Sayın okurlar 8 Temmuz 2010 Perşembe günü Yozgat öğretmen evinde buluşup sohbet ettiğim Yozgata heykeli dikilen Yozgatlı âşık Hüzni babanın oğlu Fahrettin Öncül Bey, gençlik yıllarından bahsederken şöyle söylemişti: Sizin bahçedeki meyve ağaçlarına çıkıp dalından koparıp çok meyve yedik. Meyve koparmak için Muhlis Bey amcadan (benim dedem) izin isterdik. O da mütebessim bir çehreyle hadi çıkın yiyin derdi. Dünyaya onun gibi muhterem, onun gibi mübarek bir insan gelmemiştir çok başka bir insandı Allah rahmet eylesin. Sizin bahçede birde Frenk üzümleri vardı yedikten sonra cebimize de doldururduk hâlâ tadı damağımda demişti. Türk mutfağında iç pilav ve aşurede kullanılan Frenk üzümlerini (kuş üzümü) II. Mahmut zamanında Bosna-Hersekin Gradaçaç ve Banyaluka şehirlerinde kaymakamlık yapan Çapanoğlu Mahmut Beyin (Süleyman Beyin oğlu) getirdiği bilinir. Nitekim o yıllarda Yozgattaki tüm Çapanoğullarının bahçelerinde Frenk üzümü vardı.(Bkz. BABAM, FAHRETTİN ÖNCÜL VE KURT İMAM)
Gün geçmiyor ki televizyonların sabah programlarında ya da yazılı basında aman şunu yemeyin aman şunu içmeyin gibi haberler olmasın. Hacısı, hocası, doktoru, aktarı hayatımızı zehir ettiler. Ne yiyeceğimizi ne içeceğimizi nasıl oturup nasıl kalkacağımızı şaşırdık.
Sizi bilemem ama ben şahsım adına söylüyorum. Biz bu ülkenin nimetlerinden kaçanlar kadar nasiplenemedikse de üç kuruşluk huzurumuz vardı onu da sayelerinde yitirdik.
Türkiye 18 Şubat 1952'de Menderes hükümetinin başvurmasıyla resmen NATO'ya üye olmuştu. Olmaz olaydık. NATOya üye olabilmek için Kore'de ABD'nin işgal girişimine destek vermek üzere 5 binden fazla asker Adnan Menderes hükümeti tarafından Kore'ye gönderildi hem de Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayı olmadan. (T.B.M.M de yazabilirdim, özellikle ismin açılımını yazdım ki onu bile unutturmaya çalışıyorlar.) Kore'ye gönderilen Türk askerlerinden 741'i hayatını kaybetti, 2 binden fazla asker yaralandı. Menderes, kararının asil bir karar olduğunu, bin defa daha bu konuda toplanılsa yine aynı kararı alacaklarını açıklamıştı. Ben de bin kere yazıklar olsun diyorum.
Bu vesileyle Amerikayla yakınlaştık. ABD'nin Türkiye üzerindeki nüfuzu Marshall Planı ile başlamıştı. 4 Temmuz 1948 tarihinde ABD ile Ekonomik işbirliği Anlaşması imzalanmıştı, Marshall Yardımları çerçevesinde 1948-1951 yılları arasında, ABDden hibe olarak yardımlar gelmeye başladı. Türkiye bedava verilen süt tozları ve margarinler ile tanıştı. Derken 1951 yılında İstanbul Bakırköyde Unilever-İş Ticaret ve Sanayi Türk Limited Şirketi adı altında margarin fabrikası kuruldu. Fabrika, 5 Ocak 1953'te margarin (Bitkisel yağ) üretimine başladı ve Türk tüketicisi SANA ve VİTA margarin markalarıyla tanıştı. SANA kahvaltılık, VİTA yemeklik margarin idi. Margarinler, tamamen bitkisel kökenli yağlardan yapılır. Laboratuvar koşullarında doymamış sıvı bitkisel yağların hidrojen eklenmek suretiyle doymuş katı yağ haline getirilmesiyle oluşurlar.
Bırakın o günlerin doktorlarını, yakın zamana kadar bütün sağlıkçılar bize hayvansal yağları yasakladılar. Hayvansal yağlar, yumurtalar kolesterolünüzü yükseltir, damarlarınız tıkanır ölürsünüz dediler. Çocuktuk, günümüz sokakta geçer kime bizi merak etmezdi. Karnımız acıkınca hem kendimiz hem arkadaşlarımız için bir dilim ekmeğin üzerine sana yağı sürer üzerine de toz şekeri eker yerdik. Pastamız, kekimiz, kurabiyemiz, gofretimiz buydu. Annelerimiz yemeklerimizi Vita yağı ile pişirirdi. Biz kanseri, alzheimerı bilmezdik. Büyük küçük herkes sigara içerdi ama kimse akciğer kanserinden ölmezdi. Ölünce de ölüm geldi cihana baş ağrısı bahane Allah rahmet etsin denirdi. İnsanlar bu kadar hırslı bu kadar bencil bu kadar saygısız bu kadar ruhsuz değildi.
