Değerli okurlar2021 yılı bütçesi, günler süren görüşmelerden sonra muhalefetin itirazlarına rağmen mecliste kabul edildi. Görüşmeler sırasında hatipler sık sık Beytülmal sözcüğünü kullandılar.
Kelime anlamı "mal evi" olan beytülmal bir terim olarak devlete ait malların muhafaza edildiği fizikî mekânı ifade ettiği gibi devlete ait taşınır taşınmaz malların bütününü ve bunların idaresiyle ilgili hukukî kurumu da ifade etmektedir. Bu geniş anlamıyla beytülmal, devlete ait her türlü mal varlığının ve gelirlerin toplandığı, harcamaların yapıldığı, haklara ve borçlara ehil bağımsız bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam tarihinde İslam devletlerinde devletin gelirlerinin toplandığı mekân olan beytülmal, günümüzdeki devlet hazinesidir. Arap-İslam Devleti'nin kuruluşundan Osmanlı Devleti'nin yıkılışına dek bu terim kullanılmıştır.
Devlet hazinesi anlamına gelen beytülmal’ın temellerinin Allah Resulü döneminde atıldığı bilinmektedir. Hz. Peygamber’in 622 senesinde Mekke’den Medine'ye hicretinden sonra Medine'de yeni bir devletin temelleri atılmaya başladı. Başlayan bu yeni dönemde Medine’de başta muhacirler olmak üzere tüm Müslümanlar ekonomik sıkıntı içindeydiler. Sıkıntıların giderilmesi için, temelleri atılan bu devletin elbette belli bir bütçesinin olması gerekiyordu. Allah Resulü, maddi durumları iyi olan Müslümanları fakirlere yardımda bulunmaları için teşvik etti. İlk dönemde isteğe bağlı olan bu yardımlaşma; sadaka-ı fıttır, kurban kesmek ve zekâtın farz kılınması ile birlikte dini vecibe haline gelmiştir. Allah Resulü, hicretin 9. yılında zekâtları toplamak amacıyla bazı amilleri görevlendirmiştir. Öte yandan yapılan savaşlarda Müslümanların eline ganimet malları geçmiştir. Aynı şekilde gayrimüslimlerden cizye ve fey alınmaya başlanmıştır. Müslümanlardan alınan zekâtlar ile gayrimüslimlerden alınan ganimetlerin beşte biri olan humus ile cizye vergileri, bekletilmeden ihtiyaç sahiplerine dağıtılmıştır. Bununla birlikte zaman zaman artan bazı mallar da olmuştur. Bu malların ihtiyaç sahiplerine dağıtılmadan önce belli bir yerde muhafaza edilmesi gerekiyordu. İşte bu amaçla bazı yerlerin bu iş için tahsis edildiği görülmektedir. Mescid-i Nebevî'nin üst katında bir odanın bulunduğu ve artan malların buraya konulduğu bilinmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber'in evi de bu amaçla kullanılmıştır. Hatta Hz. Ebu Bekir zamanında da halifenin evinin bir odası devlet hazinesi için tahsis edilmiştir.
Beytülmal'ın (devlet hazinesinin) en önemli gelir kaynakları şunlardı:
Müslümanlardan alınan vergiler (Aşar, Ağnam vb.)
Müslüman olmayanlardan alınan vergiler (Haraç, Cizye vb.)
Maden, orman, tuzla kiraları
Gümrük (Baç) vergileri
Savaş ganimetleri
Beytülmal kurumunun mazisi Hz. Peygamber zamanına kadar gitmekle birlikte o dönemde sadece bu amaç için ayrılan özel bir mekândan bahsedilemez. Beytülmalin kurumsallaşması ve müstakil binalara kavuşması ise Hz. Ömer zamanına denk gelmektedir. Hz. Ömer döneminde sınırların genişlemesi ve devlet gelirlerinin artmasıyla birlikte divan teşkilatı kuruldu. Halk kabile mensubiyetlerine göre defterlere kaydedildi. Fethedilen bölgelerdeki araziler, daha önce yapılanların aksine mücahitlere dağıtılmayıp hazineye devredildi. Bunun ardından bu arazilerin ne kadar olduğu ve buralardan ne kadar vergi geleceği tespit edildi.
