Rahmetli babamın vasiyeti gereği, şayet ilahiyat tahsili yapmasaydım, mutlaka coğrafya okurdum. Zaten bu isteğim de tevarüsen neslimde tezahür etti. Şükürler olsun, sevgili kızım Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Coğrafya Bölümünü bitirdi ve coğrafya öğretmeni oldu.
Kitaplığıma şöyle bir el attım. Dünya coğrafyası ve dünya atlası elime geliverdi. Hem Çorum'daki coğrafya öğretmenim Oğuz Leblebici'yi hayırla ve minnetle yad ettim. Hem de bazı ülkelerin şehirlerine şöyle bir göz attım. Hayalim ben aldı ve şöyle bir şehre götürdü.
O hayali şehirde gördüm ki:
Sabahleyin hayat erkenden başlıyor. Çocuklar kendilerine ayrılan yollardan okullarına gidiyor. Ya da, servisler güler yüzlü şoförlerle onları bekliyor. Çamur, kara ve buzdan eser yok.okul bahçeleri tertemiz, sınıflar temizlenmiş ve sımsıcak. Öğretmenler daha da erken gelip, öğretmenler odasında plan ve programlarını gözden geçiriyor. Yöneticiler ve diğer personel okullarını eğitime hazır halde tutmanın mutluluğunu yaşıyor. Öğrenciler dipdiri ve canlı, sınıfta sakatlanan ve hasta kimse yok, mevcut tamam, ders başlıyor.
Gençlerin bir kısmı hedefindeki mesleğine uygun , istediği yeri tutturamamış tekrar denemek üzere dershanelere gidiyor. Bir kısmı, ilçede yeni ve uygun programlarla açılan yüksek okula gidiyor, yüksek okul açılmış, şu an iki yıllık ama ileride dört yıllık olacak ve gerçekten geçerli ve rağbet edilen bölümlerle tam kapasite eğitim ve öğretim veriyor, ben de heyecanlanıyorum.
Devlet memurları, tam ve zamanında dairesinde...
Esnaf, Bismillah diyerek işyerlerini erkenden açmış, tezgahı düzenlemiş, tertemiz bir kıyafetle müşterisini bekliyor. Rezzak-ı Hakikiden rızkını talep ediyor.
İşçiler, vakur bir eda ile servisini bekliyorlar.
Yaşlı ve emekliler, yıllarca ülkesine hizmet vermenin haklı gururunu yaşayarak büyükçe bir kütüphanenin okuma salonuna doğru yol alıyorlar. Zira orada her türlü yayını takip etme imkanı var, bilgisayar bile var, çay ve ikramı yapılıyor.
Ev hanımları; çocuklarını okula, beylerini işe gönderdikten sonra birer yaygın eğitim kurumlarında kabiliyetine uygun kurslara devam ediyorlar..
Taksi ve dolmuş duraklarında, her an bulunması gereken miktar kadar ve yolu işgal etmeden duran vasıtalar...
Her an musluklardan içilecek evsafta akan soğuk ve sıcak sular. Voltajı normal ve sık sık kesilmeyen elektrikler...
Yılın her mevsiminde, mevsimin her ayında, ayın her gününde ve günün her saatinde korkmadan nefes alabileceğimiz tertemiz bir hava...
Her iklime uygun ağaçlandırılmış parklar, her eve kuruma rahatça ulaşılabilecek yollar...
Hele çevre! Simsiyah kömür cüruflarından ve her türlü atıklardan arındırılmış ve boş, hali arazileri ormanlaştırılmış, yemyeşil bir çevre...
Baktıkça insan ömrünü uzatan manzaralar derken telefon çalıyor...Doğan Hoca,'Ali Bey yazı gecikti bekliyoruz' diyor ve hayalimi bölüyor...
Hay Allah! Ne güzel bir hayaldi. Birden Sorgun'a bakıyorum. Karşımda kömür ocağının siyah travertenleri bütün o hayalimdeki beyaz ve nurani sayfayı, simsiyah ve karanlık bir sayfaya çeviriyor. Gerçeklerle yüz yüze kalıyorum. Ayaklarım yere basıyor.
Sahi, medeni bir dünyada ve medeni toplumların istifade ettiği bu nimetlerden bizler ne zaman istifade edeceğiz?
Her halde hayalen veya rüyamızda. Olsun, her şey hayalde başlamıyor mu? Yüce Yaratıcı istemeyi vermiş ki, usulüne uygun istediğimizde, isteklerimizi yerine getirsin.
14.03.2011
OKUR YORUMLARI
ABDÜLKADİR ÇAPANOĞLU
14.03.2011 23:52:00
Değerli Ali Beyciğim, köşenizi okurken Ali bey galiba rüyasını anlatıyor dedim ama yazının sonuna gelince rüya bile olmadığını sadece olması gerekeni hayal ettiğinizi anladım. Ben 1994 de emekli olmuştum. Eşim 1992 de emekli oldu.Ben özel sektörde yönetici olarak çalışıyordum eşimde Türkiye İş Bankasında , ve her ikimizde altışar maaş ikramiye alıyorduk. Yani bir ay tek bir ay çift. Güzel bir yaşantımız vardı.Hayatımızdan memnunduk.Ama şimdi ne oldu.Yazınızda bahsettiğiniz konuları birde ben anlatayım affınıza sığınarak.
