A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

RUS KİMDİR, MOSKOF NEDİR.

Değerli okurlar, önceki yazım merhum Süleyman Nazif'in "Kara bir gün" başlıklı yazısıydı. Bu yazımda yine başka bir makalesini sizlerle paylaşıyorum.

"Batarya ile Ateş" ismini verdiği kitabının ilk baskısı 1915 yılının Ekim ayında yayınlanmıştı. Fakat kitapta ki “Rus kimdir, Moskof nedir?”makalesin ünü, kitabın ününü aşmıştı. Öyle ki Rusya ile ne zaman aramız açılsa bu yazı hep gündeme gelmişti.

İşte bu ünlü makale:

 “Tam iki buçuk asır… Evet, tam iki yüz elli yıl oldu, ırkımızın ve dinimizin bu en büyük ve en göz açtırmaz düşmanına ölüm meydanlarında sık tesadüf ediyoruz. Bugün hiç bir Türk ve Müslüman aile gösterilemez ki bir veya birkaç evlâdını Moskof muharebelerinin birinde şehit vermemiş olsun! O savaşların binlerce ağlayan destanı, İslâm ülkesinin ıssız köşelerinde iki yüz elli yıldan beri iniltiler uyandırıyor, iki yüz elli yıldan beri kinleri tutuşturuyor.

Memleketimizde tütmeyen ocakların her biri diğerine bir Rus muharebesinde bestelenmiş sessiz bir feryadı tekrar ediyor.

Köylere tarlalara niçin harap olduklarını sor: Hemen cevap verirler ki onları imar için çalışan kol bir Moskof Savaşında kırıldı!

Bu ülkenin doğusunda, kuzeyinde bir avuç toprak bulunmaz ki Türkün Moskof eliyle dökülmüş mübarek kanını içmiş olmasın!

Bu memleketin batısında, güneyinde bir ev bark görülmez ki darmadağın duvarları, Türkün, Rus silâhıyla uzaklarda ölmüş bir oğluna yanıp yakılmalarını ulaştırmağa çalışan ağlayıp sızlanışını dinlemiş bulunmasın.

Moskof'un sulhu aldatıcı, susuşu kudurgan, yüze gülmesi hain, yardımı alçaltıcıdır.

Ey Türkoğlu! Sana damarlarındaki kanı hediye edenler; kanlarının son damlalarını Moskof muharebelerinde döktüler. Sen bugün, yarın ne olursan ol, fakat unutma ki, dünya durdukça, o şehitlerin ebedî yetimisin! Bu din, bu devlet, bu vatan gibi, bu hınç, bu kin, bu intikam da onların sana mübarek bir mirasıdır. Dünyada bir Rusya ve bir Rus kaldıkça bu hakkına ve bu vazifene hürmet et.

Hakkın öldürmek, vazifen ölmektir Türkoğlu!”

Süleyman Nazif o günün şartlarında haklı olarak böyle bir makaleyi kaleme almış ama Atatürk’ün önemli bir ilkesi de komşularla dostluktu.  Daha işin başında Sovyet Rusya ile sarsılmaz bir dostluk kurmuş ve zaferin kazanılmasında buradan destek almıştı. Ölene kadar da Türkiye bütün komşularla iyi ilişkiler kurdu ve geliştirdi. . Ondan sonra da Balkan (28 Şubat 1953) ve Sadabat (8 Temmuz 1937) Paktlarıyla çevre ülkelerle barış güçlendirilmişti.

Rusya, Atatürk'ün önce Meclis Başkanı ve Başkumandan sonra Cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde aşağıdaki yardımları yapmıştır. Kısaca bir göz atalım;

16 Mart 1921’de imzalanan sözleşme çerçevesinde taarruz öncesi 1921-1922 yıllarında Rusya’nın Novorossiysk, Tuapse ve Batum limanlarından Türkiye’ye 39 bin adet tüfek, 327 adet makineli tüfek, 54 top, 63 milyon tüfek mermisi, 147 bin top mermisi, giysiler vs getirilmiştir. Bunun dışında Rus Beyaz ordusunun 1918’de doğu sınırlarda bıraktığı tüm askeri mühimmat da Türkiye’ye getirilmiştir.


1921 yılında iki savaş gemisi “Jutkiy”  ile “Jivoy” Türkiye’ye hibe edilmiştir.
 

Rusya Hükümeti Ankara Kırıkkale de Makine Kimya olarak bilinen mermi üretim fabrikasının kurulması için tüm gerekli donanımı hibe etmiştir. Donanım ile birlikte çok miktarda hammadde de getirilmiştir ve Türk işçilere eğitim verilmiştir.


Bunun dışında Moskova’da imzalanan sözleşmeye göre Türkiye halkına vaat edilen 200,6 kg saf altın Sovyet diplomatik misyonun başında bulunan Y. Upmal-Angarskiy tarafından Türkiye Hükümetine teslim edilmiştir.
 

