Değerli okurlar, Oda Tv. Gazetesi, 24.09.2019 günü İstanbulun Adalar ilçesinde faytonların kaldırılması kararı üzerine Karaoğlanın yaratıcısı üstat Suat Yalazın Faytonları kaldırmak tarihe ihanet başlıklı çok güzel bir yazısını yayınladı. ( bkz. https://odatv.com/faytonlari-kaldirmak-tarihe-ihanet-24091924.html) Okuyunca, çocukluğumuzun Yozgatının faytonları ve faytoncuları geldi aklıma.
Fayton kelimesi Fransızcadan geliyormuş. Fayton, ilk olarak Osmanlı zamanında İstanbula Sultan Abdülmecit döneminde saray arabası olarak getirilmiş, daha sonra hali vakti yerinde olan konaklarda da kullanılmaya başlanmıştır. Vezir Çapanoğlu Mehmet Celalettin Paşa da Osmanlı Rus savaşında Ruslara esir düşünce Çar I. Aleksandr onu İstanbula 6 atın çektiği lüks bir fayton (kupa) ile gönderir. Cennetmekân dedem (anne babam) Şükrü Efendinin de kendi faytonu vardı.
Bu gün, Türkiyenin ilk ve tek fayton markası Güneş Fayton, Manisa Akhisarda kurulu olan şirketinde, ürettiği nostaljik faytonları dünyanın dört bir yanına ihraç ediyor.2006'dan bu yana imal ettiği faytonları Türkmenistan, Rusya, İngiltere, Slovakya, Azerbaycan, Bulgaristan, Almanya, Romanya, Belarus Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere ihraç ediyor.
Isparta'nın Yalvaç İlçesinde de 45 yaşındaki Zafer Erdal Fayton üretiyor ve yurt dışına gönderiyor. İnternette 2.500 liradan 18.000 liraya kadar satılık fayton görebilirsiniz.
Hatırladığım kadarıyla 20 kadar faytoncu vardı çocukluk yıllarımda, ben dokuz kişinin ismini hatırlayabildim. Yozgatlıların tabiri ile Paytoncu Kör Durak ağa, Bahattin ağa, Ahmet ağa, Mehmet ağa, Ali ağa, Osman ağa, Yaşar ağa, Felek ağa ve bir atının bayılmasıyla faytonu devrilen Nuri ağa (Ekici) Büyüklerimiz isimleri ile hitap etseler de biz yaşlarına hürmeten ağa derdik.
Sanırım 1970 lerin sonlarında hiç biri kalmadı. 20 civarındaki fayton Saat Kulesi ile Hükümet Konağı arasındaki parkın duvarının dibinde, doğu-batı istikametinde dizilirlerdi. Atlarının başlarına yem torbaları takılmış tek sıra dururlar müşteri beklerlerdi. Atların başına yem torbaları takılırdı ama arkalarına da pislikleri yere dökülmesin diye bir torba daha takılırdı. Yeri gelmişken bir açıklama yapayım. Tiridine bandım türküsünde öküzüm torbadan düştü ile kastedilen tarif, hayvanın başındaki yem torbasının başından çıkmasıdır. Buna torbadan düştü denir. Manda yuva yapmış söğüt dalına da şu durumun tarifidir. Mandalar fazla tüylü olmadıklarından, sıcak havalarda gölge yer ararlar. En iyi gölgelikte dere kenarındaki söğütlerin altıdır. Manda, söğüt gölgesinin altına isabet eden suyun içine gel keyfim gel kendini bırakır. Buna da halk ağzında Manda yuva yapmış söğüt dalına denir.
