Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.
Değerli okurlar yukarıdaki sözler yüce Atatürk'ün Kastamonu’daki Cumhuriyet Halk Partisi binasında partililere yaptığı İkinci Konuşmasının belleklerimizde derin iz bırakan en önemli paragrafıdır.
"Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir" cümlesi 1965 yılında İstanbul Pertevniyal Lisesi bitirme imtihanlarına girerken Kompozisyon dersi sınav sorumuzdu. Atatürk'ün bu sözünü açıklamamız istenmişti. 10 aldığımı öğrenince çok mutlu olmuştum.
Atatürk'ün Kastamonu'da partililere yaptığı bu önemli konuşmanın bazı paragraflarını yaşadığımız şu en kritik günlerde sizlerle paylaşmak istedim.
Şöyle buyurmuşlar,
Şüphe yok, bu yörenin saygıdeğer halkı gerçekten medenileşmenin doğal gidişatı üzerinde ilerlemektedir. Bugün ben o olgunlaşmanın doğal belirtilerinin mutlu bir tanığı bulunuyorum. Bu gerçeğin aksini anlatarak ve açıklayarak yenilenme adımlarımızı felce uğratmaya yeltenen beyinsizin, hükümlerini vermekte kendi yarım yamalak ilimlerine, çürük mantıklarına, yetersiz akıllarına dayandıklarını sanıyorum. O zavallı kendini beğenmişler böyle yapacaklarına halkın sağduyusuna danışsalardı, ondan ilham ve bilgi alsalardı, kendilerini bugün gülünecek ve utanılacak durumda bırakan bu kadar iğrenç hatalara düşmezlerdi. Fakat sağduyunun, akıl, mantık ve kabiliyetin üstünde önem sahibi olduğunu takdir etmek yalancı bilginin işine gelmez.
Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileriye ve yeniliğe uzun adımlarla yürümeye devam edecektir. Anlayışa hastalık bulaşmadıkça gerilemek veya durmak akla bile gelmez. Yüz yıllardan beri harcanmış iğrenç çabalar zaman zaman milleti uykuya daldırmış olmakla beraber milletin anlayışını felce uğratmada asla başarılı olamamıştır.
Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen zamana uygun ve bütün anlam ve biçimleri ile medeni bir sosyal toplum durumuna ulaştırmaktır. İnkılâplarımızın temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen düşünceleri darma dağın etmek elzemdir. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan bu anlayışta bulunanlar olmuştur. Her halde bu anlayışlarda bulunan uydurma şeyler bütünüyle uzaklaştırılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyne gerçeklik nurlarını yerleştirmek imkânsızdır.
Gerçek inkılâpçılar onlardır ki, yükselme ve yenilenme inkılâbına yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime ulaşmasını bilirler. Bu vesileyle şunu da açıklamalıyım ki Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasal ve sosyal inkılâpların gerçek sahibi kendisidir. Sizsiniz. Milletimizde bu yetenek ve olgunluk var olmasaydı, onu ortaya çıkarmaya hiçbir kuvvet yeterli olamazdı. Herhangi bir gelişme seviyesinde bulunan bir insan kitlesini, bulunduğu durumdan kaldırılıp damdan düşer gibi herhangi bir olgunluk derecesine ulaştırmanın imkânsızlığını, elbette açıklamaya gerek yoktur.
Türbelerden, yalancı evliyalardan söz ederek şunları da söylemişti;
Ölülerden yardım istemek medeni bir toplum için uygun değildir. Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi olan hayatta mutluluk sahibi yapmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddî ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum.
Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur (sürekli alkışlar). Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir.
Cumhuriyet Hükümetimizin bir Diyanet İşleri Başkanlığı makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurlar bulunmaktadır. Bu görevli kişilerin ilim, erdem derecesi bellidir. Ancak burada görevli olmayan birçok insanlarda görüyorum ki, aynı kıyafet giyiminde devam etmektedirler. Bu gibiler içinde çok bilgisiz hatta okuma yazma bilemeyenlerle karşılaştım. Özellikle bu gibi bilgisizlikler bazı yerlerde halkın temsilcileriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya ilişki kurmaya âdeta bir engel oluşturmak sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum. Bu durum ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır? Bilindiği gibi milletin temsilcileri seçtikleri milletvekilleri ve onlardan oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve meclisin güvenine sahip Cumhuriyet Hükümeti’dir. Bir de yerel seçilmiş belediye başkanları ve heyetleri vardır. Millete hatırlatmak isterim ki, bu kayıtsızlığa izin vermek kesinlikle uygun değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kimselerin görevli olan kişilerle aynı kıyafeti taşımalarındaki sakıncayı hükümetin dikkatine sunacağım.
