Tarih çok eski 1917 yılı. Yozgatın eski ailelerinden Divanlıoğlu Nesim Bey, Yozgat adliyesinde Başkâtiptir. Şekerpınar yolu üzerindeki dededen kalma konaklarında ikamet etmektedirler. Bahçedeki iki ahırda güzel binek atları var. Divanlıoğlu Nesim Beyin kızı Sultan Hanım da atlara meraklı ve iyi bir binici. Erzurumlu Rıza Bey de (Saraçoğlu) Yüzbaşı rütbesi ile Yozgat Jandarma komutanıdır. At üstünde bir yere giderken yine at üstünde gördüğü Sultan Hanımı çok beğenir. Bir zamanların modern Yozgatı, bir hanım at üstünde gezmeye çıkıyor. Söylenecek çok şey var da uzatmıyayım. Dünür olurlar, Yozgat örf ve adetlerine göre nişanlanırlar. Yüzbaşı Rıza Bey görevle bir süreliğine Aydına gider. Orada İncir zamanıdır. Aklı Yozgatta bıraktığı nişanlısında olan Rıza Beyin, bu tatlı ve hoş meyveyi yalnız yemek içine sinmez, boğazından geçmez. Bir sepet yaptırıp Yozgata nişanlısına gönderir. O zamanlar dünyanın bir ucu sayılan Aydından gelen nişanlı hediyesini tüm aile merakla açarlar. İçinde Armuta benzeyen meyveleri görürler. Sultan hanım bir tanesini alır bakar, yumuşak bir şey. İki eliyle ortadan ayırır ki içinde beyaz beyaz kıl gibi bir şeyler var. Aaaa! Bu kurtlanmış diyerek atar başka birisini alır o da aynı. Bir sepet incir tek tek elden geçer, buda kurtlu, buda kurtlu diyerek çöpe atarken ailesine karşı mahcup duruma düşen Sultan hanım bir taraftan da Gönderecek başka bir şey bulamadın da bu kurtlu armutlarımı gönderdin ey Rıza Bey diyerek için için sızlanır. Gelen hediyeye çok üzülen ve nişanlısına kırılan Sultan Hanım, Yüzbaşı Rıza beye yazdığı sitem mektubunda Gönderdiğin armutların hepsi kurtlu idi diye yazar. Aldığı mektuba şaşıran Rıza Bey de cevabi mektubunda Ben size armut göndermedim, Aydının en meşhur meyvesi inciri göndermiştim, yolda başka birisinin eşyasıyla mı karıştı acaba diye cevap verir. Rıza Beyler Ankaraya yerleşip Nesim Bey ve eşi de vefat ettikten sonra koca konak yıllarca içindeki antika eşyalarla boş kaldı. Çocukları ve torunları da gidip gelemeyince sonunda satılmasına karar verildi. İçindeki çok değerli birçok antika eşya taşıma güçlüğünden dolayı akraba ve komşulardan kimine hatıra olarak kimine bila bedelle dağıtıldı. Ancak birkaç gaz lambası ve birkaç süslü baston Ankaraya götürülebildi. Bu hikâyeyi kuzenim, torunu Cengiz Divanlıoğlundan dinlediğimde epeyce şaşırmıştım ama hakikaten sert ikliminden dolayı Yozgatta incir yetişmezmiş.
24.09.2013
Yukarıdaki yazım yayınlanınca değerli araştırmacı yazar Mehmet Genç dostum Kuşadasından telefonla aradı. Dedi ki İncir ve Efelerle ilgili çok hikâye dinlemiştim ama hiç bu kadarını okumamıştım. Sonra çok hoş iki olay anlattı, bende sizinle paylaşmak istedim. Sinoplu bir felsefe öğretmeni Aydınlı bir genç kızı kaçırarak evleniyor. Genç kız evin tek kızı. Kaçarak evlendiği için de bir daha Aydına dönemiyor, amcalarının kendisini öldüreceğinden korkuyor. Bu yüzden Sinoplu öğretmen de Aydını görmekten mahrum kalıyor. Bir zaman sonra baba ölünce kıza 60 dönüm incir bahçesi kalıyor. Kız korkudan memlekete gidemeyince damat gidiyor. İncir ağaçlarını bir şeye benzetemeyen damat biran önce zengin olma hayalleri ile ağaçları kestirerek yerine fındık diktiriyor. Bir süre sonra hatasını anlıyor tabi ama geçmiş ola.
Senin Yozgat Gazetesinde yayınladığın Bir korku bir dedikodu yazındaki Çorumlu teyzeyi okuyunca aklıma gelmişti sonra unutmuşum. Bu sene yaşadığım bir başka olayı daha anlatayım. Yazlıktaki komşumuzun bahçesinde asırlık bir incir ağacı var. Meyvesi siteyi doyuruyor. Komşumuz bu yıl evi kiraya verdi. Gelen kiracı bakıyorum her gün incir ağacını suluyor, birkaç gün merakla izledim. Bir gün yine aynı manzarayı görünce dayanamadım, yanına gidip incirin bırak suyu, nem bile istemediğini nazikçe anlattım. İnanmamış olacak ki ertesi gün yine suladı. Ev sahibini arayıp durumu anlattım. Adamcağız duyduğuna inanamadı, Milastan gelerek bir daha inciri sulamaması gerektiğini hatırlatınca sanırım ancak o zaman inanabildi. Komşum bundan sonra evi kiralayacak herkese ilk şart olarak inciri sulamamasını, aksi halde evden çıkaracağını bildirecek. O kiracı kim dersen o da Çorumluymuş.
