23.03.2009 tarihinde yapılan bu sohbette, Abdülkadir Çapanoğlu soruyor Edip Bilgin Çapanoğlu anlatıyor.
Hatırladığım bir olayı, yine babaannemden naklen anlatayım. Babaannem Şahinde Hanım(Çapanoğlu), Yozgat’ta hadiselerin bitmesinden sonra üsteğmen rütbesi ile sıkıyönetim komutanı olan Kılıç Ali’nin Çapanoğullarının Yozgat’ta ki konaklarını yıktıracağını duyar. Her ne hikmetse O devirde, devletin bazı yetkililerinin, devlete karşı gelenlerin Evlerini konaklarını yıktırma gibi bir yetkisi varmış. Milli servet neden heba edilir ki? O sıralarda Yozgat Belediye Başkanı olan eniştesi Akif Paşa’dan konakların yıkılmasını önlemesini rica etmek için ikamet ettiği Akdağmadeni’ den kardeşi Faik Bey’in şimdiki faytonlara benzeyen yaylı arabası ile Yozgat’a yardım istemeye gider. Belediye Başkanı Akif Paşa’nın çok kıskanç biri olduğunu ve Çapanoğullarını sevmediğini bildiği halde belki eniştesi kendi hatırını sayar da yıkıma mani olur diye ümitlenir. Meğer işin içinde o da varmış. Babaanneme “Şahende, yarın amcaları gelir bütün malı mülkü çocukların elinden alır bırak yaksınlar yıksınlar” demiş.
15-16 saat gittiği Yozgat’tan Akdağmadeni’ne eli boş döndüğünü, eniştesinin Çapanoğlu konaklarının yıkılmasına mani olmadığını, hatta göz yumduğunu ve bu konuda kendisini aldattığını söylerdi. Çocukları ile birlikte gittiği Yozgat’tan, geldiği yaylı arabası ile Akdağmadeni’ne dönecekleri gün, Yozgat milletvekili Rüstemzade Rıza Bey ile Akdağmadeni’ne yeni tayin edilen kaymakam Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey’in kardeşi Abdülkerim Bey’in de Akif Paşa’nın yaylı arabası ile Akdağmadeni’ne gideceklerini öğrenir. Belediye başkanı olan eniştesi onlarla birlikte konvoy halinde gitmelerinin daha uygun ve daha emniyetli olacağını söyler. Zira o günlerde Yozgat-Akdağmadeni arasında şakiler yüzünden sık sık soygun olayları olmaktadır. Konvoyun korunmasını da Kılıç Ali, 80 kişilik müfrezesi ile üstlenir. Ancak yolun yarısında Kılıç Ali, babaannemin yaylısına başını sokup ”Aldığı bir istihbarata göre Aynacıoğlu gurubundan Deli Hacı çetesi’nin Babu köyünde olduğunu, kendisinin asilerin üzerine gideceğini söyler. Aynı şeyi öbür yaylıdakilere de söyler. Siz şoseden ayrılmayın şurdan Abdurrahmanlı köyü içinden geçin, ben Oluközü köyünde size yetişir Akdağmadeni ne beraber gideriz’’ der ve hemen konvoydan ayrılıp Karamağara üzerinden Babu’ya gider. Kılıç Ali’nin beceriksizliği, basiretsizliği burada da kendini gösterir. Yanlış istihbaratla yanlış yoldan gönderilen konvoy, Rum nüfusu fazla olan ve Rum sanatkârların yaşadığı Abdurrahmanlı köyünde atlarını nallatan ve işleri bitmek üzere olan asilerin ellerine düşerler. Çeteler, gelen yaylıların arkasında kuvvay-ı milliye var zannederek hemen atlarına binip süratle köyün harman yerine doğru sürerler.
