Hayatı,zamanı,dünyayı fazla mı ciddiye alıyoruz? Aslında şu olup bitenler (bir görüşe göre) muhayyel-sanal ise,yaptığımız kötülüklerin hepsi yanımıza kar kalacak demektir.
Hani farklı bir zamanı,farklı bir hayatı yaşayan insanları, onların dünyalarını tanımasak, bugünkü insanı, dünyayı, hayatı tek örnek, (işin kötüsü doğru örnek) sayabiliriz.
Bu arefe günü mezar ziyaretine gittiğimde ilk önce iki güzel insanın mezarını ziyaret edeceğim. Onları tanıdığım için başka bir hayatın,başka bir insan modelinin varlığını biliyorum.
Yaşadıkları mekan nasıl bir yerdi? Nasıl bir zamanı yaşıyorlardı? Yaşadıkları zaman kendi zamanları mıydı? Yoksa, kurgulanmış, kendi zamanlarının dışında, kendi hayallerinde var ettikleri bir alem vardı da o alemde mi yaşıyorlardı?
Dünyayı,hayatın zorluklarını, yağmurun yağması gibi tabii karşılıyorlardı.
Kendileriyle,insanlarla,tabiatla,hayvanlarla barışık yaşıyorlardı.
Hiç aceleleri yoktu. İbadet eder gibi çalışıyorlardı. Zaman yoktu, sesler, renkler ve kokular belirliyordu hayatlarını... Kışın dağlar Mehmet Ali çağırıyordu harmanda, sağır ay doğuyordu...
Onca güzelliği nasıl da sığdırmışlardı yüreklerine? Yalansız, riyasız, sade, su kadar sade bir hayat yaşıyorlardı. Başka bir hayatın varlığından habersizdiler. İçimizdeki dünya , hakikaten dışımızdaki dünyadan büyük müydü?
O insanların avlusundaki köpek kimseyi kapmazdı, atı tepmezdi. Nasıl bir yürek genişliği ki huyları eşyayı ve hayvanları böyle etkileyebiliyordu. Kullandıkları eşyanın ruhu mu vardı,kendi ruhlarından bir parça mı vermişlerdi eşyaya,hatta besledikleri hayvanlara.Nasıl oluyordu da koyunları, biri başlarını tutmadan kendini sığdırıyordu, atı dereden, hafttan değil de pınarın lülesinden, helkeden su içiyordu.
Kışın, sobası dışarıya bir yudum duman vermeden kolayca yanıyor, dirseğine kadar kızarıyordu.
Acaba kişiliğimizden yansıyan olumlu ve olumsuz duygular, dışımızdaki dünyayı her an yeniden mi şekillendiriyor ?
Dünya gailesini düşünmeden, rızık endişesini duymadan, teslim oluş nasıl bir hayat algısıdır ?
Her olaydan ilahi mesaj çıkarıp ona göre davranıyorlardı. Gönül yüceliklerine sınır yoktu. Sürekli Allah ümmet-i Muhammedi korusun, içi sıra da bizi diyorlardı. Yunus ve benzerlerinin sırlar odasının perdesini yırttığı gibi bu güzel insanlardan perdeyi yırtmış olmasınlar...
Nasıl bir cömertliktir ki avlusundaki yalakta evin köpeğini yallamadan, ağıl ve ahırdaki hayvanları yemlemeden, sofraya oturmamak?
Sofralarına nasıl bu kadar çok çeşit insan oturabiliyordu ? Sadağcının önce karnını doyurup sonra torbasına buğday koyuyorlardı.
Büyüyünce anladım. O iyilik timsali insanlar önce kendilerine saygı duyuyorlardı. Bu yüksek kişiliklerine (izzet-i nefs) saygı sonucu herkesi de kendileri gibi biliyor, herkese iyi davranıyorlardı. Hani atalar sözü var ya Alemi nasıl bilirsin? Kendin gibi.