Hz. Ömer zamanında hazine gelirleri arasında kabul edilen, Müslümanlardan alınan zekât ile gayrimüslimlerden tahsil edilen cizye, haraç, humus, uşûr vb. gibi fey gelirlerinin tutarı belirlendi. Böylece belirli bir bütçe oluşmaya başladı. “Beytülmalde biriken malların bir kısmı kamu yararına harcanırken geri kalan kısmı ise atiyye ( yılda bir defa dağıtılan hediye) olarak vatandaşlara dağıtılmıştır.”
Değerli ilahiyatçı İhsan Eliaçık Hocamız, beytülmal’ın temellerini atan Hz. Peygamber için bakınız ne diyor; “Muhammet peygamber halktan ayrı bir yaşam sürmezdi. Onların oturduğu gibi evlerde oturur onların yaşadığı yerlerde yaşar, onlar ne yiyorlarsa onu yerdi.
Peygamber, hiçbir zaman kendine özel bir “din adamı” kıyafetiyle dolaşmamıştır. Onu içinde yaşadığı toplumdan ayıran özel bir kıyafeti asla olmamıştır. Bu konuda kendini toplumdan ayırmamıştır. Ömrü boyunca Ebu Cehil nasıl giyiniyorsa öyle giyinmiştir.
Hz. Peygamber vefat ettiğinde peygamber olmaktan kaynaklanan bir serveti yoktu. “Geride birkaç kap ve bir kitap”dan başka bir miras bırakmadı. İslam’ın ilk halifelerinden üçü Ebubekir, Ömer, Ali de vefat ettiklerinde aynı durumdaydılar. Fakat onlardan sonra ne yazık ki bunu göremiyoruz.”
Hz. Peygamber de her normal insan gibi yedi, içti, kadınlarla evlendi.. Eşleriyle zaman zaman sorunlar yaşadı. Her normal insan gibi acı ve tatlı günleri oldu. Torunlarını omuzunda gezdirdi, her gördüğünde yukarı atıp tutarak sevdi ve sevindirdi.
Hz. Peygamber tapınaktan gelen birisi değildi. Hiçbir ayin yönetmemiş, dini fetvalar vermemiş, kutsal kitapları okumamıştı. Yörenin tanınmış “dini otoritesi” filan da değildi. Bir okulda okumamış, diploması, “akademik kariyeri” vs. yoktu. Dağda koyun güdüyordu. Amcaları ile ticaret kervanlarına katılıyordu. 25 yaşında “Hilfu’l-Fudul” (Erdemililer İttifakı) adlı bir teşkilata “adalet” üzerine yemin ederek girmişti. Teşkilatın kurucuları arasında yer almıştı. Bu teşkilat Mekke’de haksızlığa uğrayan, zulme maruz kalan garibanları, kimsesizleri, yoksulları, yolu kesilenleri (İbn’us-Sebil) koruma ve kollama amacıyla kurulmuştu.
Şöyle bir olay anlatılır; Mekke’ye kızı ile birlikte gelen bir köylünün yolu kesilmiş, satmak için getirdiği malına ve kızına şehre hükmeden tefeci yedi-sekiz bezirgândan birisi el koymuştu. Adam yana yana derdine çare arıyordu. Oradan birisi “Muhammed adında bir genç var, ona git, böyle işlerle ilgileniyor, sana yardımcı olur” dedi. Köylü, o yıllarda henüz 25 yaşlarında olan genç Muhammed’e gelerek derdini anlattı. Muhammed, derhal kendisi ile aynı yaşlarda olan 10-12 kişilik bir gurubu göndererek “Tefeci Bezirgân’ın” evini kuşattırdı. Grup kapıya vurarak adamın malını ve kızını geri vermesini istedi.
Mekkeli kodaman, önce itiraz etti sonra da hiç olmazsa kızın bir gece kendinde kalmasını istedi. Grup bu söze öyle sinirlendi ki alınlarındaki damarlar görünüyordu. Grup lideri etrafındakilere işaret ederek kapıya yüklendi. Omuzuyla kapıyı kırmak için yükleniyordu. Derken gürültülerden iyice rahatsız olan kodaman aşağı inerek kapıyı açtı. Kızı ve malı teslim etti. Yine buna benzer bir olayda Muhammed, “Tefeci Bezirgan’ın” yakasını toplayarak öyle bir sarstı ki, Ebu Cehil daha sonra “Azgın bir deve gibi üzerime geliyordu” diyecektir. (İbn Habib, El-Muhabber)
İş bu makale değişik kaynaklardan derlenmiş yorumu okuyucuya bırakılmıştır.