Değerli okurlar, “yemek yoksa iki yumurta kırarız” denirdi. Bir yumurta 8 lira bir kilo tereyağı 400 lira olunca onu da kıramayacağız. Yozgat gazetesi sahibi ve başyazarı Sayın Osman Kiracı'da yıllar önce Yozgat'ta ki çarpık kentleşmeyi şöyle tarif ediyordu; "Yozgatlı da yumurtayı marketten almaya başladı."
Halbuki ozanlarımız yumurta üzerine bile ile oyun havası havalandırmışlar.
Yumurtanın sarısı,
Yere düştü yarsısı,
Yarısından fayda yok
Kaç gel gece yarısı
Yumurtanın kulpu yok,
Gözlerimde uyku yok
Sür gemici gemiyi
Hiç kimseden korkum yok
Cennetmekân babamın memuriyeti dolayısıyla 1950’li, 60’lı yıllarda Önce Ankara ve Kırklareli daha sonra da Yozgat’a yakın Amasya, Niğde, Dinar vs. gibi İç Anadolu’nun il ve ilçelerinde bulunmuştuk. Gittiğimiz şehirlerde oturduğumuz evler mutlaka bahçeli olurdu. Ben hemen eldeki imkânlarla tavuklarımızı koyacak bir yer yapar sonra onu kümese tahvil ederdim.
Yozgat’ta büyük bahçeli evlerimiz hatta konaklarımız vardı.
Bu büyük bahçeli evlerin bir köşesinde mutlaka tavuklar için yapılmış bir kümes ve atları koymak için de ahırlar olurdu. Bir işleri için ya da alışverişleri için köyden Yozgat’a gelen köylüler hanlara para vermemek için eğer yaz ise kocaman avlularda açık havada kış ise bizlerin bu sıcacık ahırlarının sekilerinde yatarlardı.
Yenicami mahallesin de şimdi Bağkur Konutlarının olduğu arsa beş dönüm büyüklüğünde bir bahçe idi. İçinde bitişik iki daireli betonarme bir evimiz vardı. Çatal kapıdan girince sol tarafta duvara bitişik içinde ayakta durulacak yükseklikte tuğladan örülerek yapılmış üzeri kiremitli büyük bir kümesimiz vardı. Bir sürü tavuğun bu büyük bahçede dolaştığını hatırlıyorum. Bir gece yarısı ev içinde ki koşuşturmalara uyandık. Babamın, kümesin yakınına kurduğu kapana bir tilki yakalanmıştı. Babam tüfeğiyle onu vurup öldürmüştü.
1950-1955 yılları Ankara da Numune hastanesinin karşısında Talatpaşa Bulvarı 17 nolu evimizin büyükçe bir avlusu vardı orada da manavdan aldığımız meyve sebze kasalarının tahtaları ile komşu evin duvarına tutturduğum bir kümescik yapmıştım. Sene 1952, yaşım 7 ilkokul 1.sınıf talebesiyim. Babam hemen 10 adet Legorn tavuk ve bir adet horoz aldı. Legorn cinsi diğer ırklara kıyasla daha az yem tüketmesi, erken yumurta yapmaya başlaması, yıllık yumurta sayısının suni ortamda bile 320-340 olan beyaz renkli bir tavuk cinsi. Böylelikle bilhassa biz çocukların gıdası için hem yumurta hem et ihtiyacımız böyle karşılandı. Tanesi yüz paraya yani delikli 2,5 kuruşa evlerin kapısını çalarak yumurta satanlar da vardı.
Sene 1955, Kırklareli'nde ilkokul 4. sınıf talebesiyim. Ankara'dan Man marka bir kamyona yüklediğimiz eşyalarımızın arasına yaptığım bir kafes içindeki tavuklarımızı da koymuştuk. O yıllarda yollarımız daha asfaltlanmamıştı çoğu stabilize (oturtulmuş) yollardı. Önümüzde giden araçların çıkardığı tozdan göz gözü görmez havada uçan tozlar üstümüze yapışırdı. Yanımızdan geçen ve tesadüf Kırklareli'ne giden bir otobüs önümüzde durunca bizde durduk. Otobüsten inen birkaç kişi tavuklar uçuyor diye bağırıyorlardı. Bizde indik, gördüğümüz manzara, kamyondan uçan tavuklardan birkaç tanesi yol kenarındaki tarlalara inmişti. Otobüs yolcuları koşarak onları yakalayıp bize verdiler. Benim yaptığım derme çatma kafes bu kadar dayanabilmişti.
Kırklareli'nde büyük bahçeli bir evde oturuyoruz. Bahçede kuyusu bile vardı ve iki katlı bir evdi. Burada kümes yapmaya gerek olmadı, alt katın bir odasını kümes yaptık. Kümes büyük olunca babam Ankara'dan getirdiğimiz tavuklara ilave olsun düşüncesiyle hemen Legorn cinsi beyaz piliçler aldı. Piliçler büyüyünce iki tanesinin horoz olduğu ortaya çıktı. İki horoz kavga etmeye ve birbirlerine zarar vermeye başladılar. Kavgacı olanı boş odaya kapattık. Bu horoz bahçeye bakan pencerelerden tavukları seyrettikçe onu oraya kapattığımız için bize kinlendi. Ona yem vermek için hangimiz odaya girersek havalanıp gaga atmaya başladı. Babam da onu kesti.
