A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

VE BEŞYÜZÜNCÜ YAZIM, YOZGAT'TAN İNSAN MANZARALARI

Değerli okurlar, Yozgat Gazetesi sahibi ve Yozgat Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sayın Osman Hakan Kiracı'ının önerisiyle 2011 yılı 9 Kasım'ında yazmaya başladığım köşemde bugün beş yüzüncü yazımı yayınlıyorum. Mutluyum, gururluyum, Yozgat'ımızın en eski gazetesinin (48.yıl) yazarlarından birisi olduğum için onur duyuyorum. 


Talebelik yıllarımdan itibaren gazetelerden kesip sakladığım değişik bilgileri, ailemden intikal eden belgeleri, İnternette yaptığımı araştırmaları ve sizlerden gelen öneri ve uyarıları bana tahsis edilen köşemde sizlerle paylaşmaya çalıştım. Gerek siyasi gerek ekonomik bir cendere içinde olduğumuz şu günlerde beş yüzüncü yazım bir mizah yazısı olsun istedim ve daha önce yayınladığım yazılarımdan bir seçme yaptım. Umarım beğenirsiniz. 


Değerli okurlar, 1940 lı yıllarda Yozgat’ın şehir nüfusu 9.000 civarındaydı. Yozgat’ın çarşı esnafı işlerin tavsadığı zamanlarda bir araya gelir ortalığı kumrudurlardı (kışkırtırlardı). Bunların elebaşısı da Belediye nikâh memuru Bekir Sıddık Seyfi, namı diğer Kel Bekir’di. Bekir daha ortaokuldayken tabiat bilgisi dersinde öğretmen sorar bir çocuğu yılan sokunca ne yapılır? Bekir yanındaki arkadaşının kulağına fısıldar ılıngaça (salıncak) koyar sallarız. Cevabı öğrenen arkadaşı kendini göstermek için hemen ayağa kalkar hocam, hocam diye parmak kaldırır. Talebesinin kapasitesini bilen öğretmen dur bakalım sen yine bir cevher yumurtlayacaksın ya söyle bakalım ne yapılır deyince ılıngaca kor sallarız der. Öğretmen de o söz senin değil yanındaki piçin biliyom diye cevap verir.


Yozgat'ta Piyade alayı vardı. Bekir de askerliğini Yozgat’ta piyade alayında yapmıştı. Bir gün alay üç tabur ve aralarında epey bir mesafe olarak Sorgun tarafına gece yürüyüşüne çıkar. Bekir de sondaki üçüncü taburdadır. Alay Muslubelen'i çıkınca gecenin karanlığı ve sessizliğinde yaaaaat! Diye bir komut gelir. Tabur yatar, kalk komutu gelmeyince de gecenin yorgunluğu ile uykuya dalarlar. Bu arada Çalatlı'ya varan birinci ve ikinci taburlar beklerler ki üçüncü tabur da gelsin ama üçüncü taburdan haber yok. Komutan haber almak için birisini gönderir ki üçüncü tabur yatmış uyuyor. Gelen asker size ne oldu, niye yatıyorsunuz? Derler ki yatın diye komut geldi bizde yattık. Günler sonra bu işin altında da Kel Bekir'in parmağı olduğu ortaya çıkar.


Bekir Bey, bir kış kafayı Yozgat meteoroloji istasyonunda çalışan görevliye takmış. Her gece oradan geçerken bahçedeki yağmur suyu ölçme istasyonuna idrarını yapıyormuş. Memur da biriken suyu sabah telsizle Ankara’ya bildiriyormuş. Birkaç gün böyle devam edince genel müdürlükten aramışlar. Demişler ki üç günde bir aylık yağış miktarı bildirdiniz, ne oluyor Yozgat'ı sel mi götürüyor?