Mikail Frundze yetim kalan Türk çocuklarının barınması için kurulacak olan yetimhaneler için 100 bin altın ruble Türkiye Hükümetine Trabzon’da teslim etmiştir. S. Aralov ise Nisan 1922’de Türk Silahlı Kuvvetlerine ayrıca tipografi ve sinema aparatları için 20 bin lira hibe etmiştir. Aynı zamanda Aralov, Rusya Hükümeti tarafından vaat edilen 10 milyon altın ruble yardımının son 3,5 milyonluk kısmını da Türkiye’ye geldiğinde beraberinde getirmiştir.
 

İki halkın kardeşlik bağları Lozan ön görüşmelerinde ve Lozan antlaşması esnasında daha da pekişmiştir. SSCB Hükümeti 1922-23 yıllarında Türkiye’nin boğazlar üzerindeki tek başına hâkim olması gerektiğinin tezini savunarak Türkiye’ye destek çıkmıştır. Lozan antlaşmasından sonra Türkiye bağımsızlığını kazanmış, tüm yabancı istilacıların Türkiye’den çekilmesi sağlanmıştır.

TBMM'nin Mustafa Kemal Atatürk'ü ilk Cumhurbaşkanı seçmesi üzerine 31 Ekim 1923’te SSCB Merkez Komitesi başkanı M. Kalinin (Dönemin SSCB başkanı,) Atatürk’e yolladığı telgrafında şunları söylemiştir; “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerin Birliği halkları adına nihayi olarak despot monarşi rejiminin kalkması ve Türkiye Cumhuriyet’inin kurulması dolayısıyla kardeş Türk milletini ve dost Türkiye hükümetini sıcakça selamlıyorum. Sizi, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı, yabancı istilacılara karşı kahramanca savaşan Türk milletinin üstün yetenekli yönetici olarak Türkiye Cumhuriyet’inin Cumhurbaşkanı seçildiğiniz için tebrik ediyorum. Eminim ki, asla bağı kopmayacak halklarımız arasındaki dostluk zaman içerisinde gittikçe pekişecektir ve iki devletin de gelişmesine vesile olacaktır.”
 

21 Ocak1934’te imzalanan sözleşme ile SSCB Türkiye’ye verdiği 20 yıllık faizsiz kredi ile daha önce Prof. Orlov tarafından belirlenen Nazilli (Denizli) ve Kayseri de iki tekstil fabrikası kuruluşu kararlaştırılmıştır. Fabrikalar Sovyet mühendisler tarafından kurulmuş tüm teçhizat Rusya’dan getirilmiştir. Atatürk fabrikaların açılışını ölümünden bir ay önce yapmıştır.
Aynı dönemde TC Merkez bankası da Sovyetlerin yardımı ile kurulmuştur. Daha önce bu görevi üstlenen Ottoman bankası yabancıların elinde idi.

Sonraki dönemlerde SSCB benzer antlaşmalar çerçevesinde ta 1980lerin sonuna kadar Türkiye’de İskenderun, Karabük demir çelik fabrikaları dâhil ilk demir çelik fabrikalarını, ilk petrol arıtım fabrikası TÜPRAŞ’ı, Mersin ve İskenderun limanları dâhil birçok liman, ilk Alüminyum fabrikasını, ziraat sanayisi, tarımcılık sanayisini ve birçok alanda daha Türk halkının yardımına koşmuştur. Sovyetler sayısı 50 bini geçen Türk mühendisini ve işçisini eğitmiştir.
 

Demek oluyor ki ülkeler, vatansever dirayetli yöneticiler tarafından yönetilirse saygınlık kazanır, gerek komşu ülkeler gerek tüm dünya ülkeleri ile dostluklar kurabilir karşılıklı menfaatlerini koruyabilirler. Akıllı devler adamları, hiç bir devleti ve yönetimini dost veya stratejik müttefik olarak değil, kendi ulusal çıkarlarını her şeyden üstün gören "rakip devletler" olarak görmelidir

OKUR YORUMLARI
Alim Gürerk
26.06.2024 07:20:26

Sayın Çapanoğlu, bu yazınızı da ilgi ve beğeni ile okuyacağımı düşünürken, özellikle Süleyman Nazif'in sözlerini beğenmedim. Sözünü ettiğ o iki yüz elli yıllık dönem, sürekli savaş, istila, fetihler dönemiydi. Osmanlı da Viyana önlerine kadar nice milletleri keserek, ezerek gitti. Daha öncesine gidersek, atalarımız orta asyadan Anadoluya elini kolunu sallayarak mı geldi? Allahtan siz objektif ve deneyimli kalemiz ile yazının ikinci bölümü diyebileceğim kısmını benim de düşündüğüm noktaya getirmişsiniz. Saygılarımla,

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