Bir sohbet esnasında Çapanoğlu Arslan Beyin gelini Seyhan Çapanoğlu anlatmıştı; Babaannesi Şerife Hanım ile Yozgat eşrafından Erbazların annesi Ümmü hala, bir gün Yozgatta birlikte çamaşır yıkayıp bahçeye astıktan sonra sinemaya giderler vefilmin büyüsüne kendilerini kaptırırlar. Bir süre sonra filmde yağmur yağmaya başlar. Önce farkında olmayan iki hanım, Şerife Hanımın kalk Ümmü kalk çamaşırlar bahçede kaldı, hebisi ıslandı feryadı ile kendilerini dışarı atarlar. Dışarıda yağmur yok ama yinede işi şansa bırakmamak için eve kadar soluk soluğa koşarlar.
Yine 1960lı yılların başlarında Yozgatlı hemşerimiz bir aile ile Çanakkale de birlikte idik. Bizim gibi onlarda memuriyet dolayısıyla Çanakkaledeydiler. Yozgatın bir köyünde oturan annesini de biraz evlat sefası sürsün diye yanlarına almışlardı. Hayatında hiç sinemaya gitmemiş bu hanımı bir gece yazlık sinemaya götürürler. İki çocuğuna ve annelerine simit ve gazoz alırlar. Film başlayınca kadıncağız kendini sinemanın büyüsüne öylesine kaptırır ki bir kedi gelir usul usul elindeki simidi yer bitirir haberi bile olmaz. Gülerek anlatmışlardı.
Bu anılar beni çocukluk yıllarıma götürdü. 1950 li yıllarda 7-8 yaşımda iken ilk defa sinemaya gitmiştik. Çoluk,çocuk, anneler, nineler mahşeri bir kalabalık idi veya ilk defa gittiğimden bana öyle gelmişti. Yazımı okuyan gençler sakın bu günün sinemaları gibi hayal etmesinler. Yüzlerce kişiyi alacak kadar kocaman hangar gibi bir yer. Duvarlar beyaz badanalı. Sandalyeler, birbirine bağlanmış eski yazlık sinemalarda veya çay bahçelerinde kullanılan tahta basit iskemleler. Zemin düz, önünüze iri biri düşmüş ise filmi seyretmeniz biraz müşkül. Bir problem daha varmış. Büyüklerimizin sohbetlerinden aklımda kalmış. Sinemaya gidince pire ısırmasına tahammül etmek. Artık biriken tozdan mıdır yoksa damda birlikte yatmışız, öküzü hoşça tutmuşuz, koyun deyi bu dağlarda sanki kendimizi gütmüşüzlerle birlikte gelenlermidir bilemem. Zira Dayılı köyünden bir nedenle Yozgata gelmek zorunda kalan kağıt üzerindeki efendilerimiz,handa konaklayacak paraları olmadığından, mevsim yaz ise bahçeye serilen döşeklerde, kış ise ahırın sekisinde hayvanlarla birlikte yatarlardı.O zamanlar Yozgatta sanırım iki sinema vardı. Birisi Jandarma kışlası içinde askeri sinema birisi de şehirdeki Nur sineması idi. Sonra Yeni sinema açıldı. Her film değiştiğinde büyük bir panoya filmin afişleri yapıştırılır. Bu pano bazen iki kişi tarafından elde taşınır bazen de bir faytonun iki yanına asılarak dolaştırılırdı. Bir kişi elinde huniye benzeyen ve sactan yapılmış büyükçe bir megafonla anons yapardı. Anons yapan genellikle şöyle bağırırdı. Alo alo, dikkat dikkat, duyduk duymadık demeyin. Bu akşamdan itibaren Nur Sinemasında yeni film başlıyor. Artistleri filan filan duyduk duymadık demeyin.