Ancak gelen başka kimse olmadığını anlayınca geri dönerler. Asilerin elebaşısı olan Deli Hacı ve adamları milletvekili Rıza Bey’i tanırlar, kaymakamı da öğrenirler. Babaannemin de Akdağlı Bahri Bey’in kız kardeşi olduğunu öğrenir. “Bacı seni tanıdım sen Bahri Bey’in bacısısın” der. Babaannem de “Bahri Beyin bacısıyım amma Çapanoğlu Edip Beyin de geliniyim” der. Böyle söyleyince biran duralarlar. Deli Hacı “Bacı bu adamların paraya ihtiyacı var birkaç kuruş versen iyi olur” deyince, babaannem “Biz ticaretten gelmiyoruz ki, evlerimizi, konaklarımızı kurtarmaya gittik onu da beceremedik” der. Deli Hacı’nın kendisine ve yanındaki bayan akrabasına saygılı davrandığını ama “Bacı ağabeyine söyle hanımımı serbest bıraksın yoksa evinizi, barkınızı yakarım’’ şeklinde gözdağı verdiğini, ayrıca “Bu gece burada köyün papazının evinde misafir kalacaksınız, hiçbir yere ayrılmayacaksınız” dediğini söylerdi. Asiler esir aldıkları milletvekilini, kaymakamı ve iki arabacıyı don gömlek soyarlar. Yaylının iki atını çözerler, yaylıdaki bavulları atlara yüklerler. Rehin aldıkları kişileri de Deveci Dağına götüreceklerini söyleyerek köyden ayrılırlar. Bir süre sonra adamlarından birisi tekrar köye gelerek köyde olup olmadıklarını kontrol eder. Adam gittikten sonra babaannem, Şâkir ağa’ya atları koşturur ve “Atlar çatlasa da bu gece Akdağmadeni’ne varacağız Şâkir ağa” der. Köylülerin “Gece yola çıkmayın her taraf eşkıya dolu” uyarılarına rağmen köyden kaçarlar. Nihayet atlar kan ter içinde Oluközü köyüne ulaşırlar. Akdağmadeni’ne gelirler ki 100 atlı onları bekliyor.
Bu sırada Oluközü köyünde konvoyu bekleyen Akdağlı’lar, Milletvekili ve Kaymakamın kaçırıldığını öğrenince aslen Gümüşhaneli olan ve dağlarda maden arayan Çekiç Ahmet isimli bir kişi, 40 kişilik gönüllü bir gurup teşkil ederek cesaretle asilerin peşinden gider kaymakamı ve milletvekilini kurtarırlar. Kılıç Ali’nin donanımlı 80 askeri ile yapamadığını 40 kişilik gönüllü bir vatandaş gurubu, eline geçirdiği silah vs ile yapar, kaymakamı ve milletvekilini kurtarırlar. Bahri Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından Albay yetkisi ile Akdağmadeni ve çevresinin asayişini temin etmekle özel yetkili olarak görevlendirilmiş olup asilerle de mücadele etmektedir. Hapse atma ve mecburi iskân gibi yetkileri’de vardır. Bu nedenle Deli Hacı’nın ikinci eşini Akdağ’da akrabalarının yanında gözetim altında tutmaktadır. Deli Hacı ve avenesine de teslim olmaları için haber göndermektedir. Akdağmadeni’nde de asilere karşı sürekli tedbirler alınıp nöbet tutulmaktadır. İşte, Deli Hacı’nın babaanneme söylediği söz bu nedenledir. Bahri Bey elbette Deli Hacının tehdidine rağmen isteğini yerine getirmez. Daha sonra şakilerin başka bölgelere gittikleri şayiası yayılır. Tam bu sırada şakilerle irtibatı olan kimseler, Deli Hacı’ya Akdağmadeni’nde nöbetlerin gevşek olduğu haberini gönderince,18 Ekim 1920 gece saat 03.00 sularında Deli Hacı ve adamları Akdağmadeni’ni basarlar. Hedef Bahri Bey ve akrabalarının konaklarıdır. Babaannemin evi Akdağmadeni’nde şimdiki Ziraat Bankasının bulunduğu yerde olup ön cephesi cadde, arkası bahçe idi. İki katlı ahşap bir evdi, bitişiği de reji dairesi imiş ve Bahri Bey’in yönetiminde imiş. Asiler önce alt kata gazyağını döker ve ateşe verirler. Sonra evin karşısına geçip evi yaylım ateşine tutarlar. Babaannem sabaha karşı silah sesleri ile uyanır. Ön cepheden evinin kurşunlandığını görünce bunun Deli Hacı’nın işi olduğunu tahmin eder. İlk şaşkınlığı geçince kurşunlardan korunma içgüdüsü ve telâşesi ile henüz küçük olan iki oğlunu yüklüğe saklar.
