A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

VOLEYBOLCU KIZLARIMIZ ve DİN BİLGİMİZ

Değerli okurlar, Belçika maçından sonra A Milli Takımımıza kupa verildi. FIVB, her olimpiyattan sonra geleneksel olarak Japonya'nın ev sahipliğinde, kıta şampiyonlarının bir araya geldiği bir turnuva düzenliyordu. Japonya'daki olimpiyat elemelerinde üç kıtanın şampiyonları buluştu; takvim de değişince, Tokyo'daki turnuvayı zaferle bitiren Filenin Sultanları'na Japonya'da takdim edilmesi gereken  "Dünya Kupası" Belçika'da takdim edildi.,

 

Voleybolcu kızlarımızın dünya çapındaki başarıları son yıllarda yüzümüzü güldüren en önemli olaydır. Aşağıda arz ettiğim birisi bundan 110 yıl önce ikincisi 147 yıl önce yaşanmış iki olayı bu gün kabul etmeye ve sindirilmeye zorlandırıldığımız şartlarla karşılaştırmanızı istiyorum.

 

Birinci olay Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” kitabında geçen bir bölüm.

Aydemir, Birinci Dünya Savaşı yıllarında 1915’de, daha 18 yaşında iken gönüllü olarak askere yazılır. Görevi 28. Alay komutanlığıdır. Bu alay Kafkas Cephesinden çekile çekile Erzincan’ın batısına kadar gelmiştir. Bu alaydaki askerlere talim ve dersler veren Aydemir dersler sırasında erlere bazı sorular sorar. Aldığı cevaplar akıl alır gibi değildir.

 

Aydemir erlere sorar: Biz hangi dindeniz?

Hep birden: "Elhamdülillah Müslüman"ız diye cevap vereceklerini sanıyordum. Öyle olmadı. Kimisi "İmamı Azam dinindeniz" dedi, kimisi "Hz. Ali dinindeniz" dedi, arada "İslam"ız diyenler de çıktı.

"Peygamberimiz kimdir?"  deyince, akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı.

 Hatta birisi: "Peygamberimiz Enver Paşadır" dedi. 

 

İçlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da:"Peygamberimiz sağ mı, ölü mü?" deyince, iş gene çatallaştı. Bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafını tuttu. Peygamberimiz sağdır diyenlere, o halde peygamberimiz hangi şehirde oturur? diye sordum. İstanbul’da, Şam’da, Mekke’de oturur diyenler oldu.

Hiç biri namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. Köyünde cami olanlar ayağa kalksın dedim, birkaç kişi kalktılar. Köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı. İlk ders beni sarsmıştı. Bu bölük o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydiler.

 

Şevket Süreyya Aydemir kitabında, komutasındaki erlerle ilgili hatırasına devam ediyor.

Türk’üm demekten utanan Türkler:

Asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarında anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı. Biz hangi milletteniz, deyince her kafadan bir ses çıktı. Biz Türk değil miyiz?, deyince de hemen, ‘ESTAĞFİRULLAH!..’ diye karşılık verdiler. Türklüğü kabul etmiyorlardı. Hâlbuki biz Türk’tük.

‘ESTAĞFİRULLAH!..’ diye cevap verenlerin görüşüne göre Türk demek Kızılbaş demekti.

Dininde, milliyetinde birleşmiş olmayan bir bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şekil ve adını, vatanımızın neresi olduğunu da bilmemektedir. 

“Suyu Arayan Adam” kitabında anlatılan bu hatıra Osmanlı Devletinin son dönemleri için milletimizin genel durumunu açıklayan bir kesit sunuyor. Elbette toplumun tamamı böyle idi denemez. Osmanlı Devletini yönetenlerin çoğu Türk değildi. “Türk” kelimesi hakaret unsuru olarak kullanılmakta, milletin asli unsuru “etrak-ı bî idrak” yani “idraksiz (akılsız) Türkler” diye tanımlanmaktaydı.

Değerli okurlar, ikinci olayımız Sosyolog Niyazi Berkes'in anılarında yer verdiği çok çarpıcı bir anekdot.

Meşrutiyet döneminde üç Osmanlı aydını araştırma yapmak için Paris'e Bibliyoteque National Kütüphanesine gider. Fransız kütüphane görevlisi girişte doldurmaları için evrak verir. Evrakta nasyonalite(milliyeti) kısmı vardır. Bizim aydınlar bu bilgiyi Müslüman olarak doldururlar.

 

Görevli evrakları inceleyince bu sizin dininiz, milliyetinizi yazacaksınız der ve yeniden doldurmaları için bizim aydınlara boş evraklar verir. Bizimkiler kafa kafaya verip ne yazacaklarını tartışır ve bu sefer üçü birden milliyet kısmına Ottoman(Osmanlı) yazarlar.

 

Fransız memur bu sefer de bizim sözde aydınlarımıza bu sizi yöneten ailenin soyadı der. O sizi yöneten Hanedan, milliyetiniz değil, o siz değilsiniz diye ekler. Ben size yardımcı olayım diyerek nereden geldiklerini sorar. Bizimkiler İstanbul'dan geldiklerini söyleyince Fransız memur gülerek ya söylesenize der, eliyle kütüphanede ki bir grubu göstererek bakın der, şurada İstanbul'dan gelen Ermeniler var. Farklı bir grubu göstererek bakın şurada da Rumlar var der ve sorar siz Rum musunuz yoksa Ermeni misiniz?

 

Bizimkiler hafif bozularak yok biz Türk'üz! diye cevap verirler.

Fransız, e tamam işte der, siz onu yazın!! Vaka o ki 20. yy başında Meşrutiyet ile Osmanlı topraklarındaki Balkan milletleri, Anadolu'da ki Ermeni'si Rum'u milli kimlik davası güderken Türk Türklüğünden bihaber, o derece ki Osmanlının aydın kesimi bile kendisini Türk olarak tanıtmaktan aciz, ya Müslüman'ım ya da Osmanlıyım diyor. Türk tabiri ise öteden beri Avrupalının hem coğrafyamız hem de Anadolu insanı için kullandığı aslında sahipsiz bir tanım. Ta ki Ziya Gökalp kuşağı aydınlarımıza ve tabii ki Atamız Anadolu insanına Türklüğünü benimsetinceye kadar.

 

Değerli okurlar, şimdi bizzat yaşanmış bu iki olayın altına 1945 yılının tamda 29 Ekim Cumhuriyet bayramı sabahı Atatürk Cumhuriyetin de doğmuş vicdanı hür, irfanı hür bir Cumhuriyet çocuğu olarak nasıl bir yorum yazmalıyım? İyi eğitim almış Atatürkçü öğretmenlerin eğitim verdiği liselerde okumuş, üniversite tahsili yapmışım. 1961 Anayasasının kazandırdığı haklarla ve rahmeti Bülent Ecevit'in çalışma bakanı olarak meclise sunup kabul ettirdiği sosyal haklarımız gereği eşim İş Bankasında ben özel sektörde çalışıp geçinebileceğimiz bir ücret ve ayrıca yılda 6 maaş tutarında ek ödemelerimizle çalışarak emekli olduk. 1976 yılında 31 yaşımdayken Renault-Mais'de işe başladığımın ikinci yılında ilk arabamı almıştım. Arabamın benzin deposu 50 litreydi. Benim yeni memur maaşım 20 depo benzine eşit idi. Bu güne eşitlersek 27.000 (yazı ile yirmiyedibin lira). Yoruma gerek kalmadı sanırım. Sağlıkla kalınız.

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