Değerli okurlar Türkiye'de ilk radyo yayını 6 Şubat 1927 günü, merhum Eşref Şefik'in Alo, Alo! Muhterem sâmiîn. Burası İstanbul Telsiz Telefonu, 1200 metre tû-lu mevç, 250 kilosikl. Bugünkü tecrübe neşriyatımıza başlıyoruz.” anonsuyla başladı. Kimsede radyo olmadığından Sirkeci'deki Büyük Postane binasının kapısının üstüne yerleştirilen hoparlörle yayına yapılıyordu. . Radyo yayınları İstanbul’da Mayıs 1927’de, Ankara’da ise bu tarihten altı ay sonra başlamıştır.
1950’li yılların başlarında, Türkiye’deki radyo istasyonlarının sayılarının az olduğu ve sinyal güçlerinin çevre ülkelerdeki istasyonlara göre çok düşük kalıyordu. Coğrafi olarak Türkiye’den daha küçük ülkelerden örneğin Bulgaristan'da 4, Yunanistan’da 9, Romanya’da 8, Yugoslavya’da 21 uzun ve orta dalgalı radyo istasyonu çalışmaktadır (1953). Bu yıllarda Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere üç şehirde devlet radyosu yayın hayatına devam etmektedir. Evde radyo varsa bu kocaman radyolardan bir tek uzun dalga 1648 metre (dalga boyu), 182 kilosiklden yayın yapan Ankara radyosu dinlenebilirdi.
Nasır’ın (Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır) radyoları günde 300 saat yayın yapıyor derlerdi. Bu hesapça kısa dalgadan yayın yapan 12-13 civarında Arap radyosu vardı. Üniversite yıllarımızda geceleri imtihanlara hazırlanırken sabaha kadar yalelli çalan bu radyoları dinlerdik.
Sonraki yıllarda radyoların yayına başlama tarihleri şöyledir: İzmir 1960, Erzurum 1961, Adana Nisan 1962, Antalya Haziran 1962, Gaziantep, Ağustos 1962, Kars Şubat 1963, Van Ekim 1964, Diyarbakır ve İskenderun vericileri TMO ile ortak yayına 1961’de başlamıştır.
Radyo istasyonlarının işletme ruhsatı 8 Eylül 1926’da Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi’ne (TTTAŞ) verilmiştir. Şirketin hisselerinin yüzde 40’ı (60.000 TL) İş Bankası’na, yüzde 30’u (45.000 TL) Anadolu Ajansı’na, yüzde 30’u (45.000 TL) eşit paylar halinde Falih Rıfkı (Atay), Cemal Hüsnü (Taray) ve Sedat Nuri’ye (İleri) aittir. TTTAŞ’nin imtiyaz süresi 1936’da dolmuş, hükümet bu süreyi uzatmamış ve 4 Eylül 1936 tarihinde radyonun işletme hakkına elkoymuştur. Ağustos 1936’da çıkarılan kararnameyle radyonun işletmesi PTT Genel Müdürlüğü’ne verilmiş; PTT, 1940 yılına dek radyo yayıncılığını üstlenmiştir.
Bu uzun girişten sonra gelelim asıl konumuza: Türkiye’de çok partili hayata geçişten sonra radyo, siyasal mücadelenin ana konu başlıklarından biri oldu. Demokrat Parti (DP) yöneticileri partinin muhalefette bulunduğu yıllarda, siyasal iktidarın radyoyu kendi tekelinde bulundurmasına şiddetle itiraz ediyorlar “muhalefet de radyodan yararlanmalıdır” diyorlardı. Parti propagandasına da koymuşlardı. . Adnan Menderes’in 1948 yılındaki şu sözleri muhalefetteki DP’nin radyo konusundaki temel eleştirilerini özetlemektedir: “Seneler senesi CHP, iktidarın en alelâde icraatını bile propagandalarına vesile yapmıştır. Millet parası ile çalışan radyolarda, bir taraflı olarak mütemadiyen kendilerini methettirmek yolunda, türlü gürültüler ve gösteriler yapmaktadır.”