Eşi 1918 de İspanyol gribinden vefat ettiği için, normal zamanlarda ağabeyi ve kardeşleri yardım etseler de uzunca bir süredir çocuklarının sorumlulukları kendi üzerindedir. Bu sebeple kendisini de gelen mermilerden korumaya çalışarak bir kurtuluş yolu bulmaya çalışır. Şakiler ön cephede yola dizilmiş kendilerine karşı koyabilecek hiçbir kimsenin olmamasını fırsat bilerek rahatça eve kurşun yağdırmaktalar. Keyifle bağrışmalarını ve attıkları naraları, babaannem duymaktadır. İnsanların, çocukların yanarak ölmesi umurlarında değildir, sanki eğlencedeler. Şakiler bu arada bitişik olan reji dairesinin kapısını kırarak içeri girmişler, çelik para kasasını yerinden söküp dışarı çıkarmışlar. Babaannem, mermilerden korunmaya çalışırken evin alt katının yanmaya başladığını fark eder. Önden dışarı çıkması mümkün olmadığı gibi arka bahçeye ikinci kattan bir merdivende yoktur. Bir süre sonra yangın üst kata da sirayet eder. Evin durumunu kontrol etmek ve kıymetli takılarını kurtarmak için girdiği bir oda yanmaktadır. O andan hatırlayabildiği bir aynanın gümüş çerçevesinin yandığıdır. Takılarının olduğu gümüş çekmeceyi alır çıkar. Ancak yoğun dumandan ve sıcaktan etkilenir, hafif baygınlık geçirir ve düşer. Bir süre böyle baygın yattıktan sonra çocukları aklına gelince bir güç gelir ve zar zor kendini toplayarak odadan çıkar. Babaannem çok cesur ve metanetli bir Osmanlı hanımı idi. Tekrar çocuklarının yanına gider. Buradan kurtulmak lazım ancak nasıl olacak. Evin ön cephesinden çıkmak sürekli eve ateş edildiği için mümkün değil. Şimdi birde merdivenler yanmaktadır, oradan inmekte mümkün değildir. Evin arka tarafına, bahçe tarafına geçer, önce çekmeceyi bir bohçaya sarıp bahçeye atar, sonra yüklükten çıkardığı iki oğlundan birini bir koltuğunun altına diğerini de öbür koltuğunun altına alıp kendini bahçeye atar. Ev ve bitişiğindeki reji dairesi tamamen yanar hiçbir şey kalmaz. Baygınlık geçirdiği yerden kalkamasa maazallah kendi de çocuklar da evle birlikte yanıp gidecekler. Başka bir grupta sürekli ateş altında tuttukları Bahri beyin evininin dış kapısını kırıp içeri giriyorlar ve Bahri Bey’in ailesine ait kıymetli mücevheratların olduğu kasayı yerinden söküp götürüyorlar. Ayrıca ahırlardaki koşum ve binek atları da yerlerinden çıkarılmış ve atlara da el konulmuş. Bu arada Bahri beyin evi de yanmaya başlamıştır. Evin içinde insanlar olduğu, onlarında yanarak öleceği çetenin umurunda değildir. Bahri Beyin evini yakmaya gelen guruptan Deli Hacı’nın muavini Memedonun oğlu lakaplı birini, tan yeri ağarırken Bahri Beyin oğlu Celal bey gizlendiği çatıdan vurur. Bu direniş (karşı koyma) çetenin hiç beklemediği bir durumdur.
