Uzun serpenekli spor şapkasından taşan gür siyah saçları olmasa, esmer mi, sarışın mı olduğu belli olmazdı. Krem rengi toz, kirpiklerinin üstünü yosun gibi sarmıştı.
Arabaya binince:
- İyi ki sen geldin ağabey. Ödüm yarıldı bizim köyden biridir diye. Allah senden razı olsun.
Beni tanıyormuş. Komşu köyden adını duyduğum birisinin oğluymuş. Çoğu kere “hocam”, arada bir de “ağabey” diyor.
- Adım Ali’dir ağabey. Bu yıla kadar Kara Ali’ydi, dört aydır Yağcı Ali oldum. Okulda okurken öğrencilerinizle bizim köye geziye gelmiştiniz. Sizi oradan tanıyorum.
Bu mevsimde biçer yağcılarının, çoban çelteklerinin “gel çekice-git körüğe” kullanıldığını bildiğimden; Onu biçerin kırılan ya da bozulan bir parçanın alınması için Yerköy’e gidiyor sandım.
- Niye, ustan ya da patronun gitmiyor parça almaya, seni niçin sallıyor.
- Ne parçası Hocam. Yozgat’a doğru gidiyorum işte. Ordan ötesi Ankara mı olur, İstanbul mu… Allah bilir.
Ankara olursa emmimin oğlu var, sitelerde mobilya ustası, İstanbul olursa… konuyu değiştirmek ister gibi,
- Ankara kaç lira ağabey?
- Otuz.
Başını ümitsizce sallıyor. Karabıyık Köprüsünden Kanak’ı geçiyoruz.
- Hocam senden bir ricam var.
Para isteyecek sanıyordum, cevap vermemi beklemeden
-Şurada beş dakika dursan da bir çimsem, üstümü değiştirip adama dönsem. Olumlu cevap vereceğimden eminmiş gibi elini kapının mandalına uzatıyor. Duruyorum.
Elindeki naylon torbayı sallayarak sık söğüt ağaçlarına doğru koşuyor.
Yarım saat sonra üstünde kot pantolon, tişört, ayağında ucuz boz ayakkabılarla geri dönüyor.
- Nasıl, adama dönmüşmüyüm ağabey?
Gülerek;
- Dönmüşsün.
Diyorum… Sabunsuz yapılan yıkanmadan dolayı saçları yapış yapıştı. Bindi. Yol boyunca uzun müddet konuşmadı. Sessizliği ben bozdum.
- Delikanlı, niye kaçtığını bilmiyorum ama, iyi düşündün mü?
Ne yapalım anlamında ellerini kaldırıyor.
- Ya kaçacak, ya da katil olacaktım. Dün gece biçerin yanında yalnız yattım. Sabaha kadar ne çektiğimi bir bilsen.
Ondört-Onbeş yaşındaki bir çocuğun, bozkırın ortasında gece boyunca yapayalnızlığını hayal edip onu anlıyorum, ürperiyorum. Araba yavaşladıkça ona bakıyorum. Rahatsız oluyor, gözleri bir ara yandaki sigaraya takılıyor.
- İstiyorsan iç, diyorum.
Yarı korku, yarı utanç, titreyen parmaklarla alıp yakıyor. Rahatlamış olacak ki teklifsizce bir kaset koyuyor teybe. Her kelimesinde hüznün doludizgin at koşturduğu bir Kerkük ağıdı. Susuyor. Belli ki daha fazla konuşmamak için yaptı.
- Sever misin?
- He ya, hep bir teybim olsun isterdim, çok severim.
Okumuş adamlarda türkü dinlermiymiş? Diye sataşıyor. İçimdeki merakı gidermek için:
- Dün gece çok mu korktun?
Zekice başını sallıyor.
- Hocam, senin derdin benim aklımın altını çalıp, bu işten vazgeçirmek.
- Yok canım, koskoca adam olmuşsun, diye teminat veriyorum.
