Değerli okurlar, her yıl 24 Nisan tarihi yaklaştığında Amerika’daki Ermeni diasporası yaygaraya başlar. Türkler 1915 yılında Ermenileri katlettiler, soykırım yaptılar diye Amerika’daki yalaka basın ve bu işten çıkarı olan yöneticilerde bu yaygaraya bazan açıktan bazan gizlice destek verirler. Oysaki kendi tarihlerinde Vietnam, Hiroşima, Nagazaki ve hele hele Kızılderili katliamını dünyanın gözünden kaçırırlar.
Bildiğiniz gibi Rusya’nın kandırmacasına inanıp bu topraklar üzerinde bir Ermeni devleti kuracaklarını hayal eden, sözde hayır kurumu olarak kurulan Ermeni dernek ve cemiyetleri silahlandılar, yörede yaşayan Ermeni gençlerini de silahlandırdılar, Kars- Erzurum taraflarında yaşayan Türkleri katletmeye başladılar. Halbuki devlet onlara Millet-i Sadıka diyerek bir değer bir ayrıcalık vermişti. Katliam çok büyük boyutlara ulaşıp devlet başa çıkmayınca önce İstanbul'daki Ermeni toplumunun önde gelen insanları tutuklandılar. Tutuklular, 24 Nisan 1915 tarihinde Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın emriyle Ankara yakınlarındaki iki merkeze taşındı. 27 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir Kanunu'nun kabulü ile birlikte bu aydınların çoğu da tehcir edildi. Bu yüzden 24 Nisan, Ermeni tehcirinin başlangıç günü olarak kabul edilmektedir.
Osmanlı askerlerinin koruması eşliğinde yaşadıkları yerlerden Suriye’ye sürülen Ermeniler; sürgün sırasında yiyecek ve su sıkıntısı yaşadı, olaylarla ilgisi olmayan masum Ermeniler, çoluk çocuk yollarda hayatlarını kaybettiler. Ayrıca çeşitli raporlara göre de zaman zaman olayları öğrenen kızgın halkın soygun ve katliamlarına maruz kaldılar. Bu suçlamalar yüzünden Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Mondros Mütarekesi ortamında, işgal altındaki İstanbul'da itilaf devletlerinin baskısıyla Anayasaya aykırı olarak kurulan sıkıyönetim mahkemesinin 8 Nisan 1919 tarihinde verdiği hukuka aykırı kararla idama mahkûm edildi ve 10 Nisan 1919 tarihinde saat 19.30'da Beyazıt meydanında idam edildi.
Müsaadenizle bende bu vesile ile Amerika’nın Kızılderili katliamını bu yazımın konusu yapacağım ve konu ile ilgili yayınlardan alıntılar yaparak anlatmaya çalışacağım.
Yeni Dünya denilen Amerika kıtası, keşfedildiği zaman beyaz adamın henüz ayak basmadığı bakir bir toprak idi. Bu toprak üzerinde İnka, Aztek ve Kızılderili medeniyetleri bulunmaktaydı. Ancak Avrupalı beyaz adam Kristof Kolomb’un kıtayı keşfi ile başlayan istila süreci milyonlarca Amerikalı yerlinin soykırımına sebep oldu. Bu soykırım yaklaşık üç yüz yıl sürdü ve işgal edilen her toprak parçası yerli Amerikalılardan tamamen temizlendi.
Kolomb Kızılderililerle ilgili ilk izlenimlerini İspanya Kraliçesine şöyle yazıyordu;
“Bu insanlar o kadar yumuşak başlı, barışsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerinizin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar; gerçi çırılçıplak dolaşıyorlar ama davranışları terbiyeli ve övgüye değer”
Seyir defterine de şunları eklemişti. “Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok… Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar.”
Bir de not düşüyordu. “Bu insanların çalıştırılması, ekin ekmesi, gerekli her işe koşulması ve bizim (Avrupalıların) gelenek ve göreneklerimizi benimsemesi gerektiği kanısındayım”
Ardından katliam başladı. Sakallı yabancılar altın ve değerli taş aramak için köyleri yağmaladı, yakıp yıktı. Yüzlerce kadını, erkeği, çocuğu kaçırdılar. Kadınlara tecavüz ettiler. Direnen erkeklerin kulaklarını kestiler, kafa derilerini yüzdüler. Gemilerine atıp köle olarak satılmak üzere Avrupa’ya götürdüler.
Kolomb’un 12 Ekim 1492’de San Salvador sahiline ayak basmasının üzerinden on yıl bile geçmeden bütün kabileler, yüzbinlerce insan yok edildi. Ardından akın akın geldiler.
Tüm Amerika Kıtasını cehenneme çevirdiler. Katliamlara papazlar da katıldı. Katolik olmayı kabul etmeyen Kızılderili şamanları ayaklarından asılarak canlı canlı yakıldı.
Kolomb Amerika’ya vardığında dünya nüfusunun 5’te biri Kızılderili idi. Sayıları 70 milyonu geçiyordu.
28 Mayıs 1830'da Başkan Andrew Jackson, güneydoğu ABD'de ikamet eden tüm yerlilerin Mississippi'nin batısına göçlerini zorunlu kılan bir yasayı Kongreden geçirmeye muvaffak oldu. Bu yasa ABD tarihinde “Yerli Kaldırma Yasası (Indian Removal Act)” olarak yer almıştır. Kızılderililer, 1492’den bugüne sadece 2 milyon kaldılar.