Esnaf eğer krizden dolayı kapatmamış ise,yine bismillah diyerek işyerini açıyor ama erkenden değil en erken saat 9.00 da.
İşçiler boyunları bükük, omuzları düşük meyus bir çehre ile servislerini bekliyorlar.
Yaşlılar ve emekliler analarından doğduklarına pişman olmuşlar. Otobüse veya minübüs’e verecek parası yoksa sokağa çıkamıyor ev de hanımı ile oturup evlenme programlarını izliyor. Hasbelkader dışarı çıkmış ise ve hâlâ içinde okuma sevdası kalmış ise kitap tezgahlarının önünde yeni çıkan kitapların kapak resimlerine bakıyor.Gazete almıyor,alamıyor.Hangi gazeteyi alıyorsun diyenlere de utanarak ,televizyonlar sabahları bütün gazeteleri veriyor bu yüzden gazete almaya ihtiyaç duymuyorum diyor.Bir bilgisayar edinenler de gazeteleri oradan okuyor.Ama gazeteyi eline alıp’da kokusunu içine çekerek okumanın özlemini çekiyor.
Ev hanımları, bu gün pişirecekleri yemeği en ucuza nasıl mal ederim’in düşüncesinde.
Taksiye binmek çok lüks oldu ama ihtiyaç olduğunda hava yağmurlu ise hiç teşebbüs etme.taksici esnafı müşteriye düşman gibi bakıyor. Eğer şansın var da bir taksiye binmişsen bindiğine bineceğine pişman oluyorsun.
Musluklardan akan su içilemeyecek kalitede olduğundan ne idiğü belirsiz damacana suyu alıyorsun.Elektrik kesintileri çok olduğundan artık her apartmanın her dükkanın bir jeneratörü var.Elektrik gelene kadar kıyamet kopuyor kafa beyin kalmıyor.
Nefes alacağımız parklar önce ihmalden kullanılamaz hale getiriliyor el ayak çekilince de bir punduna getirilip imara açılıyor ruhsuz, estetikten mahrum bir bina yapılarak bir resmi kuruma veya kuruluş kullansın diye tahsis ediliyor. İşte Dünya kültür şehri İstanbul’daki yaşamımızı size böylece takdim ettim,takdir sizindir..Saygılarımla.
ABDÜLKADİR ÇAPANOĞLU
14.03.2011 23:52:00Değerli Ali Beyciğim, köşenizi okurken Ali bey galiba rüyasını anlatıyor dedim ama yazının sonuna gelince rüya bile olmadığını sadece olması gerekeni hayal ettiğinizi anladım. Ben 1994 de emekli olmuştum. Eşim 1992 de emekli oldu.Ben özel sektörde yönetici olarak çalışıyordum eşimde Türkiye İş Bankasında , ve her ikimizde altışar maaş ikramiye alıyorduk. Yani bir ay tek bir ay çift. Güzel bir yaşantımız vardı.Hayatımızdan memnunduk.Ama şimdi ne oldu.Yazınızda bahsettiğiniz konuları birde ben anlatayım affınıza sığınarak.
Esnaf eğer krizden dolayı kapatmamış ise,yine bismillah diyerek işyerini açıyor ama erkenden değil en erken saat 9.00 da.
İşçiler boyunları bükük, omuzları düşük meyus bir çehre ile servislerini bekliyorlar.
Yaşlılar ve emekliler analarından doğduklarına pişman olmuşlar. Otobüse veya minübüs’e verecek parası yoksa sokağa çıkamıyor ev de hanımı ile oturup evlenme programlarını izliyor. Hasbelkader dışarı çıkmış ise ve hâlâ içinde okuma sevdası kalmış ise kitap tezgahlarının önünde yeni çıkan kitapların kapak resimlerine bakıyor.Gazete almıyor,alamıyor.Hangi gazeteyi alıyorsun diyenlere de utanarak ,televizyonlar sabahları bütün gazeteleri veriyor bu yüzden gazete almaya ihtiyaç duymuyorum diyor.Bir bilgisayar edinenler de gazeteleri oradan okuyor.Ama gazeteyi eline alıp’da kokusunu içine çekerek okumanın özlemini çekiyor.
Ev hanımları, bu gün pişirecekleri yemeği en ucuza nasıl mal ederim’in düşüncesinde.
Taksiye binmek çok lüks oldu ama ihtiyaç olduğunda hava yağmurlu ise hiç teşebbüs etme.taksici esnafı müşteriye düşman gibi bakıyor. Eğer şansın var da bir taksiye binmişsen bindiğine bineceğine pişman oluyorsun.
Musluklardan akan su içilemeyecek kalitede olduğundan ne idiğü belirsiz damacana suyu alıyorsun.Elektrik kesintileri çok olduğundan artık her apartmanın her dükkanın bir jeneratörü var.Elektrik gelene kadar kıyamet kopuyor kafa beyin kalmıyor.
Nefes alacağımız parklar önce ihmalden kullanılamaz hale getiriliyor el ayak çekilince de bir punduna getirilip imara açılıyor ruhsuz, estetikten mahrum bir bina yapılarak bir resmi kuruma veya kuruluş kullansın diye tahsis ediliyor. İşte Dünya kültür şehri İstanbul’daki yaşamımızı size böylece takdim ettim,takdir sizindir..Saygılarımla.