Sanırım çarşamba günleri sadece hanımlara ve tabi çocuklara da mahsus bir matine vardı. Şimdi tam hatırlayamıyorum, sinemalardan birisinde hem balkon hem de localar vardı. Localardan birisi Belediye Reisine tahsis edilmişti. Kapısı kilitli olan bu loca başkanın ailesi veya misafirleri sinemaya giderlerse onlara açılırdı. İşte bir çarşamba günü bizde bu matinelerden birisine gitmiştik. Babaannem Esma Hanım hem Belediye Başkanı Fevzi Ayanın baldızı olduğundan hem de bir süre önce rahmetli olan Çapanoğlu Muhlis Beyin eşi olması nedeniyle herkes tarafından tanınır sayılırdı. Hep birlikte sinemaya gittik. Sinema personeli babaannemi görünce hemen locayı açtılar. Kalabalık bir aile ortamında ben babaannemin kucağına, rahmetli kardeşim Haluk da anneannemin kucağına kurulduk. Üç kere zil çalıp da ortalık birden karanlık olunca biraz ürktüm, sonra alıştım. Film, hatırladığım kadarıyla vahşi ormanlarda vahşi hayvanlar arasında geçen siyah beyaz bir film idi o manzaraların da beni biraz tedirgin ettiğini hatırlıyorum. Zira bazı çocuklar ve hanımlarda filmin bazı yerlerinde benim gibi korkup çığlık filan atmışlardı. Bu arada bir iki kez elektrikler kesildi filme ara verildi. Yavaş yavaş içinde bulunduğumuz şartlara alışmıştık ki birden sinemanın ses sisteminden gümbür gümbürbir anons yapıldı.
Sinemamızda bulunan Abdulkadir ve Haluk Çapanoğlu kardeşler müdüriyete gelsinler. Hani müdüriyete gelmeleri rica olunur filan şeklinde değil resmen emir veriyor. Bir suç mu işlemiştik neler oluyordu? Annem de şaşırmıştı. Çok korktum. Hayatımda hatırladığım iki korkudan birisi budur. İkincisi, Ankaradan Kırklareline giderken eşyalarımızı yüklediğimiz kamyonla İzmite geldiğimizde ilk defa denizi görmüştük. Ben 9, kardeşim 8 yaşında idik. Annem kamyonla birlikte vapura bineceğimizi söyleyince içimize bir korku düşmüştü. Vapur bizim kamyonu nasıl taşıyacaktı? Batma ihtimali var mıydı? Gece Üsküdardan arabalı vapura binmiştik. Bizden başka daha birçok aracın da vapura bindiğini görünce korkumuz biraz geçmişti ama kardeşimin Hadi inelim de vapurun kenarından denize bakalım önerisi ile tam kamyondan inmiştim kikaptanın çaldığı düdük sesi aklımı başımdan almıştı. O zamana kadar hiç vapur düdüğü duymamıştım. Aman Allahım ne sesti o.
Babaannem Esma Hanım her zamanki cebbar tavrı ile elimizden tutup Gelin bakalım neden çağırıyorlar anlayalım diyerek elimizden tutup birlikte müdüriyete doğru yürüyorduk ki babamla karşılaştık. O yıllarda Muhlise Halamın (Bekir Çapanoğlu eşi) oğlu rahmetli Nejat ağabeyim Yerköy de Avukatlık yapıyordu. Bir keşif için kendi jipi ile Yozgata gelmiş. Bir sürede onlarda kalalım düşüncesi ile bizi Yerköye götürmek istemiş. Filmimiz yarım kaldı, babam annem ve biz iki kardeş jipe bindik Yerköye doğru yola koyulduk. Benden bir yaş büyük olan kuzenim Celalettin Çapanoğlu da (Bekir Bey oğlu) bir uzun hava tutturdu Bu dünyanın dört bucağı köhne bir meyhanedir, giden gelmez, gelen bilmez bu dünya bir misafirhanedir aman. Değerli kuzenimi 70.yaş gününü kutladığımız 16 Nisan 2014 gününden 34 gün sonra kaybettik. Allahın rahmeti üzerine olsun. Nur içinde yatsın.