Ya yükselmiş, korunmuş nefsimiz yoksa? Yine alemi kendimiz gibi bilir, herkese her türlü çirkinliği revan görürüz. Daha doğrusu izzet- i nefs kendimize verdiğimiz nottur. Bu not aynı zamanda başkalarına da verdiğimiz nottur. Ya kentimize sıfır not veriyorsak, hatta sıfırın altı. Herhalde bütün kötülüklerin kaynağı bu not olsa gerek. İnsanın vahşi, zalim, kıyıcı olmasının sebebi bu mu?
Alkış ın (zıttı kargış) dua anlamına geldiğini bu güzel insanlardan öğrendim. Kendilerine yapılan en küçük iyiliğe Alkış veren iki iyi insandan birini arefe günü fakir, yalnız insanların bulunduğu sokaklarda yürürken göreceğim.
Tandır çöreği yapmıştır. Bir elinde bir sitil yoğurt, tepside bir topak tereyağı vardır.
Mezarlarının ziyaret ettiğimde sesimi duymalarını, seslerini duymayı o kadar çok isterdim ki. Cennette olduklarından şüphem yok. Onlara bir soru soracağım : Sizi nasıl bir mekan, nasıl bir zaman böyle güzelleştirdi? Ruhunuza, genlerinize bu güzellikleri kim işledi de böyle melekleştiniz ?
Bayramınız bayram ola.
¨ ¨ ¨
Hediyelik :
HAYAL BU YA
Gün biter
Yıldızlar uyanır
İğde kokulu bir yaz akşamın ardından
Sen gelirsin
Ben aşka dair bir şeyler söylerim
Sen gülersin
Koynunda üşüyen ıslak bir güvercin var dersin
Dizlerinde uyurum
Mavi bir geceyi
Yorgan diye
Üstüme örtersin.
14.10.2013
Hani farklı bir zamanı,farklı bir hayatı yaşayan insanları, onların dünyalarını tanımasak, bugünkü insanı, dünyayı, hayatı tek örnek, (işin kötüsü doğru örnek) sayabiliriz.
Bu arefe günü mezar ziyaretine gittiğimde ilk önce iki güzel insanın mezarını ziyaret edeceğim. Onları tanıdığım için başka bir hayatın,başka bir insan modelinin varlığını biliyorum.
Yaşadıkları mekan nasıl bir yerdi? Nasıl bir zamanı yaşıyorlardı? Yaşadıkları zaman kendi zamanları mıydı? Yoksa, kurgulanmış, kendi zamanlarının dışında, kendi hayallerinde var ettikleri bir alem vardı da o alemde mi yaşıyorlardı?
Dünyayı,hayatın zorluklarını, yağmurun yağması gibi tabii karşılıyorlardı.
Kendileriyle,insanlarla,tabiatla,hayvanlarla barışık yaşıyorlardı.
Hiç aceleleri yoktu. İbadet eder gibi çalışıyorlardı. Zaman yoktu, sesler, renkler ve kokular belirliyordu hayatlarını... Kışın dağlar Mehmet Ali çağırıyordu harmanda, sağır ay doğuyordu...
Onca güzelliği nasıl da sığdırmışlardı yüreklerine? Yalansız, riyasız, sade, su kadar sade bir hayat yaşıyorlardı. Başka bir hayatın varlığından habersizdiler. İçimizdeki dünya , hakikaten dışımızdaki dünyadan büyük müydü?
O insanların avlusundaki köpek kimseyi kapmazdı, atı tepmezdi. Nasıl bir yürek genişliği ki huyları eşyayı ve hayvanları böyle etkileyebiliyordu. Kullandıkları eşyanın ruhu mu vardı,kendi ruhlarından bir parça mı vermişlerdi eşyaya,hatta besledikleri hayvanlara.Nasıl oluyordu da koyunları, biri başlarını tutmadan kendini sığdırıyordu, atı dereden, hafttan değil de pınarın lülesinden, helkeden su içiyordu.
Kışın, sobası dışarıya bir yudum duman vermeden kolayca yanıyor, dirseğine kadar kızarıyordu.
Acaba kişiliğimizden yansıyan olumlu ve olumsuz duygular, dışımızdaki dünyayı her an yeniden mi şekillendiriyor ?
Dünya gailesini düşünmeden, rızık endişesini duymadan, teslim oluş nasıl bir hayat algısıdır ?