Duvarın önünde sıraya giren faytonlarda sıra elbette en baştakindedir ama biz başka bir faytoncuyu tercih ediyorsak sıradan çıkar bizi gideceğimiz yere götürürdü. Bu günün görgüsüz bencil taksicileri gibi değillerdi, birbirleri ile kavga etmezlerdi. Sıradaki faytonlarda fazla beklemezdi zaten, çünkü pazardan alışveriş yapanlar, aldıkları meyve ve sebzeleri evlerine faytonlarla götürürlerdi. Birçok esnaf işinden kalmamak için kendileri gitmez aldıklarını evlerine faytoncularla gönderirlerdi. Büyüklerimizi yakından tanırlar evlerimizi bilirlerdi. Örneğin okullar tatil olup da Yozgata geldiğimizde valizlerimizle Ahmet ağanın faytonuna biner dedemlere gideceğiz dediğimde Ahmet ağa bizi, Mutafoğlu mahallesi Eski Sungurlu caddesinde Şekerpınar yolundaki köprünün başında, duvarında acı pınar akan Ceritzade Şükrü Efendinin evine götürürdü. Günümüzde bu köprünün altından geçen derecik kapatıldığından tarif ettiğim yerde köprü de göremezsiniz.
Faytoncular, hafta sonları da piknikçileri Çamlık Milli Parkımıza çıkarırlardı. Hastaneden itibaren yokuş başlayınca atlarda zorlanmaya başlardı. Bu zorlanmadan dolayı mıdır yoksa yedikleri yemden midir zort, zort gaz çıkarmaya başlayınca kardeşimle üzülür faytondan iner kese yollardan faytondan önce kayak evinin oraya varmaya çalışırdık. Büyüklerimiz faytondan inmemize karşı çıksalar da biz dayanamaz inerdik. Biz iki kardeş insana en yakın hayvanlardan biri olan atları çok severdik. Kim sevmezdi ki. Yozgata gittiğimizde valizlerimizi bırakır acele ile el öptükten sonra hemen ahıra koşardık. Atların birine ben birine kardeşim biner Şekerpınara doğru sürerdik. Her daim pencere önünde oturan dayımın kayınvalidesi bizi görünce Necla Hanım gelmiş dermiş.
Motorlu ulaşım vasıtaları hem az hem de pahalı olduğu için yakın köylere giderken de yine faytonlar tercih edilirdi. Rahmetli emekli Başkonsolos büyük dayım Nafiz Haşmet Terken, her yaz Ankaradan Yozgata gelir. Arabacı Necip ağanın arabasına yüklettiği tenekelerle gaz yağı, kesme şekeri, mum, gaz lambası şişeleri gibi malzemeler hazır olunca kendisi, anneannem ve biz iki kardeş Ahmet ağanın faytonuna biner önde biz arkada Necip ağa Köseyusuflu köyüne giderdik. Götürdüklerimizi muhtarın nezaretinde ihtiyaç sahiplerine dağıtır akşama kalmaz dönerdik. Aziz naaşı caminin haziresindeki babası Haşmet Beyin kabrinde babasının koynundadır.
Yukarda Cennetmekân dedem Şükrü Efendinin de kendi faytonu vardı demiştim. Ömer ağa ismindeki çalışanımız, gerektiğinde faytonu, gerektiğinde tek atla çekilen arabamızı sürerdi. Tarlalarının ve iki katlı evin olduğu Dayılı köyüne bu faytonla gider gelirdik. Dedemin Fordson Major marka bir traktörü ve arkasında vagoneti vardı ama traktör yaz boyu köyde başka işlerle meşgul olduğundan Yozgata sadece vagonetine yüklediği varillere mazot almak için gelirdi. O tarihlerde daha 12 yaşımdaki ben araç kullanmayı bu traktörde öğrenmiştim. Dayılı Yozgat arası 15 km kadardı ki Yozgat pazarına gelen köylüler kimi yayan kimi eşekle 3 saatte gelirlerdi. Eşeklerini bizim ahıra bağlarlar akşam doğru gelip alırlar köye doğru yola koyulurlardı. Bu vesile ile azıcıkta kağnılardan bahsedeyim. Bunlar çok yavaş giderlerdi. Çeken öküzler ya da camızlarda uygun adımlarla bir sağa bir sola yatarak ağır ağır ilerlerdi. Duyduğuma göre Şekerpınara yaklaşınca kağnının bir kenarında asılı sabun suyunu batırdıkları telek ile dingile sürerlermiş bu yüzden sanki acı çekiyormuş gibi gıcırdarlardı. Kağnıları 12-13 yaşındaki çocuklar getirirlerdi. Ben şaşırarak izlerdim. Onlarda öküzleri ya da camızları yönetmek için kullandıkları ve omuzlarından uzattıkları uzun sırıklarla dalgın dalgın bize bakarlardı. Çoğu zaman Kağnıların dört yanına soktukları uzun ağaçlara kilimlerini duvar gibi asar daha fazla yük almasını sağlarlardı. Buna çeten denirdi genelde ağırlıkta hafif ama hacmi epey büyük saman yükünü taşımak için kullanılırdı.