Sevmediği yemek zorunda kalanların tavrıyla anlatıyor.
- Babamı duymuşsundur. Sizin köye çok gelir gider. Güya Çolaklar’ın Hasan’la ahbap. Yok, yalan vallaha, yeyintiye geliyor. Bu eğricede sizin köye gitmiş. Hasan Ağa’dan borç istemiş. Ne yapacaksa? O da “senin oğlanı bana yağcı ver ödeşelim” demiş. Bizimkinin canına minnet. Parayı ver geri dur, tav ki ne tav. Beni pazara mal çeker gibi Çolaklar’n Hasan’a sattı. Gittik, Adana, Diyarbakır, Sekili… Zanaat öğrenecekmişim. Biçercilikten zanaat olur mu? Düpedüz irezillik, yavan ekmek durusu. Ustanın pis şakalarına, patronun küfürlerine, “el arı düşman kârı” deyip katlandım. İşin içinde anam-bacım var. Hem askerdeki ağabeyime üç-beş kuruş harçlık salarım diyordum. Ne gezer? Yok desem; bizim sümtük, kursağı delik karga anama çok kötülük edecek. Anamı bir görsen hocam, asilzade evlâdı. Yukarı köyün ağasının kızı. Bizimkine dedemin vakti zamanında vermişler. Namus belası deyip çeker durur. Niye ki, mayası temiz, başka biri olaydı… Herşeye “amin” der. Gerçi arada bir onada kızarım. Çek git, şu rezil olsun diye, üzülür ağlar… Ruhsat ver “şunu keseyim” derim, ne mümkün. Dün akşam usta; “Hadi yağcı efendi, işiniz iş, başınıza talih kuşu kondu. Karnınız ekmeğe doyar gayri” deyince aklım karmakarışık oldu. Ne var demeye kalmadan pis pis güler söyledi. Gâvur oldum. Bizim mayası bozuk, bacımı on milyon başlıkla Hasan Ağa’nın zabın oğluna vermiş. Verme de ne ki, resmen peşkeş çekmiş. Dün gece şerbeti varmış. Dişim dişimi yedi, canım sıkıldı. Tam bu haldeyken usta da biçeri bırakıp gidince kaldım mı yazının yüzünde tek başıma. Çiğ de erken düştü. İlk defa tarlada yalnız yatacaktım. Çobanlardan medet umdum, gelip karşı arkada yatarlar mı diy.
Yılandan çok korkarım. Çıkıp depoda yattım. Uyuyabilirsen uyu. Bir yandan cin-peri, karanlık, sessizlik, canım burnumda, her diken bir adam olup karşıma dikiliyor. Sonra dedim ki kendi kendime, “oğlum, sen zaten ölmüşün.” Üç gulfü bir Elham okudum. Korkuyu attım. Lâkin şeytan koltuğuma girdi. Gittim, şu tarlanın taşını öbür tarlaya, öbür tarlanın taşını bu tarlaya taşıdım. Ortalık ışırken yola düştüm. Sen geldin, hepsi bu.
Şehre yaklaşmıştık, Ankara yoluna çıkınca;
- Eğlen de burada ineyim ağabey, gören olmasın. Sağolasın.
- Hele dur bakalım, iyice düşün, yine gidersin.
- Ne düşünüyüm, çok düşünürsem vazgeçer geri dönerim. Ondan sonra da, babamı, ustayı, Hasan’ı, zabın oğlunu keserim.
Ciddi mi kuru sıkı mı anlayamamıştım. Yine de mantığına hitab ediyorum.
- boş ver hele bunları, ne derde çare ki?
- iyi ya, ben de derde çare değildir diye kaçıyorum.
Onu daha iyi tanımak, hikâyesini geri kalanını da dinlemek istiyorum.
Yemekte bana güvenli bakıyor. Gülümsüyor. İçimden geçenleri biliyor gibi anlatmaya devam ediyor.