Bekir Bey, bir gün Çamlığın orta burnunda evi olan tulumbacı (itfaiyeci) şişman Halil ağaya misafir olur. İçki sofrasında demlenirlerken Halil ağanın ortalıkta dolaşan hindisi gözüne takılır. Halil şu hindiyi kes de yiyelim der. Halil ağa kesemem onu kuluçkaya yatıracağım diye cevap verir. Bekir Bey, Halil ağanın sofradan uzaklaştığı anlarda rakıya bandırdığı ekmekleri hindinin önüne atar. Sarhoş olan hindi bir müddet sonra çırpınmaya başlar. Bekir Bey bağırır "Haliiiil, culuğa bi şey oldu ölüyo galiba, mundar olmadan keselim şunu." Şaşıran Halil ağa telâşe ile hindiyi keser sonra da "nazarın dağdi culuğuma sen gelmeden bişeyi yoodu"der,  pişirir afiyetle yerler.


Bekir Bey, Allıların İbrahim Bey ve şair Mehmet Bey ayrılmaz üç arkadaştırlar. Mehmet Bey Çekerek'deki görevinden Yozgat'a gelince har zaman yaptığı gibi hemen Bekir'in yanına uğrar. Bekir'i çok üzgün ve durgun gören Mehmet Bey sebebini sorunca, üzgün bir ses tonu ile İbrahim Beyin vefat ettiğini söyler. Mehmet Bey ağlamaya başlar, Bir yandan İbrahim Bey'i övücü sözler söylerken Bekir Bey'den de kendisini İbrahim Bey'in mezarına götürmesini ister. Yolda giderlerken Mehmet Beyin koluna birisi girer. Gözü yaşlı Mehmet Bey, o üzüntü ile koluna gireni önce fark edemez, sonra İbrahim Bey olduğunu görünce ulan Bekir diyerek o anda aklına gelen bütün fena sözleri sıralar. 


Yine bir gün bir sohbette başı çok ağrıyan bir ahbabına (ismi bende saklı) ağrı hapı diyerek müshil hapı içirir. Yarım saat kadar sonra ahbabı, önce “ulan karnım gurulduyo”diye söylenmeye başlar ve hemen akabinde hızla kalkıp eve doğru koşarcasına yürür. Yolda büyük abdestini tutamaz hale gelir. Paçalarından sızmaya başlayınca Cumhuriyet mektebinin yanındaki köprünün altında pantolon paçalarını çorabının içine koyup koşmaya başlar. Evin bahçe kapısına gelince de hanımına suyu yetiştir, suyu yetiştir”diye bağırır.
Yozgat’ın ince sazcılarından Tefçi Sabri ağa (Saygılı) birgün çarşıda Şapkacı Mustafa Efendi’nin dükkânın önünden geçiyor. Mustafa Efendi içerden seslenir. “Sabriii! Bekle, seninle gidip benim karıya bi entarilik alalım. "Sen beğen.”  


Sabri ağa sinirlenir “ne münasebet, karına alacağın entarilikten bana ne.”  Mustafa Efendi “Sabri ağa, bana ne deme oğlum, Sen düğünlerde çalarken benim karı da öteki karılarla birlikte o entariyi giyip senin karşında kıvıracak."  

Bakırcı Şükrü Efendinin karısı kendinden on yaş büyüktü. Çarşı esnafı bazen takılmak için “anan nasıl” diye sorarlardı. Hamal ile evine bir şey gönderdiğinde konuyu bilen hamallar götürdükleri yükü evin kapısının önüne bıraktıktan sonra kapıyı çalıp yolun öbür yanına geçip beklerlerdi. Şükrü Efendinin eşi kapıyı açıp yükü görünce “oğlun gönderdi” diyerek kızdırırlardı. Yine bir gün Şükrü Efendi yeni bir hamal ile evine bir şey gönderir. Esnaf hemen hamalın önünü çevirip tembihlerler “eve vardığında emaneti verirken "oğlun gönderdi" diyeceksin, yoksa almaz.”   Hamal kapıyı çalıp bekler. Kadıncağız kapıyı açıp bu ne diye sorunca da" oğlun gönderdi" diye cevaplar. Kadın hamalı kolundan çekip avluya sokar, duvara dayalı küreğin sapıyla da birkaç kere kuvvetlice vurur. . Adamcağız Şükrü Efendinin yanına gidince “ne deli anan varmış, beni bi güzel doğdü” diye şikâyet eder.