Faytonumuzla ilgili anılarımda kalan iki önemli hadiseyi de söz açılmışken nakledeyim. Dedem bir gün kendi faytonu ile şehir merkezine inerken bir kamyondan boşaltılan boş gaz tenekelerinden birisinin düşme sesinden ve parıldamasından ürken atlar parlayıp çılgınca koşmaya başlayınca dedem hemen atlar ama Ömer ağanın atlarken kolu kırılır. Fayton eve önünde iki atı ile tarihi filmlerdeki savaş arabaları gibi ön iki teker halinde getirilmişti.
Rahmetli babam Muammer Çapanoğlunun annem ile evliliklerinin ilk yıllarında dedemlere yaptıkları ziyaretin sonunda babam istemese de kayınbiraderi rahmetli dayım Yaşar Cerit hemen ahıra gider, hayvanları faytona koşar onları sırasöğüt mahallesindeki kendi evlerine bırakırmış. O günlerde hem toy hem de kendini delikanlı zanneden 15 yaşındaki dayım, babamın yapma yavaş sür demesine rağmen öpcelenip atları kamçılayarak faytonu son hızla sürermiş. Sağ olasıca o kadar yolu yürümememizi istemediği için yapardı ama eve gelene kadar elimiz yüreğimizde heyecan içinde nasıl geldiğimizi bilemezdik diye anlatırdı.
Biz yaştakilerin anılarında birde hanımların faytonla hamama gitme olayı vardır. Faytonumuz Yozgattaysa onunla yok eğer köydeyse Anneannem, annem, teyzelerim, yardımcı iki kız ve yakın sayılan komşular bohçalarını, yiyeceklerini ki bunun içinde zeytinyağlı dolmalar ve turşularda var, hazır edilince bizde çarşıya koşar birine ben birine kardeşim Haluk biner onları evin önüne getirirdik. O zaman telefon kimse de yoktu. Hamam hazırlığı bir gün önceden başlardı. Bohçaların içine sadece hamamda kullanılan gümüş hamam tasları, gümüş kaplı fildişi taraklar, aynalar, ütülü peştamallar, lifler, kenarları oyalı hamam tülbentleri, saçlarını boyayacakları kınalar özenle yerleştirilirdi. Sabah ev işlerinin bitmesiyle başlayan hamam sefası akşamüstüne kadar sürerdi. Hanımlar çok sıcaklanınca toplu halde soğukluğa çıkarlar hamamcıdan aldıkları gazozlar eşliğinde getirdiklerini yerler yeteri kadar soğuklarınca tekrar hamama yunmaya girerlerdi. Burada araya kısacık bir fıkra sığdıralım; Vakit oldukça geç olunca hamamcı tokmaklı kapıyı aralayıp sorar içerde yunan var mı? İçerdeki tek müşterinin cevabı gelir. Yok abi, ben de Gayseriliyim.
Hanımların hamam sefası sona erince faytoncuların beklediği yere bir çocuk koşturulur iki fayton getirtilirdi. Biz sokakta oynarken hamamdan dönen hanımlar sanki başka bir dünyadan gelmişler gibiydiler. Hepsi de aşina olduğumuz, derileri soyulmuş kırmızı yüzlü, ve faytondan zorlukla inen yorgun hanımlar.