Yazarın notu: Bu yazıyı onun vefatından önce yazmıştım. Okuyunca gülmüş ve Neleri hatırlıyorsun demişti.
06.02.2015
06.02.2015
OKUR YORUMLARI
Tekin
10.02.2015 20:27:00
Abdülkadir abi hatıraları güzel güzel anlatmanız bizlerinde çok hoşuna gidiyor kaleminize saglık selamlaro
SUZAN
08.02.2015 16:55:00
Değerli büyüğümüz Sayın Çapanoğlu; Öncelikle vefakârlığınıza, engin gönüllü oluşunuza,hatırşinaslığınıza ve bu güzel özelliklerden akseden; geçmişteki izleri günümüze altın uçlu bir kalem ile hatırlanması gereken çizgileri, renk cümbüşünde ustaca kullanılmış bir gönül fırçasıyla boyuyarak biz okuyucularınıza sunmuş olduğunuz bu tablolar karşısında hayran kalmamak mümkün değildir. Elbetteki her bir eseriniz yorumlanmaya değil; alkışlanmaya, takdir edilmeye lâyık dır. Okuyucularınız ve zaman zaman köşenize misafir olan şahısların her biri bilgi hazinesi değerinde.Sizin konuklarınızı yorumlarından tanıdıkça kendimi çok lûzumsuz, gereksiz hissettiğim anlar olmuştur.Veli KÖKSAL Bey'e, Kadir Ahmet DANISKA Bey'e, Hamdi SOYSAL Bey'e benim deli devşirme yorumlarıma önemseyerek tevecüh gösterip takip ettiklerini bildiren tüm konuklarınıza hürmetler sunuyorum.Güzel gönlünüzle güzel insanları misafir edip, gönüllerini görme şerefine nail ettiğiniz içinde size ve değerli eşinize saylar sunup ellerinizden öpüyorum.
Efendim,zahmet buyurup neden yazmadığımı merek etmişsiniz. Çok şükür iyiyim.Bir kaç aydır tatlı telaşlarım yoğun olduğundan sizleri takip edemedim.Şu anda bile ne yazdığımı kontrol edemeyecek kadar acele yazıyorum.Oysa ben karar vermiştim. Daha düşünerek ve daha kontrollü yazmam gerektiğini. Çünkü özel bir kalemin ikramından ikrâmlanan çok özel konuklarınıza en azından layık olmak gerekir.Hamdi SOYSAL bey'in isteğini vakit bulduğum bir zamanda siz müsaade ederseniz dilim döndüğünce anlatarak yerine getirmek isterim.Kendisine cevap yazamadığım için özür diliyorum.
Yazınızda bahsettiğiniz hatıranızı yine yorumunuza hayran kalarak okudum. Sonra kendi kendime dedim ki,"herkesin teknolojiyle ilk tanışma anı oldukça ilginçtir. Keşke herkes SİNAMAYLA TANIŞMA konusunda bir anısını paylaşmış olsa. Bu anılara sizlerin eserinde toparlanıp yer verilse"
İşte, bu sefer bana bunu düşündürdünüz.
Tüm icatları yerinde, zamanında ve yararında kullanmak dileğiyle Eşinize ve siz değerli büyüğümüze tekrar hürmetler, saygı ve selamlar.
Mehlika Filiz Ulusoy
08.02.2015 15:52:00
Abdülkadir Bey,
Bu sıralar eğlenceli hikayeler anlatmaya başladınız. Geçmişte kalmış
bir "açık hava sineması" hikayesini de ben anlatayım:
Sinemada ayçiçeği çekirdeği çitlemek pek yaygındı. Hanımın biri ha bire çitleyip duruyormuş. Bu sırada önde oturan hanım dönerek: "Çitlediğin çekirdeğin kabuklarının çoğu benim sırtıma düşüyor!" diye uyarmış. Arkadaki hanım gayet kendinden emin olarak, itiraz etmiş "Çiğirt çitlemeyişin, yere püflemeyişin, sinemaya geldiğimizi nereden bileceğiz?"