Radyonun bile her evde olmadığı o yıllarda bilhassa Yozgat'ın çarşı esnafı yaşadıkları günü biraz renklendirmek için birbirlerini böyle kumrudurlardı. 
Aşağıda okuyacağınız fıkra gibi olayları da yaşadığı dönemde Yozgat'ın canlı tarihi olan Cennetmekân Yılmaz Göksoy Hocam anlatmıştı; Kışa rastlayan bir bayram arifesi, Adil Hoca ile Cumhuriyet Mektebinin öğretmen odasındaki sobanın yanında oturuyorduk. Eşi Nigar Hanım bayram hazırlığı için çarşıdan alınacakların bir listesini vermiş. Söylenerek onu tetkik ediyordu. Ver bakayım liste de neler varmış diyerek kâğıdı elinden aldım. Biraz göz attıktan sonra, bu soğukta kim uğraşacak, boş ver” diyerek elimdeki kâğıdı yanan sobaya attım. “"Sen delirdin mi, ne yaptın, o listede bir sürü alacak vardı. Şimdi ben nereden bileyim neler alınacağını"” diye bana kızdı. Ben de merak etme bayram arifesi her evin alacağı şeyler aşağı yukarı aynıdır, bak benim hanımın yazdırdığı listeyi sana okuyayım dedim ve elimdeki listeyi okumaya başladım. Okuduğum her kalemde “"babana rahmet, benim listede buda vardı"” diyordu. Sonra çaresiz bir ses tonu ile “bunları bir kâğıda yazda bende alayım bari” deyince. Hocam okuduğum liste senin listen idi, ben sana şaka yaptım” başka bir kâğıdı sobaya attım demiştim.


Babamın akrabalarından birisini Jandarmalar haksız yere dövmeye başlarlar. Dayanamayan babam akrabasını jandarmaların elinden kurtarmak için eve girip mavzerini alır ve havaya ateş eder. Jandarmalar da hemen mevzi alırlar. Durum kötüye gitmektedir. Bu sırada köylülerden Topal Faik”ağa ortaya atılır ve topal ayağını jandarmalara doğru sallayarak “Biz de bu ayağı milli mücadelede vatana verdik. Köylüye bu zulmünüz niye diye bağırır. Kısa süre şaşkınlık geçiren Jandarmalar hiçbir şey demeden ayağa kalkarlar ve köyü terk ederler. Babama sormuştum Faik ağanın ayağı hakikaten savaşta mı oldu diye. Güldü, yok dedi Faik askere bile gitmedi.”


Bizim yalnız yaşayan yaşlı bir komşumuz vardı, ismini unuttum. Bir gece bir misafiri gelir. Geç vakte kadar otururlar. Saat 23.00 den sonra elektrikler kesilirdi. Bizim komşu, gemici feneri ile arkadaşını evine kadar götürür. Hava güzel sohbette güzel olunca oradan tekrar kendi evine doğru gelirler. Sohbete doyum olmaz bu şekilde iki ev arasında gün ışıyana kadar gider gelirler. Ortalık ağarınca da Çapanoğlu Büyük camiinde sabah namazını kılıp evlerine giderler.
Yozgat'ın (ismi bende saklı) köylerinden birisinde Mahmut öğretmen tahtaya astığı resim üzerinde ilkokul talebelerine Güneş ve gezegenler hakkında bilgi vermektedir. Anlatımını sürdürürken şöyle bir cümle sarf eder; “ Evlatlar, bilim adamları dünyamızın güneşin etrafında döndüğünü söylerler.” Sonra dudaklarını büküp başını biraz yana eğip alçak bir ses tonu ile cümlesini tamamlar; “dönüyo mu essahtan?” O günlerde okulda teftişte bulunan müfettiş de kapı arkasından gizlice dinlermiş. Hemen sınıfın kapısını açıp girerek müdahalede bulunur. Hocam bu nasıl söz, böyle ders anlatılır mı? Çocukların kafasını bulandırıyorsunuz.” Mahmut Öğretmen, “"valla müfettiş bey, doğrusunu söylemek lazım gelirse ben buna inanmıyorum, talebelerime ikisini de söyledim onlarda hangisine inanırlarsa"”diye cevap verir.