Dedemin faytonu, kullanıldığı dönemde dış avluda hizmete hazır bir şekilde durdu. İstanbula göçülünce iç avludaki havuzun yanına konuldu. Önce tentesi sonra kendi çürüdü geriye demir aksamı kaldı. Sonrasını bilmiyorum.
Babamın memuriyeti dolayısıyla Amasya da olduğumuz yıllarda (1959-61) dedem bizi ziyarete gelmişti. Yeşilırmak kıyısında yürürken bir fayton geçti yanımızdan. Dedem elleri arkasında yan dönüp arkasında uzun süre izlemişti giden faytonu. O sahne bu gün bile gözümün önünde. Amasyanın faytonları bizim faytonlardan hem daha büyük hem de daha gösterişliydi.
Ünlü yazar Yaşar Kemal, 1976 yılında kaleme aldığı ''Bu diyar baştanbaşa'' isimli kitabında şöyle yazmış; Yerköy'le Yozgat arası otobüs buldum. Yozgat'a geldik. Yozgat yeşillik. Bir koyağın içinde. Şehre girerken, sağ yanda, yamaçta koyu bir yeşillik çarpıyor göze. Yozgat'ta Cumhuriyet'in muhabirini buldum. Genç, kültürlü bir arkadaş. Yozgat'ını da seviyor. Adı Abbas Sayar. Yakında bu isim altında çok güzel hikâyeler okuyacağız, ilk işim Abbas'a sağ yandaki koyu yeşilliği sormak oldu. Orman, dedi. Yozgatlılar ona gözleri gibi bakar, istersen gidip dolaşalım. Bir araba bulduk. Yozgat'ta epeyce fayton var. Bütün Orta Anadolu şehirlerinde o güzelim faytonlar hâlâ rağbette. Yola düştük. On beş dakika sonra ormandayız. Püfür püfür bir yel esiyor. Abbas diyor ki: Gezdin bilirsin. Şu bozkırda Yozgat gibi havası güzel bir şehir gördün mü? Yoktur. Olamaz da, Yozgat'ın cennetliği bundan. (Türkiyenin ilk milli park olan bu ormanı koyduğu yasaklarla bu günlere ulaştıran Çapanoğlu Mustafa Paşaya rahmetler olsun.)
Biz çocukluğumuzda Payton derdik, daha eskiler Aynalı körük demişler iki yanında gazyağlı fenerleri ile o zamanın bu oldukça lüks konforlu araçlarına ve bildiniz şu türküyü havalandırmışlar.
Oğlanın adı Ömer
Belimi sıktı kemer
Benim ince belime
Yakışır gümüş kemer
Aynalı körük olmazsa
Ben gelin gitmem
Ud-kemani çalmazsa
Aynalı körüğe de binmem
Gel dağları aşalım
Hilalde buluşalım
Girelim biz kolkola
Çamlıkta dolaşalım
Aynalı körük olmazsa
Ben gelin gitmem
Ud-kemani çalmazsa
Aynalı körüğe de binmem
Bu güzel Yozgat türküsünü Youtube dan indirip dinleyebilirsiniz
Değerli okurlar, bende yaşıtlarım gibi sokaklarında ekşi un, bahçelerinde tezek, ahırlarında gübre ve saman kokusu, üzerlerine bastığımızda ezilen kekik kokusu ile eski Yozgatımı özlüyorum. İçinde, başlarında yem torbaları takılı atlarıyla sürücü yerinde sessizce müşteri bekleyen faytoncular, Kör Durak ağası, Bahattin ağası, Ahmet ağası, Mehmet ağası, Ali ağası, Osman ağası, Yaşar ağası, Felek ağası, Nuri ağası olan Yozgatımı çok özlüyorum.
Bu yazımı da , Yozgat hakkında yazdığım her yazıma bana eski Yozgatı hatırlattın diye yorum göndererek beni motive eden değerli Prof. Ahmet Yaşar Ocak hocama ithaf ediyorum.