- İlkokulda sınıfın birincisiydim. Öğretmenimizi bilirsin. Çok ısrar etti, “Aman Ali’yi okut” diye. Babam da dinler hani. Okutur mu? Parasız yatılıyı da ben kazanamadım. Köyde kaldım işte, azap çoban olmak için. Bizimki ağa çocuğu ya, çalışmaz efendi. Biz mercimek günlüğüne gideriz, o yer. Yemeğe alışmış bir kere, zehir zıkkım olsun. Hepimiz bir günde ölsek “Üf” demez. Niye ki, nefsi için yaşar. Abime beş kuruş göndermedi. Giderken ne götürdüyse onunla idare ediyordur. Köyden ayrıldığında kuzu çobanıydı. Gelmez ya, gelirse yine kuzu çobanı durur. Bacımı da sattı kurtuldu. Para bitince sıra anama gelir herhalde. Ömründe taşı taş üstüne koymayıştır. Bir köseğiyi alıp yere çakmamıştır yeşersin diye. Herifte bir kibir, bir azamet deme gitsin. Yattığı yerde it yatmaz. Halâ burnunu göğe diker.
İçindeki öfke denizinin kabardığı şu anda, onu sakinleştirmek istiyorum.
- Yapma, nihayetinde babandır.
- Babamdır ya, O’nu tanımadığın için böyle konuşursun Hocam. Terminalde arabadan inerken yanakları al al, para uzatıyor.
- Onbin liram var.
Hiç anlamamış gibi yüzbin lira uzatıyorum, önce bakışıyoruz alıyor. Birkaç adım atıp geri geri dönüyor. Utanç ve sevinç karışımı bir sesle,
- Ağabey,borcumu bir gün öderim. Ölürsem helâl et olur mu? İçimden hiçbir şey söylemek gelmiyor. Başımı, helâl olsun anlamında sallıyorum.
04.02.2013
Arabaya binince:
- İyi ki sen geldin ağabey. Ödüm yarıldı bizim köyden biridir diye. Allah senden razı olsun.
Beni tanıyormuş. Komşu köyden adını duyduğum birisinin oğluymuş. Çoğu kere “hocam”, arada bir de “ağabey” diyor.
- Adım Ali’dir ağabey. Bu yıla kadar Kara Ali’ydi, dört aydır Yağcı Ali oldum. Okulda okurken öğrencilerinizle bizim köye geziye gelmiştiniz. Sizi oradan tanıyorum.
Bu mevsimde biçer yağcılarının, çoban çelteklerinin “gel çekice-git körüğe” kullanıldığını bildiğimden; Onu biçerin kırılan ya da bozulan bir parçanın alınması için Yerköy’e gidiyor sandım.
- Niye, ustan ya da patronun gitmiyor parça almaya, seni niçin sallıyor.
- Ne parçası Hocam. Yozgat’a doğru gidiyorum işte. Ordan ötesi Ankara mı olur, İstanbul mu… Allah bilir.
Ankara olursa emmimin oğlu var, sitelerde mobilya ustası, İstanbul olursa… konuyu değiştirmek ister gibi,
- Ankara kaç lira ağabey?
- Otuz.
Başını ümitsizce sallıyor. Karabıyık Köprüsünden Kanak’ı geçiyoruz.
- Hocam senden bir ricam var.
Para isteyecek sanıyordum, cevap vermemi beklemeden
-Şurada beş dakika dursan da bir çimsem, üstümü değiştirip adama dönsem. Olumlu cevap vereceğimden eminmiş gibi elini kapının mandalına uzatıyor. Duruyorum.
Elindeki naylon torbayı sallayarak sık söğüt ağaçlarına doğru koşuyor.
Yarım saat sonra üstünde kot pantolon, tişört, ayağında ucuz boz ayakkabılarla geri dönüyor.
- Nasıl, adama dönmüşmüyüm ağabey?
Gülerek;
- Dönmüşsün.
