A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

TOPKAPI SARAYI ADINI NEREDEN ALIYOR

9 Ekim 1975 yılında Sunday Times gazetesinde, dünyanın yedi harikasından birincisi olarak ilan edilen Topkapı Sarayını, Fatih Sultan Mehmet Han yaptırmıştır. Bu saray, aslında padişahın İstanbul da yaptırdığı ikinci saraydır. Sultan Fatih İstanbul’u aldıktan sonra önce, iki yıl içinde Beyazıt’taki ilk sarayı yaptırır. Bu sarayın arazisi takriben bir milyon metrekarelik bir alanı kaplar. Aksaray semtinden Beyazıt’a çıkan Ordu caddesinin sağ yanında kalan Simkeşhane den başlayarak İstanbul üniversitesinin alanını ve Süleymaniye camisinin oturduğu alan da içinde olan bu büyük alan sarayın arazisidir. İkinci sarayı, bugün Sarayburnu denilen mevkie yaptırır.1465 yılında başlayan inşaat 13 yıl sürer ve 1478 yılında biter. Beyazıt’taki saraya, Saray-ı Atik (eski saray),Sarayburnu’ndaki saraya da Saray-ı Cedit (yeni saray)denirmiş. Sarayın bulunduğu yer, o tarihte zeytin ağaçları ile kaplı imiş ve daha önce oraya yapılmış bazı eski binaların kalıntıları varmış. Boğazın ve Haliç’in girişine hâkim bir tepe olduğu ve manzarasının da çok güzel olduğu için Fatih işe önce buraya kale şeklinde bir sur yapımı ile başlar ve toplar yerleştirir. Bu toplar hem korunma hem de selamlama amacı ile konur Önceleri Kale-i Sultani, Kale Saray gibi isimlerle anılsa da daha sonra bu toplardan dolayı adı Topkapusu Sarayı diye anılmaya başlar. Sultan, daha sonra içine kendisine ihtiyacı olan binaları yaptırır. Bina müştemilatında yedi adet dışarıdan fark edilmeyen kuleler varsa da zamanla birçoğu yıkılmıştır.1885 yılına kadar yani II. Abdülhamit’in Yıldız Sarayına taşınmasına kadar,390 yıl, toplam 25 padişah bu sarayda hem oturmuş hem de devlet işlerini buradan yönetmişlerdir. İç tezyinatı göz kamaştırıcı olup dünyada bir benzeri daha yoktur. Hz. Muhammed’in kutsal emanetlerinden tutunda Hz. Osman’ın el yazması Kur’an-ı kerimlerinden, padişahların paha biçilmez şahsi eşyalarına, kralların gönderdiği hediyelere kadar dünyanın en zengin objelerine sahiptir. Temmuz 1918 de tahta çıkan ama Osmanlı devletinin çöküşünde sadece canını ve saltanatını kurtarmak için İngiliz işgaline teslim olan VI. Sultan Mehmet Vahdettin. 1 Kasım 1922 tarihinde T:B.M.M kararı ile saltanat rejimi kaldırılınca,16 Kasım 1922 tarihinde İstanbul’daki İngiliz İşgal kuvvetleri kumandanlığına yazdığı mektupla ve Halife-i Müslümin imzası ile iltica talebinde bulunur.17 Kasım 1922 günü de Malaya Zırhlısı ile İstanbul’u terk eder. Ertesi gün 18 Kasım 1922 de bir ekip tarafından kutsal emanetler kontrol edilerek zabıt tutulup kayıt atına alınır. Topkapı sarayında dört yıl, dört ay saltanat süren ve Atatürk’ün idamı için zamanın Şeyhülislamı Dürrizade den fetva alan son padişah Vahdettin, sarayın zengin hazinelerine dokunmamış, öylece bırakıp gitmiştir.

19.01.2013
OKUR YORUMLARI
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
23.01.2013 00:23:00

Değerli Suzan Hanımefendi Yozgat Gazetesindeki şu tespitiniz için sizi kutlar teşekkürlerimi arz ederim.Diyorsunun ki, "Yozgat'a yolu düşen insan, rahat yürüyecek yol,dinlenecek mekan,çayını kahvesini yudumlarken etrafında gözünü dolduracak manzara,huzurlu bir ortam ister.Her şeyden önce Yozgat'ın halkı tavır ve davranışlarını değiştirmeli. Üniversite Yozgat'a geleli yıllar oldu.Halâ bir kadın tek başına bir parkta oturup rahatça çay içemiyor. Tüm gözler üzerine çevriliyor. Hatta sinsi sinsi takip ediliyor.Kimin nesi, neden gelmiş, tekbaşına parkda- bahcede ne işi var?İnsanlar bakışlarında bu soruları direk yansıtıyorlar. Rahat ve ferah bir ortamın hangisi Yozgat'ta var.öncelikle bunları hazırlamak gerekir.Dilim döndüğünce belki haddim olmayarak anlatmaya çalıştım."Bende bu tespitinize, acizane değerli hemşerilerimize 1950 li yıllarda çekilmiş fotoğraflardaki hanım kıyafetlerine bakmalarını öneriyor ve bir zamanlar Anadolu'nun savatçılıkta (gümüş işçiliği)en önemli, medeni ve kültürlü şehirlerinden birisi olan Yozgat'ın nereden nereye geldiğini iyi tahlil etmelerini eklemek istiyorum.Saygılarımla.