Tavuklarımızdan hemen her gün 8-10 yumurta alıyoruz. Babam hafta sonları kasaptan aldığı kemikleri bahçede bir kütük üstünde baltanın tersi ile ezip tavuklara veriyor. Tavukların o kadar hoşuna gidiyor ki kütüğün üzerindeki ezilmiş kemiği kapmak için bilmeden gagalarını baltanın altına uzatıyorlar. Manzaradan çok mutlu olan babam bir yandan kemikleri eziyor bir yandan gülümseyerek "ulan şimdi birinizin gagası baltanın altında kalacak ha" diye onlarla konuşuyor.
1956, Afyon/Dinar 'da İlkokul 5. sınıf talebesiyim, kardeşim Haluk dördüncü sınıf talebesi. Üç katlı Kızılay apartmanının üçüncü katında oturuyoruz. Apartmanın teras şeklinde yapılmış iki katlı büyük bir bahçesi var. Bu sefer tavuklarımızı getirmedik. Yandaki arsada bina yapılırken kullanılan kerestelerin muhafaza edildiği kapısı açık bir depo var. Dekamen (kovboyculuk oyunu) oynarken saklanıyoruz. Bir yaş küçük kardeşim Haluk ile oradan getirdiğimiz kerestelerle teras olan bahçenin duvarına büyükçe ve muhkem bir kümes yaptık. Babam yine Legorn tavuklar aldı. Bütün gün kocaman bahçenin otları arasında dolaşıyor gıdaklamaları bittiğinde otların arasında bulduğumuz sıcak yumurtanın tepesini delip içiyoruz. Babam, "ben çocukken öyle yapardım sizde yapabilirsiniz" demişti.
1957-1958, ben ortaokul 1 ve 2. sınıfları kardeşim ilkokul 5. sınıf ve orta 1. sınıfı okuduğumuz Niğde'de oturduğumuz evin bahçesi yoktu ama kapı karşımızda etrafı duvarla çevrilmiş boş bir arsa vardı. İki kardeş oraya da üstleri toprak damlı Niğde evleri gibi toprak damlı bir kümes yaptık. Babam yine Legorn tavuklar aldı. Evimiz ve arsa ana yolun kenarındaydı. Niğde'de kaldığımız iki yıl içinde birkaç tavuğumuz hürriyeti seçmek için bahçe duvarını aşınca arada sırada geçen otobüs ya da kamyonların altında kalıp ezildiler.
1959-1960-1961 yılları, artık iki kardeş de lise talebesiyiz. Ben lisenin boru takımında kardeşim trampet takımındayız. Hem okul Türk halk müziği korosunda hem de Amasya musiki cemiyetinde bağlama çalıyorum. Her Amasyalı genç gibi güreş sporuyla ilgileniyorum. Amasya da şehri yukardan gören güzel manzaralı bir evde oturduk. Kot farkından dolayı bizden biraz yüksek komşunun bahçesi ile bizim küçük bahçenin arasına kardeşimle birlikte önce bir küçük kümes yaptık ve etrafını kümes teli çevirdik. Babam yine Legorn tavuklar aldı. Tavuklarımız ancak kümes teli ile çevirdiğimiz alan içinde gezebildiler. Annem yumurtaların kabukları inceldi deyince babam kireç taşları getirdi. Tavuklar bu taşları gagalayarak yumurtalarının kabuklarını tekrar sertleştirdiler.
Bir gün babam "gel sana tavuk kesmeyi öğreteyim "dedi. Tavuklardan birisinin kanatlarını açarak sol ayağımın altına alarak yere yatırdım. Sol elimle de başını tutarak boğazı kesilebilecek bir duruma getirdim. Babamın uzattığı bıçağı sağ elime aldım ama yapamadım, bıçağı tavuğun boynuna süremedim. Babam bana bir şey söylemeden elimden aldı kesti tavuğu.
Ve Çanakkale de İş bankasının şehrin merkezindeki lojmanına yerleştik. Sene 1962-1964. Ve o günden sonra köylünün pazara getirdiği köy yumurtalarını ya da tavuk çiftliklerinde suni yemlerle beslenen tavukların yumurtalarını çarşıdan almaya başladık.
70 yıl önce iki buçuk kuruşa (delikli yüz para) aldığımız yumurta bugün 800 kuruş.
Tavuklar grev mi yaptı da yumurta bu kadar zamlandı diyeceğim ama vahşi ve zalim insanoğlu kafes içinde suni yemle beslediği ve gün ışığından mahrum tuttukları tavuklardan ışık aldatmacası yaparak 48 saatte üç yumurta alıyor. Yani boğaz tokluğuna çalıştırdığı tavuklara bile fazla mesai yaptırıyor.