03.10.2019
Fayton kelimesi Fransızcadan geliyormuş. Fayton, ilk olarak Osmanlı zamanında İstanbula Sultan Abdülmecit döneminde saray arabası olarak getirilmiş, daha sonra hali vakti yerinde olan konaklarda da kullanılmaya başlanmıştır. Vezir Çapanoğlu Mehmet Celalettin Paşa da Osmanlı Rus savaşında Ruslara esir düşünce Çar I. Aleksandr onu İstanbula 6 atın çektiği lüks bir fayton (kupa) ile gönderir. Cennetmekân dedem (anne babam) Şükrü Efendinin de kendi faytonu vardı.
Bu gün, Türkiyenin ilk ve tek fayton markası Güneş Fayton, Manisa Akhisarda kurulu olan şirketinde, ürettiği nostaljik faytonları dünyanın dört bir yanına ihraç ediyor.2006'dan bu yana imal ettiği faytonları Türkmenistan, Rusya, İngiltere, Slovakya, Azerbaycan, Bulgaristan, Almanya, Romanya, Belarus Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere ihraç ediyor.
Isparta'nın Yalvaç İlçesinde de 45 yaşındaki Zafer Erdal Fayton üretiyor ve yurt dışına gönderiyor. İnternette 2.500 liradan 18.000 liraya kadar satılık fayton görebilirsiniz.
Hatırladığım kadarıyla 20 kadar faytoncu vardı çocukluk yıllarımda, ben dokuz kişinin ismini hatırlayabildim. Yozgatlıların tabiri ile Paytoncu Kör Durak ağa, Bahattin ağa, Ahmet ağa, Mehmet ağa, Ali ağa, Osman ağa, Yaşar ağa, Felek ağa ve bir atının bayılmasıyla faytonu devrilen Nuri ağa (Ekici) Büyüklerimiz isimleri ile hitap etseler de biz yaşlarına hürmeten ağa derdik.
Sanırım 1970 lerin sonlarında hiç biri kalmadı. 20 civarındaki fayton Saat Kulesi ile Hükümet Konağı arasındaki parkın duvarının dibinde, doğu-batı istikametinde dizilirlerdi. Atlarının başlarına yem torbaları takılmış tek sıra dururlar müşteri beklerlerdi. Atların başına yem torbaları takılırdı ama arkalarına da pislikleri yere dökülmesin diye bir torba daha takılırdı. Yeri gelmişken bir açıklama yapayım. Tiridine bandım türküsünde öküzüm torbadan düştü ile kastedilen tarif, hayvanın başındaki yem torbasının başından çıkmasıdır. Buna torbadan düştü denir. Manda yuva yapmış söğüt dalına da şu durumun tarifidir. Mandalar fazla tüylü olmadıklarından, sıcak havalarda gölge yer ararlar. En iyi gölgelikte dere kenarındaki söğütlerin altıdır. Manda, söğüt gölgesinin altına isabet eden suyun içine gel keyfim gel kendini bırakır. Buna da halk ağzında Manda yuva yapmış söğüt dalına denir.
Duvarın önünde sıraya giren faytonlarda sıra elbette en baştakindedir ama biz başka bir faytoncuyu tercih ediyorsak sıradan çıkar bizi gideceğimiz yere götürürdü. Bu günün görgüsüz bencil taksicileri gibi değillerdi, birbirleri ile kavga etmezlerdi. Sıradaki faytonlarda fazla beklemezdi zaten, çünkü pazardan alışveriş yapanlar, aldıkları meyve ve sebzeleri evlerine faytonlarla götürürlerdi. Birçok esnaf işinden kalmamak için kendileri gitmez aldıklarını evlerine faytoncularla gönderirlerdi. Büyüklerimizi yakından tanırlar evlerimizi bilirlerdi. Örneğin okullar tatil olup da Yozgata geldiğimizde valizlerimizle Ahmet ağanın faytonuna biner dedemlere gideceğiz dediğimde Ahmet ağa bizi, Mutafoğlu mahallesi Eski Sungurlu caddesinde Şekerpınar yolundaki köprünün başında, duvarında acı pınar akan Ceritzade Şükrü Efendinin evine götürürdü. Günümüzde bu köprünün altından geçen derecik kapatıldığından tarif ettiğim yerde köprü de göremezsiniz.
