Değerli okurlar Mart ayının ilk haftası Üniversite yıllarımda benimde üyesi olduğum Yeşilay Haftası. Hekim, akademisyen, devlet ve siyaset adamı Ord. Prof. Fahrettin Kerim Gökay, (D. 1900, Eskişehir - Ö. 22 Temmuz 1987, İstanbul) uzun süre İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1949 yılında İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı görevine getirildi. . O zamanlar İstanbul’un hem valiliği hem de belediye başkanlığı siyasi iktidar tarafından atanan tek kişi tarafından yürütülürdü. 24 Ekim 1949- 26 Kasım 1957 tarihleri arasında sekiz yıl İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı yaptıktan sonra, İsviçre (Bern) Büyükelçiliği’ne atandı. XII. Dönem İstanbul Milletvekilliği görevinde bulundu. 1961-65 tarihleri arasında Yeni Türkiye Partisi (YTP)’den İstanbul milletvekili seçildi. Bu dönemdeki İsmet İnönü Hükümeti’nde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (1963) ile İmar ve İskân Bakanlığı görevlerinde bulundu.
Yeşilaycılık” konusundaki etkili çalışmalarıyla da ünlüdür. Yeşilay Cemiyeti Genel Sekreterliği ve Başkanlığı görevlerinde bulunu. Döneminde, alkollü içkiyle mücadelenin simgesi durumuna gelmiş; gerek yurtta, ge¬rekse yurtdışındaki birçok cemiyet ve kongre¬lerde faal görevlerde bulunmuş ve uluslararası kongrelere katılmıştır.
İstanbul valiliği ve belediye başkanlığı sırasında esnafı sık sık denetleyerek fiyatları indirme, sarhoşları kent dışına çıkarma gibi ilginç uygulamalarıyla da gündemde kalan bir devlet adamı oldu. “Tanzim satış” faaliyetleri İstanbul’da ilk kez onun döneminde başladı ve bu bağlamda Migros onun döneminde açıldı.
Sarhoşlara karşı yaptığı bu uygulamalar bir kısım alkol alışkanlarının tepkisini çekmiş boyunun çok kısa olmasından esinlenerek o yıllarda satışta olan küçük rakı şişelerine “Fahrettin Kerim” denmişti. Lokanta da içki isteyenler garsonlara getir bakalım bir Fahrettin Kerim, bakkaldan içki alanlarda ver bakalım bir Fahrettin Kerim derlerdi. Bendeniz o günleri yaşama şerefine erişenlerdenim.
1950’lerin ortalarından itibaren Menderes İstanbul’daki imar hareketini bizzat üstlenmişti. Fahrettin Kerim Gökay, buna karşı direnmişti.
Yumuşak kalpliydi ama sinirli bir doğası vardı. Başbakan Adnan Menderes’in İstanbul kentine yönelik müdahalelerine çok sert karşılıklar verdi.
1957’de Menderes’in İstanbul ziyaretlerinden birinde Vilayette yapılan bir toplantıda, Fahrettin Kerim kendisini eleştirince Menderes sinirli bir şekilde onu tersler:
- Sen biraz dinlen hocam!
Ruh ve sinir hastalıkları uzmanı Ord. Prof. hemen manidar cevabı yapıştırır:
- Asıl sen biraz dinlen!
Yine bir ziyafette sinirlenen Menderes yemek tabağını Fahrettin Bey’in yüzüne yapıştırınca sakince masadan kalkar “Siz hastanız beyefendi” diyerek masayı terk eder.
Daha sonra da Fahrettin Kerim görevden alınır ve Bern’e büyükelçi olarak atanır.
Fahrettin Kerim bunun öğrenince çok sinirlenir ve Menderes hakkında şunları söyler:
- “Hırsının sonu yok. Burada durmaz cumhurbaşkanı olur, o da yetmez peygamberliğe tırmanır, o da yetmez kendini Allah sanmaya başlar. Hah işte o zaman da onu alıp bana getirirler.”
Çünkü sinir hastalıkları profesörüydü.
Menderes’in kendisi için gıyabında “deli” dediğini öğrenince de basın mensuplarını toplayıp, “O bir toprak ağası, ruh hekimliğinden ne anlar ki bana deli demiş. O bana deli derse kargalar bile güler, ama ben onun hakkında bir deli raporu yazarsam, hayatı boyunca akıllı olduğuna kimseyi inandıramaz” demesi tarihe mal olan sözlerdendir.
Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
06.03.2020
OKUR YORUMLARI
Alim Gürerk E.Kurmay Albay
06.03.2020 13:21:58
Sayın Çapanoğlu, 50'li yıllarda Beyazıt İlk Okulunda öğrenciler arasında, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay için bir tekerleme söylerdik. ''Mini mini Vali'miz, ne olacak halimiz?'' Vali'nin, 6-7 Eylül 1955'te, Demokrasi tarihine kara harflerle yazılan malum geceye ait sorumlulukları çok konuşulmuştu. Olaylar karşısında yetersiz kalması nedeniyle, o günlerde İstanbul’da bulunan İçişleri Bakanı Namık Gedik ile birlikte istifa etmek zorunda kalmışlardı. '''Benden Geriye'' isimli kitabımda, 6 yaşındaki bir çocuğun gözlerinden o geceye ait anılarımı şöyle yazdım.
