Babamın memuriyeti nedeniyle dolaştığımız Anadolu şehirlerinde bahar mevsimi gelip havalar ısınınca şehrin merkezinde herkesçe tanınıp bilinen kahvehaneler masa ve sandalyelerinin bir kısmını kapı önündeki toprak alana çıkarırlardı. Evet, o zamanlar yollar meydanlar topraktı. Sonra Arnavut kaldırımı tabir edilen taşlar çıktı. Yinede ana caddelerin dışındaki ara sokaklar topraktı.

Saat 17.30 Ankara Radyosunun fasıl saatiydi. Zaten Türkiye'nin her yerinden sadece Ankara Radyosu duyulurdu. Radyoda fasıl başlayınca kahvehanenin sahibi çıraklara seslenirdi "oğlum sulama saati." Onlarda doldurdukları su kapları ile genelde toprak olan kapı önündeki alanı sulamaya başlarlardı ve radyodaki müziğin nağmelerine mis gibi toprak kokusu karışırdı.

Yalnız kahvehane sahipleri değil manav esnafı da fasıl başlayınca hem dikkat çekip satış yapabilmek hem de havayı biraz serinletmek için dükkânlarının önünü sularlardı.

 Masa ve sandalyelerin çıkarıldığı bu alanın üzeri genelde üzüm asması ile kaplı gölgelik olurdu. Üzüm asması deyince aklıma hep şu güzel ve anlamlı türkü gelir. "Evlerinin önü üzüm asması. Gelinin giydiği Antep basması.  Gelini sorarsan köyün yosması. Böyle bir yosmanın derdi var bende." Yosma,  çok süslü giyinen dikkatleri üzerine toplayan kadın demek. Böyle bir kadına âşık olanda bu uğurda her şeyi göze almış demektir.

İşten çıkan memurlar, öğretmenler evlerine gitmeden önce günün yorgunluğunu atmak dostlarla biraz sohbet etmek için bu havadar ve serin buluşma yerinde kısa bir kahve molası verirlerdi. Tavla merakları varsa yüksek sesli şakalaşmalarla birkaç elde tavla atarlardı.  Atılan kahkahalar bazen tüm caddeyi kaplardı. Bir bankada veznedar olan yaşlı Dayıko'nun "vurup kaçıyo, yakalayın" sedası bütün caddeyi sarıyorsa anlardık ki keyfi yerinde dişli rakibine rağmen zafer yakındır (Bkz. tavlada vurup kaçmak). Saat 20.00 den sonra yine bir sessizlik çökerdi kahvehanelere. Masa ve sandalyeler akşamın serinliğinde dışarıda mahsun kalsalar da bekâr memurlar akşam yemeği için lokantalara gidene kadar içerde otururlardı. 21.00 den sora da zaten kimse kalmazdı sokaklarda.

Bütün gün tektük uğrayan müşteriler ya da evde oturmaktan canı sıkılan mütekaitlerin uğrak yeri olan bu kahvehaneler sulama saatinde birden kalabalıklaşıp canlanırdı.  Sürüklenen sandalye sesleri kulağa hoş gelirdi. Hâkim Bey amcalar teşrif edince savcı beyler, öğretmenler, banka memurları tüm hazırun hürmetle ayağa kalkardı. Hâkim Bey amca tavla biliyorsa o, oyununu bitmeden kimse kahvehaneden ayrılmazdı çünkü ayıptı.

O saatlerde kahvehane sahibinin de keyfi yerindedir. Ucuz çay yerine bu kadar müşteriye daha yüksek fiyatlı kahve satmak güzel kazançtır. Hatırlı ya da makam sahibi müşterilere hafif ateşte pişirilen özel kahve kallavi fincanda sunulurdu. Ocakçı, daimi müşterilerin kahvelerinin nasıl olacağını bilir kahveyi ona göre yapardı. Bu mekânlar aynı zamanda şehrin toplumsal iletişim merkezleri olarak da işlev kazanmışlardı. Bekâr genç öğretmenler ellerinde gazeteleri ile daha yaşlı evli barklı öğretmenler de genel kültürleri ve deneyimleri ile ayrı bir konuma sahiptiler. Yani saygıya dayanan bir hiyerarşi kendiliğinden oluşurdu.

Bulunduğumuz hemen her şehirde şehir kulüpleri de vardı.  Şehrin tanınmış esnaf ve tüccarları da şehir kulübünde toplanırlardı. Buralarda hem yemek ve içki vardı hem de değişik kâğıt oyunları oynanırdı. İş görüşmeleri ve bağlantıları da buralarda olgunlaşır kararlaştırılırdı. Şehir kulübünde yemek yemek itibar göstergesiydi. Şehir buradan idare edilirdi desek abartı yapmış olmayız. Şehir Kulüpleri eşrafın, yani maddi varlıkları ile itibar kazanmış her çeşit kimselerin,  kahvehaneler ise genelde maaşla çalışan kültürlü insanların toplandığı sosyal merkezlerdi.

1960 lı yıllarda Tepebaşıbaşı'nda yakılarak yok edilen tarihi Tepebaşı Tiyatrosunun tam karşısında Kanuni Esasi Kıraathanesi vardı. İsmi gibi kıraathaneydi. Zamanın saz sanatçıları burada toplanır burada davet edilecekleri gecenin sahibini ya da organizatörünü beklerlerdi. Ben de yolum düştüğünde çekinerek girerdim içeri. Hukuk Fakültesinde okuyordum. Kanuni Esasi yani Anayasa dersimiz vardı. Biraz bunun bilinci birazda zamanın saz sanatçılarını yakından görmekti isteğim. Şanslı günümdeysem onları sıkıntıdan meşk ederken bulurdum. Bedavacılardan sayılmamak için de bir orta kahve rica ederdim. Evet, rica ederdim çünkü böyleydi Beyoğlu ya da eskinin Perası.

Kahve ile anlam kazanan ne güzel atasözlerimiz vardır. "Ehl-i keyfin keyfini ne tazeler? Taze elden taze çekilmiş taze kahve tazeler" Ya da "Bir kahvenin kırk yıl hatırı var." Ya da "Gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül dost ister kahve bahane."

Evet, yaş 78 olunca gönül dost görmek istiyor, kahve ayağınız alışsın diye. Makineler beş dakikada yapıyor hem de pek güzel yapıyor. Asma ağacından çardağımız yoksa da kocaman balkonumuz var. Toprak kokusu çiçek saksılarımızdan. Sulama saatinde bekleriz efendim şeref verirsiniz. . 

Hamiş: Kırmızı kadife koltukları, tavandan yere inen kırmızı kadife perdesi, altın varak tavan süslemeleri ve üç yanda yine altın varaklı balkon locaları ile belleğimde iz bırakan Tarihi Tepebaşı Dram Tiyatrosunu başka bir yazımda anlatacağım.

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