Ve Memedo’nun haykırışları ile çetede panik başlar. Bu arada gizlenmeye bile gerek duymadan evin karşısına geçip yanmasını zevkle seyreden Deli Hacı’yı da Bahri Bey’in karşı komşusu ve akrabalarından olan Topal Tevfik namlı kişi av tüfeği ile vurup öldürünce çete dağılır. Şakiler bu olaylar olurken aldıkları kasaları Pazar meydanında parçalamışlar, içinden çıkan para, ziynet eşyası ve mücevherleri paylaşmışlar. Acı olan şu ki çetenin gelişi güzel sağa sola ateş etmeleri sırasında korkudan kimse yardıma gelememiş, Mavi hanım ve Bergüzar hanım isimli iki vatandaş hayatını kaybetmiş. Ben Bahri dayımın evinin kapılarındaki mermi deliklerini çok iyi hatırlarım. Duvardaki izler tamir edilmişti. Sonra kapıları da değiştirdiler ve tarihi olayın izleri silindi. Ne yazık ki şakilerin kasaları kırarak paylaştıkları paralar, birçok ziynet eşyası ve mücevherler bulunamadı. Hayri çavuş isimli şaki’nin üzerinde yakalanan 28 altına Üsteğmen İsmail Efendi tarafından el konulduğu, diğer ziynet eşyasının ve mücevherlerin sarraf Mustafa efendi’ye satıldığı, onunda tanımadığı kimselere sattığı, bu nedenle geri alınamadığı Jandarma Genel Komutanlığı tarafından bildirilir. Sonuçta çalınan ziynet eşyaları ve mücevherler bulunamadığı gibi yakalanan ve el konulan 28 altın bile o sırada Milletvekili olan Bahri Beye iade edilmemiştir. Bahri Bey’in gasp edilen 3 atı da Küçük ağa denilen eşkıya da bulunmuş. Ancak Küçük ağa pişkinlikle “Atları Deli Hacı gasp etmişti. Bu atların Bahri Bey’e ait olduğunu hükümet ispat etsin” diyebilme cesaret ve cüretini gösterebilmiştir. Bu yaşananlar bile, o devirde ülkedeki kargaşanın, asayiş durumunun ve devlet idaresindeki boşluğun ve daha sonra da Yozgat’ta nasıl bir yakıp yıkma ve yağmanın yapıldığının en güzel delilidir…
(Devam edecek)
30.07.2012
Hatırladığım bir olayı, yine babaannemden naklen anlatayım. Babaannem Şahinde Hanım(Çapanoğlu), Yozgat’ta hadiselerin bitmesinden sonra üsteğmen rütbesi ile sıkıyönetim komutanı olan Kılıç Ali’nin Çapanoğullarının Yozgat’ta ki konaklarını yıktıracağını duyar. Her ne hikmetse O devirde, devletin bazı yetkililerinin, devlete karşı gelenlerin Evlerini konaklarını yıktırma gibi bir yetkisi varmış. Milli servet neden heba edilir ki? O sıralarda Yozgat Belediye Başkanı olan eniştesi Akif Paşa’dan konakların yıkılmasını önlemesini rica etmek için ikamet ettiği Akdağmadeni’ den kardeşi Faik Bey’in şimdiki faytonlara benzeyen yaylı arabası ile Yozgat’a yardım istemeye gider. Belediye Başkanı Akif Paşa’nın çok kıskanç biri olduğunu ve Çapanoğullarını sevmediğini bildiği halde belki eniştesi kendi hatırını sayar da yıkıma mani olur diye ümitlenir. Meğer işin içinde o da varmış. Babaanneme “Şahende, yarın amcaları gelir bütün malı mülkü çocukların elinden alır bırak yaksınlar yıksınlar” demiş.