Tekin
10.02.2015 20:27:00Abdülkadir abi hatıraları güzel güzel anlatmanız bizlerinde çok hoşuna gidiyor kaleminize saglık selamlaro
SUZAN
08.02.2015 16:55:00Değerli büyüğümüz Sayın Çapanoğlu; Öncelikle vefakârlığınıza, engin gönüllü oluşunuza,hatırşinaslığınıza ve bu güzel özelliklerden akseden; geçmişteki izleri günümüze altın uçlu bir kalem ile hatırlanması gereken çizgileri, renk cümbüşünde ustaca kullanılmış bir gönül fırçasıyla boyuyarak biz okuyucularınıza sunmuş olduğunuz bu tablolar karşısında hayran kalmamak mümkün değildir. Elbetteki her bir eseriniz yorumlanmaya değil; alkışlanmaya, takdir edilmeye lâyık dır. Okuyucularınız ve zaman zaman köşenize misafir olan şahısların her biri bilgi hazinesi değerinde.Sizin konuklarınızı yorumlarından tanıdıkça kendimi çok lûzumsuz, gereksiz hissettiğim anlar olmuştur.Veli KÖKSAL Bey'e, Kadir Ahmet DANISKA Bey'e, Hamdi SOYSAL Bey'e benim deli devşirme yorumlarıma önemseyerek tevecüh gösterip takip ettiklerini bildiren tüm konuklarınıza hürmetler sunuyorum.Güzel gönlünüzle güzel insanları misafir edip, gönüllerini görme şerefine nail ettiğiniz içinde size ve değerli eşinize saylar sunup ellerinizden öpüyorum.
Efendim,zahmet buyurup neden yazmadığımı merek etmişsiniz. Çok şükür iyiyim.Bir kaç aydır tatlı telaşlarım yoğun olduğundan sizleri takip edemedim.Şu anda bile ne yazdığımı kontrol edemeyecek kadar acele yazıyorum.Oysa ben karar vermiştim. Daha düşünerek ve daha kontrollü yazmam gerektiğini. Çünkü özel bir kalemin ikramından ikrâmlanan çok özel konuklarınıza en azından layık olmak gerekir.Hamdi SOYSAL bey'in isteğini vakit bulduğum bir zamanda siz müsaade ederseniz dilim döndüğünce anlatarak yerine getirmek isterim.Kendisine cevap yazamadığım için özür diliyorum.
Yazınızda bahsettiğiniz hatıranızı yine yorumunuza hayran kalarak okudum. Sonra kendi kendime dedim ki,"herkesin teknolojiyle ilk tanışma anı oldukça ilginçtir. Keşke herkes SİNAMAYLA TANIŞMA konusunda bir anısını paylaşmış olsa. Bu anılara sizlerin eserinde toparlanıp yer verilse"
İşte, bu sefer bana bunu düşündürdünüz.
Tüm icatları yerinde, zamanında ve yararında kullanmak dileğiyle Eşinize ve siz değerli büyüğümüze tekrar hürmetler, saygı ve selamlar.
Mehlika Filiz Ulusoy
08.02.2015 15:52:00Abdülkadir Bey,
Bu sıralar eğlenceli hikayeler anlatmaya başladınız. Geçmişte kalmış
bir "açık hava sineması" hikayesini de ben anlatayım:
Sinemada ayçiçeği çekirdeği çitlemek pek yaygındı. Hanımın biri ha bire çitleyip duruyormuş. Bu sırada önde oturan hanım dönerek: "Çitlediğin çekirdeğin kabuklarının çoğu benim sırtıma düşüyor!" diye uyarmış. Arkadaki hanım gayet kendinden emin olarak, itiraz etmiş "Çiğirt çitlemeyişin, yere püflemeyişin, sinemaya geldiğimizi nereden bileceğiz?"
Selam ve saygılarımla