Yukarda adı geçen emekli öğretmen Hacı Adil Olgun rahmetli dayım Yaşar Cerit'in de kayınbabası olurdu. Kimseye zararı olmayan eline geçen üç kuruşluk emekli maaşını da hayır ve hasenata harcayan sevimli bir ihtiyarcıktı. Onunla ilgi pek çok hikâye anlatılırsa da ben ayniyle vaki bir olaylarını sizlerle paylaşayım. Emekli maaşını aldığı bir gün önce Çapanoğlu Büyük camiinde namazını kılar, camiye bağışını da yaptıktan sonra günlük alışverişini de tamamlayıp sonra elinde kalan parayı sayınca on lira eksik olduğunu fark eder. Çok üzülür, bütün vücudunu ter basar. O üzüntü ile o sırada karşısına çıkan tellal Yusuf’a durumu anlatır ve duyuru yapmasını ister. Eskiler bilirler tellal Yusuf hemen, on lira bulaaaan diye çığırmaya başlar. Adil hoca müteessir bir şekilde evine gelir ve kimseye bir şey söylemez. Biraz sonra yeğeni Celal Erikel oturmaya gelir. Hoşbeşten sonra Adil hoca merakla sorar “Çarşıda ne var yok yeğenim?”.Yeğeni cevap verir.” Ne olsun dayı, dürzünün biri on lira kaybetmiş onu da tellal’a vermiş”.


Adil Hoca bir yaz günü çarşı hamamına gider. Yıkanıp paklandıktan, bahşişlerini de verdikten sonra giyinip Çapanoğlu Büyük Camiinde de Cuma namazını eda edip evin yolunu tutar. Eskiler bilirler o yıllarda köprüden sonra Şekerpınara giden düzgün bir yol yoktu. Eve çıkan yokuş kayalıktı. Kayalar düzletilerek yol yapılmıştı. Bir taraftan sıcak hava bir taraftan yaşlılık, Adil Hoca kan ter içinde ve soluk soluğa kendini evdeki sedire zor atar. Islak bir havlu ile yüzünü silip ferahlatmaya çalışan eşine de “Yaşlılık ne zormuş Cuma’yı zor kıldım, adım atacak halim kalmadı, eve de çok zor geldim hele bu yokuşu çok zor çıktım. Bu gidişle çarşıya bile ancak Cumayı kılmak için inebileceğim galiba” der. Eşi, Adil Hocayı yeteri kadar ferahlatıp tam yanından kalkacaktır ki gözü paçasından çıkan bir bez parçasına takılır. Hacı, bu ne diye sorup eğilip bakar ki Adil Hocanın paçasından ucu görünen şey hamamın peştamalı. “Hacı gördün mü peştamalın üzerine pantolonu giymişsin nasıl becerdin bu işi. Yıkayım da götür ver” der. Adil Hoca “Ben götüremem, adamlar peştamalı çaldın derlerse ben ne derim” der. Eşi “Herkes seni tanıyor üstelik hacı olduğunu herkes biliyor neden öyle söylesinler, erkek hamamına ben mi götürüp vereyim” der. Adil Hoca ertesi günü eşinin güzelce sarıp paket ettiği peştamalı “Bu sizinmiş” diyerek hamamın kapı aralığından içeri atıp acele ile oradan savuşur.
Bir sohbet esnasında Çapanoğlu Arslan Bey’in gelini Seyhan Çapanoğlu anlatmıştı; Babaannesi Şerife Hanım ile Yozgat eşrafından Erbazlar’ın annesi Ümmü hala, bir gün Yozgat’ta birlikte çamaşır yıkayıp bahçeye astıktan sonra sinemaya giderler ve filmin büyüsüne kendilerini kaptırırlar. Bir süre sonra filmde yağmur yağmaya başlar. Önce farkında olmayan iki hanım, Şerife Hanımın “kalk Ümmü kalk çamaşırlar bahçede kaldı, hebisi ıslandı” feryadı ile kendilerini dışarı atarlar. Dışarıda yağmur yok ama yinede işi şansa bırakmamak için eve kadar soluk soluğa koşarlar.