Mehlika Filiz Ulusoy
21.01.2013 13:02:00

Abdülkadir Bey
Ben müzeciliğimizin geliştirilmesi gerektiğini belirtmeye çalışmıştım. Bizim saraylarımızda padişahlar oturmadığı gibi bahsettiğim şatoda artık derebeyleri de oturmuyor. Zaten oturmamalı da...
Yanlış bir anlaşılmaya yol açmış olmak istemem.
Saygılarımla

SUZAN
20.01.2013 01:58:00

Sayın Çapanoğlu kaleminizden yine bilgilendik. Gidip görememiş gezememiş olsakda hayalimizde canlanmasına vesile oldunuz.Yorum yapan Filiz hanım saraylarımızdaki ruhsuzluğu ima etmiş.Zürih'teki şatolarda hala insanlar yaşıyormuş gibi hissediliyor demiş.Çok yerinde bir tesbit ve duyarlılık hissini beyan etmiş.Elbetteki bizim saraylarımızda bu hissi yaşayamıyoruz.Biz o saraylarda yaşayan liderlere sahip çıkmadık.Onları zamanında mekanlarından sürgün ettik.Sonrada kitaplarda karaladık, hain ilan ettik.Ve yüreğimizden, aslımızdan, neslimizden, kökümüzden silerek öldürdük.Şimdi bu saraylarda nasıl yaşadıklarını hissedebiliriz.Onlar belki bizi, biz onları (Adaletlerini, inançlarını,ihlaslarını,edeplerini,saygılarını,cesaretlerini,mertliklerini, dürüstlüklerini, bıraktıkları mirası) koruyamadık terkettik diye bizi çoktan terkettiler.Nasıl kendilerini hissettirsinler.İnsanın Atası yüreğinde yaşadığı sürece varlığını hissettirir ve hissedilir.Seversen sevdiğin gibi yaşarsın.Sevdiğiyin özelliklerini taşırsın.Tarih yazarları bize geçmişimizi sevdirmediler.Hep kötülediler.Halâ da dizilerde uçkuruna düşkün lider potreleri çizerek atalalarımızdan bizi koparıyorlar.
Otuz yıldır evlatlarımızı toprağa gömen, bölücülük yaparak vatanımıza ihanet eden Apo bile Vahdettin kadar vatan haini olamıyor.Sürgün edilmiyor.AB ye gire bilmek için bilmiyorum kaç kabuk değiştirdik, kaç şekle girdik...
yine olmadı...Yedi düeli titreten Padişahlar şimdi kalkıp baksınlar. Türk milleti, bir soytarıyla anlaşa bilmek için hangi kılığa girerek ikna yoluna gideceğini bilemiyor.Daha fazla yazmak istemiyorum.Haksızlığa baş kaldıran suçlu oluyor.

Sayın Çapanoğlu,Sururi Bey'in son yazısına haddim olmayarak, samimiyetinize sığınıp sizden talepte bulunarak bir yorum yazdım. Saygılar sunar,Başarılar dilerim.Allaha emanet olunuz.

Mehlika Filiz Ulusoy
19.01.2013 20:53:00

Abdülkadir Bey,
Evliya Çelebi, Topkapı Sarayı'na "dünyanın en şirin sarayı" demiş. Bana orayı üç defa gezmek kısmet oldu. Her seferinde hayranlığım artıyor. Sanki Asya'daki atalarımız oraya otağlarını kuruvermiş gibiler. Birbirinden bağımsız ama birbirleriyle elele kocaman çadırlar gibi... Hem güzel hem de mütevazi evler. Bir bahçe içinde ama birbirinden ayrı. Hele gel diyen iki yanı kuleli dış kapısı...
Dolmabahçe Sarayı'nı da gördüm. Çok süslü ve beyazlığı gayet çekici.İçini gezerken kendimi yatay düzenlenmiş bir apartmanda gezer gibi hissettim. Kattaki irili ufaklı odalar (sanki birer apartman dairesi gibi) bir kişiye tahsis edilmiş ve kapıları büyük bir salona açılıyor. Avizeler ve merdivenler olağanüstü güzel.
Ancak, her iki saray da batılıların müzeleri gibi canlandırılamamış. Zürih'te gezdiğim bir şatoda, sanki odalardan insanlar çıkıverecekmiş ya da yatakta bir bebek uyuyormuş gibi bir hisse kapılıyordum. O çağda yaşıyordum.
Saygılarımla


Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