Faytoncular, hafta sonları da piknikçileri Çamlık Milli Parkımıza çıkarırlardı. Hastaneden itibaren yokuş başlayınca atlarda zorlanmaya başlardı. Bu zorlanmadan dolayı mıdır yoksa yedikleri yemden midir zort, zort gaz çıkarmaya başlayınca kardeşimle üzülür faytondan iner kese yollardan faytondan önce kayak evinin oraya varmaya çalışırdık. Büyüklerimiz faytondan inmemize karşı çıksalar da biz dayanamaz inerdik. Biz iki kardeş insana en yakın hayvanlardan biri olan atları çok severdik. Kim sevmezdi ki. Yozgata gittiğimizde valizlerimizi bırakır acele ile el öptükten sonra hemen ahıra koşardık. Atların birine ben birine kardeşim biner Şekerpınara doğru sürerdik. Her daim pencere önünde oturan dayımın kayınvalidesi bizi görünce Necla Hanım gelmiş dermiş.
Motorlu ulaşım vasıtaları hem az hem de pahalı olduğu için yakın köylere giderken de yine faytonlar tercih edilirdi. Rahmetli emekli Başkonsolos büyük dayım Nafiz Haşmet Terken, her yaz Ankaradan Yozgata gelir. Arabacı Necip ağanın arabasına yüklettiği tenekelerle gaz yağı, kesme şekeri, mum, gaz lambası şişeleri gibi malzemeler hazır olunca kendisi, anneannem ve biz iki kardeş Ahmet ağanın faytonuna biner önde biz arkada Necip ağa Köseyusuflu köyüne giderdik. Götürdüklerimizi muhtarın nezaretinde ihtiyaç sahiplerine dağıtır akşama kalmaz dönerdik. Aziz naaşı caminin haziresindeki babası Haşmet Beyin kabrinde babasının koynundadır.
Yukarda Cennetmekân dedem Şükrü Efendinin de kendi faytonu vardı demiştim. Ömer ağa ismindeki çalışanımız, gerektiğinde faytonu, gerektiğinde tek atla çekilen arabamızı sürerdi. Tarlalarının ve iki katlı evin olduğu Dayılı köyüne bu faytonla gider gelirdik. Dedemin Fordson Major marka bir traktörü ve arkasında vagoneti vardı ama traktör yaz boyu köyde başka işlerle meşgul olduğundan Yozgata sadece vagonetine yüklediği varillere mazot almak için gelirdi. O tarihlerde daha 12 yaşımdaki ben araç kullanmayı bu traktörde öğrenmiştim. Dayılı Yozgat arası 15 km kadardı ki Yozgat pazarına gelen köylüler kimi yayan kimi eşekle 3 saatte gelirlerdi. Eşeklerini bizim ahıra bağlarlar akşam doğru gelip alırlar köye doğru yola koyulurlardı. Bu vesile ile azıcıkta kağnılardan bahsedeyim. Bunlar çok yavaş giderlerdi. Çeken öküzler ya da camızlarda uygun adımlarla bir sağa bir sola yatarak ağır ağır ilerlerdi. Duyduğuma göre Şekerpınara yaklaşınca kağnının bir kenarında asılı sabun suyunu batırdıkları telek ile dingile sürerlermiş bu yüzden sanki acı çekiyormuş gibi gıcırdarlardı. Kağnıları 12-13 yaşındaki çocuklar getirirlerdi. Ben şaşırarak izlerdim. Onlarda öküzleri ya da camızları yönetmek için kullandıkları ve omuzlarından uzattıkları uzun sırıklarla dalgın dalgın bize bakarlardı. Çoğu zaman Kağnıların dört yanına soktukları uzun ağaçlara kilimlerini duvar gibi asar daha fazla yük almasını sağlarlardı. Buna çeten denirdi genelde ağırlıkta hafif ama hacmi epey büyük saman yükünü taşımak için kullanılırdı.