Pirinç pilavı üzerine yarısı et yarısı yağ kuşbaşı etler konur afiyetle yutar gibi yerdik. Doktorlarımız hayvani yağları yemeyin deyince güzelim etler kuru kuru geldi damak tadımıza. Yemeklerin içine kuyruk yağı katılırdı ondan da vaz geçildi. Kebapçıların önünden geçerken burnunuza mis gibi kokular gelir. İşte o koku kebapçının sizi avlamak için yaktığı kuyruk yağının kokusudur.
Zeytinyağı unutturuldu. Sıvı Ayçiçek, sıvı mısırözü yağı kullanmamız tavsiye edildi. Annelerimiz aman poğaçası pek hafif oluyor diyerek birbirlerine Ayçiçek yağını önerirlerken zeytinyağlarımız Amerikada çok süslü şişelerde çok pahalı fiyatlarla satıldı. Biz ucuza verdik Amerikalı tüccar kazandı.
İstanbulda şehir şebeke suyunu içerdik. Şimdi gene iddia ediyorum en güvenli su şebeke suyudur. Önce cam damacanalarla sonra da polikarbon damacanalarla su satışı başladı. Hatta 9 Ocak 1996 tarihinde DHKP-C militanları tarafından suikasta kurban giden iş adamı Özdemir Sabancının bu polikarbon damacana savaşlarına kurban gittiği bile söylendi.
Çok şükür, Amerikada Güney Afrikalı kalp cerrahı ünlü kalp cerrahı Christiaan Bernardın asistanlığını yapmış Prof. Canan Efendigil Karatay hocamız çıktı da uyandık. Değerli hocamız her gün yumurta yiyin hatta birkaç tane yiyin diyerek en sevdiğimiz hayvansal gıdayı korkmadan yememizi sağladı.
Kelle, paça yiyin işkembe çorbası için jelatin alın eklem yerleriniz erken aşınmasın uyarısını yaptı. Kahvaltıda en az 20 adet zeytin yiyin, zeytinyağı kullanın hatta bir fincan için diyerek bu altın gibi yağı tekrar bize sevdiren hocamıza binlerce teşekkür.
Ey bilim adamları, analizciler, hekimler, hocalar şu meyveleri şu sebzeler yemeyin G.D.O ludur kanser olursunuz . Hazır gıdaları yemeyin içinde katkı var, bu suları bu meşrubatları içmeyin içinde NBŞ var erken ölürsünüz uyarılarınızdan bıktık. Hayatımızı cehenneme çevirdiniz. Televizyonlarda, gazetelerde, yazdığınız kitaplarda uluorta beyanlarda bulunarak sağlığımız için her şeyden önemli olan ruh sağlığımızı bozdunuz.
Eğer biliyorsanız, sağlığımızla oynayan, sağlıksız olduğunu bildikleri halde bu maddeleri ürünlerine katan, hileli gıda üreten, sahte gıda üreterek haram yiyenler varsa bildiklerinizi, tespitlerinizi, bunların isimlerini markalarını açıklayın. Bizde bilelim ona göre tedbir alalım. Lütfen şöhret olmayı değil kahraman olmayı yeğleyin ama lütfen.
14.01.2019
14.01.2019
OKUR YORUMLARI
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
15.01.2019 10:49:00
Değerli Muhsin Hocam,
Engin bilginizden her gün yeni bir şey öğreniyoruz. İngilterenin bir zamanlar resmi sömürgesi olan Hindistan'ı nasıl etten iğrenir duruma getirip kendi ülkesini Hint inekleriyle besleme alçaklığını da büyük bir şaşkınlık ve kızgınlıkla sizden öğrenmiş oldum. Emperyalizme vahşi denmesinin en güzel örneği bence. Ve bunu hafızama derince kaydettim ki söz açıldığında akıldan gayri müsellah kapitalizm savunucularına tabanca mermisi gibi göndereyim. Saygılarımla.
Güner Türkoğlu Gökay
15.01.2019 10:09:00
Yüreğine sağlık,çok doğru.Her dönemde moda gibi ayrı bir akım.İnsanlar dün doğru saydiklarını bugün karalıyorlar.Zaten gıda maddelerine güven de kalmadı.
Bunun üzerinde durduğun için teşekkürler sevgili Abdulkadir.