Bu çabaların sonucunda DP’nin radyodan yararlanma talebi kabul görmüş 1950 seçimlerinden önce çıkarılan kanunla muhalefet partilerine seçim zamanlarında radyodan yararlanabilme hakkı tanınmıştır.
Ancak DP, 14 Mayıs 1950’deki seçimleri kazanıp hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra radyoyu, kendi propaganda aygıtına dönüştürmeye başladı.
DP, muhalefette bulunduğu yıllarda antidemokratik kanunları kaldıracağı sözünü vermiş olmasına rağmen bunların çoğuna dokunmadı, tersine Ceza Kanunu örneğinde olduğu gibi mevcut baskıcı kanunları daha da sertleştirdi. CHP’nin mal varlığına el koyulması ve Millet Partisi’nin kapatılması da DP’nin ilk dönemindeki baskıcı yöneliminin işaretleridir. Prof. Muammer Aksoy, Partizan Radyo ve DP adlı çalışmasında (1960), radyonun parti aracına nasıl çevrildiğini muhalefet ve iktidar dönemlerinde DP’nin önde gelenlerinin söylemleri üzerinden ele almaktadır.
1951’den başlayarak muhalefet partileri, meclis görüşmelerinde radyonun hükümet tarafından tek taraflı olarak kullanımını eleştirmeye başlamış, dahası radyonun “partizanca” kullanıldığını belirtmişlerdir. Menderes’in bu eleştirilere verdiği yanıt dikkat çekicidir: " radyo kendi partilerinin elinde değildir diye, o memlekette demokrasi yok, hürriyet yok, demokrasi böyle olmaz, hürriyet böyle olmaz demek, hakikaten insafsızlık olur" ………………….Fakat bilsinler ki Hükümet icraatını kötülemek ve hükümete sövmeye asla müsaade etmeyeceğiz”……………………. "Radyo orta malı değildir." Radyoyu onlarla paylaşacak değiliz "sözleriyle radyonun parti organı haline getirileceğinin işaretini vermiştir.
DP, 1954 genel seçimleri öncesinde siyasal ortam üzerindeki baskısını artırmıştır. Bu doğrultuda 9 Mart 1954’te yürürlüğe giren “Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun” ile basın özgürlüğünü önemli ölçüde sınırlandırmış, gazeteler ve gazeteciler üzerindeki kontrolünü yoğunlaştırmıştır. Muhalefet partilerine oy veren illerin cezalandırılması, siyasal partilerin karma liste oluşturarak iş birliği yapmasının engellenmesi,
hükümete memurları azil yetkisi verilmesi (görülen lüzum üzerine cümlesi o zaman başladı) ise hükümetin seçim sonrasındaki baskıcı uygulamalardan bazılarıdır. Yine seçim sonrasında muhalif basın sertlik önlemlerinin hedefi olmuş; pek çok gazeteci uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Hükümetin sertlik önlemleri kapsamında 30 Haziran 1954’te Milletvekilleri Seçimi Kanunu’nda yapılan değişiklikle radyoda siyasi partilerin propaganda yapmasına imkân veren 45. ve 46. maddeleri kaldırılmış ve radyo muhalefete kapatılmıştır. Ayrıca eklenen 69. maddeyle DP’nin “hükümet programı” adı altında radyoyu sınırsız biçimde kullanmasının önü açılmıştır.
1954’ten itibaren “Amerikan Haberler Merkezi”nden ses ve müzik yayınları konusunda destek alınmaya başlanır. Desteğin arkasındaki temel amacın ise Amerikan kültürel hayatının Türkiye’ye aktarılması olduğu belirtilirse de bu destek, temelde DP’nin ABD yönelimli politikalarıyla bağlantılıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrası SSCB’ye karşı alternatif olarak geliştirilen ABD’ye yakınlaşma siyaseti, DP döneminde Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi ve NATO’ya girmesiyle hükümetin temel politikası haline gelmiştir. Bu ABD yanlısı tutum sadece siyaset ya da ekonomi alanında değil kültürel alanda da kendini göstermiştir.