15-16 saat gittiği Yozgat’tan Akdağmadeni’ne eli boş döndüğünü, eniştesinin Çapanoğlu konaklarının yıkılmasına mani olmadığını, hatta göz yumduğunu ve bu konuda kendisini aldattığını söylerdi. Çocukları ile birlikte gittiği Yozgat’tan, geldiği yaylı arabası ile Akdağmadeni’ne dönecekleri gün, Yozgat milletvekili Rüstemzade Rıza Bey ile Akdağmadeni’ne yeni tayin edilen kaymakam Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey’in kardeşi Abdülkerim Bey’in de Akif Paşa’nın yaylı arabası ile Akdağmadeni’ne gideceklerini öğrenir. Belediye başkanı olan eniştesi onlarla birlikte konvoy halinde gitmelerinin daha uygun ve daha emniyetli olacağını söyler. Zira o günlerde Yozgat-Akdağmadeni arasında şakiler yüzünden sık sık soygun olayları olmaktadır. Konvoyun korunmasını da Kılıç Ali, 80 kişilik müfrezesi ile üstlenir. Ancak yolun yarısında Kılıç Ali, babaannemin yaylısına başını sokup ”Aldığı bir istihbarata göre Aynacıoğlu gurubundan Deli Hacı çetesi’nin Babu köyünde olduğunu, kendisinin asilerin üzerine gideceğini söyler. Aynı şeyi öbür yaylıdakilere de söyler. Siz şoseden ayrılmayın şurdan Abdurrahmanlı köyü içinden geçin, ben Oluközü köyünde size yetişir Akdağmadeni ne beraber gideriz’’ der ve hemen konvoydan ayrılıp Karamağara üzerinden Babu’ya gider. Kılıç Ali’nin beceriksizliği, basiretsizliği burada da kendini gösterir. Yanlış istihbaratla yanlış yoldan gönderilen konvoy, Rum nüfusu fazla olan ve Rum sanatkârların yaşadığı Abdurrahmanlı köyünde atlarını nallatan ve işleri bitmek üzere olan asilerin ellerine düşerler. Çeteler, gelen yaylıların arkasında kuvvay-ı milliye var zannederek hemen atlarına binip süratle köyün harman yerine doğru sürerler.
Ancak gelen başka kimse olmadığını anlayınca geri dönerler. Asilerin elebaşısı olan Deli Hacı ve adamları milletvekili Rıza Bey’i tanırlar, kaymakamı da öğrenirler. Babaannemin de Akdağlı Bahri Bey’in kız kardeşi olduğunu öğrenir. “Bacı seni tanıdım sen Bahri Bey’in bacısısın” der. Babaannem de “Bahri Beyin bacısıyım amma Çapanoğlu Edip Beyin de geliniyim” der. Böyle söyleyince biran duralarlar. Deli Hacı “Bacı bu adamların paraya ihtiyacı var birkaç kuruş versen iyi olur” deyince, babaannem “Biz ticaretten gelmiyoruz ki, evlerimizi, konaklarımızı kurtarmaya gittik onu da beceremedik” der. Deli Hacı’nın kendisine ve yanındaki bayan akrabasına saygılı davrandığını ama “Bacı ağabeyine söyle hanımımı serbest bıraksın yoksa evinizi, barkınızı yakarım’’ şeklinde gözdağı verdiğini, ayrıca “Bu gece burada köyün papazının evinde misafir kalacaksınız, hiçbir yere ayrılmayacaksınız” dediğini söylerdi. Asiler esir aldıkları milletvekilini, kaymakamı ve iki arabacıyı don gömlek soyarlar. Yaylının iki atını çözerler, yaylıdaki bavulları atlara yüklerler. Rehin aldıkları kişileri de Deveci Dağına götüreceklerini söyleyerek köyden ayrılırlar. Bir süre sonra adamlarından birisi tekrar köye gelerek köyde olup olmadıklarını kontrol eder. Adam gittikten sonra babaannem, Şâkir ağa’ya atları koşturur ve “Atlar çatlasa da bu gece Akdağmadeni’ne varacağız Şâkir ağa” der. Köylülerin “Gece yola çıkmayın her taraf eşkıya dolu” uyarılarına rağmen köyden kaçarlar. Nihayet atlar kan ter içinde Oluközü köyüne ulaşırlar. Akdağmadeni’ne gelirler ki 100 atlı onları bekliyor.