Diyorum… Sabunsuz yapılan yıkanmadan dolayı saçları yapış yapıştı. Bindi. Yol boyunca uzun müddet konuşmadı. Sessizliği ben bozdum.
- Delikanlı, niye kaçtığını bilmiyorum ama, iyi düşündün mü?
Ne yapalım anlamında ellerini kaldırıyor.
- Ya kaçacak, ya da katil olacaktım. Dün gece biçerin yanında yalnız yattım. Sabaha kadar ne çektiğimi bir bilsen.
Ondört-Onbeş yaşındaki bir çocuğun, bozkırın ortasında gece boyunca yapayalnızlığını hayal edip onu anlıyorum, ürperiyorum. Araba yavaşladıkça ona bakıyorum. Rahatsız oluyor, gözleri bir ara yandaki sigaraya takılıyor.
- İstiyorsan iç, diyorum.
Yarı korku, yarı utanç, titreyen parmaklarla alıp yakıyor. Rahatlamış olacak ki teklifsizce bir kaset koyuyor teybe. Her kelimesinde hüznün doludizgin at koşturduğu bir Kerkük ağıdı. Susuyor. Belli ki daha fazla konuşmamak için yaptı.
- Sever misin?
- He ya, hep bir teybim olsun isterdim, çok severim.
Okumuş adamlarda türkü dinlermiymiş? Diye sataşıyor. İçimdeki merakı gidermek için:
- Dün gece çok mu korktun?
Zekice başını sallıyor.
- Hocam, senin derdin benim aklımın altını çalıp, bu işten vazgeçirmek.
- Yok canım, koskoca adam olmuşsun, diye teminat veriyorum.
Sevmediği yemek zorunda kalanların tavrıyla anlatıyor.
- Babamı duymuşsundur. Sizin köye çok gelir gider. Güya Çolaklar’ın Hasan’la ahbap. Yok, yalan vallaha, yeyintiye geliyor. Bu eğricede sizin köye gitmiş. Hasan Ağa’dan borç istemiş. Ne yapacaksa? O da “senin oğlanı bana yağcı ver ödeşelim” demiş. Bizimkinin canına minnet. Parayı ver geri dur, tav ki ne tav. Beni pazara mal çeker gibi Çolaklar’n Hasan’a sattı. Gittik, Adana, Diyarbakır, Sekili… Zanaat öğrenecekmişim. Biçercilikten zanaat olur mu? Düpedüz irezillik, yavan ekmek durusu. Ustanın pis şakalarına, patronun küfürlerine, “el arı düşman kârı” deyip katlandım. İşin içinde anam-bacım var. Hem askerdeki ağabeyime üç-beş kuruş harçlık salarım diyordum. Ne gezer? Yok desem; bizim sümtük, kursağı delik karga anama çok kötülük edecek. Anamı bir görsen hocam, asilzade evlâdı. Yukarı köyün ağasının kızı. Bizimkine dedemin vakti zamanında vermişler. Namus belası deyip çeker durur. Niye ki, mayası temiz, başka biri olaydı… Herşeye “amin” der. Gerçi arada bir onada kızarım. Çek git, şu rezil olsun diye, üzülür ağlar… Ruhsat ver “şunu keseyim” derim, ne mümkün. Dün akşam usta; “Hadi yağcı efendi, işiniz iş, başınıza talih kuşu kondu. Karnınız ekmeğe doyar gayri” deyince aklım karmakarışık oldu. Ne var demeye kalmadan pis pis güler söyledi. Gâvur oldum. Bizim mayası bozuk, bacımı on milyon başlıkla Hasan Ağa’nın zabın oğluna vermiş. Verme de ne ki, resmen peşkeş çekmiş. Dün gece şerbeti varmış. Dişim dişimi yedi, canım sıkıldı. Tam bu haldeyken usta da biçeri bırakıp gidince kaldım mı yazının yüzünde tek başıma. Çiğ de erken düştü. İlk defa tarlada yalnız yatacaktım. Çobanlardan medet umdum, gelip karşı arkada yatarlar mı diy.