Muhsin Köktürk
14.01.2019 18:25:00
Değerli Kardeşim,
Ülkemiz, öteden beri emperyalizmin pençesinden kurtaramamış kendini. Hemen her dönemde bir dış güce sırtını dayamak zorunda bırakılmış. Pamuk, tütün, kenevir ve daha pek çok bitkinin üretimine ya sınır ya da yasak getirtilmiş; ama bunu sağlayanlar, söz konusu ürünleri kendileri özgürce üretmişler.
Yazınızı okuyunca İngiltere'nin bir zamanlar resmi sömürgesi olan Hindistan'ı nasıl etten iğrenir duruma getirip kendi ülkesini Hint inekleriyle beslediği aklıma geldi.
Emperyalist ülkeler; bir biçimde gelişmemiş, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler üzerinde kurdukları egemenlikle onları deyim yerindeyse kaz gibi yoluyor, bunu yaparken onların sağlıklarıyla da oynuyorlar.
Buyurduğunuz yıllarda, kendi hayvanlarımızın doğal sütlerini tüketmemizi engellemek için bize bedava süt tozu dağıttılar, süt tozundan yapılmış sütleri okullarda bizlere içirttiler.
Hayvancılığı öldürme çaba ve girişimleri de daha o zamanlar başladı. Sonra sıra tütüne, pamuğa, kenevire ve benzerlerine geldi. Aynı oyun sürüyor, üstelik daha da genişleyerek. Tarımımızı, hayvancılığımızı can çekişir duruma getirdiler. Sanayileşmemizi engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. GDO'lu gıdalarla bizleri yok etmeye çalışıyorlar. Sağlığımızla kedi-fare gibi oynuyorlar.
Bakalım ne zaman uyanacağız? Belki uyanacağız ama; iş işten geçmiş olacak, atı alan Üsküdar'ı geçecek.
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
15.01.2019 10:49:00Değerli Muhsin Hocam,
Engin bilginizden her gün yeni bir şey öğreniyoruz. İngilterenin bir zamanlar resmi sömürgesi olan Hindistan'ı nasıl etten iğrenir duruma getirip kendi ülkesini Hint inekleriyle besleme alçaklığını da büyük bir şaşkınlık ve kızgınlıkla sizden öğrenmiş oldum. Emperyalizme vahşi denmesinin en güzel örneği bence. Ve bunu hafızama derince kaydettim ki söz açıldığında akıldan gayri müsellah kapitalizm savunucularına tabanca mermisi gibi göndereyim. Saygılarımla.
Güner Türkoğlu Gökay
15.01.2019 10:09:00Yüreğine sağlık,çok doğru.Her dönemde moda gibi ayrı bir akım.İnsanlar dün doğru saydiklarını bugün karalıyorlar.Zaten gıda maddelerine güven de kalmadı.
Bunun üzerinde durduğun için teşekkürler sevgili Abdulkadir.
Muhsin Köktürk
14.01.2019 18:25:00Değerli Kardeşim,
Ülkemiz, öteden beri emperyalizmin pençesinden kurtaramamış kendini. Hemen her dönemde bir dış güce sırtını dayamak zorunda bırakılmış. Pamuk, tütün, kenevir ve daha pek çok bitkinin üretimine ya sınır ya da yasak getirtilmiş; ama bunu sağlayanlar, söz konusu ürünleri kendileri özgürce üretmişler.
Yazınızı okuyunca İngiltere'nin bir zamanlar resmi sömürgesi olan Hindistan'ı nasıl etten iğrenir duruma getirip kendi ülkesini Hint inekleriyle beslediği aklıma geldi.
Emperyalist ülkeler; bir biçimde gelişmemiş, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler üzerinde kurdukları egemenlikle onları deyim yerindeyse kaz gibi yoluyor, bunu yaparken onların sağlıklarıyla da oynuyorlar.
Buyurduğunuz yıllarda, kendi hayvanlarımızın doğal sütlerini tüketmemizi engellemek için bize bedava süt tozu dağıttılar, süt tozundan yapılmış sütleri okullarda bizlere içirttiler.
Hayvancılığı öldürme çaba ve girişimleri de daha o zamanlar başladı. Sonra sıra tütüne, pamuğa, kenevire ve benzerlerine geldi. Aynı oyun sürüyor, üstelik daha da genişleyerek. Tarımımızı, hayvancılığımızı can çekişir duruma getirdiler. Sanayileşmemizi engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. GDO'lu gıdalarla bizleri yok etmeye çalışıyorlar. Sağlığımızla kedi-fare gibi oynuyorlar.
Bakalım ne zaman uyanacağız? Belki uyanacağız ama; iş işten geçmiş olacak, atı alan Üsküdar'ı geçecek.
Haydi hayırlısı!..