Bu sırada Oluközü köyünde konvoyu bekleyen Akdağlı’lar, Milletvekili ve Kaymakamın kaçırıldığını öğrenince aslen Gümüşhaneli olan ve dağlarda maden arayan Çekiç Ahmet isimli bir kişi, 40 kişilik gönüllü bir gurup teşkil ederek cesaretle asilerin peşinden gider kaymakamı ve milletvekilini kurtarırlar. Kılıç Ali’nin donanımlı 80 askeri ile yapamadığını 40 kişilik gönüllü bir vatandaş gurubu, eline geçirdiği silah vs ile yapar, kaymakamı ve milletvekilini kurtarırlar. Bahri Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından Albay yetkisi ile Akdağmadeni ve çevresinin asayişini temin etmekle özel yetkili olarak görevlendirilmiş olup asilerle de mücadele etmektedir. Hapse atma ve mecburi iskân gibi yetkileri’de vardır. Bu nedenle Deli Hacı’nın ikinci eşini Akdağ’da akrabalarının yanında gözetim altında tutmaktadır. Deli Hacı ve avenesine de teslim olmaları için haber göndermektedir. Akdağmadeni’nde de asilere karşı sürekli tedbirler alınıp nöbet tutulmaktadır. İşte, Deli Hacı’nın babaanneme söylediği söz bu nedenledir. Bahri Bey elbette Deli Hacının tehdidine rağmen isteğini yerine getirmez. Daha sonra şakilerin başka bölgelere gittikleri şayiası yayılır. Tam bu sırada şakilerle irtibatı olan kimseler, Deli Hacı’ya Akdağmadeni’nde nöbetlerin gevşek olduğu haberini gönderince,18 Ekim 1920 gece saat 03.00 sularında Deli Hacı ve adamları Akdağmadeni’ni basarlar. Hedef Bahri Bey ve akrabalarının konaklarıdır. Babaannemin evi Akdağmadeni’nde şimdiki Ziraat Bankasının bulunduğu yerde olup ön cephesi cadde, arkası bahçe idi. İki katlı ahşap bir evdi, bitişiği de reji dairesi imiş ve Bahri Bey’in yönetiminde imiş. Asiler önce alt kata gazyağını döker ve ateşe verirler. Sonra evin karşısına geçip evi yaylım ateşine tutarlar. Babaannem sabaha karşı silah sesleri ile uyanır. Ön cepheden evinin kurşunlandığını görünce bunun Deli Hacı’nın işi olduğunu tahmin eder. İlk şaşkınlığı geçince kurşunlardan korunma içgüdüsü ve telâşesi ile henüz küçük olan iki oğlunu yüklüğe saklar.
Eşi 1918 de İspanyol gribinden vefat ettiği için, normal zamanlarda ağabeyi ve kardeşleri yardım etseler de uzunca bir süredir çocuklarının sorumlulukları kendi üzerindedir. Bu sebeple kendisini de gelen mermilerden korumaya çalışarak bir kurtuluş yolu bulmaya çalışır. Şakiler ön cephede yola dizilmiş kendilerine karşı koyabilecek hiçbir kimsenin olmamasını fırsat bilerek rahatça eve kurşun yağdırmaktalar. Keyifle bağrışmalarını ve attıkları naraları, babaannem duymaktadır. İnsanların, çocukların yanarak ölmesi umurlarında değildir, sanki eğlencedeler. Şakiler bu arada bitişik olan reji dairesinin kapısını kırarak içeri girmişler, çelik para kasasını yerinden söküp dışarı çıkarmışlar. Babaannem, mermilerden korunmaya çalışırken evin alt katının yanmaya başladığını fark eder. Önden dışarı çıkması mümkün olmadığı gibi arka bahçeye ikinci kattan bir merdivende yoktur. Bir süre sonra yangın üst kata da sirayet eder. Evin durumunu kontrol etmek ve kıymetli takılarını kurtarmak için girdiği bir oda yanmaktadır. O andan hatırlayabildiği bir aynanın gümüş çerçevesinin yandığıdır. Takılarının olduğu gümüş çekmeceyi alır çıkar. Ancak yoğun dumandan ve sıcaktan etkilenir, hafif baygınlık geçirir ve düşer. Bir süre böyle baygın yattıktan sonra çocukları aklına gelince bir güç gelir ve zar zor kendini toplayarak odadan çıkar. Babaannem çok cesur ve metanetli