Her olaydan ilahi mesaj çıkarıp ona göre davranıyorlardı. Gönül yüceliklerine sınır yoktu. Sürekli Allah ümmet-i Muhammedi korusun, içi sıra da bizi diyorlardı. Yunus ve benzerlerinin sırlar odasının perdesini yırttığı gibi bu güzel insanlardan perdeyi yırtmış olmasınlar...
Nasıl bir cömertliktir ki avlusundaki yalakta evin köpeğini yallamadan, ağıl ve ahırdaki hayvanları yemlemeden, sofraya oturmamak?
Sofralarına nasıl bu kadar çok çeşit insan oturabiliyordu ? Sadağcının önce karnını doyurup sonra torbasına buğday koyuyorlardı.
Büyüyünce anladım. O iyilik timsali insanlar önce kendilerine saygı duyuyorlardı. Bu yüksek kişiliklerine (izzet-i nefs) saygı sonucu herkesi de kendileri gibi biliyor, herkese iyi davranıyorlardı. Hani atalar sözü var ya Alemi nasıl bilirsin? Kendin gibi.
Ya yükselmiş, korunmuş nefsimiz yoksa? Yine alemi kendimiz gibi bilir, herkese her türlü çirkinliği revan görürüz. Daha doğrusu izzet- i nefs kendimize verdiğimiz nottur. Bu not aynı zamanda başkalarına da verdiğimiz nottur. Ya kentimize sıfır not veriyorsak, hatta sıfırın altı. Herhalde bütün kötülüklerin kaynağı bu not olsa gerek. İnsanın vahşi, zalim, kıyıcı olmasının sebebi bu mu?
Alkış ın (zıttı kargış) dua anlamına geldiğini bu güzel insanlardan öğrendim. Kendilerine yapılan en küçük iyiliğe Alkış veren iki iyi insandan birini arefe günü fakir, yalnız insanların bulunduğu sokaklarda yürürken göreceğim.
Tandır çöreği yapmıştır. Bir elinde bir sitil yoğurt, tepside bir topak tereyağı vardır.
Mezarlarının ziyaret ettiğimde sesimi duymalarını, seslerini duymayı o kadar çok isterdim ki. Cennette olduklarından şüphem yok. Onlara bir soru soracağım : Sizi nasıl bir mekan, nasıl bir zaman böyle güzelleştirdi? Ruhunuza, genlerinize bu güzellikleri kim işledi de böyle melekleştiniz ?
Bayramınız bayram ola.
¨ ¨ ¨
Hediyelik :
HAYAL BU YA
Gün biter
Yıldızlar uyanır
İğde kokulu bir yaz akşamın ardından
Sen gelirsin
Ben aşka dair bir şeyler söylerim
Sen gülersin
Koynunda üşüyen ıslak bir güvercin var dersin
Dizlerinde uyurum
Mavi bir geceyi
Yorgan diye
Üstüme örtersin.
14.10.2013
14.10.2013
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
SUZAN
11.11.2013 19:06:00Geçmiş zamanda yaşayan insanların, insanlığın ruh halini yine nakış nakış işleyerek yansıtmışsınız."Alkış" kelimesinin karşıtının "nargış" olduğunu yazınıızda öğrendim.Bilgilendim.Sayın Kapusuzoğlu hani demişsinizya seslerini duysaydım, sesimi duyursaydım diye.Siz onların sesini net bir şekilde duymuşsunuz, sizede pek çok şey anlatmışlar. Keşke bizlerde sessiz sesleri duyabilseydik insanlığımıza daha neler katardık.Ne yazıkki insanlık niteliğini kaybediyor, dünyanın ışıltısı peşinde ne değerleri karnlığa gömüyor.Eminimki onlarda sizi duydular ve duaya durdular.Biz insanlar bu mezarları daha sık ziyaret edip,nerden geldiğimizi, nereye gideceğimizi düşünebilsek daha çok şeyin farkına varmış olacağız. SAYGILAR hÜRMETLER
aslan dayıcığım ne kadar güzel aktarmışsınız sanki bend
03.11.2013 18:55:00Yorumunuz