Faytonumuzla ilgili anılarımda kalan iki önemli hadiseyi de söz açılmışken nakledeyim. Dedem bir gün kendi faytonu ile şehir merkezine inerken bir kamyondan boşaltılan boş gaz tenekelerinden birisinin düşme sesinden ve parıldamasından ürken atlar parlayıp çılgınca koşmaya başlayınca dedem hemen atlar ama Ömer ağanın atlarken kolu kırılır. Fayton eve önünde iki atı ile tarihi filmlerdeki savaş arabaları gibi ön iki teker halinde getirilmişti.
Rahmetli babam Muammer Çapanoğlunun annem ile evliliklerinin ilk yıllarında dedemlere yaptıkları ziyaretin sonunda babam istemese de kayınbiraderi rahmetli dayım Yaşar Cerit hemen ahıra gider, hayvanları faytona koşar onları sırasöğüt mahallesindeki kendi evlerine bırakırmış. O günlerde hem toy hem de kendini delikanlı zanneden 15 yaşındaki dayım, babamın yapma yavaş sür demesine rağmen öpcelenip atları kamçılayarak faytonu son hızla sürermiş. Sağ olasıca o kadar yolu yürümememizi istemediği için yapardı ama eve gelene kadar elimiz yüreğimizde heyecan içinde nasıl geldiğimizi bilemezdik diye anlatırdı.
Biz yaştakilerin anılarında birde hanımların faytonla hamama gitme olayı vardır. Faytonumuz Yozgattaysa onunla yok eğer köydeyse Anneannem, annem, teyzelerim, yardımcı iki kız ve yakın sayılan komşular bohçalarını, yiyeceklerini ki bunun içinde zeytinyağlı dolmalar ve turşularda var, hazır edilince bizde çarşıya koşar birine ben birine kardeşim Haluk biner onları evin önüne getirirdik. O zaman telefon kimse de yoktu. Hamam hazırlığı bir gün önceden başlardı. Bohçaların içine sadece hamamda kullanılan gümüş hamam tasları, gümüş kaplı fildişi taraklar, aynalar, ütülü peştamallar, lifler, kenarları oyalı hamam tülbentleri, saçlarını boyayacakları kınalar özenle yerleştirilirdi. Sabah ev işlerinin bitmesiyle başlayan hamam sefası akşamüstüne kadar sürerdi. Hanımlar çok sıcaklanınca toplu halde soğukluğa çıkarlar hamamcıdan aldıkları gazozlar eşliğinde getirdiklerini yerler yeteri kadar soğuklarınca tekrar hamama yunmaya girerlerdi. Burada araya kısacık bir fıkra sığdıralım; Vakit oldukça geç olunca hamamcı tokmaklı kapıyı aralayıp sorar içerde yunan var mı? İçerdeki tek müşterinin cevabı gelir. Yok abi, ben de Gayseriliyim.
Hanımların hamam sefası sona erince faytoncuların beklediği yere bir çocuk koşturulur iki fayton getirtilirdi. Biz sokakta oynarken hamamdan dönen hanımlar sanki başka bir dünyadan gelmişler gibiydiler. Hepsi de aşina olduğumuz, derileri soyulmuş kırmızı yüzlü, ve faytondan zorlukla inen yorgun hanımlar.
Dedemin faytonu, kullanıldığı dönemde dış avluda hizmete hazır bir şekilde durdu. İstanbula göçülünce iç avludaki havuzun yanına konuldu. Önce tentesi sonra kendi çürüdü geriye demir aksamı kaldı. Sonrasını bilmiyorum.
Babamın memuriyeti dolayısıyla Amasya da olduğumuz yıllarda (1959-61) dedem bizi ziyarete gelmişti. Yeşilırmak kıyısında yürürken bir fayton geçti yanımızdan. Dedem elleri arkasında yan dönüp arkasında uzun süre izlemişti giden faytonu. O sahne bu gün bile gözümün önünde. Amasyanın faytonları bizim faytonlardan hem daha büyük hem de daha gösterişliydi.