Yazımızı <Yozgat'ın Hazerfen Çelebisi> Kel Hasan Efendinin Nohutludan uçuş hikâyesi ile bitirelim. Galata Kulesinden Üsküdara uçan Hazerfen Ahmet Çelebi kadar uzun bir uçuş olmasa da ilkel bir araçla ilk uçanlardan olduğundan Yozgat ahalisinin kalbinde taht kurmuştur. 
Bundan belkide 80- 90 yıl mukaddem, kayağı olanın kayağını, kızağı olanın kızağını alıp Nohutluya sıvandığı bir kış günü Kel Hasan da siyah kocaman dikdörtgen fırın tepsisine doldurduğu kurabiyeleri, şekerlemeleri, renkli boyalı şekerleri başının üstünde taşıyarak Nohutlu'ya gelir. Tepsidekileri çok kısa bir sürede satıp bitirince hemen dolu bir tepsiyle dönmek heyecanı içinde tepsiye oturup kendini yokuş aşağı bırakır. Gittikçe hızlanan tepsiden kızak, sessizce uçarak çamaşır asmakta olan bir kadının bahçesine, 4 büyüklüğünde deprem etkisi yaratarak konar. "Sen kimin köpeğisin" diye bağıran kadının korkudan çocuğunu düşürdüğü söylenirse de doğrulanmamıştır. Kel Hasan bu mucizevî uçuşunu mucizevî bir şekilde az bir hasarlarla atlatır. Fırın tepsisi ile uçan ilk âdem olarak Guinness rekorlar kitabına girmeye aday olur.  


Sizlere eski Yozgat'tan azıcık insan manzaraları sundum O güzel saf insanlar güzel beyaz atlara binip gittiler. Ne o güzelim konaklar kaldı ne onların bahçeleri nede nörüyon bacım diye gönül alan sıcacık komşuluklar. Osman Kiracı Bey'in güzel tarifi ile Yozgatlı da yumurtayı sütü marketten alır oldu.

OKUR YORUMLARI
F.zehra Notçuoğlu
27.09.2022 05:36:40

Sonsuz Teşekkürler.yazılarınız.geçmişi yeni Nesillere aktarıyorsunuz.Ölenlere rahmet olsun.Sizede sağlıklı uzun ömürler dilerim.

MUSTAFA
25.09.2022 12:29:40

Eyvallah sevgili dostum, ne güzel günlerdi ve ne güzel anlatmışsınız. Kaleminize sağlık ve bereket. Anadolumuz bu tatlı hatıralarla dolu.

Sibel Manacıoğlu Oktay
25.09.2022 12:05:44

Öncelikle dile kolay 500 adet yazılarınızı, araştırmalarınızı, emeğinizi tebrik ederiz. Bizleri çocukluğumuzdaki ara sokaklar ve tarihi konaklardaki günlere, ahşabın kokusuna, sülale biraraya gelmelerine götüren bu seyahatlere de çok teşekkürler. Kalıcı anılar bıraktığınız için de minnettarız ağabey.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