bir Osmanlı hanımı idi. Tekrar çocuklarının yanına gider. Buradan kurtulmak lazım ancak nasıl olacak. Evin ön cephesinden çıkmak sürekli eve ateş edildiği için mümkün değil. Şimdi birde merdivenler yanmaktadır, oradan inmekte mümkün değildir. Evin arka tarafına, bahçe tarafına geçer, önce çekmeceyi bir bohçaya sarıp bahçeye atar, sonra yüklükten çıkardığı iki oğlundan birini bir koltuğunun altına diğerini de öbür koltuğunun altına alıp kendini bahçeye atar. Ev ve bitişiğindeki reji dairesi tamamen yanar hiçbir şey kalmaz. Baygınlık geçirdiği yerden kalkamasa maazallah kendi de çocuklar da evle birlikte yanıp gidecekler. Başka bir grupta sürekli ateş altında tuttukları Bahri beyin evininin dış kapısını kırıp içeri giriyorlar ve Bahri Bey’in ailesine ait kıymetli mücevheratların olduğu kasayı yerinden söküp götürüyorlar. Ayrıca ahırlardaki koşum ve binek atları da yerlerinden çıkarılmış ve atlara da el konulmuş. Bu arada Bahri beyin evi de yanmaya başlamıştır. Evin içinde insanlar olduğu, onlarında yanarak öleceği çetenin umurunda değildir. Bahri Beyin evini yakmaya gelen guruptan Deli Hacı’nın muavini Memedonun oğlu lakaplı birini, tan yeri ağarırken Bahri Beyin oğlu Celal bey gizlendiği çatıdan vurur. Bu direniş (karşı koyma) çetenin hiç beklemediği bir durumdur.
Ve Memedo’nun haykırışları ile çetede panik başlar. Bu arada gizlenmeye bile gerek duymadan evin karşısına geçip yanmasını zevkle seyreden Deli Hacı’yı da Bahri Bey’in karşı komşusu ve akrabalarından olan Topal Tevfik namlı kişi av tüfeği ile vurup öldürünce çete dağılır. Şakiler bu olaylar olurken aldıkları kasaları Pazar meydanında parçalamışlar, içinden çıkan para, ziynet eşyası ve mücevherleri paylaşmışlar. Acı olan şu ki çetenin gelişi güzel sağa sola ateş etmeleri sırasında korkudan kimse yardıma gelememiş, Mavi hanım ve Bergüzar hanım isimli iki vatandaş hayatını kaybetmiş. Ben Bahri dayımın evinin kapılarındaki mermi deliklerini çok iyi hatırlarım. Duvardaki izler tamir edilmişti. Sonra kapıları da değiştirdiler ve tarihi olayın izleri silindi. Ne yazık ki şakilerin kasaları kırarak paylaştıkları paralar, birçok ziynet eşyası ve mücevherler bulunamadı. Hayri çavuş isimli şaki’nin üzerinde yakalanan 28 altına Üsteğmen İsmail Efendi tarafından el konulduğu, diğer ziynet eşyasının ve mücevherlerin sarraf Mustafa efendi’ye satıldığı, onunda tanımadığı kimselere sattığı, bu nedenle geri alınamadığı Jandarma Genel Komutanlığı tarafından bildirilir. Sonuçta çalınan ziynet eşyaları ve mücevherler bulunamadığı gibi yakalanan ve el konulan 28 altın bile o sırada Milletvekili olan Bahri Beye iade edilmemiştir. Bahri Bey’in gasp edilen 3 atı da Küçük ağa denilen eşkıya da bulunmuş. Ancak Küçük ağa pişkinlikle “Atları Deli Hacı gasp etmişti. Bu atların Bahri Bey’e ait olduğunu hükümet ispat etsin” diyebilme cesaret ve cüretini gösterebilmiştir. Bu yaşananlar bile, o devirde ülkedeki kargaşanın, asayiş durumunun ve devlet idaresindeki boşluğun ve daha sonra da Yozgat’ta nasıl bir yakıp yıkma ve yağmanın yapıldığının en güzel delilidir…
(Devam edecek)
30.07.2012
30.07.2012
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
Cehirliklalesi
02.08.2012 05:47:00Sayın Abdülkadir Çapanoğlu beyefendi. İyi ki bunları yazıyorsunuz. Çapanoğullarını ve Yozgat’ın geçmişini öğreniyoruz. Bu konular ile ilgili yazılarınız umarım devam edecektir. Saygılarımla