Yılandan çok korkarım. Çıkıp depoda yattım. Uyuyabilirsen uyu. Bir yandan cin-peri, karanlık, sessizlik, canım burnumda, her diken bir adam olup karşıma dikiliyor. Sonra dedim ki kendi kendime, “oğlum, sen zaten ölmüşün.” Üç gulfü bir Elham okudum. Korkuyu attım. Lâkin şeytan koltuğuma girdi. Gittim, şu tarlanın taşını öbür tarlaya, öbür tarlanın taşını bu tarlaya taşıdım. Ortalık ışırken yola düştüm. Sen geldin, hepsi bu.
Şehre yaklaşmıştık, Ankara yoluna çıkınca;
- Eğlen de burada ineyim ağabey, gören olmasın. Sağolasın.
- Hele dur bakalım, iyice düşün, yine gidersin.
- Ne düşünüyüm, çok düşünürsem vazgeçer geri dönerim. Ondan sonra da, babamı, ustayı, Hasan’ı, zabın oğlunu keserim.
Ciddi mi kuru sıkı mı anlayamamıştım. Yine de mantığına hitab ediyorum.
- boş ver hele bunları, ne derde çare ki?
- iyi ya, ben de derde çare değildir diye kaçıyorum.
Onu daha iyi tanımak, hikâyesini geri kalanını da dinlemek istiyorum.
Yemekte bana güvenli bakıyor. Gülümsüyor. İçimden geçenleri biliyor gibi anlatmaya devam ediyor.
- İlkokulda sınıfın birincisiydim. Öğretmenimizi bilirsin. Çok ısrar etti, “Aman Ali’yi okut” diye. Babam da dinler hani. Okutur mu? Parasız yatılıyı da ben kazanamadım. Köyde kaldım işte, azap çoban olmak için. Bizimki ağa çocuğu ya, çalışmaz efendi. Biz mercimek günlüğüne gideriz, o yer. Yemeğe alışmış bir kere, zehir zıkkım olsun. Hepimiz bir günde ölsek “Üf” demez. Niye ki, nefsi için yaşar. Abime beş kuruş göndermedi. Giderken ne götürdüyse onunla idare ediyordur. Köyden ayrıldığında kuzu çobanıydı. Gelmez ya, gelirse yine kuzu çobanı durur. Bacımı da sattı kurtuldu. Para bitince sıra anama gelir herhalde. Ömründe taşı taş üstüne koymayıştır. Bir köseğiyi alıp yere çakmamıştır yeşersin diye. Herifte bir kibir, bir azamet deme gitsin. Yattığı yerde it yatmaz. Halâ burnunu göğe diker.
İçindeki öfke denizinin kabardığı şu anda, onu sakinleştirmek istiyorum.
- Yapma, nihayetinde babandır.
- Babamdır ya, O’nu tanımadığın için böyle konuşursun Hocam. Terminalde arabadan inerken yanakları al al, para uzatıyor.
- Onbin liram var.
Hiç anlamamış gibi yüzbin lira uzatıyorum, önce bakışıyoruz alıyor. Birkaç adım atıp geri geri dönüyor. Utanç ve sevinç karışımı bir sesle,
- Ağabey,borcumu bir gün öderim. Ölürsem helâl et olur mu? İçimden hiçbir şey söylemek gelmiyor. Başımı, helâl olsun anlamında sallıyorum.
04.02.2013
04.02.2013
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
Hasan
09.02.2013 17:20:00ama hocam bu böyle haftadan haftaya olmazkıı alıstırdınız bızıı hergun bakyorum acaba yenı yazınız eklenmıs mı dıyee lutfen bızı fazla merakta bırakmadan daha sık yazınız sızı okumak gercekten harikulade sızınle tanısma ımkanımızda olmustu konusmalarınızınn yazıya yansıdıgınıı akıcılıgınızıı yazınızdada göruyorum sızıı daha uzzun zaman okumak dılegıyle Allah sağlık sıhhat versın,saygılar hocam
SUZAN
08.02.2013 00:59:00Ey Büyük Yüce Rabbim benim memleketime ne dehalar vermiş ama bu dehalar neden bu kadar kendini gizlemiş anlayamıyorum.
