel görüşmelerin belirli âdâb çerçevesinde yürütülmesi konularında uyarılar yapılmasıyla ilgili. Zira Havle bint Sa‘lebe, hem yeni vahiy gelip gelmediği konusunda peygamberi devamlı rahatsız etmiş (aşağıda, kalkın denince kalkın diyor) hem de başka kadınlara içinde bulunduğu durumu şikâyet etmişti.
Gizlice konuşmaktan menedilip de menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah'ın seni selamlamadığı selamla selamlıyorlar. İçlerinden de "Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!" diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir orası!
Ey iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının.
O kötü fısıltılar iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise müminler ancak Allah'a tevekkül etsinler.
Ey iman edenler! Size, "Meclislerde yer açın" denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, "Kalkın", denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Ey iman edenler! Peygamber ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.
Allah onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!
Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah'ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.
Onların malları da evlatları da Allah'a karşı kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. Onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.
Allah'ın onları hep birden dirilteceği, onların da (kendilerini kurtaracak) bir iş üzerinde olduklarını sanarak size yemin ettikleri gibi Allah'a da yemin edecekleri günü düşün! İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.
Şeytan onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
Allah'a ve peygamberine düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin arasındadırlar.
Allah, "Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphe yok ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah'ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
Değerli okurlar Hz. Ömer Havle bint Sa‘lebe’ye hep ayrı bir saygı duymuş ve halifeliği döneminde etrafındakileri şaşırtacak derecede onunla ilgilenmiştir.
Dikkat ederseniz Allah kusuru olanları üç şeyi yerine getirmeleri halinde bağışlıyor. Köle azad etmeleri, iki ay üst üste oruç tutmaları ya da altmış fakiri doyurmaları şartıyla. Gördüğünüz gibi kusur daha işlenmeden önce caydırıcı olması açışından bağış şartları çok ağır. Ayrıca anlıyoruz ki İslam dini köleliğe karşı, köleliği ortadan kaldırmak istiyor ve açların halinden anlamamızı, komşumuz açken bizim tok yatmaktan korkmamızı istiyor.