Aşık Veysel’in o muhteşem türküsündeki, “Türküz türkü çığırırız” dizesi, Türklüğü ifade adına çerçevelenip asılsa; bilmeyene bildirme, duymayana duyurma adına mottolaştırılıp kevn ü mekana salınsa yeridir! Öyle ya, hangi dilde;
Sebebine yandım sevda narında
Yandıkça can buldum kurban olduğum
Denilebilir?
TÜRKÜ İLE ÇİZİLEN BİR TABLO…
Dünyanın en ünlü ressamının eline fırçayı verin, önüne boyayı koyun, karşısına tuvali dikin ve “Usta, bize öyle bir resim çiz ki bu tablonun dünyada benzeri olmasın. Mesela; sevgilinin kaşı kirpik üstüne çeğmelensin. Öyle sıradan bir karalama olmasın ha. Bakanlar, havada bulutun ağdığını görsün. Yârin sinesi de güle çiğ düşmüş de ıslanmış gibi olsun. Yok yok güle yağmur yağmış da sırılsıklammış gibi görünsün” deyin, apışır kalır! Hatta, “De get gardaşım, o tabloyu ancak bir Yozgatlı ozan çizer” diyerek başından savkeder sizi! Türkü tutkunu iseniz soluğu Yozgat’ta alırsınız ve yorulmadan bulursunuz o türkü tablosunu. Kaynak kişi Nida Tüfekçi, yamacınıza kor ve ‘çığır bakalım’ der. Siz de başlarsınız çığırmaya:
Kaşın çeğmelenmiş kirpik üstüne
Havada bulutun ağdığı gibi
Çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış
Yağmurun güllere yağdığı gibi
Bu türkü tablosunu yapabilmeniz için gereken şey;
Dersini almış da ediyor ezber
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Bu dert beni iflah etmez deleyler
Benim dert çekmeye dermanım mı var
Bitkinliğidir ki Yozgat bu bitkinlerle doludur.
LAF DİNLEMEZE ÖĞÜT…
Türküler yol göstericidir. Verilen öğütten bihaber gafiller bunun idrakine vardığında iş işten geçmiştir. Oysa ikaz öylesine temizdir ki:
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Söyleyen dillerin söylemez olur”
Kastamonulular anlatıldığında anlamadığı şeyi anlamak için tepkisini, “Ne deya deyya la bu” diyerek söylenenin tekrar edilmesini ister ya yukarıdaki sözü söyleyen ozan da deyya ki:
Kul Himmet üstadım gelse otursa
Hakkın kelamını dile getirse
Dünya benim deyi zapta geçirse
Karun kadar malın olsa ne fayda
TÜRKÜLER ANA SÜTÜ GİBİDİR…
Türkü deyip geçmeyin! Ressam, şair Bedri Rahmi Eyüboğlu, sadece ‘Karadut’a aşık bir mecnun değil;
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Diyebilecek kadar halk kültürü düşkünü, ustası, uzmanıdır. Öyledir, çünkü der ki:
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
YOZGAT TÜRKÜLERİ DE MANİLERİ DE ÖYLEDİR
O köyde, o köylüde, o memlekette Durak Faytoncu’nun kaynak kişiliğiyle ‘Dahdiri Havası’nda, türkü tadında bir mani çalınır kulaklara:
Mani bilirim elli
Yitirsem yârim belli
Ben yârimi bilirim
Sağ yüzü çifte benli
Dah diri diri de
Dön beri beri de
Bahçelerde vez olur
Gül açılır yaz olur
Ben yârime gül demem
Gülün ömrü az olur
Dah diri diri de
Dön beri beri de
BENİM DE BİR DİYECEĞİM VAR…
Böyle durumlarda herkes bir yere, bir yöne döner ama ben kendime dönerim ve derim ki:
Hırkalı her daim türkü dinledin
Sevinçle sevindin dertle inledin
Tükenmez sandığın ömrü sonladın
Bir türkü çığır da Yozgat’a gidek