12 Eylül 1940 tarihinde yayına başlayan Radyo Ga¬zetesi adlı haber programın, 1954 yılından sonra DP'nin propaganda aracı haline getirilmesinde Burhan Belge büyük çaba harcamıştır. Adnan Menderes'in yaptığı yorumlar ya Burhan Belge tarafından kaleme alınır ya da Adnan Menderes tarafından dikte ettirilirdi Burada dikkat çeken nokta radyoda okunacak bir metnin doğrudan Başbakan tarafından dikte ettirilmesidir. Kendisinin yapamadığı durumlarda ise bu görevi çok güvendiği Burhan Belge’ye bırakmıştır. Dikkat çekici diğer nokta ise program içeriklerini yazma konusunda kendisinden ve Belge’den başkasına güvenememesidir.
Radyo Gazetesi’ni sunanlara yapılan ödemelerin miktarı da programın ne kadar önemsendiğini göstermektedir. İncelenen dönemde radyoda çalışan Jülide Gülizar, programın sadece birinin okunması için spikerlere yüz lira ödeme yapıldığını söyler. Radyo spikerlerinin o dönemdeki aylıklarının 200-300 lirayı geçmediği hatırlanacak olursa ödenen paranın miktarı daha iyi anlaşılacaktır
Radyoda programlar düzeyinde yapılan iyileştirmeler kaçınılmaz ola¬rak çalışanlar düzeyindeki iyileştirmelerle bir arada yürütülmüştür. Ankara Radyosu müdürü Münir Müeyyet Bekman yerinde kalmış, ancak program müdürlüğü görevinde bulunan Hikmet Münir Ebcioğlu yerine Can Okan getirilmiştir.
Değerli okurlar, Can Okan'lı radyo günlerini bende iyi hatırlarım çünkü lise talebesiydim. Güzel sesi, düzgün diksiyonuyla ünlü baş spiker Can Okan da, Menderes'le ilgili haberleri güzelce okuduğu için Ankara Radyosu baş spikeri yapıldı.
Sonunda 1954'te Demokrat Parti muhalefet partilerinin radyoyu kullanmasını yasakladı. Bu çerçevede, 1950'ler 'partizan radyo' dönemi olarak anılmaya başlandı. Özellikle, 1957'de Basın Enformasyon ve Turizm Bakanlığı'nın kurulup, radyo yayınları bakanlık bünyesine alındıktan sonra, DP'nin radyoyu propaganda aracı olarak kullanması şiddetlendi. "Vatan Cephesi'ne katılanlar" yani Demokrat Parti üyesi olanlar başlığıyla uzun isim listeleri ana haber sonunda okunması emriyle devlet radyosundan yayınlanmaya başlandı. Bu bitmez tükenmez listeleri Can Okan okuyordu. Sabah programı bittikten sonra radyoyu ne zaman açsak sabahtan akşama bu listeler okunuyordu, bu yüzden gündüzleri radyo açmıyorduk. Ölüler diriler uydurma isimler okunup duruyordu. Kendinin ve ailesinin ismini duyanlar şaşkınlık geçiriyordu. Bir soyadı ile 10 kişi 20 kişi okunuyordu. Bir süre sonra isim bulma zorluğu nedeniyle radyo görevlilerine isim bulma görevi verildi. 1957 seçimlerinden itibaren Adnan Menderes Ankara Radyosu'nu daha fazla kullanma telaşına kapılmıştı. Çünkü Anadolu'nun hemen her yerinden sadece Ankara radyosu dinlenebiliyordu.
Neredeyse bütün haberleri Can Okan okuyordu. Zira Okan'ın kendini Menderes yerine koyarak okuduğu siyasi haberler hem çok etkili oluyor hem de iktidarı fazlasıyla memnun ediyordu. Okan'ın sesi hükümetle özdeşleşti. Ancak, sonunda olanlar oldu, 27 Mayıs İhtilalında Okan da Yassıadayı boyladı ama beş ay tutuklu kalarak ucuz kurtuldu. Daha sonra görevine iade edildi ama haber okuyamadı. Hatta Arkadaşları radyoya atanan asker müdüre Okan'ın ne zaman göreve başlayacağını sorduklarında şu cevabı almışlardı “Menderes'in konuşmaların ballandıra ballandıra anlatan adamın radyoda ne işi varmış?” Yani demem o'ki kıssadan hisse. Oy verirken partinin selametini değil ülkeni selametini düşünün.