Dünya tarihinin en büyük soykırımını yapan Avrupalı istilacıların bu katliamı kitaplara şöyle yansıdı.
– Las Casas:” İspanyollar istilacılar her geçen gün daha kibirli oluyordu. Aceleleri varsa yerlilerin sırtına biniyorlardı. İspanyolların canavarlığı sınır tanımıyordu... Birgün ikisi de birer papağan taşıyan iki yerli çocuğa rastlayan iki papaz, papağanları aldılar ve sırf zevk olsun diye çocukların kafasını kestiler. Ben Küba’da iken üç ayda yedi bin çocuk öldü. Acıdan çılgına dönen bazı anneler bebeklerini nehirde boğuyorlardı… Böylece erkekler madenlerde, kadınlar ağır çalışma içinde ve çocuklar da süt bulamadıkları için ölüyordu… bu kadar büyük, güçlü ve verimli topraklar kısa sürede boşaldı. İnsanlığa o kadar yabancı olan tüm bunları kendi gözlerimle gördüm ve şimdi bile yazarken ürperiyorum.”
– Massachusetts Körfezi Kolonisi’nin ilk valisi John Wintrop (sömürge valisi) : “Tanrı’nın hususi takdiriyle savaştan kaçan Kızılderililerin tamamına yakını çiçekten öldürdük. Tanrı topraklarımızı temizledi” Değerli okurlar, Kızılderilileri topluca öldürmek için çiçek hastalığı bulaştırdıkları battaniyeleri bedava dağıtmışlar.
– Plymouth Kolonisi’nin Valisi William Bradford: “Kızılderilileri yakıyorduk. Onları böyle ateşte kızarırken ve bu ateşi söndüren kan gölünde görmek korkunç bir manzaraydı, çürüyen cesetler ve bunlardan yayılan koku berbattı fakat zafer tatlı bir fedakârlık gibiydi. Bizlere olağanüstü yardımlarda bulunarak bu kadar gururlu ve kibirli bir düşmanı elimize düşüren, bu kadar çabuk bir zafer bahşeden Tanrı’ya şükranlarımızı sunarız.
– Cieaze de Leo : “Kızılderililerin hamal olarak kullanılmasını kınamıyorum. Ancak bir adamın bir domuza ihtiyacı varken 20 tane öldürüyordu. 4 Kızılderili’ye ihtiyaç duyduğunda bir düzine alıyordu. Metreslerini omuzlarda taşınan hamaklar içinde fakir Kızılderililere taşıtan birçok İspanyol vardı. Bu uygulamalar esnasında yerlilerin maruz kaldığı kötü muameleler, zararlar, soygunlar, haksızlıklar ve büyük kötülüklerin sayılması istense bunun sonu gelmez. Çünkü onlar için Kızılderilileri öldürmek, yararsız hayvanları öldürmekte birdi.”
– Papaz Motolinia : “Kızılderililerin eğer altını yoksa çocuklarını satarlardı. Eğer çocukları da kalmamışsa kendi hayatlarını verirlerdi. Bu haraçları veremediklerinden ötürü Kızılderililer işkence acıları altında ya da gaddarca zindanlarda öldürülürdü. Zira İspanyollar onlara hayvani bir vahşilikle muamele ediyor ve onları hayvandan daha aşağı görüyorlardı. Kızılderililerin cesetleri köpeklerin önüne yem olarak atılıyor, vücutlarından yaralara iyi gelebilecek bir yağ üretiliyordu. Kızılderili kadınlar sıra hâlinde direk ve ağaçlara, çocukları da onların ayaklarına asılıyordu.”
– Bartolome de Las Casas: “Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm.
Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar.”
-David de Vries: “Askerler pek çok Kızılderili’yi uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler anne-babalarının gözleri önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları ateşe atılıyordu. Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları eziliyor, en taş-yürekli adamın bile vicdanını sızlatacak bir vahşilikle öldürülüyorlardı. Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne-babaların sudan çıkmalarına izin vermediler, hepsi boğuldu.”
Kızılderili kadınları çocukları doğduğunda elleriyle onların ağzını kapatırlar. Nefes alması için ellerini bir süre çekip, bebeğin tekrar ağlamasına fırsat vermeden aynı hareketi tekrarlarlar. Ağlamamak, gözlerini dünyaya açan bir Kızılderili’nin aldığı ilk derstir. Beyaz adamdan kaçarken, kucaktaki bebeğin ağlaması her şeyin sonu demektir. Dersini iyi alamayan bir bebeğin çıkaracağı ses, kurşun yağmurundan ölmek demektir.
Kristof Kolomb’dan bugüne 533 yıl geçti. 533 yılda 70 milyondan fazla insan katledildi. Bir kültür böyle yok edildi. Şimdi bilim insanları Kızılderililerin Türk olduklarını iddia ediyorlar. Çünkü Orta Asya Türklerine çok benziyorlardı. Dillerinde çok Türkçe vardı. Bering yarımadası Asya’dan kopmadan önce buradan Amerika kıtasına geçtikleri sanılıyor.