Ünlü yazar Yaşar Kemal, 1976 yılında kaleme aldığı ''Bu diyar baştanbaşa'' isimli kitabında şöyle yazmış; Yerköy'le Yozgat arası otobüs buldum. Yozgat'a geldik. Yozgat yeşillik. Bir koyağın içinde. Şehre girerken, sağ yanda, yamaçta koyu bir yeşillik çarpıyor göze. Yozgat'ta Cumhuriyet'in muhabirini buldum. Genç, kültürlü bir arkadaş. Yozgat'ını da seviyor. Adı Abbas Sayar. Yakında bu isim altında çok güzel hikâyeler okuyacağız, ilk işim Abbas'a sağ yandaki koyu yeşilliği sormak oldu. Orman, dedi. Yozgatlılar ona gözleri gibi bakar, istersen gidip dolaşalım. Bir araba bulduk. Yozgat'ta epeyce fayton var. Bütün Orta Anadolu şehirlerinde o güzelim faytonlar hâlâ rağbette. Yola düştük. On beş dakika sonra ormandayız. Püfür püfür bir yel esiyor. Abbas diyor ki: Gezdin bilirsin. Şu bozkırda Yozgat gibi havası güzel bir şehir gördün mü? Yoktur. Olamaz da, Yozgat'ın cennetliği bundan. (Türkiyenin ilk milli park olan bu ormanı koyduğu yasaklarla bu günlere ulaştıran Çapanoğlu Mustafa Paşaya rahmetler olsun.)
Biz çocukluğumuzda Payton derdik, daha eskiler Aynalı körük demişler iki yanında gazyağlı fenerleri ile o zamanın bu oldukça lüks konforlu araçlarına ve bildiniz şu türküyü havalandırmışlar.
Oğlanın adı Ömer
Belimi sıktı kemer
Benim ince belime
Yakışır gümüş kemer
Aynalı körük olmazsa
Ben gelin gitmem
Ud-kemani çalmazsa
Aynalı körüğe de binmem
Gel dağları aşalım
Hilalde buluşalım
Girelim biz kolkola
Çamlıkta dolaşalım
Aynalı körük olmazsa
Ben gelin gitmem
Ud-kemani çalmazsa
Aynalı körüğe de binmem
Bu güzel Yozgat türküsünü Youtube dan indirip dinleyebilirsiniz
Değerli okurlar, bende yaşıtlarım gibi sokaklarında ekşi un, bahçelerinde tezek, ahırlarında gübre ve saman kokusu, üzerlerine bastığımızda ezilen kekik kokusu ile eski Yozgatımı özlüyorum. İçinde, başlarında yem torbaları takılı atlarıyla sürücü yerinde sessizce müşteri bekleyen faytoncular, Kör Durak ağası, Bahattin ağası, Ahmet ağası, Mehmet ağası, Ali ağası, Osman ağası, Yaşar ağası, Felek ağası, Nuri ağası olan Yozgatımı çok özlüyorum.
Bu yazımı da , Yozgat hakkında yazdığım her yazıma bana eski Yozgatı hatırlattın diye yorum göndererek beni motive eden değerli Prof. Ahmet Yaşar Ocak hocama ithaf ediyorum.
03.10.2019
03.10.2019
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
AHMET YAŞAR OCAK
04.10.2019 09:10:00Eline sağlık sayın Çapanoğlu. Gerçekten tahassür dolu bu güzel yazınız ve ithafınız için çok çok teşekkür ediyorum. O Yozgat bugün sizlere ömür bildiğiniz gibi. Onu güzel yapan o dönemin "güzel insanları güzel atlara bindiler gittiler". Allah hepsine rahmet eylesin, mekânları cennet olsun.
Selam ve saygı ile.
A.Y.Ocak
Hüsnü Aydoğdu
04.10.2019 08:04:00Sayın Çapanoğlu,
Daha önce Yozgat'taki faytonlar ile ilgili bir yazı okumamıştım. Her yerde olduğu gibi Yozgat'ta da vardır sanırım derdim. Anılarla süsleyerek bu tarihi değeri anlatmanız hoş bir yazı ortaya çıkartmış.