''Kovacılar Caddesi ile Süleymaniye’ye çıkan yokuşun birleştiği köşedeki çınar ağacının altında birdenbire insanlar toplanmaya başlamıştı. Öfkeli sesler birbirine karışıyordu. “Beyoğlu’na, Beyoğlu’na!” sesleri yükseliyordu. Sonra gittiler galiba. Beyoğlu'nda tam anlamıyla neler olduğunu, önce 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından devrin sorumlularının yargılandığı Yassıada mahkemelerinden, daha sonra da okuduğum kitaplardan öğrenecektim. Ama o gece bazı şeyleri yaşadım. Annemle köşe başındaki bir koşumuzun evine gitmiştik. Pencereden olanları izleyebiliyorduk. Süleymaniye yokuşundan hızla inen kamyonların arkasından buz dolapları, çamaşır makineleri çekilerek sürükleniyor, top top kumaşlar yollara saçılıyordu. En üzücü olay ise gecenin ilerleyen saatlerinde tam önümüzde cereyan ediyordu. Bir grup insan, mahallemizin Bulgar sütçüsü Spiro amcanın dükkânına dayanmışlardı. “Burada da gavur var!” diye naralar atıyorlardı. Dükkânın üstünde oturan aileye ne korkular yaşattıklarını düşünmek bile istemiyorum. Hatta bir ara dükkânı ateşe vermeye de yeltendiler, ama Allah'tan, onların Rum olmadığını bilen bir kişinin uyarısıyla sadece camı çerçeveyi kırmakla yetindiler.
O geceye ait unutamadığım bir olay da şuydu: ortanca ağabeyim Beyoğlu'ndan gelmişti. Eve girdiğinde elinde basit bir masa saati vardı. Bunun bir yağmalama malı olduğunu düşünen babam çok kızmıştı. Abimin oldukça tartaklandığını anımsıyorum. Ama bence en acı olay ise bir kaç gün içinde, mahallede zaman zaman birlikte futbol oynadığımız Onnik, Arşak ve Yetvart gibi gayrimüslim arkadaşlarımın ortalardan kaybolmasıydı. Daha sonra onların Yunanistan’a ve İsrail’e göç ettiklerini duymuştuk. Bu anılarımdaki çok hazin bir öyküdür.''
Alim Gürerk E.Kurmay Albay
06.03.2020 13:21:58Sayın Çapanoğlu, 50'li yıllarda Beyazıt İlk Okulunda öğrenciler arasında, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay için bir tekerleme söylerdik. ''Mini mini Vali'miz, ne olacak halimiz?'' Vali'nin, 6-7 Eylül 1955'te, Demokrasi tarihine kara harflerle yazılan malum geceye ait sorumlulukları çok konuşulmuştu. Olaylar karşısında yetersiz kalması nedeniyle, o günlerde İstanbul’da bulunan İçişleri Bakanı Namık Gedik ile birlikte istifa etmek zorunda kalmışlardı. '''Benden Geriye'' isimli kitabımda, 6 yaşındaki bir çocuğun gözlerinden o geceye ait anılarımı şöyle yazdım. ''Kovacılar Caddesi ile Süleymaniye’ye çıkan yokuşun birleştiği köşedeki çınar ağacının altında birdenbire insanlar toplanmaya başlamıştı. Öfkeli sesler birbirine karışıyordu. “Beyoğlu’na, Beyoğlu’na!” sesleri yükseliyordu. Sonra gittiler galiba. Beyoğlu'nda tam anlamıyla neler olduğunu, önce 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından devrin sorumlularının yargılandığı Yassıada mahkemelerinden, daha sonra da okuduğum kitaplardan öğrenecektim. Ama o gece bazı şeyleri yaşadım. Annemle köşe başındaki bir koşumuzun evine gitmiştik. Pencereden olanları izleyebiliyorduk. Süleymaniye yokuşundan hızla inen kamyonların arkasından buz dolapları, çamaşır makineleri çekilerek sürükleniyor, top top kumaşlar yollara saçılıyordu. En üzücü olay ise gecenin ilerleyen saatlerinde tam önümüzde cereyan ediyordu. Bir grup insan, mahallemizin Bulgar sütçüsü Spiro amcanın dükkânına dayanmışlardı. “Burada da gavur var!” diye naralar atıyorlardı. Dükkânın üstünde oturan aileye ne korkular yaşattıklarını düşünmek bile istemiyorum. Hatta bir ara dükkânı ateşe vermeye de yeltendiler, ama Allah'tan, onların Rum olmadığını bilen bir kişinin uyarısıyla sadece camı çerçeveyi kırmakla yetindiler. O geceye ait unutamadığım bir olay da şuydu: ortanca ağabeyim Beyoğlu'ndan gelmişti. Eve girdiğinde elinde basit bir masa saati vardı. Bunun bir yağmalama malı olduğunu düşünen babam çok kızmıştı. Abimin oldukça tartaklandığını anımsıyorum. Ama bence en acı olay ise bir kaç gün içinde, mahallede zaman zaman birlikte futbol oynadığımız Onnik, Arşak ve Yetvart gibi gayrimüslim arkadaşlarımın ortalardan kaybolmasıydı. Daha sonra onların Yunanistan’a ve İsrail’e göç ettiklerini duymuştuk. Bu anılarımdaki çok hazin bir öyküdür.''