İnebolu’da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi düşünüleceğinden burada da değinmek isterim. Her milletin olduğu gibi bizim de millî bir kıyafetimiz varmış, fakat inkâr edilemez ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta millî kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Örneğin karşımda kalabalığın içinde bir kişi görüyorum (eliyle işaret ederek). Başında fes, fesin üstünde bir yeşil sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan bu tuhaf kıyafeti giyip dünyayı kendine güldürür mü?
Devlet memurları bütün milletin kıyafetlerini düzeltecektir. Fen, sağlık açısından uygulamalı olarak, her bakımdan denenmiş medeni kıyafet giyilecektir. Bunda kararsızlığa yer yoktur. Yüzyıllarca devam eden dikkatsizliğin acı derslerini tekrarlamaya dayanma gücü yoktur. Bir adam olduğumuzu, medeni insan olduğumuzu ispat etmek ve göstermek için gerekeni yapmamakta direnmek adamlıkla bağdaşmaz.
Bir sosyal toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmuştur. Kabul edilebilir mi ki, bir kitlenin bir parçasını yükselttirelim. Diğerini görmezlikten gelelim de, kitlenin tamamı yükselebilsin? Olabilir mi ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, yükselme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve yükselme ve yenilenme alanında birlikte aşama kaydetmek gereklidir. Böyle olursa inkılâp başarılı olur. Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştemal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu davranışın anlam ve işareti nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu ilkel duruma girer mi? Bu durum milleti çok gülünç gösteren bir görüntüdür. Derhal düzeltilmesi gereklidir.
Konuşmasının sonunda milletle görüşmekten aldığı zevk ve kuvvetten ve hakkında gösterilen sevgi ve güveni güzel kullanmaya çok dikkat harcayacağından ve amacının milleti mutlu ve zengin ve medeni dünyada özellikleri takdir edilmiş olgun bir millet görmekten ibaret olduğunu açıklayarak çok sıcak ve heyecanlı nutkuna son verdi. Çok şiddetle alkışlandı.
Değerli okurlar, bu gün geldiğimiz noktada görüyoruz ki yüce Atatürk'ün bu konuşmasından pek az insanımız ders çıkarmış. Ve 14 Mayısta yapılan seçimde Hizbullah cemaatini temsil ettiği iddia edilen Hüdapar isimli partinin de mecliste dört milletvekilli ile temsil hakkını kazandığını görüyoruz. İnternet ortamında Hizbullah Cemaati nedir diye bir soru sorduğumuzda karşımıza şöyle bir cevap çıkıyor: Hizbullah (Türkçe: Allah'ın Partisi), diğer adlarıyla Türkiye Hizbullahı veya Kürt Hizbullah (Kürtçe: Hizbullah Kürdî), Kürt, Sünni İslamcı ve çoğu faaliyetini Türkiye'de gerçekleştiren militan örgüttür. Parti ileri gelenlerinin verdikleri bazı demeçlerde tüylerimizi diken diken etmeye yetiyor.
Cumhuriyet gazetesinin Hüdapar'ı tanıyalım haberinde şöyle yazıyor: Atatürk düşmanı, Şeyh Sait sevdalısı! Kürt-İslamcı kimliği ile bilinen partinin temsilcilerinin terör örgütü Hizbullah’a ilişkin sözlerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e dair tespitlerine kadar birçok tartışmalı tarafı bulunuyor. HÜDAPAR’la ilgili öne çıkan dikkat çekici noktalar şöyle:
Değerli okurlar biliyoruz ki Hizbullah özellikle 90'lı yıllarda ki karanlık cinayetlerde adı geçen bir örgüt. Türkiye Cumhuriyeti eski İçişleri Bakanlarından Sadettin Tantan, Hizbullah vahşeti için "Ne filmlerde ne kitaplarda böyle bir vahşeti görmedik duymadım" ifadelerini kullanmıştı.
Ve şu maddeler çok vahim. Anayasanın değiştirilemez nitelikte hiçbir maddesi olmamalıdır (Yani Anayasanın değiştiremez ilk dört maddesini kastediyor). Yeni anayasa herhangi bir ideoloji dayatmamalı, bu çerçevede hem seçilecek milletvekillerinin hem de devletin değişik kademelerinde görev alacakların yemin metni değiştirilmelidir. Hiç kimse bir ideolojiye bağlılık üzerine yemin etmemeli ama herkes bu toplumun faydasına çalışacağına dair yemin etmelidir.
Ve son olarak Satı Buruncu'nun haberi "Bu pazar en çok da kadınlar seçimin kaderini belirleyecekler. AKP’ye daha önce destek veren kadınların kopuşu ise tayin edici düzeyde olacak.