25.09.2013
24.09.2013
OKUR YORUMLARI
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
29.09.2013 12:01:00
"Belirli günlerde Yozgat pazarına gidenlerin yolu Kabe yolcusu gibi beklenirmiş." O günleri çok güzel tarif eden bu cümleyi bende not aldım. Zira değerli eğitimci, Yozgat'ın canlı tarihi Yılmaz Göksoy ağabeyim "Yozgat'a 21 km. uzaklıktaki Gökçekışla köyünden sabah 8.00 de Yozgat pazarına yetişmek için horozlar öterken çıkardık" diye anlatırdı. 1960 lı yıllarda Dayılı köyünden gelen köylüler de yaklaşık 15 km. lik yolu ancak üç saatte gelirlerdi, üstleri başları toz içinde. Çok teşekkürler Sayın Sayha.
SAYHA
28.09.2013 22:11:00
Sayın Çapanoğlu, yukarda ki hikayeyi okuyunca bir benzer hikaye aklıma geldi. Amcamın oğlu Musa Ağbey(Bahçeşehir Muhtarı)ne zaman bir arada meyve yesek her seferinde anlatır. .Eskiden köyde yaşayanlar ayda yılda bir, merkepler ile Yozgat'a alı- verişe giderlermiş. Belirli günlerde Yozgat pazarına gidenlerin yolu Kabe yolcusu gibi beklenirmiş. Yine öyle bir pazar günlerinin biirinde babam pazardan dönüyormuş. Köy dışında inek otlatan köy delikanlıları yolunu kesip hal hatır sormuşlar.Tabi bu arada hediyelerinide ummuşlar.Babam bakışlarından anlayarak daha fazla bekletmemek için eşeğin sırtında yüklü heybeye elini atıp, tüm gençlere birer tane nar çıkarıp uzatmış. "Sıcakta içiniz yanmıştır.Alın bunları yeyin,ciğerleriniz soğusun. Bu meyve buralarda yetişmez.Bende askerlik yaparken Edirnede çok yemiştim. Tadı damağımda kalmıştı. Yozgat pazarında görünce dayanamayıp size hediye olarak aldım" demiş.Özene bezene ikram edilen.Yıllarca tadı damakta kalan hediyeyi alan gençler öyle sevinmişler ki, diğer taraftanda bir an önce gitse de tadına baksak diye acele ediyorlarmış.(Edep usulü getirilen şey veren kişi karşısında yenmezmiş.)Babam yükünü alıp yola koyulur koyulmaz,ellerindeki elmaya benzeyen meyveye hemen diş geçirip, büyük bir iştahla ısırmışlar. Aynı anda ısırılan narlar, aynı anda karşıdaki kara taşa öyle bir fırlatılmış ki...Bir taraftan ağızlarını ellerinin tersiyle siliyor, diğer taraftan Babamın arkasından "Zehir mi getirdi be emmiiiii?" Diye bas bas bağırıyorlarmış. Gençlerden biri, toprağa karışan tanelere bakarak,"oğlum, bunun içindeymiş meyvesi diye seslenince... Tüm narlar param parça parçalanarak içinden içci taneleri saçıldığını ve torağa karıştığını farketmişler. Kırmızı taneleri gören gençler anlamış ki kabuklu yenmeyecek. "Yemeyi beceremedik en azından tadı nasıl acaba?" Diye, bikaç taneyi yerden alarak üfletip püfleyip ağzına atan Musa Ağbey, nar'ı fırlattığına çok üzülmüş.Meraklı bakışla bekleyen gençlerde üzülmesin diye tanıdık meyveler üzerinden tarif etmeye çalışmış. Üzüm gibi tatlı, dağ armudu gibi kekremsi,alıç gibi çekirdekli,gördüğünüz gibi it üzümü gibi de kırmızı. Deyince; İçlerinden biri, Yozgat'ın meşhur sövmesiyle "desene k...mun Edirnelileri, bizim dağlarda yetişen meyveleri toplayıp acı kabuğa koymuşlar.Adınıda "nar" diye pazara sürmüşler.
Mehlika Filiz Ulusoy
24.09.2013 22:25:00
Abdülkadir Bey
Yıllar yıllar önce Aydın'a görümcemi ziyarete gitmiştim. İlk defa gördüğüm bu şehir yaz ayında dayanılmaz derecede sıcaktı. Bu kadar sıcak bir yerde bulunduğumu hatırlamıyorum. Şehrin kenarında geniş incir bahçeleri vardı. Aydının yerlisi olan bir hanıma "İnciri çok severim ama şehrin sıcağı dayanılmaz" dedim. Bu hanım sanki sıcağa nazar etmişim gibi heyecanla "Yoo, öyle demeyin! Bu sıcak olmasa yemişlerimiz nasıl olacak?" dedi. Demek ki incir önemli gelirleri, sıcak da baş tacıydı.