Allah aşkına kendinde Allah'ın bahşettiği özelliği gizleyen varsa lütfen cesaretle ortaya çıksın.
Hocam siz neden bunca senedir bir kitap yazmadınız?Edebiyatda Yozgat'ın adı duyulaydı.Benim garip memleketimde yazarlar arasında yer alaydı.
Daha sık yazmanızı arz ediyorum.Lütfen biz okuyucuları bekletmeyiniz.
Saygılar Selamlar..
Geçmişte ve gelecekte hep var olan Anadolu insanının dertlerini, kederlerini yaşam gerçeğini bu yazı kadar enfes bir uslup ve akıcılıkta anlatan yazınız için tebriklerimi sunarım.Değerli dostum Celal Beyin, edebiyat alanındaki yeteneğini neden bugüne kadar ihmal ettiğini, Türkiye genelinde Yozgatlının sesi olması gerekirken neden mütevazi davrandığına bir anlam veremiyorum.Edebiyat dünyasında sizi görmek,yeni eserlerinizden feyz almak temennisiyle selam ve saygılar.
Neşet ÖZMEN-YERKÖY
Adınız ve Soyadınız
06.02.2013 10:30:00Sayın celal hocam ağzına yüreğine sağlık ben 35 yıldır nerdeyse bir ömür gurbet teyim 2 haftadır yazını okumak için can atıyorum şiiven uslubun beni yozgata götürüyor ALLAH c.c.sana ve senin gibi yaptığı işe yüreğini koyanlardan razı olsun sağlık sıhhat versin yazınıza bukadar ara vermezseniz benimgibi gurbetçileri daha çok mutlu edersiniz saolun varolun ALLAHA Emanet olun İhsan YEŞİLLİK
Ebru
05.02.2013 11:38:00sayın hocam, sizin iyi bir edebiyatcı olduğunuzu duymuştum.Ama bu kadar başarılı bir edebiyatcı olduğunuzu yazınızı okuyunca anladım.Tebriklerimi ve hürmetlerimi sunarım.
Mehmet UYSAL
05.02.2013 10:40:00Yaptığı işi iyi bilen Çiftçi;Harmanda dene ile samanı ayırmak için Rüzgarın yönünü,zamanını iyi bilendir,değilse dene, samana karışır,emek zayi, verimse az olur.Metin Celal KAPUSUZOĞLU'da yaptığı işi iyi bilen çiftçi misali,anlatım ve yazma uslubuylada,nadide yazar ve kişilik timsali...Rabbim harmanını bereketli kılsın,Gönül Dağarcığımıza koyduğunu ve koyacağını eksik etmesin...Yüreğine sağlık,Kalbi muhabbetlerimle...
Yasin Ali ER
04.02.2013 15:32:00Bütün yazılarıyla yarım asır öncelerde beslediğimiz ve zaman içinde sükût bulmasıyla ukdelerimizden biri olarak donup kalan hayallerimize götürmekte... Kâhını birlikte, kimini birbirimizden habersiz beraberce düşlediğimiz adam gibi bir hayat çizgisine dair ve bir türlü eremediğimiz küçük beklentilere!
Seni takdir etme lüksüm yok velâkin kardeşliğinle böbürlenme hakkımı buradan ilan ediyorum!
...ve ayrıca kızıyordum, sakladıklarını yanında mı götüreceksin diye!
Ayakların suyu koklamış ki; yazmaya hız vermiş olmalısın!
Allah uzun ve sağlıklı ömür versin ki hep yanımda bileyim.
Ta ki ben ha soluğumla var, ha da bedenen yok bile olsam!
Ağzına sağlık can dost!