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
29.09.2013 12:01:00"Belirli günlerde Yozgat pazarına gidenlerin yolu Kabe yolcusu gibi beklenirmiş." O günleri çok güzel tarif eden bu cümleyi bende not aldım. Zira değerli eğitimci, Yozgat'ın canlı tarihi Yılmaz Göksoy ağabeyim "Yozgat'a 21 km. uzaklıktaki Gökçekışla köyünden sabah 8.00 de Yozgat pazarına yetişmek için horozlar öterken çıkardık" diye anlatırdı. 1960 lı yıllarda Dayılı köyünden gelen köylüler de yaklaşık 15 km. lik yolu ancak üç saatte gelirlerdi, üstleri başları toz içinde. Çok teşekkürler Sayın Sayha.
SAYHA
28.09.2013 22:11:00Sayın Çapanoğlu, yukarda ki hikayeyi okuyunca bir benzer hikaye aklıma geldi. Amcamın oğlu Musa Ağbey(Bahçeşehir Muhtarı)ne zaman bir arada meyve yesek her seferinde anlatır. .Eskiden köyde yaşayanlar ayda yılda bir, merkepler ile Yozgat'a alı- verişe giderlermiş. Belirli günlerde Yozgat pazarına gidenlerin yolu Kabe yolcusu gibi beklenirmiş. Yine öyle bir pazar günlerinin biirinde babam pazardan dönüyormuş. Köy dışında inek otlatan köy delikanlıları yolunu kesip hal hatır sormuşlar.Tabi bu arada hediyelerinide ummuşlar.Babam bakışlarından anlayarak daha fazla bekletmemek için eşeğin sırtında yüklü heybeye elini atıp, tüm gençlere birer tane nar çıkarıp uzatmış. "Sıcakta içiniz yanmıştır.Alın bunları yeyin,ciğerleriniz soğusun. Bu meyve buralarda yetişmez.Bende askerlik yaparken Edirnede çok yemiştim. Tadı damağımda kalmıştı. Yozgat pazarında görünce dayanamayıp size hediye olarak aldım" demiş.Özene bezene ikram edilen.Yıllarca tadı damakta kalan hediyeyi alan gençler öyle sevinmişler ki, diğer taraftanda bir an önce gitse de tadına baksak diye acele ediyorlarmış.(Edep usulü getirilen şey veren kişi karşısında yenmezmiş.)Babam yükünü alıp yola koyulur koyulmaz,ellerindeki elmaya benzeyen meyveye hemen diş geçirip, büyük bir iştahla ısırmışlar. Aynı anda ısırılan narlar, aynı anda karşıdaki kara taşa öyle bir fırlatılmış ki...Bir taraftan ağızlarını ellerinin tersiyle siliyor, diğer taraftan Babamın arkasından "Zehir mi getirdi be emmiiiii?" Diye bas bas bağırıyorlarmış. Gençlerden biri, toprağa karışan tanelere bakarak,"oğlum, bunun içindeymiş meyvesi diye seslenince... Tüm narlar param parça parçalanarak içinden içci taneleri saçıldığını ve torağa karıştığını farketmişler. Kırmızı taneleri gören gençler anlamış ki kabuklu yenmeyecek. "Yemeyi beceremedik en azından tadı nasıl acaba?" Diye, bikaç taneyi yerden alarak üfletip püfleyip ağzına atan Musa Ağbey, nar'ı fırlattığına çok üzülmüş.Meraklı bakışla bekleyen gençlerde üzülmesin diye tanıdık meyveler üzerinden tarif etmeye çalışmış. Üzüm gibi tatlı, dağ armudu gibi kekremsi,alıç gibi çekirdekli,gördüğünüz gibi it üzümü gibi de kırmızı. Deyince; İçlerinden biri, Yozgat'ın meşhur sövmesiyle "desene k...mun Edirnelileri, bizim dağlarda yetişen meyveleri toplayıp acı kabuğa koymuşlar.Adınıda "nar" diye pazara sürmüşler.
Mehlika Filiz Ulusoy
24.09.2013 22:25:00Abdülkadir Bey
Yıllar yıllar önce Aydın'a görümcemi ziyarete gitmiştim. İlk defa gördüğüm bu şehir yaz ayında dayanılmaz derecede sıcaktı. Bu kadar sıcak bir yerde bulunduğumu hatırlamıyorum. Şehrin kenarında geniş incir bahçeleri vardı. Aydının yerlisi olan bir hanıma "İnciri çok severim ama şehrin sıcağı dayanılmaz" dedim. Bu hanım sanki sıcağa nazar etmişim gibi heyecanla "Yoo, öyle demeyin! Bu sıcak olmasa yemişlerimiz nasıl olacak?" dedi. Demek ki incir önemli gelirleri, sıcak da baş tacıydı.
Selam ve saygılarımla